Hâkimiyetin şe’ni ve muktezası istiklâliyet ve infiraddır ve gayrın müdahalesini reddir.
Printable View
Hâkimiyetin şe’ni ve muktezası istiklâliyet ve infiraddır ve gayrın müdahalesini reddir.
ALLAH razı olsun...
İşte, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm yemin ettiği vakit, en çok istimal ve tekrarla her zaman ferman ettiği
şu -1- وَالَّذِى نَفْسُ مُحَمَّدٍ بِيَدِهِkasemidir. Ve bu kasem gösteriyor ki, şecere-i kâinatın en geniş dairesi
ve en müntehâsı ve nihâyâtı ve teferruatı dahi Zât-ı Vâhid-i Ehad’in kudretiyle ve iradesiyledir.
1: “Muhammed’in hayatı kudret elinde olan Allah’a yemin olsun ki..
” Bu yeminin yalnız Buhari’de, on beş ayrı hadîste zikri geçmektedir.
bk. Tecrîd-i Sarîh Tercemesi Kılavuzu: s.180. Ayrıca bk. Müsned: 4:16.
Ramazan-ı Şerifteki orucun çok hikmetleri, hem Cenâb-ı Hakkın rububiyetine, hem insanın hayat-ı içtimaiyesine, hem hayat-ı şahsiyesine, hem nefsin terbiyesine, hem niam-ı İlâhiyenin şükrüne bakar hikmetleri var.
Kur’ân-ı Hakîm, nasıl ki şükrü netice-i hilkat gösteriyor. Öyle de, Kur’ân-ı kebîr olan şu kâinat dahi gösteriyor ki, netice-i hilkat-i âlemin en mühimi şükürdür.
Ramazan-ı Şerifteki orucun çok hikmetleri, hem Cenâb-ı Hakkın rububiyetine, hem insanın hayat-ı içtimaiyesine, hem hayat-ı şahsiyesine, hem nefsin terbiyesine, hem niam-ı İlâhiyenin şükrüne bakar hikmetleri var.
ALLAH razı olsun dias abi...
Cenâb-ı Hak, zemin yüzünü bir sofra-i nimet suretinde halk ettiği ve bütün envâ-ı nimeti o sofrada مِنْ حَيْثُ لاَ يَحْتَسِبُ -1 bir tarzda o sofraya dizdiği cihetle,kemal-i Rububiyetini ve Rahmaniyet ve Rahimiyetini o vaziyetle ifade ediyor.
1: “Umulmadık yerlerden.” Talâk Sûresi, 65:3.
İnsanın mahiyet-i câmiasında nakışları zâhir olan yetmişten ziyade esmâ vardır.
Meselâ, yaratılışından Sâni, Hâlık ismini
ve hüsn-ü takviminden Rahmân ve Rahîm isimlerini
ve hüsn-ü terbiyesinden Kerîm, Lâtif isimlerini,
ve hâkezâ,
bütün âzâ ve âlâtıyla, cihazat ve cevarihiyle,
letâif ve mâneviyâtıyla, havas ve hissiyatıyla
ayrı ayrı esmânın
ayrı ayrı nakışlarını gösteriyor.
Demek nasıl esmâda bir İsm-i Âzam var;
öyle de,
o esmânın nukuşunda dahi bir nakş-ı âzam var ki,
o da insandır.
Ey kendini insan bilen insan!
Kendini oku.
Yoksa hayvan ve câmid hükmünde insan olmak ihtimali var.
Ramazan-ı Şerifte ise, ehl-i iman, birden muntazam bir ordu hükmüne geçer.
Sultan-ı Ezelînin ziyafetine davet edilmiş bir surette, akşama yakın “Buyurunuz” emrini bekliyorlar gibi bir tavr-ı ubûdiyetkârâne göstermeleri, o şefkatli ve haşmetli ve külliyetli Rahmâniyete karşı, vüs’atli ve azametli ve intizamlı bir ubûdiyetle mukabele ediyorlar.
Acaba böyle ulvî ubûdiyete ve şeref-i keramete iştirak etmeyen insanlar, insan ismine lâyık mıdırlar?
Ramazan-ı Şerifteki oruç, hakikî ve hâlis, azametli ve umumî bir şükrün anahtarıdır.
iftar vaktinde, o kuru ekmek, bir mü’minin nazarında
çok kıymettar bir nimet-i İlâhiye olduğuna kuvve-i zâikası şehadet eder.
