Cevap: İSLAM FIKHI ANSiKLOPEDiSi
GÖRÜLEN VE GÖRÜLMEYEN PİSLİKLER:
Görülen; dışkı ve kan gibi gözle görülen ve aynî varlığı olan pisliklerdir Bir defa da olsa kendisinin yok edilmesi ile temizlenmiş olur
Görülmeyen pislik ise sidik gibi kuruduktan sonra varlığı gözle görülemeyen pisliktir Temizlenmesi yıkayanın temizlendiğine kanaat getirinceye kadar yıkaması ile olur Vesveseli kimse için yıkama sayısı üçtür Zahiru'r-rivayeye göre her defasında sıkmak da gerekir Çünkü pisliği çıkaracak olan sıkmadır
Temizleme Şekil ve Yolları: Temiz olmayan şeyler: temizlemek için özelliklerine göre çeşitli yollar vardır
1 Su ile yıkamak: Su, hem pisliği temizleme ve hem de abdest ve gusülde kullanılma bakımından asıl temizleyicidir Allah Teâlâ şöyle buyurur:
"Sizi temizlemek için Allah gökten su indiriyor" (el-A'râf; 7/11); "Biz gökten temizleyici su indirdik" (el-Furkân, 25/48) Temizlik için kullanılacak su, yağmur, kar, nehir, göl, deniz, kuyu, pınar ve sel sularının toplandığı gölet suları olabilir Hz Peygamber şöyle buyurmuştur: "Su, temizdir Onu tadı, rengi veya kokusu değişmedikçe dışarıdan bir şey kirletmez" (Buhârî, Vüdû', 67) Yine Allah elçisi, Esmâ binti Ebî Bekir'e elbisesini hayızdan nasıl temizleyeceği konusunda; "Ovalar sonra da su ile çitiler" buyurmuştur (Buhârî, Vüdû', 63; Müslim, Tahâre, 110; Ahmed b Hanbel, VI, 134, 346)
Hanefilerde tercih edilen görüşe göre hakikî pislikler gül suyu, sirke, meyve ve bitki suyu gibi normal su dışındaki sıvılarla da temizlenebilir Hanefîler su dışındaki temizleyici sayısını yirmibire kadar çıkarmışlardır Diğer mezhepler bunların bazılarında Hanefilerden farklı görüşe sahiptirler Ancak su dışındaki sıvılarla abdest alınmaz, gusül yapılmaz Bu konuda görüş birliği vardır (el-Kâsânî, age, I, 83-87; İbnül-Hümâm, age, I, 133-138; İbn Âbidin, age, I, 284 vd; ez-Zeylaî, Tebyînül-Hakâik, I, 60 vd; el-Meydânî, el-Lübâb, I, 24 vd)
__________________
GÜBRE İÇİN YAPILAN MASRAF DÜŞÜRÜLMEDEN Mİ YOKSA DÜŞÜRÜLEREK Mİ TOPRAK MAHSULLERİNİN ZEKATI VERİLİR?
İslam dini fakir ve müstehakları koruduğu gibi emek ve mal sahibini de korur Bunun için arazi, ağır masraf yapılmamasından yağmur, çay, nehir gibi sularla sulanırsa mahsulün onda biri öşür -zekat- olarak verilir Dolap ve motor gibi şeylerle sulanırsa masrafı ağır olduğundan zekatı yirmide bir olarak verilir Bütün fıkıh kitapları bu meseleyi açıkladıkları için malümdür Ancak gübre meselesinin durumu açık değildir Zaman zaman gübre meselesi bana sorulurdu Elde delil olmadığı ve eski fıkıh kitaplarında açıkça ona yer verilmediği için öşrün durumu değişmez Yani zekatı onda birdir, diye cevap verirdim Gerçekten de Hanefi mezhebine göre böyledir Çünkü bu mezhebe göre tohum, amele ücreti ve sair masraflar düşürülmeden toprak mahsullerinin zekatı verileceği gibi gübrenin su mesabesinde olduğunu ifade eden hiç bir ibareye rastlanmamıştır Fakat Şafii mezhebine göre gübre meselesi Remli'nin ifadesinden de anlaşıldığı gibi değişik bir durum arzetmektedir Çünkü gübre araziye değil, ekine fayda verip neşvünemaya yardımcı olduğundan su mesabesinde görünüyor Remli, özet olarak şöyle diyor: Tarla için açılan kanallara yapılan masraf nazarı itibara alınmaz Yani mahsulün onda biri zekat olarak verilecektir Çünkü kanallar ekin için değil, tarla içindir Kanallar hazırlandıktan sonra su kendiliğinden tarlaya varabilir Fakat deve ile su taşıyıp sulamak böyle değildir Burada yapılan masraf ekin içindir
Yukarda serdedilen bu ibareden anlaşılıyor ki, tarla için değil, ekin için yapılan masraf zekatın durumunu değiştirir Dolap ve motor ile sulanan araziden elde edilen mahsulün yirmide biri, ekinin yetişme müddetinde yarısı motor veya dolap, yarısı da yağmurla olursa onbeşte biri, zekat olarak çıkarılacağı gibi yağmur suyuyla sulanan arazi gübrelendiği takdirde en az yüzde yüz farkettiği için zekatın onbeşte biri nisbetinde verilmesi gerekir Çünkü neşvünema bu her iki unsurdan kaynaklanıyor
Cevap: İSLAM FIKHI ANSiKLOPEDiSi
GÜMÜŞ VEYA ALTINDAN EV EŞYASININ TİCARETİ VE İMALİ HAKKINDA İSLAM'IN HÜKMÜ NEDİR?
