Bu mektûb, mîr Muhammed Nu'mân-i Bedahsî ?kaddesallahü sirrehul'azîz" hazretlerine yazilmisdir. Kendinin (Mebde' ve Me'âd) adindaki kitâbinda yazili bir bilgiyi açiklamakdadir:
Elhamdü lillahi Rabbil'âlemîn. Vessalâtü vesselâmü alâ seyyidilmürselîn ve âlihittâhirîn ecma'în. Seyyid hazretleri, kiymetli kardesim mîr Muhammed Nu'mân, Allahü teâlâ ile olunuz! Buradakiler, çok sükr iyiyiz. Insana râhatlik veren o serâyinizda, sizden ayrilirken, kardesim Muhammed Esref, (Mebde' ve Me'âd) kitâbindaki bir yazinin açiklanmasini istemisdi. Vakt dar oldugundan, birsey anlatilamamisdi. Simdi, o yaziyi açiklamagi düsündüm. Böylece, dostlarimin sikintisini gidermek istedim. O yazi söyle idi: (Resûlullahin ?sallallahü aleyhi ve sellem" vefâtindan bin ve birkaç sene geçdikden sonra, hakîkat-i Muhammedî, kendi yerinden yükselerek, Kâ'benin hakîkati ile birlesir. Bu zemân, hakîkat-i Muhammedî ismi, hakîkat-i Ahmedî adina döner ve Zât-i ilâhînin mazhari olur. Iki ism de, ism sâhibi gibi olurlar. Îsâ ?aleyhisselâm" gökden inerek, Muhammed aleyhisselâmin dînine göre yasayacagi zemâna kadar, hakîkat-i Muhammediyyenin yeri bos kalir. O zemân, Îsâ aleyhisselâmin hakîkati, kendi makâmindan yükselerek, hakîkat-i Muhammediyyenin bos kalmis olan makâmina yerlesir).
Cevâb: Bir insanin hakîkati demek te'ayyün-i vücûbî demekdir. O kimsenin te'ayyün-i imkânîsi, bu te'ayyün-i vücûbînin zilli, görüntüsüdür. Bu te'ayyün-i vücûbî, Allahü teâlânin ismlerinden bir ismdir. Alîm, kadîr, mürîd, mütekellim gibi dahâ nice ismlerinden biridir. Allahü teâlânin bu ismi, o kimsenin rabbidir. Ya'nî, ona gelen her feyz, bu ismden gelir. Bu ism ile Allahü teâlânin çesidli baglantilari vardir. Sifat mertebesinde, Allahü teâlâya bu ism verilir. Sifatlar, Allahü teâlâdan ayri olarak vardirlar. Sân mertebesinde de Allahü teâlâya bu ism verilir. Sân mertebesi, Allahü teâlâdan ayrica var degil ise de, bir bakimdan ayrica vardirlar. Sifat ile sân arasindaki fark (Sülûk ve cezbe)yi anlatan mektûbda bildirilmisdi. Anlasilmiyan yerleri varsa, o mektûbdan okuyunuz! [Bu mektûb, birinci cildin ikiyüzseksenyedinci mektûbudur].
Sânin varligi, yalniz i'tibâr ile ya'nî bir bakimdan ise de, bu sânin üstünde de, baska bir bakimdan, baska bir mertebe de vardir. O mertebe bu sânin mebde-i vücûd-i i'tibârîsidir. Allahü teâlânin bu ismi, bu mertebede de vardir. Bu mertebenin üstünde de, dahâ baska bir bakimdan dahâ yüksek mertebe olur. Fekat, insan gücü bunu anliyamaz. Bu fakîr [ya'nî, Imâm-i Rabbânî hazretleri], bu mertebeyi de geçirildim. Fekat, bu mertebenin üstünde, insan yok gibi olmakdadir. (Her ilm sâhibinden dahâ büyük âlim vardir). Arabî beyt tercemesi:
Ni'mete kavusana âfiyet olsun!
Zevalli âsik, bir damla ile doysun!
Ehlullah ya'nî Evliyâ, kendi yaradilislarina, güçlerine göre, bu mertebelere kavusmakda birbirlerinden çok ayridirlar. Evliyâ arasinda, Allahü teâlânin ismine yetisenler pek azdir. Çogu, bu ismin zillerinden bir zille, bir görüntüye kavusmusdur. Önce, seyr ve sülûk ile, imkân mertebelerinden geçerek, sonra, bir zille kavusurlar. Yalniz cezbe yolu ile de bu isme kavusulabilir ise de, bunun kiymeti yokdur. Bu ismden dahâ yukari yükselenler pek azdir.
