Süâl: Yukarida bildirilenlerden anlasiliyor ki, Allahü teâlânin sekiz hakîkî sifati, zil mertebelerinde vardir. Asl mertebesinde vücûdleri yokdur. Bu ise, dogru yolun âlimlerinin bildirdiklerine uygun degildir. Allahü teâlâ, o âlimlerin çalismalarina karsilik bol bol iyilikler versin! Çünki, bu âlimler sifatlarin Zâtdan hiç ayrilmadiklarini ve hiç ayrilamiyacaklarini bildirmislerdir.
Cevâb: Söylediklerimizden, ayrilabilecekleri anlasilmaz. Çünki bu zil, o asla lâzimdir. Ondan ayrilamaz. Böyle olmakla berâber, yalniz Zât-i teâlâyi arayan, ismleri ve sifatlari hiç düsünmiyen bir ârif, o mertebede yalniz zâti bulur. Hiçbir sifati düsünmez. Bu, o zemân sifatlar bulunmaz demek degildir. Görülüyor ki, ârife göre, sifatlar, Zât-i ilâhîden ayrilmis gibi sanilmakdadir. Disarda ayrilmis degildirler. Bunun için, Ehl-i sünnet âlimlerinin ?rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma'în" bildirdiklerine uygun olur. Bunu iyi anlamalidir.
Bu açiklamalardan sonra, (Kendini taniyan, Rabbini tanir) sözü iyi anlasilir. [Ibni Hacer-i Mekkî ?rahmetullahi aleyh", bu sözün sâhibinin hazret-i Alî ?radiyallahü anh" oldugunu bildiriyor. Mâverdî, (Edeb-üd-dünyâ) kitâbinda bunun hadîs-i serîf oldugunu yazmakdadir. Demek ki, ibni Hacerin sözü, bunun hadîs-i serîf olmadigini göstermemekdedir.] Çünki bir kimse, kendisini kötü olarak ve asagi olarak taniyinca ve kendisinde bulunan her iyiligin ve üstünlügün Vâcib-ül-vücûd hazretleri tarafindan ödünç verilmis oldugunu anlayinca, Hak teâlâyi iyi ve üstün ve güzel olarak tanir.
Buraya kadar yapilan açiklamalar anlasilinca, Nûr sûresindeki, (Allahü teâlâ, yerin ve göklerin nûrudur) meâlindeki âyet-i kerîmenin özü meydâna çikar. Çünki, mümkinlerin hepsi ademlerdir. Ademler de hep kötülük ve asagilikdir. Mümkinlerdeki iyilik ve üstünlük ve güzellik ve düzgünlük, Allahü teâlânin kendisi olan vücûdden gelmisdir. Bu vücûd, iyiliklerin ve üstünlüklerin kaynagidir. Bu anlasilinca, göklerin ve yerin nûru bu vücûddür. Bu vücûd, Vâcib-i teâlânin kendisidir. Bu nûr, göklerde ve yerde, zillerinin yardimi ile bulundugundan, zillerin yardimi olmaksizin, dogrudan dogruya bulundugunu sanmamak için, bu nûru bir misâl ile anlatmakdadir. (Onun nûru bir fenere benzer. O fenerin içinde zeytinyagindaki fitilde yanan isik vardir. Bu isikli fitil cam bir kandil içindedir...) meâlindeki âyet-i kerîmeyi insâallah baska bir mektûbda uzun açiklayacagiz. Çünki, uzun yazilacak seyler vardir. Bu mektûbumuza sigdiramayacagiz. Âyet-i kerîmeleri böyle açiklamaya (Te'vîl) denir.
Kur'ân-i kerîmin tefsîri, ancak Resûlullahdan ?sallallahü aleyhi ve sellem" isitildigi gibi yapilabilir. (Kur'ân-i kerîmi, kendi görüsüne, anlayisina göre tefsîr eden kâfir olur) hadîs-i serîfi, bunu bildirmekdedir. (Te'vîl) böyle degildir. Kur'ân-i kerîme ve hadîs-i serîflere uygun olmak sarti ile, her âlim, anladigi gibi te'vîl yapabilir.
Mümkinlerin asllari, kendileri ademlerdir dedik. Mümkinlerin asagi, bozuk sifatlari, bu ademlerden, Allahü teâlânin îcâd etmesiyle hâsil olur. Mümkinlerdeki iyilikler ve üstünlükler, vücûdün kemâllerinin zillerinden ödünc olarak alinmisdir ve Allahü teâlânin îcâdi ile hâsil olmakdadirlar.
