-
Cevap: Kırık mızrap 1 – 2
AY YÜZLÜ
Ay yüzlüm, apaçık sözlüm rûhum Sana kurban;
Gönlüm Sana hayran!.
Nergis bakışlarının tesiri ne de yaman!
Sultânım el-amân..!
Bak sînemde bir ok var, derûnumda bir acı,
Sendedir ilâcı...
Ey varlığı nûr, dünyası sürûr, sözü Kur’ân!
Her derdime derman...
Pür âteşim bırakma beni hicranda zinhâr!
Rûhumda âh u zâr...
Hem mahzûn, hem de perişan dertlerle kıvrandım;
Kapına dayandım!
Bilmem başka kor, başka ateş, ben Sana yandım;
Seninle uyandım.
Ey dünyaya arştan gelen nûr, ey meh-i tâbân!
Aydınlattı ziyân...
Baktım şemâiline hep dîdârını andım;
Aşkınla kıvrandım.
Ey taptaze gül, kâkülü amber, saçı reyhan!
Câziben ne yaman!
Görmemiştir cihanda gözler Sen gibi dilber...
Güneşlerden enver...
Aç lütufla bağrını aç ki kıtmir kulundur!
Dergâhın uludur...
Deryâlara denk kereminden bir katre ihsân,
Ey gönlüme Sultân!
Lütfeyle ne olur bildiğim başka kapı yok!
Derdim herkesten çok.
-
Cevap: Kırık mızrap 1 – 2
SEN
Bakıp seni gören âşık,
Başka cemâli neylesin?
Dostluğuna eren sâdık,
Başka visâli neylesin?
Kulaklar duymuşsa sesin,
Duyar mı ağyâr nefesin!
Gönüllere Sultan Sensin,
Gayri âmâli neylesin?
Ağızlara şerbet-şeker,
Sînelerde adın eser,
Sevgini tatmışsa eğer,
Kaymağı-balı neylesin?
Gönül Seni sevmiş ise,
Varıp Sana ermiş ise,
Harimine girmiş ise,
Mâl u menâli neylesin?
Fakirler Seninle ganî,
Âcizlerin tek güveni,
Şevk ile ananlar Seni,
Derd ü melâli neylesin?
-
Cevap: Kırık mızrap 1 – 2
YASLI DUDAKLARDA
TEBESSÜM
Her an ayrı bir bahar yaşar gönül Seninle,
Yüzüne nûr saçtığın gökkubbenin altında..
Güneşlere taç giydiren o Kutlu Elinle,
Araladın sır kapılarını Hak katında..
Şimdi yeryüzü bir Cennet varlık harmanıyla;
Tekmil bezmine ermişlerin başları tutkun.
Dünkü şu köhne cihan dahi dört bir yanıyla,
Sunduğu kadehin sermesti olmuş Sonsuz’un...
Yaslı dudaklarda beliren tebessümlerden,
Artık göklerin dünyaya yöneldiği belli..
Meltemler esiyor amber kokulu günlerden;
Ay kadehini toprağın bağrına dökeli.
Gece çengilerinin işi darmadağınık,
Aklın dizginleri semânın eline geçti..
Sözü Başbuğlar Başbuğu söylüyor uyandık,
Sevinin; kasvet dolu bir devir daha geçti!
Çözülüp gitti bir bir önü-sonu olanlar;
Sonsuz’un boyasıyla boyananlarda huzûr..
Ölüm diyarında ölümsüzlüğü bulanlar,
İçlerinde aydınlık, çevrelerinde hep nûr.
Onların hiç solmayan baharları yanında,
Sönük bir masaldan farksızdır İrem Bağları..
Ve gidip sonsuzla bütünleşen rûhlarında,
Tekmil duyar ve yaşarlar aydınlık çağları.
Eskiyen eskiyip gitti söz eskimeyende,
Ölenlere merasim, kalanlara tâziye..
Kaptırdı artık ilhad boynunu bir kemende,
Muştular geleceğe, selâm şanlı mâziye!
-
Cevap: Kırık mızrap 1 – 2
MÜNÂCÂT (*)
Yâreli dilim zahmine bir çâre İlâhi!.
Aç kapını lütfet bu günahkâre İlâhi!
Yüzler süreyim eşiğine kovma ne olur!
Yeter artık dolaştığım âvâre İlâhi!
Yıllarca bâb-ı kereminde inleyip durdum;
Âh u efgânım hicrâna emâre İlâhi!