Gümüş veya altından ev eşyasının ticareti ve imalı hakkında ihtilaf vardır Hanefi mezhebine göre kullanmamak Şartıyla altın ve gümüşten kab, kaşık, bıçak ve benzeri şeyleri alıp evde bulundurmakta beis olmadığı gibi ticaretini yapmakta da beis yoktur (İbn Abidin)
Şafii mezhebine göre kullanmadan altın ve gümüşten imal edilmiş olan kab, kaşık ve benzeri ev eşyasını evde bulundurmak ile ticaretini yapmak hakkında iki görüş vardır Bir görüşe göre kullanılması caiz olmadığı gibi onu imal edip ticaretini yapmak ve evde bulundurmak da caiz değildir Diğer görüşe göre imal ve ticaretini yapıp evde bulundurmakda bir sakınca yoktur (el-Mühezzeb)
Cevap: İSLAM FIKHI ANSiKLOPEDiSi
GÜMÜŞ YÜZÜK
Erkeklerin gümüş yüzük takınması icmâ ile caizdir Abdullah Ibn Ömer der ki: Resulullah (sas) gümüşten bir yüzük edindi Bu yüzük onun elinde idi Sonra Ebû Bekir'in, ondan sonra Ömer'in ve ondan sonra Osman'ın elinde bulundu Nihayet Hz Osman zamanında Eriş kuyusuna düştü Üzerinde Muhammedûrresulullah yazılı idi (Müslim, Libâs, 54)
Yine Ibn Ömer (ra) şöyle der: Peygamber (sas) attın bir yüzük edindi Sonra onu bıraktı Bilahere gümüşten bir yüzük edindi ve onun üzerine "Muhammedûrresulullah" nakşettirdi ve "Benim bu yüzüğümün nakşı üzerine kimse nakış yapmasın" buyurdular Onu taktığı vakit, taşını avucunun içine çevirirdi Muaykib (ra)'den rivayet edilen hadise göre Eriş kuyusuna düşen yüzük odur (Müslim, Libâs, 55)
Peygamber efendimiz, gümüş yüzüğü aynı zamanda mühür olarak kullanmıştır Enes b Mâlik şöyle der: Hz Peygamber (sas), Kisra (Fars Imparatoru), Kayser (Rum Imparatoru) ve Necâşî (Habeşistan Kralı)'na, onları imana davet için mektup yazmak istedi Kendisine, "Onlar mühürsüz mektup kabul etmezler" denilince gümüşten halka bir yüzük yaptırdı ve üzerine "Muhammedûrresulullah" cümlesini nakşettirdi (Müslim, Libâs, 58)
Ulemâ, Resulullah (sas)'in yüzük taşının akik veya göz boncuğundan olduğunu söylemişlerdir (Bunların ikisi de Habeşistan ve Yemen'den çıkarılır) Bazen de kara taşlı bir yüzük taşımıştır Ayrıca Peygamber Efendimiz yüzüğünü bazen sağl bazan da sol elının küçük parmağına takıyor ve taşını avuç tarafına çeviriyordu Enes b Mâlik (ra) şöyle der: Resulullah (sas) sağl eline gümüş yüzük taktı Yüzükte Habeşistan'dan gelmiş bir taş vardı Yüzüğün taşını avuç içine çevirirdi (Müslim, Libas, 62) Başka bir riveyette de sol elının küçük parmağına işaret ederek "Peygamber (sas'in yüzüğü şunda idi" diyor (Müslim, Libâs, 63)
Hz Peygamber, yüzüğün orta parmakla ondan sonra gelen parmağa takılmasını yasak etmiştir Hz Ali (ra), orta parmağıyla ondan sonra gelen parmağa işaret ederek "Resulullah (sas) beni şu veya bu parmağıma yüzük takmaktan alıkoydu"
Hattabî, gümüş yüzük takmanın erkeklere ait bir prensip olduğunu dolayısıyla bana takmanın kadınlar için mekruh olduğunu söylemişse de, Nevevî bunu kabul etmemiş ve "Hattâbî'nin söylediği zayıf veya bâtıldır, aslı yoktur, doğrusu kadının gümüş yüzük takmasında kerâhet olmamasıdır" demiştir (Davudoğlu, Sahih-i Müslim Tercüme ve Şerhi, IX, 457)
Bu konuda fıkıh kitaplarındaki açıklama genellikle şöyledir: Kadın ve erkeklerin gümüş yüzük takmaları caizdir Kadı, Sultan ve benzeri, yüzük kullanmaya ihtiyacı olanlar için sünnettir (Eskiden yüzüğü mühür olarak kullanıyorlardı) Ihtiyacı olmayanların takmaması daha faziletlıdır Sünnet olan, yüzüğün ağırlığının bir miskal veya daha az olması ve erkek için taşını avucun içine çevirmesidir Kadınlar ise böyle yapmazlar Çünkü yüzük onlar için zinet (süs)tür; erkekler içinse süs değildir Yüzüğün taşını akik ve yakut gibi kıymetli taşlardan yapmak ve üzerine kendi ismini veya Allah'ın ismini yazmak caizdir Ancak Allah'ın ismi yazıldığı takdirde helaya giderken yüzüğün ya çıkarılması veya sağl ele takılması gerekir (bk Abdullah b Mahmud, el-Ihtiyâr, IV,159; bk Davudoğlu, age, IX, 457, Aynî'den naklen)
Hulefâ-i Râşidînin de gümüş yüzükleri vardı ve üzerindeki yazılar şöyle idi: Hz Ebu Bekir: Allah ne iyi kudret sahibidir; Hz: Ömer: Vaiz (nasihatçı) olarak ölüm yeter; Hz Osman: Ya belâ ve musîbete sabredeceksin veya pişman olacaksın; Hz Ali:
Mülk Allah'a aittir
Imam Ebû Hanife'nin yüzüğünde ise: Ya hayrı (iyiyi) konuş veya sus; Imam Ebû Yusuf'unkinde: Kendi hissiyle hareket eden pişmanlık duyar; Imam Muhammed'inkinde: Sabreden başarıya ulaşır; Sabreden derviş muradına ermiş ibareleri yazılıydı (bk Kâmil Miras, Tecrîd-i Sarîh Tercemesi ve Şerhi, IV,288)
__________________
Cevap: İSLAM FIKHI ANSiKLOPEDiSi
GÜNEŞ ENERJİSİYLE ISITILAN SUYLA, AÇIKCA KALAN VEYA BİR KAPTA GÜNEŞLE ISINAN SU ARASINDA FARK VAR MIDIR? GÜNEŞ ENERJİSİYLE ISITILAN SU İLE ABDEST ALMANIN VE GUSLETMENİN HÜKMÜ NEDİR? VARSA MAHZUR VE ZARARI NEDİR?