Bir insanin hakîkati, onun te'ayyün-i vücûbîsine denildigi gibi, onun te'ayyün-i imkânîsine de denir. Bunlari anladikdan sonra, deriz ki:
Muhammed Resûlullah ?sallallahü aleyhi ve sellem", her insan gibi, Âlem-i halk ile Âlem-i emrden yapilmisdir. Onun Âlem-i halkinin rabbi olan ism-i ilâhî, alîm sânidir. Âlem-i emrini terbiye eden de, alîm sâninin bir bakimdan üstünde olan mertebedeki alîm ismidir. Hakîkat-i Muhammedî, alîm sânidir. Hakîkat-i Ahmedî, alîm sâninin üstünde olan ve bu sânin mebdei olan ismdir. Bu ism, Kâ'benin de hakîkatidir. Âdem ?aleyhisselâm" yaratilmadan önce, Resûlullahda bulunan Peygamberlik, hakîkat-i Ahmedî bakimindan idi. Hadîs-i serîfde, (Âdem ?aleyhisselâm" toprak ile su arasinda iken Peygamberdim) bildirilen bu Peygamberlik idi ki, Âlem-i emrde idi. Îsâ ?aleyhisselâm" Kelime-tullah oldugu ve Âlem-i emr ile bagliligi çok oldugu için, Resûlullahin gelecegini, Ahmed ismi ile müjdelemisdi. Îsâ aleyhisselâmin, (Benden sonra Ahmed isminde bir resûl gelecegini size müjdeleyiciyim) dedigini Saf sûresi haber vermekdedir. Dünyâya tesrîflerinden sonraki Peygamberligi, hakîkat-i Muhammedîye bagli idi. Belki de, iki hakîkate de bagli idi. Rabbi ya'nî terbiye edicisi, yetisdiricisi olan da, hem bu sân ve hem de sânin üstündeki mertebe idi. Bunun için, bu mertebedeki da'vet, önceki mertebedeki da'vetden dahâ kuvvetli olmusdur. Çünki o mertebedeki da'veti, yalniz Âlem-i emrde idi ve terbiyesi, yalniz (Rûhâniyân)a ya'nî rûhlara ve meleklere idi. Bu mertebedeki da'veti ise, hem Âlem-i halkda, hem de Âlem-i emrdedir ve terbiyesi, hem maddeye, hem de rûhlaradir. Bu dünyâda, onun maddî tarafini melekî tarafindan dahâ kuvvetli yaparak, insanlarla ilgisi çogaltildi. Böylece, insanlarin fâidelenmeleri kolaylasdirildi. Allahü teâlâ, sevgili Peygamberine ?sallallahü aleyhi ve sellem" insanlik tarafini fazla açiklamasini emr buyurdu. Meselâ, Kehf sûresi, yüzonbirinci âyetinde meâlen, (Onlara söyle! Ben de sizin gibi insanim. Bana vahy olundu) buyuruldu. (Sizin gibi) buyurulmasi, insanligini kuvvetli bildirmek içindir. Bu madde hayâtindan Kâ'be hayâtina geçince rûhânî tarafi çogaldi. Insanlara bagliligi azaldi. Dîne çagirmak nûrâniyyeti degisdi. Eshâb-i kirâmdan ?aleyhimürridvân" birkaçi buyurdu ki, (Resûlullahi defn isini bitirmeden, kalblerimizde degisiklik duyduk). Evet, öyle oldu. Çünki, görerek olan îmânlari, görmeden olan îmâna döndü. Isleri, görmekden, isitmege kaldi. O yüce Peygamberin ?sallallahü aleyhi ve sellem" vefâtindan bin sene geçdikden sonra, rûhânî tarafi öyle kuvvetlendi ki, insânî tarafini büsbütün örtdü. Âlem-i halki, Âlem-i emr hâlini aldi. Bunun için, Âlem-i halkindan olanlar, kendi hakîkatlerine döndüler. Hakîkat-i Muhammedî de yükselerek, hakîkat-i Ahmedîye ulasdi. Ikisi birlesdi. Burada söyledigimiz iki hakîkat, onun Âlem-i halkinin ve Âlem-i emrinin te'ayyün-i imkânîleridir. Te'ayyün-i vücûbîleri degildir. Te'ayyün-i imkânî bu te'ayyün-i vücûbînin zilli, görüntüsüdür. Çünki te'ayyün-i vücûbî, yükselmez. Iki te'ayyün-i vücûbî birlesmezler. Îsâ ?aleyhisselâm" gökden inerek, âhir zemân Peygamberinin dînine uyunca, Onun hakîkati, kendi makâmindan yükselerek, Ona uydugu için, hakîkat-i Muhammedînin makâmina gelir. Onun dînini kuvvetlendirir. Bunun içindir ki, eski dinlerde, ülül'azm Peygamberin vefâtindan sonra bin sene içinde, yeni bir Peygamber gönderilirdi. Bunlarla, o Peygamberin dîni kuvvetlendirilirdi. Onun dîninin zemâni bitince, baska bir ülül'azm Peygamber ile yeni bir din gönderildi. Muhammed ?aleyhisselâm", Peygamberlerin ?aleyhimüssalevâtü vetteslîmât" sonuncusu oldugu için ve Onun dîni hiç degisdirilemiyecegi için, Onun ümmetinin âlimleri, Peygamberler gibi oldu. Islâmiyyeti kuvvetlendirmek isi bunlara yapdirildi. Bunlardan baska, ülül'azm bir Peygamber de, Onun dînine sokuldu. Onun dînini kuvvetlendirmek isi buna da verildi. Hicr sûresi dokuzuncu âyetinde meâlen, (Kur'ân-i kerîmi sana biz indirdik. Biz onu elbette koruyucuyuz) buyuruldu.