Gerçi isyanla âlûde yaşadım çok zaman,
Kıl keremler ne olur bu nâçâre İlâhi!
Yakma nâr-ı ağyâre yanayım ocağında,
Püryân-ı aşk olup erem şikâre İlâhi!
Dağlar kadar isyanla son kez geldi kapına,
Arza hâcet mi var tam bir bîçâre İlâhi!
Kıtmire lütfet dursun artık efgân u zârı;
Varsın her cilvesi binşevk Settâr’e İlâhi!..
(*) Çocukluk dönemine ait hüzünlü bir hâtıra ile yazılmıştı...
-
Cevap: Kırık mızrap 1 – 2
EY NEBÎ – 1
Hicranla yandı gönlüm hâlimi sormaz mısın?
Dil ucuyla olsun melâlimi sormaz mısın?
Bilmem ki yoksa, dost vefâsından şüphen mi var..!
Lütfedip bir kere hayâlimi sormaz mısın?
Dostlara ülfet yağdı, bize iltifat yok mu?
Kebap oldu sînem âhıma itimat yok mu?
Yüz sürüp izine bekledim bilmem kaç eyyâm.!
Yoksa bende Senin sevgine istidat yok mu..?
-
Cevap: Kırık mızrap 1 – 2
RAVZA
Gördüğüm günden beri ey gül-i rânâ seni,
Gözlerim yollarda ol gözleri elâ seni..
İstemem kalsın artık gönlümde gül arzusu,
Ararım her yerde ey kâmet-i bâlâ seni.
Sarmıştı rûhumu köyünün amber kokusu,
Dolaştığım her yerde duymuştum cânâ seni..
Bahçenin içindeki yemyeşil fistanınla,
Gördüm güzeller arasında müstesnâ seni...
-
Cevap: Kırık mızrap 1 – 2
EY NEBÎ – 2
Gözlerim yolunu sînemdeki tepelerde,
Gönlümde belirdin de daldım kaldığım yerde;
Hayalin ağarırken rûhumda perde perde,
Gözlerim yolunu sînemdeki tepelerde...
Sen, o ışıktan ikliminle en tatlı rüyâ,
Sen, mor, pembe renklerle rûhumu saran hülyâ..
Kararır, Seni duyup Seni görmezsem dünyâ,
Dostlarınla elele gezdiğin tepelerde...
-
Cevap: Kırık mızrap 1 – 2
ZÜMRÜT TEPELER
ZÜMRÜTTEN TEPELER
Yeryüzünü temâşâ mevsimi tam,
Zümrüt tepelere yaslanmış bahar.
Her yörede şenlik, her yanda bayram,
Buhur buhur sihirli râyihalar...
Canlılık taşıyor akan sulardan,
Nağmeler yükseliyor kuğulardan,
Vuslat arzusuyla yüksek dağlardan,
Çağıl çağıl denizlere ırmaklar...
Haliçeler gibi her yan rengârenk,
Âdeta bir hülyâ âlemi âhenk!
Ve rüyâlardaki Cennetlere denk,
Ovalar, obalar, altın çayırlar.
Göğe ser çekmiş ağaçlarda bin naz,
“Hû hû” nağmeleriyle âvâz âvâz;
Her saati ayrı bir telden niyaz,
Hür maviliğiyle mahmur sabahlar.
Hayatla tülleniyor su ve toprak,
Çiçeklerde tebessüm yaprak yaprak;
Neş’eyle dönüyor devreden bu çark,
Gamze çakıyor sevdâlı ufuklar.
Aşk u şevkin kaynaştığı bu yerde,
Vuslata açılır rûh perde perde;
Ayrı bir hazza erer her emelde,
Vicdanında her an Hakk’ı duyanlar.
-
Cevap: Kırık mızrap 1 – 2
BAHAR TÜRKÜSÜ
Mevsim gelince bir bakarsın nevbâhar olur;
“Gül açar, bülbül öter” her yer lâlezâr olur.
Binbir râyiha ile soluklanır çiçekler,
Sermest dolaşır bu iklimde kuşlar, böcekler...
Ağaçlar semâa kalkar, hep üfülder rüzgâr,
Rüzgâr nağmeleriyle her şey rakseder-oynar.
Ölümün ümitle gülümsediği bu yerde,
Bahar, Cennetin çehresinde ince bir perde.
Bu perdeyi aşan rûh Sonsuz’la bütünleşir,
Burada insan bütünüyle uhrevîleşir.