Demir, tunç ve bakır gibi madeni kaplarda ve sıcak memleketlerde güneş enerjisiyle ısıtılan suyla abdest almak ve gusletmek mekruhtur Çünkü Hz Aişe bir gün Hz Peygamber(sav) için güneşte su ısıttı Bunun üzerine Peygamber(sav): "Ey Humeyra (HzAişe'nin lakabıdır) öyle yapma Çünkü o alaca hastalığına sebebiyet verir" buyurdu
Fıkıh alimleri bu hususta şöyle diyorlar Madeni bir kapta sıcak bir memlekette güneş enerjisiyle su ıstılırsa güneşin etkisiyle o kaptan küçükce parçalar kopup suya karışır, kullanıldığı zaman vücutta mesameleri çağaltır ve vücut hava alamaz bir hale gelir Böylece vücudun her tarafında dolaşan kan kirlenip bozulur ve hastalık meydana gelir Fakat su altın, gümüş, ağaç, cam ve topraktan yapılmış çanak gibi kaplarda veya göl ve havuzda veyahut sıcak olmayan bir memlekette güneş enerjisiyle ısıtılırsa onu abdest ve gusülde kullanmakta bir sakınca olmadığı gibi madeni kaplarda ve sıcak memleketlerde güneşte ısıtılan suyun abdest ve gusülde değil, çamaşır yıkamak gibi şeylerde kullanılmasında da beis yoktur Güneş enerjisiyle ısıtılan suyun, içinde bulunduğu kabın kapalı veya açık olması arasında fark yoktur Her ikisi de mekruhtur Yalnız kabın ağzı açık olursa keraheti daha şiddetlidir
__________________
GURBETTE VEFAT EDEN KİMSENİN CENAZESİNİ MEMLEKETİNE GETİRMEK CAİZ MİDİR?
Gurbette vefat eden kimsenin cenazesini memleketine götürmek hususunda ulema arasında ihtilaf vardır Şafii mezhebine göre, cenazeyi bir yerden başka bir yere götürmek caiz değildir Vefat nerde meydana gelirse cenazeyi orada defn etmek gerekir
Hanefi mezhebine göre ise toprağa verilmiş ise mezarı kazıp onu götürmek caiz değildir Ama toprağa verilmeden önce cenazenin bir yerden başka bir yere taşınışında beis yoktur
Cevap: İSLAM FIKHI ANSiKLOPEDiSi
GURUR-GURURLU
Büyüklenme, kibir, ucub Hakkı çiğneyen, insanları küçük gören, kişinin hâli Kendini yüksek ve değerli tutan Kendini başkalarından üstün; başkasını ise aşağı görme hastalığı
Övünme, şeref anlamlarında da kullanılır
Kibir, kişinin kendisinde bulunan ilim, mevkî ve doğruluk gibi hususiyetleri başkasından üstün görmesidir Bu, Allah'ın kızgınlığına, insanların hoşnutsuzluğuna sebep olduğu için sahibini felâkete götüren bir hastalıktır (et-Tâc, V, 31)
İnsan ruhunun arındırılması gereken kötülüklerden biri olan kibir, Râğıbu'l-İsfahânî'ye (Ö 503/1109) göre, "Kendini beğenen insanın, bu isteğini nefsine tahsis ederek, kendini başkalarından daha büyük görmesidir" (Rağıbu'l-Isfahânî, el-Müfredât, s 421) Kibir, tekebbür ve istikbâr birbirine yakın manada kullanılmışlardır
İmam Birgivî (Ö 981/1573) kibir için, "Kalbin hastalıklarındandır; kendini yüksekte görerek, karşısındakinin üstünde saymaktır; zıddı zaaftır" (Birgivî, et-Tarîkatü'l-Muhammediyye, s 68 vd) demiş, bazı ayet-i kerîmelerle kibri tanıtmaya çalışmıştır Kur'an-ı Kerîm, kibiri, kibirden türeyen davranışları açıklamış, kibir ve örneklerini teşhir ederek zararlarını belirtmiş, ondan kaçınmanın ahlâkî bir zaruret olduğunu ortaya koymuştur:
"Meleklere, Âdem'e secde edin' demiştik İblis müstesna hepsi secde ettiler O kaçındı, büyüklük tasladı ve inkâr edenlerden oldu" (el-Bakara, 2/34)
"Yeryüzünde haksız yere büyüklük taslayanları ayetlerimden yüz çevirteceğim Onlar bütün ayetleri görseler yine de inanmazlar; doğru yolu görseler, yol olarak benimsemezler (el-A'râf, 7/146)
"Allah büyüklük taslayanları sevmez" (en-Nahl, 16/23)
Kibir, önce kişinin inanç dünyasına tesir ederek, hak ve doğruya inanmasına engel olur, Allah'ın birliğine, peygamberlere ve âhiret gününe inanmayanların inançsızlığa kibir yüzünden sürüklendikleri anlaşılmaktadır (en-Nahl,16/22; es-Sâffât, 37/35; el-Bakara, 2/87; el-A'râf, 7/75-76, 88; Nûh, 71/7; Yunus, 10/75; el-Mü'minûn, 23/27, 46-47)
Kibir, ferdin Allah'a kul olma ve ona itaat etme görevini engelleyen davranış olduğu için Kur'an bunun neticesine şöyle işaret eder:
"Kim, Allah'a kulluktan, O'na ibadetten çekinir ve büyüklenirse, bilsin ki, (Allah) kıyamette herkesi huzurunda toplayacaktır" (en-Nisâ, 4/172)
Çünkü Allah, zatına dua ve ibadet edilmesini istemekte; büyüklenerek kaçınanların, "küçülmüş kimseler olarak" cehenneme gireceklerini (el-Mü'minûn, 40/60) haber vermektedir Buna karşılık Allah'a ibadette büyüklük göstermeyen melekler övülerek, insanlar da bu harekete teşvik edilmektedir (el-A'râf, 7/206; el-Enbiyâ, 21 / 19)