Birseyin iyi veyâ kötü oldugunu anlamak kolaydir. Âhiret için olan seyler, güzel görünmeseler bile, güzeldir. Dünyâ için olan seyler, güzel görünseler, tatli ve iyi anlasilsalar bile çirkindir. Dünyânin yaldizli güzellikleri, hep böyledir. Bunun içindir ki, islâmiyyetde oglanlarin ve yabanci kadinlarin güzelligine istek ve sehvetle bakmak yasak edilmisdir. Dünyânin yaldizli, güzel görünen bütün pislikleri böyledir. Bunlar hep ademden hâsil olur. Ademden ise, hep kötülük ve bozukluk meydâna gelir. Eger bu güzellikler, bu iyilikler, vücûdün kemâllerinden olsa idi, yasak edilmezlerdi. Yalniz surasi var ki, asl dururken zille bakmak çirkin olacagi için, yasak edilebilir ise de, bu yasaklik, ademden olan kötülüklerin yasakligi gibi harâm olmaz, yapmakdan ise, yapmamak dahâ iyi olur. Görülüyor ki, dünyâdaki güzellerin güzellikleri, vücûdün güzelliginin zilleri degildir. Ademler, kemâllerin yaninda bulunmakla güzel görünmege baslamislardir. Ademin herseyi gibi, bu güzel görünüsü de çirkin ve kötüdür. Seker kaplanmis zehre benzer. Yaldizlanmis necâset gibidir.
Islâmiyyetin, nikâh edilen güzel kadinlarla ve güzel câriyelerle eglenmege izn vermesi, çocuk elde etmek ve insanlari üretmek içindir. Âlemdeki düzenin bozulmamasi için buna izn verilmisdir.
Tesavvufculardan birçogu, güzel yüzlere, tatli seslere baglanmislar. Bu güzelliklerin, Vâcib-ül-vücûd teâlâ ve tekaddes hazretlerinin kemâllerinden ödünc verilen güzellikler oldugunu sanarak, bunlara baglanmagi iyi ve güzel bilmisler. Hattâ, tesavvuf yolunda ilerlemek için yardimci sanmislardir. Bu fakîrin anladigi böyle degildir. Yukarda biraz bildirilmisdir. Suna çok sasilir ki, bunlardan birkaçi, bu yanlis hareketlerini hakli göstermek için vesîka da göstermege kalkisiyor. (Oglanlardan sakininiz! Çünki onlardaki güzellik, Allahü teâlânin güzelligi gibidir) sözünü ileri sürüyorlar. Allahü teâlânin güzelligi gibidir sözü, bunlari sübheye düsürmekdedir. Hâlbuki bu söz, onlara yardimci olmuyor. Onlarin yanlis anladiklarini bildiriyor. Bu fakîrin anlayisinin da dogru oldugunu gösteriyor. Çünki (Sakininiz!) buyurmakda, onlara bakmayi yasak etmekdedir. Bunun yanlis anlasilabilecegini de anlatmak için (Onlarin güzelligi, Hak teâlânin güzelligi gibidir. Onun güzelligi degildir) buyurmakdadir. Böylece, yanlis anlasilmasini önlemekdedir. Resûlullah ?sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem", (Dünyâ ve âhiret, birbirinin ziddi, tersidir. Bu ikisinden birisini râzi edersen, öteki gücenir) buyurdu. Bu hadîs-i serîf de gösteriyor ki, dünyânin güzelligi ile âhiretin güzelligi birbirinin ziddidir. Birbirine uymaz. Herkes bilir ki, dünyâ güzelligini, islâmiyyet begenmez. Âhiret güzelligini begenir. O hâlde, dünyâ güzelligi kötüdür. Âhiret güzelligi iyidir. Birincisi ademden, ikincisi vücûdden hâsil olmakdadir. Evet, ba'zi seyler vardir ki, bir bakimdan dünyâdandir, baska bir bakimdan âhiretdendir. Bu seyler, birinci bakimdan çirkindir. Ikinci bakimdan güzeldir. Bu iki bakimi birbirinden ayirmak ve herbirinin güzelligini ve çirkinligini anlamak, islâmiyyeti bilmekle olur. Hasr sûresinin yedinci âyetinde meâlen, (Resûlullahin emr etdiklerini yapiniz! Yasak etdiklerinden