-
Cevap: Mehmed Fırıncı
"Gazeteci, Üstadın resmini nasıl çekti?"
"1960 yılının birinci günüydü. Gazeteciler Piyer Loti Otelinin lobisini doldurmuştu. Bizim kardeşlerimizden bir grupla beraber Avukat Bekir Berk ve Necdet Doğanata bulunuyorlardı. Bekir Ağabey bir ara Risale-i Nur hakkında seminervâri bir konuşma yaptı. Biraz da İhlâs Risalesi'nden okudu. Gazeteciler soruyorlardı: 'Niçin geldi İstanbul'a?' Gazetecilerin sorusu Üstad Hazretlerine bildirildi. Üstad Hazretleri, 'Ankara'da basılmakta olan bir kitabıma Emniyetin müdahalesi üzerine avukatıma vekâlet vermek için geldim' diyordu. Bizler nöbetleşe bazan Üstadın yan tarafındaki odada duruyorduk. Foto muhabirleri fotoğraf çekmek için akla gelmedik işler yapıyorlardı. Otelin arka kısmındaki odaların önü boydan boya balkondu. Balkondan bütün odaların görünmesi mümkündü. Zübeyir Ağabey gazetecilerin diğer odalardan girip de balkona geçmemesi için, Üstadın odasının önüne gelen balkona nöbetçi bıraktı. O esnada Üstad Hazretleri öğle namazı kılıyordu. Namazdan sonra da Eyüp Sultanı ziyaret plânlanmıştı. Ben balkonda dururken foto muhabirlerinden birisi, diğer odaların balkon kapısından balkona çıkmıştı. Bana doğru yaklaştı. Zübeyir Ağabey odadaydı. Cam açık. Ben Zübeyir Ağabeye baktım. Zübeyir Ağabey, 'Bırak kardeşim, Üstadı o haşmetli vaziyetle çeksin' dedi. Adam camın önüne gitti. Üstad tahiyyatta iken, birkaç flaş patlattı. Ne çare ki, Üstad çok rahatsız olmuştu, namazı bozdu. 'Ne oluyor?' dedi. Zübeyir Ağabey sese koştu. Üstad Hazretleri çok hiddetlenmişti. Namazı yeniden eda etti. İstanbul seyahatının geri kalanını iptal edip Ankara'ya dönmeye karar verdi. Ve hemen araba hazırlandı.
İstanbul Valisinin beyanatı
"Üstad ikindiye doğru, İstanbul'dan ayrılıyordu. Böyle bir firaka, bir gazeteci sebep olmuştu. Gelirken meydana gelen mahşerî kalabalık ve gazetecilerin tecavüzkâr vaziyetleri giderken daha da fazlasıyla oldu. Ama biz daha evvelden iyi bir plânlamayla kardeşleri birkaç kat halka yapmıştık. Üstad Hazretleri oradaydı. Ve şemsiyeyi yine ben tutuyordum. Bu teşkilâtı şeyi hazırlarken Üstad, Bekir Ağabeye, 'Sen bir kumandan gibi hareket ediyorsun' diye iltifat etmişti. Ve ertesi iki gün, İstanbul matbuatı Üstadın ayrılışını manşetlerde 120 punto harflerle vermişti. Gazetelerde çok serzenişli makaleler çıktı. İnönü İstanbul'daydı. O gün Bursa'ya bir miting için vapurla giderken, vapurda 'Hükûmet nereye gidiyor? Bediüzzaman'ı koluna takmış, nereye gidiyor?' diye konuşma yapmıştı. Bu konuşmanın matbuatta yer alması üzerine İstanbul Valisi Ethem Yetkiner, hükümetin direktifiyle radyoda okunan bir beyanat verdi. Beyanat hülâseten şöyleydi:
"Yaşli bir din âlimi, mütevazi bir seyahat yapmaktadır. Memlekette seyahat hürriyeti vardır. Hiçbir vatandaşın seyahat hürriyeti kısıtlanamaz. Eğer gazeteler meseleyi bu kadar büyütmeseler, bu zâtın, memleketin herhangi bir yerinden bir yerine gidişi bir mesele olmazdı.' Biz de, birkaç gün sonra, gazetelerde de çıkan bu beyanatı, 'Valimizin pak haklı ve isabetli beyanatını takdim ediyoruz' diye bir lâhika mektubu yaparak Anadolu'daki kardeşlere göndermiştik.