Artık çok sarp görünse de yollar ötelere,
Ne gam! Uçup giden rûhlar için Cennetlere...
Ufuklar daralsa, dünya sıksa da insanı,
Bambaşka genişlikler verir ona imanı.
Arayanlar bulur burada sonsuz sükûnu,
Anlar ancak inançla gerilen rûhlar bunu...
Bir başka türlü bâdeyle mahmurlaşan gözler,
Baharı seyreder hep Cennetlerde gezerler.
Ölürken de bunlar tohumlar gibi ölürler..
Sonra öteki baharda bir bir dirilirler...
-
Cevap: Kırık mızrap 1 – 2
BİZLER DE
DİRİLECEĞİZ
Bu ülke ki gâziler, şehitler diyârıdır,
Bütünüyle bize cedlerin armağanıdır.
Cennetleri andıran bağ ve bahçeleriyle,
Ovası, obası zümrütten tepeleriyle;
Muhteşem geçmişin değerli yâdigârıdır.
Nice firûze sütunlar üstünde kubbeler,
Dört bir yanda şâha kalkmış gibi minâreler;
Hiç eskimeyen bir mânâ ile hâlâ süzgün,
Gökte yıldızlarla mahyalaşan o şanlı dün
Ki sönük bir rüyâdır yanında efsâneler...
Ne şarklı İsfendiyâr, ne garbın İskender’i,
Hayal edememişti bu dünyayı hiçbiri...
Âlem henüz karanlıklar içinde yüzerken,
Ermiştik uhrevî aydınlıklara çok erken;
Seyrediyorduk hep bu dünyadan öteleri...
Şimdi hazana yenilmiş bu lâlezârda biz,
Ümit ve inkisârla yutkunuyoruz sessiz..
Hülyâlarımızda bir yeni şafaklar çağı,
Her gün bir kitap gibi okuyarak varlığı;
İhtimal ki bir gün bizler de dirileceğiz...
-
Cevap: Kırık mızrap 1 – 2
ÖTELER ÜZERİNDEKİ
KANAVİÇE
Zümrüt gibi yemyeşil tepelerin üstünde,
Neş’elerimizi gıcıklayan ses ve soluk;
Dört bir yanda Cennet çeşmeleri oluk oluk..
Sarıyor her an rûhları ayrı bir mutluluk
Ebedî vuslata açılan kapı önünde...
En sihirli renkleriyle gül, papatya, zambak,
Menekşe, yâsemin ve yapraklarda jâleler;
Mahmur bakışlarıyla sümbüller ve lâleler;
Renk-ışık arası gelip giden pervâneler,
Uçuşup cilveler çakıyorlar yaprak yaprak.
Güzelliklerin akıp gönlümü sarışında,
Pusular kurup bekleyen yanılmaz rehberim:
Duygular. Onlarla sezer onlarla severim;
Onlarla apayrı bir kâinat hissederim
Temâşâ ettiğim âlemin her karışında.
Rûhun sıçrayıp sonsuza açıldığı yerde,
Belirir hayalimde mânâlardan birer iz,
Gâipten gönlüme bir şeyler fısıldar sessiz,
Anlaşılmaz bir dille ki harfsiz, kelimesiz,
Sanki gök kapıları gıcırdar az ilerde...
Bu noktada durup varlığı dinlerken insan,
Gönlünde hep Sonsuz’un nağmelerini duyar;
Ovalar, obalar ve sahillerde her bahar,
Bir zamanlar yitirdiği Cennetleri arar;
Duygularında yan yana ümit ve de hicran...
Mecnun gibi rastgeldiği her şeyi kucaklar;
Otu, ağacı, taşı, toprağı, canlıları..
Ve hülyâlarındaki renkli hâtıraları,
Sonra bir bir aralanan tatlı rüyâları,
Bir ömür boyu teselli der onlarla yaşar.
-
Cevap: Kırık mızrap 1 – 2
GEÇMİŞİN ŞEVK
AKŞAMLARI
Yeni bir mevsim tülleniyor az ötelerde;
Geçmişin şevk akşamları gibi perde perde.
Her yanda üfül üfül amber kokulu rüzgâr
Kış ortasında âdeta sımsıcak bir bahar,
Bayıltan soluklarıyla karşı tepelerde...
Şanlı mâzinin o muhteşem günlerine denk,
Füsunlu Cennet güzellikleri hevenk hevenk.
Her çizgisinde rûhları büyüleyen mânâ;
Her bucakta güzellikler birbirinden rânâ
Zambaklar, papatyalar, karanfiller rengârenk.
