Cevap: Kırık mızrap 1 – 2
HAZ VE SIZI
Duyduk sînelerimizde derince bir sızı,
Sanki rûhlarımızda hep alev alev ateş;
Ürpertti bir kere daha belâların hızı,
Mahvolmuş milletlerin ürpertilerine eş...
Bir sarsıldık ki, korkunç ve her yanda âh u zâr,
Çağladı gözyaşları yeniden oluk oluk;
Viran olan her şey gibi rûhlar da târumâr,
Yankılanıyor her bucakta müthiş bir boşluk.
Duyguları kuşatmış koskoyu bir karanlık,
Sapsarı şimdi ümitler ve solgun rüyâlar..
Sanki zulmetler kalıcı, ışıksa bir anlık;
Üst üste devrilmiş âdeta bütün hülyâlar.
* *
Manzara müthiş.. ama gel, bir de gönlünle bak.!
Enkaz üzerinde imar nûrları parlıyor;
Teslim ol kadere ve kendini Hakk’a bırak.!
Dikkat etsen, gökler yeni ışıklar salıyor.
Kudret yeniliyor sararmış, solmuş eskiyi,
Bir baharla ki, gelin edâsıyla ufukta;
Rahmete çeviriyor karı buzu tipiyi,
Kim bilir, ne sürprizler var bu gelen şafakta..?
Yok olan mevsim ebedî hendese ağında,
Bir dantela gibi örülüyor sessiz sessiz..
Âb-ı hayat yudumluyor Hızır kucağında,
Annelerimizin sütü gibi ak ve temiz.
Hassas rûhlar şimdiden Firdevs’e ermiş gibi,
Mârifet ufku ölçüsünde derin ve zengin;
Haz çağlayanlarındaki, baş döndüren debi,
Allah dostlarının duydukları kadar engin...
Cevap: Kırık mızrap 1 – 2
ZAMAN HELEZONU
YOLLARDAYIZ
Yollardayız gün battığından beri,
Söyleşerek yıldızlarla yarını...
Bir yalvarma koyu her gece bize;
Sızlanıyor sîneler kederinden.
Bekliyoruz, ümitle ve dipdiri,
Hep bu ifritten kışın baharını..
Renkli hülyâlarımızla biz bize,
Âtînin düşleriyle tâ derinden..!
Ard arda gece peçe aralıyor;
Az ötelerde bir sihirli şölen..
Tekmil sevdalılar ve sevgililer,
Yüz yüzeler bu ümit şafağında.
Dalga dalga ufku ışık sarıyor;
Hiç de hayâl değil şimdi görülen;
Bir bir diriliyor artık ölüler,
Söz yeninin, eski ölüm ağında.
Muştuyla esiyor seher yelleri;
Bülbül, güle karşı soluk soluğa...
Sis ve duman artık yol azığında..
Her yana sessizce rahmet yağıyor!
Geçtik geçiyoruz eski günleri;
Elvedâ gayrı o uzun boşluğa.!
Gün döndü, mevsim tomurcuk çağında;
Bir bilsen, ne mavi günler doğuyor!?
Cevap: Kırık mızrap 1 – 2
GEÇMİŞ VE GELECEK
Arkada kalmış bir yaz gibidir geçen yıllar,
Sîneler mahrumsa sonsuza açık ufuktan.
Hicrana varır o şen-şakrak yürünen yollar,
Habersiz akıp giden ömürler için Hak’tan...
Hüzünle inler durur şen vâdiler, şûh dağlar,
Güllerin çehresinde damla damla soğuk ter..
Mâtemle tüter her yer, her yanda hazan çağlar.
Kederle yaşanan bu ömür, kederle biter.
Yeis esirir durur bu kıpkızıl dünyada..
Ve kasvetle kararır ufuklar perde perde..
Her mevsim kış gibi geçer, kışlar da ard arda,
Cehennem’e denktir günler bu uğursuz yerde.
Bilinmez bizim iklimde ne tasa ne hüzün,
Her sabahı, her kuşluğu, her akşamı hazdan..
Tadı, neş’esi, ışığı, büyüsüyle her gün,
Ümit fısıldar geçer Cennet gibi bir yazdan...
Cevap: Kırık mızrap 1 – 2
HİCRET EKSENİ
Hicret nedir bilmez ki onu, hicret etmeyen,
Bir gurûbdur ümidi, inkisarı bitmeyen..
Kan damlar gibi damlar sînelere her zaman,
Bir başka hasret, başka tasa ve başka hicran.