Hz Peygamber şöyle buyurmuştur: Allah şöyle buyurdu: "Büyüklük ve azamet örtümdür Bu bakımdan bunlardan biriyle kim bana nizaa kalkışırsa, onu ateşe atarım " (Ebû Dâvûd Libâs, 25; İbn Mâce, Zühd, 16; Ahmed b Hanbel, II, 248)
Allah'ın Resulu (sas) yüce mertebesinde tevâzu * yönünden insanların en ileride olanıydı Abdullah İbn Amr der ki: Resulullah'ın, kızıl bir devenin sırtında cemrelere taş attığını, önünde herhangi bir kimsenin dövülüp kovulduğunu ve "yol açınız, yol açınız" denildiğini görmedim Resulullah (sas) hastalan ziyaret eder, cenazelerin arkasında gider, kölelerin davetine icabet ederdi Ayakkabılarım bizzat pençeler, elbisesini yamalar, aile efrâdıyla beraber evinde onların ihtiyaçlarına koşardı
Bir gün huzur-u saadetine bir adamcağız getirildi Adam Resulullah'ın heybetinden tir-tir titremeye başladı Efendimiz (sas) o adama:
"Canını sıkma! Ben padişah değilim Ben ancak Kureyş soyundan gelen ve kurutulmuş et yiyen bir kadının oğluyum" diyerek o kişiyi teskin etti
işe vâlidemiz (ranha), "Ey Allah'ın Resulu, Allah benim canımı sana feda etsin: Yaslanarak ye; çünkü yaslanarak yersen senin için daha kolay olur" deyince, bu ısrarına bir karşılık olarak Resulullah, alnı yere değercesine mübârek başını eğdi ve sonra şöyle dedi:
"Hayır, ben kölenin yediği gibi yer ve kölenin oturduğu gibi otururum"
Büyüklenme üç kısımdır:
a) Cehâlet ve azgınlıktan ötürü bazı kulların kendilerini Allah'tan büyük görmeleri;
b) Peygamber'e karşı, O'nun buyruklarını küçümsemek, O'nu alelâde biri olarak görmek, prensiplerini hafife almak;
c) Etrafında bulunan insanları küçük görüp, kendini büyük görmek
İnsan ruhunu çeşitli tezahürleriyle körelten zararlarına Kur'an-ı Kerîm'in genişçe bir açıdan baktığı kibir, maddî hayatta zararın ve kaybın sebebidir Kibir örneklerinde gördüğümüz gibi büyüklenenler henüz dünyada iken, hareketlerinin cezasını çekerek helâk olmuşlardır Büyüklenme ve çoğunluğa güvenmenin özellikle savaşta acı sonucuna dikkati çeken Kur'an, Huneyn muharebesindeki durumu şöyle anlatmaktadır: "O vakit, Huneyn'de çokluğunuz size güven vermişti de, bir faydası olmamıştı"(et-Tevbe, 9/25) Şu da var ki ilâhî yardım inananların imdadına yetişti ve Huneyn'de küffâra karşı galip geldiler
Büyüklenmenin manevî zarar ve kötülükleri, ceza ve azap şeklinde tecelli edecektir
Şüphesiz kibirlenme insanlığı yokluğa iter Onun giderilmesi gerekir; fakat bu kuru temenni ile değil, manevî ilâçla ve kibir ağacını kalpten söküp atacak vasıtaları kullanmakla mümkündür Bu da iki şekilde olur:
a) Asıl ilaç; ilim ve ameldir Şifa, bu ikisinin birleşmesiyledir İlim, kişinin kendisini ve Allah'ını bilmesidir Kibrin giderilmesi için bu yeterlidir Kişi bildiği zaman bu var olan kâinat içindeki payını; Allah'ını bildiği zaman kibrin ve azametin onun hakkı olduğunu anlar Kur'an-ı Kerîm bu hususta dikkati çekiyor:
"Canı çıksın insanın, o ne nankördür! Allah onu neden yaratmış? Onu meniden yaratıp merhalelerden geçirerek, ona şekil vermiş, sonra tutacağı yolu kolaylaştırmıştır Sonra onu öldürür ve kabre koyar" (Abese, 80/ 17: 22)
b) Nesep, güzellik, mal, ilim vb gibi büyüklenmeye iten sebeplerin gelip-geçici olduğunu düşünerek kendisini bu belâdan kurtarmaya çalışmak
Allahu Teâlâ bir başka ayette şöyle buyurmaktadır:
"Însanları küçümseyip yüz çevirme, yeryüzünde böbürlenerek yürüme; Allah, kendini beğenip övünen hiç kimseyi şüphesiz ki sevmez Yürüyüşünde tabiî ol, sesini de alçalt " (Lokman, 31/18) Hulâsâ; gurur ve kibir sâlih ve muttaki bir müslümanda bulunmaması gereken; tevhid ehline yakışmayan en kötü huylardandır (Ayrıca bk Kibir)
Cevap: İSLAM FIKHI ANSiKLOPEDiSi
GUSLÜ GEREKTİRMEYEN HALLER;
Henüz şehvet duygusu oluşmamış ve bulûğa ermemiş çocuğun cinsî yakınlaşmada bulunması Tenâsül uzvundan şehvetle açık bir sıvı hâlinde meni akması Cinsî bir şehvet duyulmasına rağmen meninin dışarıya çıkmaması Şehvetten, başka bir şeyden (hastalık, heyecan vs) dolayı meninin akması, kızın bekâretini gidermeyen cinsî bir yakınlaşma (çünkü kızlık zarı haşefenin sünnet yerine kadar girişini engeller) Bu gibi durumlarda gusül farz değildir
Gusletmeleri farz olanların, gusülsüz olarak yapmaları caiz olan hususlar da şunlardır:
Zikretmek; tesbih etmek; salât ve selâm getirmek; Kur'an ayetlerini kelime kelime öğretmek; dua maksadıyla Kur'an'dan ayetler okumak: Kelime-i şehâdet getirmek; Kur'an'a bakmak; bitişik olmayan bir kap içerisinde bulunan mushafa dokunmak; uyumak (Cünübün abdest aldıktan sonra uyuması daha iyidir) Cünüp iken yemek yeneceği veya içileceği zaman elleri yıkamak ve ağzı çalkalamak gerekir Bunların yanısıra, Ramazan'da cünüp olarak sabahlayan kimse veya gündüz uyuyarak ihtilam olan kimsenin orucu bozulmaz
Cünüb olan kimsenin ise;
Dinî kitaplardan herhangi birini elle tutması ve okuması; elini ve ağzını yıkamadan yiyip içmesi ve eliyle tutmadığı bir kağıda Kur'an ayetleri yazması mekruhtur
Gusl, Allah'u Teâlâ'nın müslümanlar için emrettiği en önemli maddî-manevî temizlik biçimidir Cenâb-ı Hak, "Eğer cünüb iseniz yıkanıp temizlenin" (el-Mâide, 5/6) buyurmaktadır Bu yıkanmanın şeklini de Hz Peygamber (sas) kendi tatbikatıyla bize öğretmiştir Guslün daha çok manevî bir temizleme aracı olduğu unutulmamalıdır Çünkü vücudumuzun herhangi bir yerinde görünür bir pislik veya kir-pas olmasa bile cünüb olan kimsenin ibadetlerini yerine getirebilmesi için mutlaka gusletmesi gerekir Ayrıca gerekli şartları yerine getirilmeyen yıkanma, ne kadar itinalı yapılırsa yapılsın guslün yerine geçmez ve bununla cünüblükten kurtulmak mümkün olmaz Cünüb olan kimse ilk fırsatta gusletmeye çalışmalıdır Bu durumda ancak, içinde bulunduğu namaz vaktinin çıkmasına kadar müsaade vardır; daha fazla geciktirnıesi günâh kazanmasına sebep olur
Guslün vücud için faydalarına işaret eden doktorlar bu hususta şunları söylemektedir: İnsanın başına gusletmesi gerektiren bir hal gelince bütün damarlarda büyük bir sarsıntı olur Vücutta bir yorgunluk ve gevşeklik meydana gelir Bu yorgunluk ve sarsıntıyı gidermek için vücudun her tarafını yıkamak lâzımdır Demek ki; guslü gerektiren hallerde sadece bazı organlar değil, vücudun tamamı yıkanma ihtiyacı hissetmektedir Çünkü gerek cünüblükte, gerekse hayız ve nifâs hâlinde, başta kalp olmak üzere bütün organlar ve kan dolaşımı, yorgunluklarını, ancak güzel bir boy abdesti ile tertemiz bir zindeliğe terkedeceklerdir Allah'ın her emrinde olduğu gibi gusül abdestinde de bizim bildiğimiz ve bilemediğimiz daha birçok hikmet ve faydalar bulunmaktadır
__________________
GUSLÜN ADABI
Guslün adabı aynen abdest adabı gibidir
Gusletmek isteyen kimse önce besmele çekerek gusle niyet eder Ellerini bileklerine kadar yıkar ve üzerinde yapışıp kurumuş bir şey varsa onları temizler Sonra herhangi bir pislik olmasa bile avret yerlerini ve uyluklarını yıkar Sonra sağ avucu ile ağzına bolca su alarak iyice çalkalar; bunu üç defa tekrar eder; oruçlu değilse suyun boğazına ulaşmasını sağlar Sonra yine sağ eli ile burnuna üç defa su çekerek iyice temizler Bundan sonra namaz abdesti gibi bir abdest alır Şayet yıkandığı yere su toplanıyorsa, ayaklan, abdest alırken değil gusülden çıkarken yıkar Abdest aldıktan sonra, önce başına, sonra sırayla sağ ve sol omuzlarına üçer defa su döker Her defasında vücudun her tarafını iyice oğuşturur Hiçbir yerinin kuru kalmaması için dikkat eder Bunun için saçlarının, sakallarının diplerine, göbeğinin içine suyun ulaşmasını sağlar Eğer vücudunun bir yerinde, herhangi bir yaradan dolayı ilaç veya sargı varsa ve fazla su bunlara zarar verecekse, bunların üzerinden suyu hafifçe geçirmekle yetinir; bu da zarar verirse sadece eliyle üzerini mesheder
Cünüb bir kimsenin veya hayız ve nifâs hâlindeki bir kadının bu durumdayken yapması haram olan hususlar, şunlardır:
Namaz kılmak; Kur'an niyetiyle Kur'an'dan bir parça okumak (ancak dua niyetiyle okumak caizdir Ayrıca Kur'an ayetlerini çocuklara kelime kelime öğretmek, Kelime-i Şehâdet getirmek, tesbih ve tekbirde bulunmakta da sakınca yoktur); Kur'an-ı Kerîm'e ve onun en ufak bir parçasına dokunmak ya da tutmak (fakat bitişik olmayan bir kılıf veya kutu içerisinde ise tutmak caizdir); Kâbe-i Muazzamayı tavaf etmek ve zaruret olmadığı halde bir mescide girmek ve içinden geçmek; Üzerinde ayet yazılı olan bir levhayı veya buna benzer birşeyi tutmak
Cevap: İSLAM FIKHI ANSiKLOPEDiSi
GUSÜL (BOY ABDESTİ)
Tepeden tırnağa kadar vücudun her tarafını hiçbir yer kuru kalmayacak şekilde yıkamak
Fiil kökünden isim olan gusl, sözlükte; yıkanmak ve temizlenmek manasına gelir "Gasele" fiili de, kirin suyla giderilmesi ve temizlenmesini ifade eder