Üst üste doğuşlarla her taraf ağarırken,
Ağardı rûhlarda değişik mânâlar derken,
Canlandıran bir büyü duyuldu kulaklarda,
Şevkin o sihirli şarkısıyla dudaklarda;
Açıldık kendi dünyamıza bir sabah erken.
Önümüzde sır âleminin en tenhâ koyu,
Hülyâ gibi gezinenlerle bir ömür boyu..
Süzülüp göklerin semâvî dalgıçlarıyla,
Soluk soluğa sonsuzun kırlangıçlarıyla,
Zevk ettik -bitmesin- bitmeyen derin tutkuyu...
Bir bu kadar hazza ömürler verilse değer,
Bilmemişiz imandaki Cennetleri meğer..!
Tutsak gibi, hicranlı tahayyüllerle gamlı,
Yaşamışız her günü birbirinden buhranlı..
Artık bir Cennet bahçesi gördüğümüz her yer.
-
Cevap: Kırık mızrap 1 – 2
ALTIN SAÇLI
BAHAR
Bu mevsim o kadar coşkun ki sular,
Çığlık çığlık vadi, dere inliyor.
Sular gibi köpürüyor duygular,
“Gel Sonsuz’a yelken açalım” diyor.
Nûr yağıyor, ışık sarmış her yanı,
Zaman artık sevinç, neş’e zamanı..
Beklemiştik mevsimlerce bu ânı,
Bir bir ölenler bir bir diriliyor...
Her yanda güzellik, her yanda âhenk,
Geçmişteki muhteşem günlere denk..
Ve bahçelerimizde hevenk hevenk,
Bir başka tatta meyveler eriyor...
Duygularla dolu esiyor rüzgâr,
Kabarıyor denizlerde dalgalar;
Enginlerde o altın saçlı bahar,
Bin bir renk ve desenle tülleniyor.
Ve yarınlar daha aydın olacak;
Dünya yeniden ışıkla dolacak..
Yıllanmış karanlıklar boğulacak,
Muştusu ULU DÎVÂN’dan geliyor.
-
Cevap: Kırık mızrap 1 – 2
BEKLENEN NEVBAHAR
Mevsim döndü birdenbire bahar oldu hazan,
Gül kokularıyla esiyor esince rüzgâr.
Sonsuzluğa doğru akıyor tül pembe zaman,
Az ötede muhteşem günün şehrâyini var...
Pas tutmuş gündüzler artık bir bir çözülüyor;
Kara-buza inat ufukta sımsıcak bir yaz..
Her yörede murat üveykleri süzülüyor,
Rüyâları masmavi, ufukları bembeyaz...
Keşke güneş batmasa, asla gece olmasa!.
Yollar eklense uç uca ötelere kadar!.
Karanlıklar bassa da, renklerimiz solmasa!
Bir daha yalnız kalmasa asırlık yalnızlar..!
Doğan renk renk sabah sürsün de asırlar boyu,
Yaşayalım hülyâlarımızı doya doya.!
Ve hazır ısınmışken karanlıkların suyu,
Dalmasın iradeler o öldüren uykuya...
Kızıllık yaslandı gurûba gayri zor işi,
Diyalektik içi külle dolu mangal gibi..
Devriliyor peş peşe bâtılın dördü beşi,
Nihayet göründü yalancı hülyânın dibi...
-
Cevap: Kırık mızrap 1 – 2
ŞAFAKLAR TÜLLENİRKEN
Gafletle gezen her rûh hicranla yanar-ağlar,
Bir bir göçerken dostlar hiç arkaya bakmadan;
Ölüm şarkılarıyla eser esince rüzgâr
Ve söndürür geçer, tek meş'ale bırakmadan...
Ne yoldaş ne dost var, yapayalnızdır yollarda,
Zulmet zulmet üstüne ufukları kararmış;
Hazanla dökülen yapraklar gibi ard arda,
Düşenler uçup gitmiş, kalanlar da sararmış.
Rikkatle bakınca hasreti sîneme doldu;
Dalgındı durduğu yerde, bakışları ürkek..
Bugünü-yarını andı, andı ve burkuldu;
Yaşamak bu ise tam kabir azabına denk...
Korkuyla kıvranır, telaşla etrafı gözler,
Zihni allak-bullak, kalbi hüzünle burkulu;
Doğduğuna bin pişman, ölüp gitmeyi özler,
Dokunsan ağlayacak, bahtsız, o kadar dolu.