"27 Mayıs İhtilâlinden sonra Vali tevkif edilip Yassıada'ya götürülünce, ondan bu beyanatının hesabını sormuşlardı. Ve Galip Gigin'le beni Emniyete çağırarık, bize de 'Valiye bu beyanatı siz mi verdiniz?' diye sormuşlardı.
-
Cevap: Mehmed Fırıncı
"Çendan milyonlar talebe var..."
"1960 senesinin başındaydık. Bir gün Üstad Hazretlerine tayinat olarak ayrılan Şualar kitabından yüz tane kadar iki çuval içinde Emirdağ'a gitmek üzere Konya otobüsüne binmiştim. Emirdağ'a gece saat 2:30 sıralarında varacak idi. Hakikaten 2:30 sıralarında vardık. Fakat ben düşünüyordum. 'Bu kadar ağır yükü gecenin bu saatinde nasıl yalnız başıma götüreceğim' diye. Fakat Hazret-i Üstadın mânevî telefonları sayesinde işler kolaylaşmıştı. Bir de baktım ki, otobüsün durduğu noktada ağabeylerden iki kişi bekliyor. Birisi Ceylân Ağabey, ama diğerini hatırlayamıyorum. Meğer Hazret-i Üstad, gece saat 2'de kalktığında, ağabeyleri çağırmış, 'Gelen var, gidin, karşılayın' demiş. O saatte Üstad Hazretleri kabul etti. Çok memnun ve müferrah idi. Bana, 'Muhammed kardeşim, sana 250-300 banknot maaş versem azdır. Fakat Risale-i Nur'daki ihlâs müsaade etmiyor. Sen Risale-i Nur'un malını yeme. Çendan milyonlar talebe var. Fakat işi gören 50-60 fedakârdır. Sana bin tane anan kadar şefkat ediyorum. Merak etme. Bütün akraban duamda dahildir' dedi. Ben kalbimden, 'Üstadım Bursa için ne düşünür? Bursa'yı hizmet dairesinde aldı mı, almadı mı?' diye çok merak ediyordum. Çünkü Emirdağ'dan her dönüşümde Bursa'ya mutlaka uğrardım. Böyle düşündüğüm sırada, Üstad Hazretleri 'Bursa ve havalisini Barla ve Isparta gibi kabul ediyorum' diye kalbimdeki merakıma cevap veriyordu.
Tarihçe'nin önsüzünden yapılan ders
"Kitapları beşer beşer paket haline getirerek sardırdı. Tavan arasına kaldırttı. Ondan sonra ders okunmaya başlandı.Ders. Sikke-i Tasdik-i Gaybî'den yapılmıştı.Sabah namazı yaklaştığında, 'Abdestlerinizi tazeleyin, namazınızı kılın' dedi.Üstadın odasından ayrıldık.Ben merdivenlerden aşağıya iniyordum.Birden kendi kendime, 'Hey Allah'ım, ne büyükler var, pekçok büyükler onların yanında küçük kalıyor' sözünü söylüyordum.10 dakika sonra tekrar yukarı çıktığımda abdest alırken, Üsta Hazretleri, Zübeyir Ağabeye emir vermişti. 'Namazdan önce Tarihçe-i Hayat önsözünü okuyun' diye. Evvelâ bana verdiler. O söylediğim kelimeler, Tarihçe-i Hayat'ın önsözünde imiş. Daha evvel okuduğumdan, şuur altından ihtiyarsız dökülünce, Üstad Hazretleri de bize önsözü okutturmak için emir vermişti. Ders devam ediyordu. Üstad Hazretleri bizim oturduğumuz odaya çekildi. Biz ayağa kalkamak istedik. Kaldırmadı, 'Devam edin' dedi. Pencerenin kenarında sedir vardı. Sedir üzerinde yatak ve yorganlar, dibinde Zübeyir Ağabey oturuyordu. Üstad Hazretleri gitti. Zübeyir Ağabeyin üzerine oturdu ve tecahül-ü arifânede bulunarak, 'Allah Allah, burada adam varmış' diye lâtife etti. Sonra Üstad yere indirilen yatak ve yorganın üzerine oturdu. Önsözün yarısına kadar dinledi. Sonra, 'Namaz kılın' dedi ve odasına çekildi.