Erginlik çağına gelmiş her müslüman erkeğin ve kadının şu durumlarda boy abdesti alması gerekir
1) Cünüplük; yani cinsî münasebet, ihtilam ve ne şekilde olursa olsun meninin (sperm) şehvetle vücut dışına çıkması
2) Hayız (kadının âdet görmesi) ve nifâs (lohusalık) hâlinin sona ermesi
Bu hallerde gusletmek farzdır Bazı durumlarda da gusletmek, sünnet veya müstehabdır Meselâ; Hac ve Umre yapmak maksadıyla Mekke ve Medine'ye girmeden önce, hac mevsiminde Mina ve Müzdelife'de bulunmadan önce; yağmur duasından önce; herhangi bir hayırlı iş için müslümanlarla bir araya gelmeden ve mübarek gecelerde gusletmek sünnet ve müstehabdır '
Namaz için alınan abdest "küçük abdest" kabul edilerek, gusle "büyük abdest" veya "boy abdesti" adı verilmektedir
Guslün farzları üçtür
I) Ağza su alıp boğaza kadar çalkalamak 2) Buruna su çekmek ve yıkamak 3) Tepeden tırnağa bütün vücudu yıkamak
Vücut yıkanırken en ufak bir yerin kuru kalmamasına dikkat edilmelidir Aksi taktirde gusül yerine gelmemiş olur Onun için kulaklar, göbek çukuru, saç, sakal ve bıyıkların dipleri iyice yıkanır
Guslün sünnetlerine gelince: 1) Gusle besmele ve niyet ile başlamak 2) Avret yerini yıkamak ve bedenin herhangi bir yerinde pislik varsa onu temizlemek 3) Gusülden evvel abdest almak 4) Abdestten sonra, önce üç defa başa, sonra üç defa sağ, üç defa da sol omuza su dökerek her defasında bedeni iyice oğuşturmak 5) Guslederken çok fazla veya çok az su kullanmaktan kaçınmak 6) Kimsenin göremeyeceği bir yerde yıkanmak 7) Tenha bir yerde yıkanılsa bile, avret yerini açmamak 8) Guslederken konuşmamak 9) Gusl bitince bedeni bir havlu ile kurutmak 10) Gusulden sonra çabucak giyinmektir
__________________
GÜZEL ELBİSE GİYMEK DİNEN NASILDIR?
Kibir ve gururlanmadan Cenab-ı Allah'a şükür edip nimetini göstermek ve müslümanların muhabbetini kazanmak maksadıyla güzel elbise giymek sünnettir
İbn Abbas'tan şöyle rivayet edilmiştir: Peygamber'in (sav) üzerinde en güzel elbiseyi gördüm Bera'dan da şöyle rivayet edilmiştir: "Peygamber sav) orta boylu idi Bir gün kırmızı elbise giydiğini gördüm Ondan daha güzel bir şeye rastlamadım”
Cevap: İSLAM FIKHI ANSiKLOPEDiSi
GÜZEL VEYA ÇİRKİN GÖRÜLEN İŞLER
Kadının oğlunun kızının kocasına -fitnesinden emin olmak şartıyle- görünmesi caizdir
Sütkız kardeşin, süterkek kardeşe -fitne konu olursa- görünmesi caiz değildir
Karı-koca ilişkide bulunurlarken birbirlerinin tenasül uzuvlarına bakmaları helâldir (Kadının tenasül uzvunun içine bakılmasının ise unutkanlık meydana getirdiği kitaplarda konu edilmiştir) (Fetevây-i Abdürrahim)
Kocanın, kayınvalidesi mahremi olup ona görünmesi caizdir
Kocanın cinsel ilişkide bulunduğu karısının diğer kocadan getirdiği kızına fitne korkusu yoksa görünmesi caizdir
Kadının, kocasının erkek kardeşine görünmesi caiz değildir
Kadının, kocasının üvey Babasına görünmesi caiz değildir
Kadının, kendi kız kardeşinin kocasına görünmesi caiz değildir
Müslüman olan kocanın karısının, kafir olan akrabalarına görünmesi caizdir
Kadın dini bir konuyu kocasından öğrenmek ister fakat bilemiyecek veya bilene gidip öğrenip kadına anlatmayacak olsa, kadının kendisinin bir alime gidip problemini sorup öğrenmesi caizdir
Ihtiyar yaşlı kadın mecburiyetten ötürü yüzü açık olarak erkekle sohbet edip bazı yabancısı olduğu erkekler eline dokunsalar -şehvet hissi olmamak şartıyle- bir mahzur görülmez
Kadın kocasını veya koca karısını yaralayıcı bir aletle öldürecek olsa kısas gerekli olur (Kısas: Şer'î bakımdan, öldüreni öldürülen mukabilinde öldürmek veya yaralanan veya uzvu koparılana karşılık bu işi yapana da aynı cezayı uygulamaktır)
Erkek kadını zorla zina etmek maksadıyle kaçırıp, kadının da kurtulmak için öldürmekten başka çaresi olmayıp, erkeği öldürecek olsa kadına herhangi bir ceza verilmez
Kadın kocasını boğazından tutup yatırıp, diğer iki erkek de yaralayıcı bir aletle bilerek kocayı öldürecek olsalar öldüren iki erkeğe kısas kadına da şiddetli ta'zir ve iyi hali zahir oluncaya kadar hapis cezası verilir
Koca karısını yabancı bir erkekle oturup, sohbet ederken görüp, zina etmedikleri halde koca yaralayıcı bir aletle kadını ve yabancı erkeği öldürecek olsa kısas gerekli olur