* *
.. Ve uyanıyor artık yıllardır uyuyanlar,
Dünyaları tıpkı Cennetler gibi sımsıcak..
Sînelerinde göklerin sesini duyanlar,
Rûhları huzur içinde, ufukları apak.
Gel imanla kanatlan ve süzül enginlere;
Sakın rûhuna dar gelen eb'âda takılma!
Sendedir sığmayan sır göklere ve yerlere,
Yaraşmaz sana; göğe, yere sıkışıp kalma!.
Şahlan daha coşkun, daha canlı, daha gergin;
Bir hayat üfle etrafa rûhunun sesinden!
Artık meydanlar senin, dem senin, devran senin,
Haykır ve anlat mâzinin altın nefesinden...
Panjurlar açılmışken zümrütten tepelere,
Şafaklar pırıl pırıl ufukta tüllenirken;
Kalk ömrün ikbâlini duyur, duyur her yere!
En erken kalktığın gecelerden daha erken...
-
Cevap: Kırık mızrap 1 – 2
EL DEĞMEMİŞ
BAHAR
Göründü ufku şûh tepelerin, mor dağların,
Yüzerken uyuyanlar en derin uykularda;
Mor, pembe şafaklar tülleniyordu ard arda..
Kuğuların süzülüp gittiği gün sularda,
Duyduk ürperten soluklarını nevbaharın.
Bir mavi sükûn sarmıştı hülyâlarımızı,
Gökyüzü ümitle göz kırpıyordu uzaktan..
Tam yapayalnız kaldığımız an dayanaktan;
İnâyet, azimle bütünleştiği kuşaktan,
Mesajlar morartıyordu rüyâlarımızı.
Suyu gürül gürül çeşme coşmuştu yeniden,
Esiyordu her yörede ikbâl meltemleri.
Bir nûrlu neş'e sarıyordu hemen her yeri..
Ve ömrün gönlümce geçen en mutlu günleri,
Yaşanıyordu bir kere daha en derinden.
O zümrüt rengiyle el değmemiş taze bahar,
Tıpkı mâzinin deseni ve mâzinin rengi..
Bulmuştu millet yitirdiği eski mihengi,
Hasretle aradığı büyük kaybın tam dengi;
Firdevsî tepeler üstünde mor erguvanlar...
Şimdi rüzgâr esiyor, çemenler ürperiyor,
Hazana uğrayan yerlerde dipdiri güller.
Sûr sesi duymuş gibi diriliyor ölüler;
Bu hülyâlı mavilikte onlarla beraber,
Hicranla yanan sîneler vuslata eriyor..
-
Cevap: Kırık mızrap 1 – 2
KAMP GÜNLERİ
O hülyâlı günleri bizlerle yaşayanlar,
Cennet kokularının esip geldiği yerde.
Duydular Sonsuz’un bestelerini duyanlar,
Çelikten sadâlarla o sırlı tepelerde...
İnler hâlâ o yerler bir ulu velveleyle,
Tıpkı hasretmiş gibi o günkü gül yüzlere..
Şu ağaçlar, şu taşlar geliverseler dile,
Ne büyülü şeyler anlatacaklar bizlere...
Kuş cıvıltısı, yaprak sesi, insan âvâzı,
Geceleri yıldızlarla söyleşen sîneler..
Her yanda ayrı bir kalbi kırığın niyâzı;
O yeşil vâdi hâlâ bu nağmelerle inler...
Duâyla doğrulurdu başlar sabahlara dek,
Uyumamış gözlerde billûr billûr mânâlar..
Buradaki yakarış semâlardakine denk;
Yıllar geçse de gönlüm hep o günleri arar...
Akan çaya bakmış olsan ürperir ve dersin:
O şen bakışlar hâlâ gülümsüyor dibinde..
Hiç vakit fevt etmeden koşup sen de gidersin;
Gidersin, hemen olmasa da günün birinde...
-
Cevap: Kırık mızrap 1 – 2
GÖNÜLLERDE YEŞEREN
BAHAR
Gün dönüp her ufukta Sûr sesi duyulunca,
Fecrin ışık ordusu dört bir yana ulaştı.
Bin bir tedâiyle eski günleri anınca;
Hülyâlarım coştu, coştu ve bendini aştı.
Bir nûr tûfanıyla her yer ışığa büründü;
Ayrıldı birbirinden hak-bâtıl ve kara-ak.