Günlerin aylar, ayların yıllar uzunluğu..
Ve rûhların ahbab, sıla, vuslat susuzluğu,
Duyulur gönlün derinliklerinde sessizce;
Ne melâl türküleri dinler insan her gece!.
* *
Kederi gibi sevinci de boldur hicretin,
Hakk’a götüren yollar arasında en metin..
Büyüklüğe yürüyenler için o bir köprü,
Herkes ona uğramalıydı bundan ötürü.!
Asırlar önceydi; âdet-i ilâhi bu ya;
Tıpkı kabir gecesi gibiydi bütün dünya:
Işığa kapalı sînelerde bir homurtu,
Tıpkı yarasalar şehrâyiniydi her kuytu.
Güneş doğacak diye zulmet çıldırıyordu,
İblis, gönlünce renkli bir hayat sürüyordu.
Yağmura gebe atmosfer sıkışması gibi,
Üst üste bulutlar ki, görünmüyordu dibi.
Kâbe kuluçka gibi inim inim hâliyle,
Yutkunup duruyordu suskun heyecaniyle.
İnanan dudaklarda sımsıkı bir fermuar,
Ezilen rûhlar ümitsizlik içinde zâr zâr...
Bu bin bir gürültü içinde müthiş hissizlik,
Mekân şirke emanet, zamanın dibi delik.
Nebî muzdarip, çevreyse ezâ ile sarsık,
Canlar dudakta fecir bekleniyordu artık...
Tam bu esnada hâdiselerin en garibi,
Bir sepette Musa’nın Nil yolculuğu gibi;
Işıktan adama "Git!” deniyordu şimdilik,
Bir kutlu beldeye ki, yolları hep selvilik...
Arkada O, az önde kudsiler dörder-beşer,
Dirilişe yürüyordu bütünüyle beşer.
Bir sırlı seyahat ki semâvî, fakat yerde,
İçinde dönüş muştusuyla biraz ilerde...
Yürüdüler, Allah’a güvenerek kol kola,
Ve bir gün ulaştılar devlete giden yola.
Mekke’de gurûb tasası, Medine’de şafak,
Dünya yeni bir çağın kapısında ki, apak!
Zamanda hareket, gönüllerde kıpırdanış,
Duyanlar duydu, duymayanınki bir aldanış..
Eridi kardan adamlar O’nun nefesiyle..
Ve dirildi ölü gönüller altın sesiyle.
Artık çark O’na râm ve önünde iki büklüm,
Gündüzler, alnının ziyasından bir tebessüm.
Gönüller "taht-ı revân", O ise bir Süleyman,
Her ululuk bir damla, O ise tam bir umman...
Yürüdü iki cihan atının terkisinde,
Yürüdü, son noktanın bir adım berisinde...
* *
Şimdi sırada tekmil çağın garipleri var,
"Hicret" deyip dökülmüş yollara O’nu arar.
Dolaşıp dururlar her koyda ayrı bir bahar.
Onların bağına dikenler eken gül toplar.
Onların hamurunu Kudret Eli yoğurur,
Onların bağında saksağan tâvus doğurur!
Onlar, varlığın gâye ölçüsünde nüktesi,
Dillerinde ötelerin güftesiz bestesi...
Felek, onların ikbaline boyun eğmekte,
Kader, geçecekleri yollara su serpmekte.
Allah tutkusuyla her zaman başları mahmûr,
İklimleri Cennet kokusuyla buhûr buhûr...
Cevap: Kırık mızrap 1 – 2
CİHAD RÛHU
Bir aşktı, bir tutkuydu rûhlarımızda cihad,
Sevdâyla kanatlandık çağlar ve çağlar boyu..
Duygularımız coşkun, gönüllerimiz âbâd,
Koştuk serhatlere her serhat bir ahret koyu...
Kur’ân yeminli gürül gürül atlarımızla,
Geçtik en aşılmaz tepeleri dolu dizgin;
Hülyâlardakine denk erişilmez bir hızla,
Vardık vuslat kapısına rûhlarımız gergin.
Yağdık yağmur gibi toprağı bâkir her yere,
Duygu duygu yeşerdik en münbit tepelerde;
Şehrâynler gibi tüllendi bizimle her yöre,
Tünerken dünya henüz karanlık gecelerde.
Yiğit nârası, at kişnemesi, nal sesiyle,
İnledi yer-gök, inledi yıllar ve asırlar;
Yüce mefkûremizin ışıktan bestesiyle,
Yankılandı dağlar, taşlar ve altın çayırlar...