-
Cevap: Mehmed Fırıncı
"Üstad tayinatı bana dağıttırırdı"
"Risale-i Nur'a hizmet etmeye başladığım ilk andan itibaren Risale-i Nur hizmetine büyük bir malî imkânla katılmayı şiddetle arzu ettiğim halde, malî imkânlara malik olamamak yüzünden bunu muvaffak olamadım. Hz. Üstad, âdeta benim bu kalbî duama şu şekilde çare bulmuştu. Üstadımızın bu usulü olan talebelerin tayinatını vermek tatbikatı, son iki senesinde, şu şekilde cereyan ederdi. Hazret-i Üstad tayinat paralarını talebelerin eline mümkün olduğu kadar mâdeni para olarak verilmesini isterdi. İşte, iki sene üst üste Ramazan'dan evvel tevafuken Emirdağ'a gittiğimde, 10.000-11.000 lira arasında olan tayinat meblâğını bana, 'Bu parayı benim anamın, babamın, bütün akraba-ı taallûkatımın zekât, fitre ve sadakası olarak sana veriyorum' diyerek vermişti. 'Sizin peder ve validenizin ve bütün akraba-ı taallûkatınızın zekât, fitre ve sadakası olarak aldım, kabul ettim. Üstadım' deyip sonradan ben de, tekrar Hazret-i Üstada hitaben, 'Bu meblağı talebelerinizin nafakası için tayinat olarak kullanmak üzere size hibe ediyorum' diyordum. Ve Üstad Hazretleri bana, 'Al bu emaneti, İstanbul'a listesi bulunan talebelere dağıtın' derdi. Ve ben de alıp, İstanbul'a getirip buradan dağıtırdık. Son defasında Eskişehir'e kadar arabasıyla, 'Fırıncı'yı yolcu edelim' diyerek gelmişlerdi. Beni de getirdiler. Son tayinatı da alarak Bursa'ya gittik. Arabanın gerekli tamiratını yaptırdıktan sonra, ben İstanbul'a, Hüsnü Ağabey de Eskişehir'e gitmişti. Ve Hazret-i Üstadla, dünyada son görüşmemiz hitama ermişti.
"Bir müddet sonra Ceylân Ağabey İstanbul'a gelmişti. Biz de 400 sayfalık Lem'alar'ın teksirini tamamlamıştık. Ceylân Ağabeyi Üstad Hazretlerine gönderdik. Sonradan Ceylan Ağabey geldiğinde, Üstadın ne dediğini sordum. 'Üstad çok hastaydı, kardeşim' dedi. Ve kitabı kendisinin eline verdiğini ve öpüp başına koyduğunu söyledi. Ve o hastalıkla Üstad Hazretleri ahiret yolculuğuna çıkmıştı.
"Cenab-ı Hak ona karşı yaptığımız hürmetsizliklerden dolayı kusurlarımızı affetsin ve onun şefaatine nail etsin. Ve ömrümüzü, onun Nur'larının hizmetinde tüketmek nasip etsin.
"Bu hatıraları günlerce beni dinleyerek usanmadan not eden kıymetli kardeşim Orhan Gülgün'e, Hazret-i Üstada ömr-ü billah hizmet etmek nasib-i müyesser etsin, bize de hakkını helâl eylesin."