sakininiz!) buyuruldu. Resûlullah ?sallallahü aleyhi ve sellem" buyurdu ki, (Dünyâ yaratildigi zemândan beri, Hak teâlâ ona begenerek bakmamisdir. Hak teâlâ onu begenmez). Bu hadîs-i serîfde dünyâda ademden hâsil olan kötülüklerin, çirkinliklerin ve bozukluklarin begenilmedigi bildirilmekdedir. Adem her kötülügün ve her bozuklugun yeridir. Bunun için dünyânin güzelligi, tatliligi ve tâzeligi kiymetsizdir. Allahü teâlâ, bunlardan râzi degildir. Allahü teâlâ, âhiretin güzelliginden râzidir. Âhiret güzelligine bakar. Enfâl sûresinin altmisyedinci âyetinin meâl-i serîfi, (Siz dünyâyi istiyorsunuz. Allahü teâlâ ise, âhireti istiyor) olup, Allahü teâlânin dünyâya düskün olanlari begenmedigini bildirmekdedir. Yâ Rabbî! Dünyâyi, gözümüzde küçült! Âhireti de kalblerimizde büyült! Fakr ile ögünen ve dünyâ güzelliginden sakinan Muhammed ?aleyhi ve alâ âlihissalevâtü vetteslîmâtü etemmühâ ve ekmelühâ" hurmetine, bu düâmizi kabûl eyle! Büyük âlim seyh Muhyiddîn-i Arabî dünyâdaki kötülüklerin, asagiliklarin ve bozukluklarin özüne bakmadigi için, (Mümkinlerin hakîkatleri, Hak teâlânin kemâllerinin ilmdeki zilleridir, sûretleridir) dedi. (Bu sûretler, disarda biricik varlik olan Zât-i teâlâ aynasinda aks ederek disarda görünmüslerdir) dedi. (Ilmdeki sûretler, Hak teâlânin sü'ûn ve sifatlarindan baska birsey degildirler) dedi. Bunun için de, (Vahdet-i vücûd) dedi. Mümkinlerin varligini, Vâcibin varligi sandi ?teâlâ ve tekaddese". Kötülük ve asagilik, iyilige ve yükseklige göre meydâna çikar. Tâm kötülük ve yalniz asagilik diye birsey yokdur dedi. Hiçbirseyin kendisi kötü degildir. Küfr ve dalâlet, sapiklik bile, îmâna ve hidâyete bakinca kötü olur. Yoksa kendileri kötü degil, iyi ve yarar olduklarini sandi. Kâfirlerde ve fâsiklarda bunlarin bulunmasi, dogruluk olur, sapiklik olmaz, dedi. Hûd sûresinin ellialtinci âyetinin, (Allahü teâlâ, her hayvani diledigi gibi kullanmaga kâdirdir. Benim Rabbim hak ve adâlet üzeredir) meâl-i serîfini kendine sâhid göstermekdedir. Evet, vahdet-i vücûde inanan herkes böyle sözlerden çekinmez. Bu fakîre bildirildigine göre, mümkinlerin mâhiyyetleri, hakîkatleri, asllari, ademlerle, vücûdün bu ademlere aks etmis ve birlesmis olan kemâlleridir. Bunu yukarida uzun bildirdik. Dogruyu meydâna çikaran, ancak Allahü teâlâdir. Dogru yola kavusduran ancak Odur.
Oglum! Allah adamlarinin hiçbirinin ne açik olarak ve ne de isâret ederek söylememis olduklari bu bilgiler ve ma'rifetler, çok serefli, çok kiymetli bilgilerdir. Bin sene sonra meydâna çikan ve Vâcib-i teâlânin hakîkati ile mümkinlerin hakîkatlerini tâm uygun olarak anlatan yüksek bilgilerdir. Kitâba ve sünnete uymayan ve dogru yolun âlimlerinin sözlerine benzemiyen bir yerleri yokdur. Resûlullahin ?aleyhi ve alâ âlihissalâtü vesselâm" sanki ümmetine ögretmek için yapdigi, (Yâ Rabbî! Herseyin dogrusunu, bize oldugu gibi tâm göster!) düâsi, belki de, yukarida bildirilen hakîkatlerin, mâhiyyetlerin gösterilmesi içindir. Bunlar (Ubûdiyyet), kulluk makâminda anlasilir. Asagiligi ve alçakligi ve kirikligi görmege de isâret buyurmakdadir. Bunlari görmek, kulluga uygundur. Zevalli bir kulun, kendini sâhibi gibi bilmesi, hiç yakisir mi? Pek edebsizlik olur.