Padişahtan tâ en fukaraya kadar herkes,
Ramazan-ı Şerifte o nimetlerin kıymetlerini anlamakla
bir şükr-ü mânevîye mazhar olur..
Hem gündüzdeki yemekten memnûiyeti cihetiyle, “O nimetler benim mülküm değil. Ben bunların tenâvülünde hür değilim. Demek başkasının malıdır ve in’âmıdır; Onun emrini bekliyorum” diye, nimeti nimet bilir, bir şükr-ü mânevî eder.
İşte, bu suretle oruç çok cihetlerle hakikî vazife-i insaniye olan şükrün anahtarı hükmüne geçer.
Mektubat'tan 29. MEKTUP
teşekkürler dias abi bu güzel vacizeler için..
zenginler fukaranın acınacak acı hallerini ve açlıklarını, oruçtaki açlıkla tam hissedebilirler.
Eğer oruç olmazsa, nefisperest çok zenginler bulunabilir ki, açlık ve fakirlik ne kadar elîm ve onlar şefkate ne kadar muhtaç olduğunu idrak edemez.
Bu cihette insaniyetteki hemcinsine şefkat ise, şükr-ü hakikînin bir esasıdır.
Mektubat'tan 29. MEKTUP
Risale-i Nur, Kur’an’ın elinde bir elmas kılınç olup, küfür ve ilhada ve dinsizlik cereyanlarına karşı, mânevi bir atom bombası gibi bir mahiyet kazanıp, inkâr ve dâlalet cereyanlarına karşı mukabele etmektedir..............öyle değilmi..................
****************************** **************
****************************** **************
amin sizdende Allah razı olsun
****************************** **************
****************************** **************
****************************** **************
****************************** **************
Ramazan-ı Şerifte,
en zenginden en fakire kadar herkesin nefsi anlar ki,
kendisi mâlik değil, memlûktür; hür değil, abddir.
****************************** **************
****************************** **************
****************************** **************
****************************** **************
Ramazan-ı Şerifteki oruç, en gafillere ve mütemerridlere, zaafını ve aczini ve fakrını ihsas ediyor.
Ne derece merhamete ve şefkate muhtaç olduğunu derk eder.
Nefsin firavunluğunu bırakıp, kemâl-i acz ve fakr ile dergâh-ı İlâhiyeye ilticaya bir arzu hisseder ve bir şükr-ü mânevî eliyle rahmet kapısını çalmaya hazırlanır eğer gaflet kalbini bozmamışsa!
****************************** **************
****************************** **************
****************************** **************
****************************** **************
Kur’ân-ı Hakîm, madem şehr-i Ramazan’da nüzul etmiş.
Kur’ân’ı yeni nâzil oluyor gibi okumak ve dinlemek ve ondaki hitâbât-ı İlâhiyeyi güya geldiği ân-ı nüzulünde dinlemek ve o hitabı Resul-i Ekremden (a.s.m.) işitiyor gibi dinlemek, belki Hazret-i Cebrâil’den, belki Mütekellim-i Ezelîden dinliyor gibi bir kudsî hâlete mazhar olur.
****************************** **************
****************************** **************
****************************** **************
****************************** **************
Ramazan-ı Şerifte sevab-ı a’mâl, bire bindir. Kur’ân-ı Hakîmin, nass-ı hadisle, herbir harfinin on sevabı var; on hasene sayılır, on meyve-i Cennet getirir.
Ramazan-ı Şerifte herbir harfin on değil, bin; ve Âyetü’l-Kürsî gibi âyetlerin herbir harfi binler; ve Ramazan-ı Şerifin Cumalarında daha ziyadedir. Ve Leyle-i Kadirde otuz bin hasene sayılır.-6-Evet, herbir harfi otuz bin bâki meyveler veren Kur’ân-ı Hakîm, öyle bir nuranî şecere-i tûbâ hükmüne geçiyor ki, milyonlarla o bâki meyveleri Ramazan-ı Şerifte mü’minlere kazandırır. İşte, gel, bu kudsî, ebedî, kârlı ticarete bak, seyret ve düşün ki, bu hurufâtın kıymetini takdir etmeyenler ne derece hadsiz bir hasârette olduğunu anla.
****************************** **************
****************************** **************
****************************** **************
****************************** **************
Ramazan-ı Şerif,
bu fâni dünyada, fâni ömür içinde ve kısa bir hayatta,
bâki bir ömür ve uzun bir hayat-ı bâkiyeyi tazammun eder, kazandırır.