Ağardı ufuk, altın saçlı bahar göründü,
Bütün yamaçlar gül, nergis, papatya ve zambak...
Yaslı dudaklar, lâle yanaklarına döndü..
Coştu bülbüller, nağmeleri her yanı sardı.
Hasretle yanan sînelerin hasreti söndü..
Bu bahar, gönüllerde yeşeren bir bahardı.
Gelin odasına benzeyen gül yuvasından,
Gözlerimize sihirli sürmeler çekildi.
Bu zebercet iklimin, suyundan, havasından,
Duygularımız coştu, gönüller deme geldi.
Aşkla yanan dudaklarda kevser kadehleri,
Cibril’in dolaşıp durduğu altın yollarda..
Varıp Cennete erenler ve daha ileri,
Sürprizler gördüler o Görünmez'den ard arda.
Kelebek kanadından renk almış ağaçlarda,
Çiçekler Cennet ıtırlarıyla burcu burcu.
Ebetle büyülü bu sihirli yamaçlarda,
Sonsuzla bütünleşir her şeyin diğer ucu...
Burada eşyâ bir başka nazla yatar-kalkar,
Burada bahar çemenleri selâmlar gezer;
Burada ırmaklar köpürür "Hû" deyip akar;
Burada Firdevsî renklerle tüllenir her yer.
Burada her gün bülbüller öter, güller açar,
Gonca gamzeler çakar, gamze yürekler deler..
Renkler dalga dalga gözlere güzellik saçar,
Bir gün burada Hızır seccâde sermiş meğer...
-
Cevap: Kırık mızrap 1 – 2
GÖK KUŞAĞI
Gök mavi, yer yeşil, bambaşka renkler,
Her ufukta ayrı bir gök kuşağı;
Renk-ışık içinde duruyor insan...
Takdirle bakıyor ona melekler,
Yüzü yerde gönlü Hakk’ın otağı;
Ona gökler dâvetiyesi iman...
Topraktan-balçıktan bir yüce cevher,
Sonsuzu gösteren o eşsiz ayna;
Verâlara dönük derin ve parlak...
Haydi gayret et, sen de özüne er!
Bütünleş rûhunla, rûhunla kayna!
Biraz inleyip biraz ağlayarak...
Tıpkı filizler gibi yavaş yavaş,
Hep onu takip et erinceye dek..
Kök toprakta ama, gözler ışıkta...
Gökte başlamıştı bu sırlı savaş,
Kıyamete kadar devam edecek..
Hiç durma! Geril, koş zafer ufukta..!
-
Cevap: Kırık mızrap 1 – 2
MÜŞÂHEDE
Şimşekler çakıyor hep ve damla damla semâ,
Çiçeklerin gözlerinde sihirli jâleler.
Bir hülyâ maviliğinde dağ-taş, ova-oba,
Renk, ışık arası gelip giden pervâneler.
Her yanda bir büyüyle süzülüp uçan kuşlar..
Coştum bir esrarlı melodiyle O’nu andım;
Üstte gök kuşağı, altında sevdâlı başlar,
Gözlerim kamaştı kendimi Cennette sandım.
Bir şevk u târâb içindeydi baktım hilkate,
Yâ Rab çoklar hâlâ bu muammâdan habersiz.!
Dost’la baş başayken salmış kendini firkate,
Tut beni sımsıkı Dost; tut ki, edemem Sensiz..!
-
Cevap: Kırık mızrap 1 – 2
GÖLGELER
DÜNYA
Burada hiç kimse durucu değil,
Hepimiz dünyadan göçmeye geldik.
Kör olan bu işi görücü değil,
İyiyi kötüden seçmeye geldik.
Pazarcılar gibi alış-verişle,
Hem bağ tımarı hem meyve derişle,
Az bir sıkıntı, biraz bekleyişle,
Bir çetin köprüyü geçmeye geldik.
Gelmedik buraya boş dâvâ için,
Encâmı karanlık bir kavga için,
Dünyalara ait bir sevdâ için,
Bizler âb-ı hayat içmeye geldik.
Kehf ashâbı gibi mağaralarda,
O en Kutlu ile mübârek GÂR'da,
Henüz ölüp gömülmeden mezarda,
Bitmeyen çileyi çekmeye geldik.
Niceler düştüler dünya ağına,
Vuruldular bahçesine-bağına,
Anlarlar varınca son durağına,
Bizler bu dünyayı ekmeye geldik...