Girmeden başka arzu, başka hayal araya,
Sînelerimizde şevk, şakaklarımızda ter;
Yolların açıldığı noktalarda ukbâya,
Erdik bir ölümsüzlüğe rûhlarla beraber.
Şimdi bu çerçevede bir gece kasveti var,
Bir hayli serince esiyor poyraz her yerde..
Ne çıkar, az ileride altın saçlı bahar,
Sarmış bütün ufku, tülleniyor perde perde.
Cevap: Kırık mızrap 1 – 2
IŞIK YOL
Dinmeyen his, sönmeyen heyecanla dopdolu,
Dolaşıp her yerde O’nu soluklamalısın!
Her zaman bir semâvî seyahate kurulu;
Aşıp mesafeleri O’na ulaşmalısın!
Ufuklar “gel gel” diyor, yıldızlar göz kırpıyor,
Ve panjurlar aralanıyor gibi öteden;
Dalga dalga gözlere güzellikler çarpıyor,
Bütün eşyâ bir büyüyle parıldıyor birden..
Işık yağıyor her yana, rûh nûrla boyanmış,
Hülyâ ebedin sihirli kemendinde tutsak;
Cezbin dirilten iksiriyle Hakk’a uyanmış,
Her lâhza ayrı bir vuslat neşvesi duyarak..
Nûrdan duyguları ve nûrdan kanatlarıyla,
Göğün sonsuzluğunda öteleri süzüyor;
Pişe pişe olgunlaşmış kanaatlarıyla,
Rûhların uçuştuğu iklimlerde geziyor.
Aklın gözlerinde tüllenen ışıkta O var;
Hisseder, en erilmezleri olduğu yerden..
Dolaşır vâdi vâdi her yerde O’nu arar,
Tıpkı ocaklar gibi tüter, yanar derinden.
Hiç durma koş süvarim, koş bu nûrlu ufukta!
Dolmuşken hazır gönlün ebedin sevdâsıyla..
Bu yolda ömür tüketenlere O son nokta,
Bırak oyalanmayı eşyânın rüyâsıyla..!
Cevap: Kırık mızrap 1 – 2
HÂTIRA
Nûrlu bir geceydi o eski zaman;
Hülyâlarımda füsunlu hâtıra,
Yağmur nağmeleriyle ara ara,
Boşalıyor gönlümdeki bahara
Uyaran yıldırımlarıyla her an.
Sînemde hep geçmişin mûsıkîsi,
Gürül gürül ve oldukça derinden;
Dalga dalga esen akislerinden,
Şehrâyinler gibi şen günlerinden
Rûhumda tınlayan Cennet bestesi.
Hâlâ taptaze o şi’rin gülleri,
Gülümseyen bir resim kadar sıcak;
Menekşeler gibi hep salkım saçak..
Ve düşlerdeki bahardan daha ak,
Her lâhzası ayrı bir haz günleri...
Güneşi asla batmayan bu dünyâ,
Her yerde ışıktan bir sürü izler..
İzlere yüz süren aydınlık yüzler,
Gerçi şimdilik sâkin ve sessizler,
Ama her rûhta hep o eski rüyâ..
Her ses huzûrla gürleyen bir şarkı,
Neş’eler tülleniyor hülyâlarda;
Yeniden gün döndüğü şu zamanda,
Devran gülde, lâlede, erguvanda,
Tıpkı mâzi gibi.. fark, sırf çağ farkı...
Dört bir yanda dünün soluğu, sesi,
Geceler bir sırlı doğumla gergin;
Duyup sezdiklerimizden de engin,
Geçmişin baharları gibi rengin,
Ufukta tül tül onun emâresi...
Cevap: Kırık mızrap 1 – 2
HAK DOSTU
Hak dostu ezelin komşusu, ebet yolcusu,
Azığı, asâsı, yolu Allah’a emanet.
Hep tecelli avlar, gönlünde ışıktan pusu,
Kemankeşi, yayı, oltası, ağı muhabbet...
Gözleri nergis gibi süzgün, çehresi apak,
Gönlünün kanatları meleklerinkine eş;
Sanki bir miraç şehsuvarı altında burak,
Nazarı ufuk ötesinde, rûhunda ateş.
Tıpkı bir mangal gibi derinliklerinde kor,
Duyguları bahar bulutları gibi yüklü;
Toprak kadar mahviyet içinde, ama vakur,
İçi dalga dalga ummanlardan da köpüklü...