Resûlullahin ?sallallahü aleyhi ve sellem" vefâtindan bin sene geçdikden sonra, ümmetinden gönderilen âlimlerin sayisi az ise de, bu islâmiyyeti tâm kuvvetlendirmeleri için, çok yüksek olacaklardir. Resûlullah ?aleyhissalâtü vesselâm", hazret-i Mehdînin tesrîf edecegini haber vermisdir. Bin sene sonra gelecekdir. Îsâ ?aleyhisselâm" da, bin sene sonra, gökden inecekdir. Bin sene sonra gelen Evliyânin yükseklikleri, Eshâb-i kirâmin yüksekliklerine benzemekdedir. Her ne kadar, Peygamberlerden sonra, en üstün Eshâb-i kirâm ise de, sonra gelenler, bunlara çok benzedikleri için, hangilerinin dahâ üstün olduklari anlasilamaz gibi olmusdur. Belki de bunun içindir ki, Resûlullah ?sallallahü aleyhi ve sellem", (Öncekiler mi dahâ üstündür, yoksa sonrakiler mi? Bilinemez) buyurdu. Yoksa (Öncekiler mi dahâ üstündür, yoksa sonrakiler mi? Bilmem) buyurmadi. Çünki, hangilerinin dahâ üstün oldugunu biliyordu. Bunun için, (En üstün olanlar, benim zemânimda bulunan müslimânlardir) buyurmusdu. Fekat, çok benzedikleri için, sübhe hâsil oldugundan (Bilinemez) buyurdu.
Resûlullah ?sallallahü aleyhi ve sellem", Eshâb-i kirâmin ?ridvânullahi teâlâ aleyhim ecma'în" zemânindan sonra, Tâbi'înin ?rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma'în" zemâninin yüksek oldugunu bildirdi. Bundan sonra da Tebe-i tâbi'înin zemâninin üstün oldugunu bildirdi. Bunlarin da bin sene sonra gelenlerden dahâ üstün olduklari anlasildi. Sonra gelenlerin, Eshâb-i kirâma çok benzemesi nasil olur? denilirse; Söyle cevâb veririz ki, o iki asrin, bu son gelenlerden dahâ üstün olmasi, belki onlarda Evliyâ ?rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma'în" sayisinin çok ve bid'at sâhiblerinin az oldugu için olabilir. Bunun için, sonra gelenler arasinda birkaç Evliyânin, o iki asrda bulunan Evliyâdan dahâ yüksek oldugunu söylemek yanlis olmaz. Meselâ, hazret-i Mehdî ?rahmetullahi aleyh" böyledir. Fârisî beyt tercemesi:
Yine gelseydi eger feyz, Rûhülkudsden,
Îsâ mu'cizesi, görünürdü herkesden.
Fekat, Eshâb-i kirâmin zemâni, her bakimdan, dahâ yüksekdir. Bunun üzerinde konusmak bile lüzûmsuzdur. Önce gelenler, onlardir. Na'îm Cennetinde yakîn olanlar onlardir. Baskalarinin dag kadar altin sadaka vermesi, onlarin bir avuç arpa vermesinin sevâbina kavusduramaz. Allahü teâlâ, diledigini rahmetine kavusdurur.