-
Cevap: Kırık mızrap 1 – 2
HİÇ
–Yûnus'un rûhuna–
Gönül Seni bulmuş ise,
Başkasını anar mı hiç!
Ateşine yanmış ise,
Başka nâra yanar mı hiç!
Seni bulanlar bulmuştur,
Akıp akıp durulmuştur,
Ârif Seninle doymuştur,
Başkasıyla kanar mı hiç!
Var eden Sensin cihânı,
Varlığın canların cânı;
Bulanlar Sende ummânı,
Başka göle dalar mı hiç!
Adı her yanda okunan,
Sînede dertlere derman,
Gönülden O'na inanan,
Başkasın Rab sanar mı hiç!
Cemâline hayran kalan,
O’na rûhun fedâ kılan,
Her zaman O’nunla olan,
Başka bala banar mı hiç!
O'nu görüp O'nu bilmiş,
Koşup koşup O’na ermiş,
Kapısında göğüs germiş,
Başkasını sorar mı hiç!
-
Cevap: Kırık mızrap 1 – 2
GÜMÜŞ TENLİ DÜNYA
Gördümdü o gümüş tenli dünyâyı,
Kapı kapı hakîkatı ararken;
Sonunda ötesindeki mânâyı,
Buldum bulanlarla bir sabah erken...
Artık gözlerimde tüllenen eşyâ,
Tıpkı bir kitaptı ışıktan, renkten;
Bu bildiğim arz, o göz kırpan semâ,
Bir güzel endamla belirdi yekten;
Nergis gibi o mahmur bakışıyla,
Gönlüme sihirli kementler saldı..
Durup durup gamzeler çakışıyla,
Bir anda aklımı başımdan aldı.
Üslûbunda büyüleyen bir edâ,
Kulaklara çarpan, Cennet şarkısı;
Nağmelerinde sihirli bir sadâ,
Rûhlara ninni kevser çağıltısı...
Sevdâyla yatar, sevdâyla kalkarlar,
Bu iklimde hayata uyananlar;
Yüzlerinde sönmeyen ışık pâr pâr,
Yaz-kış, onlara her zaman nevbahar..
Nağmeler salarlar gelip geçerken,
Zümrüt hülyâların altın sesinden;
Şevk ü târâbla coşarlar ve derken,
İlhamlar duyarlar Hak nefesinden...
Her yanı Cennet kesilmiş sanırlar,
Haz duyarlar ebetler kadar derin;
Binlerce yıl ve binlerce asırlar..
Bu talihli bendeleri kaderin..!
Tenezzühe çıktıkları her yerde,
Mahmurdurlar varlığın büyüsüyle,
Mûsıkîler dinlerler perde perde,
Bestesiz, güftesiz Itrî sesiyle...
-
Cevap: Kırık mızrap 1 – 2
VAR OLMA SEVİNCİ
Var olmayı duymak bizce en büyük mutluluk,
Ölmezliğe, solmazlığa erdik bu imanla...
Hasretle yanan sînelerin hasreti yokluk,
Geçmiş gidiyor en mesut anları hicranla...
Bin bir kaosun kol gezdiği iklimlerinde,
Ne bir şafak ağarır ne de bir güneş doğar.
Üst üste kaos yaşanır hemen her perdede,
Yeis nâralar atar, zulmet ışığı boğar...
Varlık acı bir hülyâ, ölüm korkulu rüyâ;
Bütün bir hayat boyu düşer, kalkar, sürünür..
Ve dört bir yanıyla cehennem kesilen dünya,
Ölüm soluklar ve gayyâlar gibi görünür.
Ötelere açık bizim sînelerimizde,
Ne tipi-boran duyulur, ne de hazan ağlar.
Zamanın kesiksizleştiği uhrevî yüzde,
Her an ayrı bir bahar olur neş'eler çağlar...
Gurûplar, vuslat perdesini aralar geçer;
Şafaklar toyla-düğünle ağarır her gece..
Rûh bu hülyâlarla en sezilmezleri sezer;
Çözülür, çözülmeyen o bir yığın bilmece...
Duygular köpürdükçe yollar inişe döner,
İnsan kanatlanır yürür tepelere inat;
Her dönemeçte pırıl pırıl ayrı bir fener,
Sönmeyen ışık kaynağından ki, odur murat...
-
Cevap: Kırık mızrap 1 – 2
YOLLARI VE
YOLUMUZ
Pür heyecan yollarda
Ümit, korku ard arda
Koşuyoruz durmadan
Bir lâhza ayrılmadan
Rengârenk hülyâlarla
Billûrdan rüyâlarla...