****************************** **************
****************************** **************
insan bu aleme ilim ve dua vasıtasıyla tekemmül etmek için gelmiştir. mahiyet ve istidad itibariyle her şey ilme bağlıdır. ve bütün ulum-u hakikiyenin esası ve madeni ve nuru ve ruhu, marifetullahtır. ve onun üssü'l-esası da iman-ı billahtır.
Nefis Rabbisini tanımak istemiyor; firavunâne kendi rububiyet istiyor.
Ne kadar azaplar çektirilse, o damar onda kalır.
Fakat açlıkla o damarı kırılır.
İşte, Ramazan-ı Şerifteki oruç, doğrudan doğruya nefsin firavunluk cephesine darbe vurur, kırar.
Aczini, zaafını, fakrını gösterir, abd olduğunu bildirir.
Hadisin rivayetlerinde vardır ki:
Cenâb-ı Hak nefse demiş ki: “Ben neyim, sen nesin?”
Nefis demiş: “Ben benim, Sen sensin.”
Azap vermiş, Cehenneme atmış, yine sormuş. Yine demiş: “Ene ene, ente ente.”
Hangi nevi azâbı vermiş, enâniyetten vazgeçmemiş.
Sonra açlıkla azap vermiş. Yani aç bırakmış. Yine sormuş: “Men ene? Ve mâ ente?”
Nefis demiş: اَنْتَ رَبِّى الرَّحِيمُ - وَاَنَا عَبْدُكَ الْعَاجْزُ
Yani, “Sen benim Rabb-i Rahîmimsin. Ben senin âciz bir abdinim.
"acaba sırf dünya için mi yaratılmışsın ki tüm vaktini ona harcıyorsun''
Hakiki ve elemsiz lezzet, yalnız imanda ve iman ile olabilir.
Tevhid
Tevhid, en ehemmiyetli ve en halavetli ve en yüksel bir vazife-i kudsiye ve bir fariza-i fıtriye ve bir ibadet-i imaniyedir.
İnsan bir yolcudur
Sen burada misafirsin. Ve buradan da diğer bir yere gideceksin. Misafir olan kimse, beraberce getiremediği birşeye kalbini bağlamaz. Bu menzilden ayrıldığın gibi, bu şehirden de çıkacaksın. Ve keza, bu fani dünyadan da çıkacaksın. Öyle ise aziz olarak çıkmaya çalış.
İnsan ve vazifesi
Kendini başıboş zannetme. Zira şu misafirhane-i dünyada nazar-ı hikmetle baksan; hiçbir şeyi gayesiz, nizamsız göremezsin. Nasıl sen nizamsız, gayesiz olabilirsin.
İnsan ebed için yaratılmıştır. Onun hakiki lezzetleri, ancak marifetullah, muhabbetullah, ilim gibi umur-u edebiyedir.
Dünya hayatı
Hayatın lezzetini, zevkini isterseniz hayatınızı imanla hayatlandırınız ve feraizle ziynetlendiriniz ve günahlardan çekinmekle muhafaza ediniz.
Gençlik
Sizdeki gençlik katiyen gidecek. Eğer siz daire-i meşruada kalmazsanız, o gençlik zayi olup başınıza hem dünyada, hem kabirde, hem ahirette kendi lezzetinden çok ziyade belalar ve elemler getirecek. Eğer terbiye-i İslamiye ile o gençlik nimetine karşı bir şükür olarak iffet ve namusluluk ve taatte sarf etseniz, o gençlik manen baki kalacak ve edebi bir gençlik kazanmasına vesile olacak.
Dünyada gençliğe muhabbet, yani ibadette gençlik kuvvetini sarf etmenin neticesi: dar-ı saadette edebi bir gençliktir.
Allah’a dayanmak
Ey insan! Eğer yalnız Ona abd olsan, bütün mahlukat üstünde bir mevki kazanırsın. Eğer ubudiyetten istinkaf etsen, aciz mahlukata zelil bir abd olursun.
Her kim kendisini Allah’a malederse, bütün eşya onun lehinde olur. Ve kim Allah’a mal olmasa, bütün eşya onun aleyhinde olur. Allah’a mal olmak ise, bütün eşyayı terk ve her şeyin Ondan olduğunu ve Ona rücu edeceğini bilmekle olur.
Allah’a hakiki abd olan, başkalarına abd olamaz.
Maden her yer misafirhanedir. Eğer misafirhane sahibinin rahmeti yar ise, herkes yardır, her yer yarar. Eğer yar değilse, her yer kalbe bardır ve herkes düşmandır.