Kadın, kocasının tenasül uzvunu ve hayalarını tamamen dibinden kesecek olsa her birisi için kamil birer diyet vermesi gereklidır (Kamil diyet :Öldürülen şahsın nefsine bedel olarak cinayeti işleyen veye akrabasından alınan tam diyettir(Hür bir erkeğin diyet-i kamilesi yüz deve veya karşılığı olan mebladır))
Çocuğun annesi uyurken çocuğun üzerine yuvarlanıp, çocuk bunalıp ölecek olsa kadının diyet vermesi gerekir
Kadın kocasının vurmasından dolayı uzuvları belli olmuş ölü bir çocuk düşürecek olsa kocasına gurre gerekir (Gurre: Beş yüz dirhem gümüş veya kıymetidir Bir dirhem yaklaşık üç gramdır)
Kadının diyeti beş bin dirhem gümüştür
Erkek kadının tenasül uzvunu bıçakla yarar, fakat iyileştikten sonra kadın sidiğini tutamayacak olursa kocanın bir kadın diyeti vermesi gerekir
Koca karısının saçlarının bir kısmını yolup bir seneye kadar saçları bitmeyecek olsa kocaya hukümet-i adl gerekir(Hukümet-i adl:Miktarı şer'an muayyen olmayıp bilirkişinin usulü dairesinde taktir ve tayin edeceği diyettir)
Hamile kadın çocuk düşürmekle iddeti sona ersin diye ilaç alıp diri diri diğeri iki cenin düşerse diri derhal ölecek olsa kadına ölen için gurre diri için diyet ve kefaret gerekirli olur
Koca hanımının bir gözünü çıkarıp diyetini vermeden ölecek olsa kadın gözünün diyetini kocasının terekesinden (bıraktığı mirasadan) alabilir
Kadın, oturmakta olduğu kocasının evinde kendi kendini aşacak olsa varisleri kocadan diyet isteyemezler
Erkek kadının üç parmağını diplerinden kesecek olsa, kadının parmaklarına has olan her bir parmak için beşyüz dirhem gümüş veya kıymetini vermesi gerekir (Bir dirhem yaklaşık üç gramdır)
Bir' kadın diğer bir kadının yemeğine zehir koyup, diğer kadın yemeği kendi eliyle yiyip zehirin etkisiyle ölecek olsa zehiri koyan kadına şiddetli ta'zir ve hapis cezası verilir
Kadın kocasına zehir verse de yine ona varis olabilir
Erkek hamile kadının göğsüne veya arkasına vurmakla kadın diri bir cenin düşürüp cenin o anda ölecek olsa vurana diyet cezası verilir
Hamile kadın kocasından izinsiz olarak çocuk düşürmek için ilaç alıp uzuvları belli ölü bir çocuk düşürürse kadına gurre gerekir (Gurre: beşyüz dirhem gümüş veya kıymetindedir)
Bir kadın bir hamile kadınla çekiştikten bir ay sonra hamile kadın diri bir çocuk düşürüp çocuk ölecek olsa çekişen kadına bir şey gerekmez
Koca karısının burnunu ve kulağını diplerinden kesecek olsa, burun için tam, kulak için yarım kadın diyeti gerekir(Diyet miktarı az evvel açıklanmıştı)
Erkek cinsi münasebet gücü olmayan küçük kızla cinsel ilişkide bulunduğunda tenasül uzvuyla dübür arası yırtılıp kız sidiğini tutamaz hale gelirse, erkeğin kadın diyeti vermesi gerekir(aralarında karı kocalık varsa gerekli olmaz)
Koca karısının çenesine vurup çene kemiği kırılsa kocanın, kadın diyetinin ondâ birini (Beşyüz dirhem gümüş veya kıymetini) vermesi gerekir
Adam kadına tekme ile vurup kadın merdivenden aşağı yuvarlandıktan sonra darbe tesiriyle ölecek olsa Kocanın diyet vermesi gerekli olur
Hamile kadın kocasından izinsiz kendi annesine çocuk düşürmek için ilaç yapmayı emreder o da ilacı yapıp, bundan dolayı ölü bir çocuk düşürür sonra da kendisi ölecek olsa, annesine ceza olarak bir şey gerekmez
Ebe olan kadın, hamile kadını doğurturken doğum esnasında bırakıp gider, çocuk da ölü olarak dünyaya geldiği zaman anne de ölecek olsa ebe olan kadına bir ceza gerekmez
Kocanın hanımı, kocasının kendi evinde asılı olup ölmüş olsa -katili belli değilse- kocaya kaseme ve diyet gerekir (Koca ölü bulunsa kadına diyet cezası verilmez) (Kasame: Katili bilinmeyen ve üzerinde öldürme eseri bulunan bir katilin bulunduğu yerin ahalisinden kimsenin belli şekilde yemin etmeleridir)
Cevap: İSLAM FIKHI ANSiKLOPEDiSi
HAC
İslâm'ın temel ibadetlerinden biri Arafat'ta belirli vakitte bir süre durmaktan, daha sonra Kâbe-i Muazzama'yı usûlüne göre ziyaret etmekten ibaret olan ve İslâm'ın şartlarından birisini teşkil eden ibadet
Hac, HCC kökünden bir mastar olup; müslümanlara göre, bir farzın edası, hristiyanlara göre ise ibadet ve teberrük amacıyla mukaddes toprakları ziyaret etmek, demektir Kur'an-ı Kerîm'in 22 suresinin adı da "Hac Suresi"dir
Hac ibadeti maksadıyla ziyaret edilecek olan yerler; Kâbe, Arafat ve çevresidir Zamanı ise hac ayları diye isimlendirilen; Şevval, Zilkâde ve Zilhicce aylarıdır Hac'da her fiil için özel zamanlar vardır Ziyaret tavafının, kurban bayramı sabahından, ömrün sonuna; Arafat'ta vakfenin ise, arefe günü zevalden, kurban bayramı sabahı şafak sökünceye kadar yapılabilmesi gibi Diğer yandan bu büyük ziyarete hac niyetiyle ve ihramlı olarak yönelmek de gereklidir