Oglum! Simdi o zemândayiz ki, geçmis ümmetlerde, böyle çok karanlik zemân gelince, büyük bir Peygamber gönderilerek, yeni bir din kurulurdu. Bu ümmet, ümmetlerin en iyisi oldugu için ve bu ümmetin Peygamberi, Peygamberlerin sonuncusu oldugu için ?aleyhi ve alâ âlihi ve aleyhimüssalevâtü vetteslîmât", bunlarin âlimlerine, Isrâîl ogullarinin Peygamberlerinin mertebesi verilmisdir. Peygamberlerin ?salevâtullahi teâlâ aleyhim ecma'în" vazîfeleri, bu âlimlere yapdirilmakdadir. Bunun için, her yüz sene basinda, bu ümmetin âlimleri arasindan bir (Müceddid) yenileyici, kuvvetlendirici seçerler. Bununla islâmiyyeti tâzelerler. Hele bin sene geçince, geçmis ümmetlerde bir (Ülül'azm) Peygamber gönderdikleri ve Onun isini bir Nebîye birakmadiklari gibi, bu ümmetde de, tâm ma'rifetli, bilgili bir âlim, ârif seçilir. Bu zât, geçmis ümmetlerdeki Ülül'azm Peygamberlerin isini yapar. Fârisî beyt tercemesi:
Rûhül-kudsün yardimi, imdâda yetisirse,
Mesîhin yapdiklari, nasîb olur herkese.
Oglum! Tâm varlik, tâm yoklugun karsiligidir. Mektûbun basinda tâm varlik, Vâcib-ül-vücûdün hakîkatidir. Her iyiligin ve üstünlügün de tam kendisidir demisdik. Böyle söylemek, topluca düsünerek olsa bile, o makâm için yakisik alamaz. Çünki, zil olmak anlasilir. Bu vücûdün karsiligi olan ademin de, hiçbirseye bagliligi, benzerligi yokdur. Bu ademin de, her kötülügün, her asagiligin tâm kendisi oldugunu söylemek de burada yakismaz. Çünki, bir baglilik anlasilabilir.
Birsey, tâm olarak ancak kendine tâm zid, tâm karsi olan sey üzerinde meydâna çikar. [Meselâ ilik su, sogukda sicak görünür. Siyâh nokta, beyâz üzerinde belli olur. Yildiz gece karanliginda görülür.] Hersey, ziddi arasinda belli olur. Bunun için tâm vücûd, tâm olarak, tâm yokluk üzerinde belli olur. Tâm yokluk, tâm varliga bir ayna olur.
Tesavvuf yolunda, geri dönüp inmek, ilerlerken yükselmek kadar olur. [Çok çikan, geri dönünce, çok iner.] Bir kimse, Allahü teâlânin yardimi ile tâm vücûde yükselirse, bu kimse dönüsde, tâm ademe kadar iner. Yükselirken ârifin sü'ûru gider, bilgisi kalmaz. Inerken sü'ûruna ve bilgisine kavusur. Bu sü'ûr ve ma'rifet makâminda, onu hiç zil bulunmayan ve zâtin sü'ûn ve i'tibârlarindan da uzak olan (Tecellî-i zâtî) ile sereflendirirler. Bundan önce olan bütün tecellîlerin, ismler, sifatlar, sü'ûn ve i'tibârât zillerinden bir zillin perdesi arkasinda oldugunu ona bildirirler. Her ne kadar ârif, o tecellîleri, ismlerin ve sü'ûnun arada perde olmayarak hâsil oldugunu, tâm vücûdün perdesiz olarak tecellî etdigini sanir ise de, bir zillin perdesi arkasinda tecellî etmekdedir. Sübhânallah! Her kötülügün, her asagiligin yeri olan bu adem, vücûdün tam zûhuruna vâsita oldugu için, güzellik kazanmakda, hiç kimsenin bulamadigina kavusmakdadir. Kendisi kötü olan sey, araya güzelligin karismasi ile, güzel olmakdadir. Insanin nefs-i emmâresi de, hep kötülüge kayar. Ademe her seyden dahâ çok yakîndir. Bunun için, tâm tecellîye herseyden dahâ çok kavusmakdadir. Herseyden dahâ yukari çikmakdadir. Fârisî misra' tercemesi:
Ihsâna en uygun olan, günâh isleyenlerdir!