Işıktan dünyasında madde-mânâ iç içe,
Beyan çeşmesinden "ledün" kevserleri akar;
Sûreti, uhrevîliğine ince bir peçe,
Bir gözü dünyaya, öbürü ukbâya bakar..
Hep bir çevgâna benzeyen boynunun halkası,
Sonsuza ulaşma azmiyle yay gibi gergin;
Kaynaya kaynaya buharlaşmadır sevdası,
Kendince zerre gönlü, semâlardan da engin...
Nazarı, meleklerin dolaştığı noktada,
İklimi, dudağı kurumuşların durağı..
Ve her zaman kervanlar konar-kalkar ard arda,
Hızır çeşmesine benzer büyülü otağı.
Gözlerinin içinde sihirli seslenişler,
Çevresinde âdeta bir uhrevî tenhalık;
Bu uhrevî koyda hep ümitli bekleyişler,
Burası Hakk’a bir kapı, kapı da aralık...
Gel sen de kır elindeki benlik kâsesini!
Yürü O’na açılan yolda son hadde kadar!
Duyacaksın her bucakta ezelin sesini..
Hep tüllensin ufkunda solmayan bin bir bahar...
Cevap: Kırık mızrap 1 – 2
YEŞEREN ÜMİTLER
Tül pembe artık o ümit dolu bekleyişler,
Perde araladı fecir, ufukta sabah var..
Bir ses ırmağı şimdi o içli seslenişler,
Tülleniyor sînelerde rengârenk bir bahar.
Sanki bir başka çerçeve gördüğümüz her yan,
Efsanelere denk köpürüyor güzellikler;
O Bilinmez’den tebessümler yağıyor ayân,
Zarif tepelerin belinde çiçekten kemer...
Hızır-İlyas yan yana ve yer göklere ufuk,
Çemenler rengini tâvus tüylerinden almış.
Şimdi sadece yarasaların boynu buruk..
Ve gece mahlûkları hayrette kalakalmış...
Gezdiğimiz yerlerde gizli hâtif sesleri,
Her taraf lâle dudağı gibi tebessümde.
Sarmış Cennet tutkusu hisleri, hevesleri,
Artık geceler geçmişe denk ayrı bir demde...
Kumru ve bülbül aynı koronun hânendesi,
Mesih’in diliyle Musa’nın eli yan yana;
Zirvelerde duyulan Sonsuz Nûr’un nefesi,
Irmaklar kavuşma çağında bir bir ummana...
Üstümüzde bulutlar, önümüzde selvilik..
Ve göklerin sırları kudsîlerle beraber.
Sonsuza uzayan yollarda hep bir mavilik,
Çekilen çile bu şehrâyin içinmiş meğer..!
Cevap: Kırık mızrap 1 – 2
IŞIK BELDE
Rengi, deseni, ışığı mâzi kıt’asından,
Tarih enginliğinde süren bir sırlı dünya;
Güneş gibi doğar karanlıklar arasından,
Büyülü maviliğiyle o füsûnkâr rüyâ...
Ufuklar şimdiden göklerle sarmaşır gibi,
Yol boyu yeşillik, ilerde sihirli bir yaz;
Belirir birdenbire o rûh ufku sır gibi,
Duyulur şanlı geçmişin sesi âvâz âvâz...
Geceler ne bilinmezlere kapı aralar,
Öteler duygulara açılır perde perde;
Gökler kandillerle köpürür ve pâr pâr parlar,
Duyulmazlar duyulur bu ışıklı şehirde.
Güneş sabaha yürür, doğar sihirli akşam,
Neş’e ve sevinçle tüllenir halvet demleri;
Yükselir ukbâ râyihaları buram buram,
Şimdiye kadar yükseldiğinden de ileri..
Bu şehirde renk, desen, nakış asla eskimez,
Mevsimler değişse de çiçekler hep salınır;
Burada renkler kış günü bile hazan bilmez,
Bu iklimde rûh kendini cennetlerde sanır..
İrem Bağları bu şehri görse utanç duyar,
Çiçeklerine öteden hep şebnemler iner..
Nergisi, yasemini etrafa koku yayar,
Saksağan bülbüle, dikenler de güle döner.
Her yanda buğu buğu ne güzellikler tüter!
Tıpkı şehrâyin gibi geçer her gün, her gece;
Dört bir yanda en taze sesli kumrular öter,
Yaşarsa insan, bu iklimde yaşar gönlünce...