Ebû Hureyre'den (ö 58/677) şöyle dediği nakledilmiştir: "Allah elçisine hangi amelin daha faziletli olduğu sorulunca şöyle buyurdu: Allaha ve Resullüne iman' Sonra hangisi? denildi Allah yolunda cihad', buyurdu Sonra hangisi sorusuna ise; "mebrûr hac", cevabını verdi" (Buhârî, Cihad l; Hac, 4, 34, 102; Umre, 1; Müslim, İman,135,140; Tirmizî, Mevâkît, 13, Hac, 6,14, 88; Dârimî, menâsik, 8, Salât, 24, 135)
"Umre, ikinci bir umreye kadar olan günâhlara keffârettir Mebrûr haccın karşılığı ise ancak cennettir" (Nesaî, Hac, 3, Zekat, 49, İmân, 1; Dârimî, Menâsik, 7, Salât, 135; Tirmizî, Hac, 6; Ahmed b Hanbel, I, 387, III,114, 412, IV, 342) Mebrûr hac; kendisine hiçbir günâh karışmayan, eksiksiz olarak ifa edilen makbul hac, anlamına gelir
eş-Şevkânî (ö 1255/1839) amellerin fazileti ile ilgili birbirinden farklı olan hadisleri, Hz Peygamber'e soru soran muhatabın durumuna göre verilmiş cevaplar olarak değerlendirir (eş-Şevkânî, Neylü'l-Evtâr, el-Matbaatü'l-Osmâniyye, Mısır (FY), IV, 282 vd) İmam Mâlik (ö179/795)'e göre, farz hatta nafile hac düşman korkusu olmadıkça cihaddan daha üstündür Ancak düşman korkusu olursa, cihad, nafile hactan önde gelir (ez-Zühaylî, el-Fıkhu'l-İslâmî ve Edilletüh, Dimaşk 1985, III, 11)
Hac ve umre ile, her yıl Kabe'nin ihyâsı gerçekleşir Umre'yi bir yılın veya ömrün herhangi bir gününde ifa imkânı vardır Umre, belirli günlerde yapılabilen hac ibadetinden daha kolaydır Hac küçük günâhlara keffâret olur ve ruhu ma'siyet kirlerinden temizler Hatta bazı Hanefi bilginlerine göre, büyük günâhları da örter Mebrûr hac yapanın cennete gireceğini bildiren hadisle, yine Hz Peygamber'in şu hadisleri bu konuda önemli delil teşkil eder " Kim hac yapar, bu esnada cinsî temastan korunur, çirkin söz ve davranışlardan uzak durursa, annesinden doğduğu gündeki gibi günâhlarından kurtulur" (Buhârî, Muhsar, 9,10; Nesaî, Hac, 4; İbn Mâce, Menâsik, 3; Dârimî, Menâsik, 7; Ahmed b Hanbel, II, 229, 410, 484, 494) "Hac ve Umre yapanlar Allah'ın misafirleridir O'ndan birşey isterlerse, onlara cevap verir Af isterlerse, onları affeder " (İbn Mâce, Menâsik, 5) "Allah'ım, hac yapanı ve hacının kendisine dua ettiği kimseleri mağfiret et" (İbn Huzeyme, Sahîh; el-Hâkim)
Kâdî Iyâz (ö 544/1149) şöyle demiştir: Ehli sünnet, haccın büyük günâhlara, ancak tövbe edilirse keffâret olacağı konusunda görüş birliği içindedir Namaz ve zekât gibi Allah'a ait veya para borcu gibi kula ait bir borcun düştüğünü söyleyen bilgin yoktur Kul hakları zimmette devam eder Allahu Teâlâ kıyamet günü hak sahiplerini, haklarını almak üzere toplar Ancak yüce yaratıcının bu alacaklılara vereceği birtakım nimetlerle onları razı etmesi ve bir ikram olmak üzere borçlulara müsamaha göstermesi de mümkündür (ez-Zühaylî, age, III, 12)
Hac ibadeti, dünyanın çeşitli yörelerinden, renk, dil ve ülke ayırımı gözetilmeksizin, milyonlarca müslümanı bir araya getirir Tanışıp, görüşmelerine, ekonomik bakımdan bütünleşmelerine, düşmanları karşısında tek saf hâlinde yardımlaşmalarına zemin hazırlar Böylece, şu ayetlerdeki mana tecelli eder "İnsanları hacca davet et ki, gerek yaya olarak ve gerekse uzak yollardan gelen çeşitli vasıtalarla sana varsınlar Böylece onlar dünyevî ve uhrevî menfaatlerini görsünler ve belli günlerde, Allah'ın kendilerine rızık olarak verdiği hayvanları kurban ederken, Allah'ın adını ansınlar Siz de onlardan yeyin, yoksula ve fakire yedirin " (el Hac, 22/27, 28)
Hac, dünyanın çeşitli bölgelerinde yaşayan müminler arasındaki kardeşlik bağlarını güçlendirir İnsanlar, gerçekten eşit olduklarını birlikte yaşayarak gösterirler Arap olanla olmayanın, beyazla siyahın takva dışında bir üstünlüğünün bulunmadığı inancı vicdanlara yerleşir
Cevap: İSLAM FIKHI ANSiKLOPEDiSi
HAC FARİZASINI İFA ETMEYEN KİMSE BAŞKASININ YERİNE HACCA GİDEBİLİR MI? Hac farızasını ifa etmeyen kimsenin başkasının yerine hacca gitmesi doğru değildir Bununla beraber hanefi mezhebinde böyle bir hac yapılırsa sahihtir, batıl değildir Ancak tahrimen mekruh sayılır Şafii mezhebine göre ise hacca gitmeyen kimsenin başkasının yerine hacca gitmesi sahih değildir (İrşhadü'l-Sarı)