Ma'rifeti tâm olan bir ârif, bütün makâmlardan ileri yükseldikden ve her mertebeden geçerek indikden sonra, tâm ademe inerek Vücûd-i teâlâya ayna olunca, sifatlarin ve ismlerin bütün kemâlleri onda görünür. Tâm vücûdde bulunan bütün latîfeler onda görünür. Ondan baska kimse bu ni'mete kavusamaz. Bu ayna olmak ni'meti, onun boyuna göre biçilip dikilerek, üzerine giydirilmis kiymetli bir elbiseye benzer. Kemâllerin, üstünlüklerin zilleri, sûretleri, her ne kadar ilm-i ilâhîde birbirlerinden ayrilmislar ise de ve ârifin ayna olmasi da, ilm mertebesinde ise de, ârifin aynasi disarida vardir ve bütün kemâlleri disarda göstermekdedir.
Süâl: Ademin ayna olmasi ne demekdir? Adem, hiçbirsey degildir. Hangi bakimdan vücûdün aynasi olmakdadir?
Cevâb: Adem disardaki varliklara göre hiçdir. Fekat ilmde bir ayrilik kazanmisdir. Hattâ, ilmde bir varlik da olmusdur. Tesavvuf yolunun sonuna varanlar ?kaddesallahü teâlâ esrârehümül'azîz", ademin zihndeki varligina, vücûdün aynasi, sundan dolayi demislerdir ki, adem mertebesinde bulunan bütün kötülüklerin ve asagiliklarin hiçbiri, ademin karsiligi olan vücûdde bulunmaz. Ademde bulunmayan her üstünlük de, vücûdde vardir. Bu incelige dikkat edilirse, adem vücûddeki kemâllerin görünmesine sebeb olmakdadir. Ayna olmak demek de, iste budur. Burasini iyi anla! Isine çok yarayacakdir. Her seyin dogrusunu bildiren ancak Allahü teâlâdir.
Oglum! Bu yazilan ma'rifetlerin hepsinin Allahü teâlâ tarafindan ilhâm edilmis olduklarini, seytân vesveselerinin hiç karismadigini umarim. Buna delîl, sened olarak sunu da söyleyeyim ki, bu bilgileri yazmak istedigim ve Allahü teâlâya sigindigim zemân, meleklerin ?alâ nebiyyinâ ve aleyhimüssalâtü vesselâm" sanki seytânlari buralardan kovduklari görüldü. Onlari buralara yaklasdirmadilar. Herseyin dogrusunu Allahü teâlâ bilir.
Kiymetli ni'metleri meydâna çikarmak, hamd yollarinin en büyüklerinden biridir. Bu büyük ni'metleri açiklamaga kalkisdim. (Ucb), kendini begenmek sanilmasindan uzak olacagini umarim. Ucb nasil olabilir ki, Allahü teâlânin yardimi ile, kendi kötülügüm ve alçakligim hep gözümün önündedir. Bütün kemâller, iyilikler de Allahü teâlânindir. Geçmisde ve gelecekde olan her hamd âlemlerin Rabbi içindir. Onun Peygamberlerine ve Peygamberinin kerîm olan Âline ve yüksek Eshâbinin hepsine iyi düâlar ve selâmlar olsun ?salevâtullahi teâlâ aleyhi ve alâ Âlihi ve Eshâbihi ecma'în"! Dogru yolda bulunanlara ve Muhammed Mustafânin izinde gidenlere de selâm olsun ?aleyhi ve alâ âlihissalevâtü efdalühâ vetteslîmâtü ekmelühâ"!
Ilâve: Vücûd ve adem ve Allahü teâlânin sifatlari, akl ile anlasilamaz. Allahü teâlâ, akl ile anlasilamiyan seyleri görüp anliyabilen baska bir kuvvet, sevdigi kullarina verir. Bu kuvvete (Basîret=Kalb gözü) ve bu kullara (Evliyâ) denir. Evliyâ, kalb gözleri ile görüp anlar ve birbirlerine anlatirlar. Baskalarinin, bu seyleri akl ile arasdirmalarina izn verilmedi. Kalb gözüne kavusmak için, müslimân olmak ve tesavvuf yolunda çalismak lâzimdir. Tesavvuf yolunda çalismiyan müslimânin kalbi hastadir. Müslimân olmiyan bir kimsenin kalbi ölüdür. Kalb gözü kördür. Otuzdördüncü mektûba bakiniz!