(Mebde' ve Me'âd) kitâbinda, yukarida sorulan yazilarin dahâ üstünde yazili bilgiler de, yukaridaki cevâbimizla açiklanmis oldu. Ya'nî, Kâ'benin hakîkati, hakîkat-i Muhammedînin Kâ'besidir, hakîkat-i Muhammedî buna secde eder, sözünün anlasilmasi kolaylasmis oldu. Çünki, Kâ'benin hakîkati, hakîkat-i Ahmedîdir. Bu ise, hakîkat-i Muhammedînin aslidir. Hakîkat-i Muhammedî, bunun zillidir. Bunun için, hakîkat-i Muhammedî buna secde eder.
Süâl: Kâ'be, Onun ümmetinin Evliyâsini tavâf etmege gelir. Onlarin bereketlerine kavusmak ister. Kâ'benin hakîkati, hakîkat-i Muhammedîden üstün olunca, bu tavâf isi nasil câiz olur?
Cevâb: Hakîkat-i Muhammedî, Muhammed aleyhisselâmin mukaddes makâmlardan indigi makâmlarin en asagisidir. Kâ'benin hakîkati ise Kâ'benin çikabildigi en yüksek makâmdir. Hakîkat-i Muhammedî yükselirken, ilk çikacagi yer, hakîkat-i Kâ'bedir. Onun yükselmesinin sonunu, Allahü teâlâdan baska kimse bilemez. Onun ümmetinin Evliyâsinin ?rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma'în" yüksek olanlari, Onun ?sallallahü aleyhi ve sellem" yükseldigi makâmlarin hepsinden pay aldiklari için, Kâ'benin bunlardan birseyler beklemesi, olmiyacak sey degildir. Fârisî beyt tercemesi:
Toprakdan çikan, gökleri asdi.
Yer ile zemân, geride kaldi.
(Mebde' ve Me'âd) kitâbinin o yerinde yazili olan bir incelik de, böylece anlasilmis oldu. Ya'nî, Kâ'benin maddeden olan yapisi, herseyin secde yeri oldugu gibi, Kâ'benin hakîkati de, herseyin hakîkatinin secde etdikleri makâmdir sözü anlasilmis oldu. Çünki, herseyin hakîkati, Allahü teâlânin sonsuz ismlerinden bir ismdir. Bu ism, o seyin varligi ve varlikda kalmasi için lâzim olan her feyzin kaynagidir. Kâ'benin hakîkati, bu ismlerin üstündedir. Bunun için, bu hakîkat, herseyin hakîkatlerinin secde yeri olur. Evliyânin büyükleri, hakîkat-i Kâ'beden yukari yükselir ve yukaridaki nûrlari alarak, kendi hakîkatlerine inerlerse, Kâ'be, onlarin bereketlerine kavusmak ister.
(Mebde' ve Me'âd) kitâbinda, ülül'azm Peygamberlerin ?salevâtullahi teâlâ ve teslîmâtühü" yükseklikleri de yazilmisdi. Ya'nî birbirlerinden üstünlükleri bildirilmisdi. O yazilar kesf ve ilhâm ile idi. Kesf ve ilhâm ise, tâm bilgi degildir. Onlari yazdigim ve üstünlüklerini ayirdigim için pismân oldum. Istigfâr ediyorum. Çünki, açik delîl bulunmadikça, o yolda konusmak câiz degildir. Estagfirullah ve etûbü ileyh min cemî'i mâ kerihallah kavlen ve fi'len!
Mektûbunuzda yaziyorsunuz ki, evde iken sormusdum, tâliblere tesavvuf yolunu ögretirsem, iyi olur mu? demisdim. Hayir olmaz buyurmusdunuz, diyorsunuz. Her bakimdan olmaz dedigimi hâtirlamiyorum. Sartlarina uymak lâzimdir. Sartlara uymadan ögretmek iyi olmaz demek istemisdim. Simdi de böyle biliniz! Sartlara uymakda titiz davraniniz! Gevseklik olmasin. Bildirmek lâzim oldugu istihârelerle açikça anlasilmadikca, ögretmemelidir. Kardesimiz molla yâr Muhammed Kadîme ?rahmetullahi teâlâ aleyh" de bunu söyleyiniz. Tarîkati ögretmekde acele etmemesini siki tenbîh ediniz. Kazanci çogaltmagi degil, Allahü teâlânin rizâsini kazanmagi düsünmelidir. Sik sik hâlinizi yaziniz.
Talebenizden sikâyet ediyorsunuz. Kendinizden sikâyet etmeniz lâzimdir. Onlarla öyle görüsüyorsunuz ki, sonu üzüntülü olmakdadir. (Üstâd, talebesinin karsisinda, iyi giyinmis, kendine düzen vermis olmali) buyurmuslardir. Onlarla senli benli olmamalidir. Arkadaslik etmemeli, hikâyelerle, latîfelerle vakt geçirmemelidir. Vesselâm.