İnançla gerilerek
Kabre girinceye dek
Azmettik dönmemeye
Dönmektense ölmeye!
Dünyayı terk ederek
Ukbâdan vazgeçerek
Acz u fakr kanadıyla
Cana can Hak yâdıyla
Şevke açık sîneler
Bizler o talihliler...
* *
Yığınlar sürünüyor
Düşe-kalka yürüyor
Başsız gövdeler hepsi
Ne fikri var ne hissi
Şeytanı çok, meleksiz
İlhamları nesepsiz
Düşünce, düşürüyor
Hep boşluğa sürüyor
Sînesinde yok iman
Bilgisi sırf bir gümân
Akla takılıp kalmış
Mantığıyla aldanmış...
İç âlemi sis-duman
Zannınca koca umman
Bir damlada boğulmuş
Yürümeden yorulmuş...
* *
Senin hâlin bir ihsan
Yolun hak yolu inan
Eğil rûhunu dinle
Yer-gök bütün seninle
İftiharda beraber
Haber veren peygamber...
Bak şu aydınlık yola
Nûrlularla kol kola
Hep kendi kendimize
Yollar uzuyor öze...
Yer yer tozuyor yollar
Yollarda sâdık kullar
Korksalar da azıcık
Ümit kapısı açık
Düşer yine kalkarlar
Kalkar O'nu ararlar...
Bir yerde karışıklık
Olsa, gelir bir ışık
Karanlığı delerek
Teessüs eder âhenk...
-
Cevap: Kırık mızrap 1 – 2
TATLI
RÜYÂLAR
Bir akşam üstüydü geçmişteki bahçelerde,
Vedâ ediyordu hasretle güller hayata..
Küskündü çemenler ve çemenzâr kâinata;
Kapanıyordu her yanda ziyâ perde perde..
Serince bir poyraz esiyordu bahçelerde...
Tasa bürümüştü bütünüyle çiçekleri,
Tülleniyordu bayrak gibi kasvetin tülü;
Kışa dâvetiyeler vardı, bahar örtülü;
Sihirli türküleriyle aldatan bir peri,
Aldatmıştı birer birer bütün çiçekleri...
Uğulduyordu acı acı her yanda rüzgâr,
Hazanla buruktu papatyalar, karanfiller..
İrem Bağlarına denk o sihirli bahçeler;
Kalmamıştı bahçelerde tılsımlı lâleler,
Hep kâbus gibi esiyordu esince rüzgâr...
Kuğular, yaslı yaslı yüzüyordu sularda,
Çaylar sisle örtülmüş ve sis de dinmiyordu;
Kıyıda altın sesli kuşlar gezinmiyordu..
Hüzünlü ağıtlar “tın, tın” inlerken koylarda,
Bir ürperten yankı yükseliyordu sularda.
Geceler başıboş ve derinleşen saatler,
Çılgıncaydı o esnada karanlığın hızı,
Bitevî yarasaların keyfi gül kırmızı..
Ve derin hicranlarla kıvranıyordum yer yer,
Aczimize göklerin açıldığı saatler.
* *
Derken sabâ esmeye başladı bir aralık,
Diriliş kokusu geliyordu ötelerden:
Bir zaman güneşlerin kol gezdiği yerlerden;
Yırtılıyordu artık perde perde karanlık..
Ve gök kapılarında mübârek bir aralık...
Aralıktan rûhlarımıza doğan rüyâlar,
Mesajlarla rengârenkti mutlu gelecekten..
Neler bekledikse şimdiye kadar felekten,
Yoldaydı.. bir bir gerçekleşiyordu hülyâlar
Hicran dönemimizdeki en tatlı rüyâlar...
-
Cevap: Kırık mızrap 1 – 2
BENİM RABB’İM
Benim Rabb’im benim Rabb’im;
Senden başka yoktur Rabb’im!
Dostluğunda vefa gördüm;
Senin vefan çoktur Rabb’im!
Kapında bendeler Senin,
Muradı Sensin cümlenin;
Aradan kaldır hicâbı,
Görsünler cemâlin Rabb’im.
Mârûfsun, bilinmez Zât’ın,
Her şeyi kaplamış tahtın;
Görenler görmüştür Seni,
Gözsüzlere pinhân Rabb’im!
Bildim diyenler aldandı,
Bilmeyenler nâra yandı;
Gönlümde kenzen bilindin;
Âşıklara Sübhân Rabb’im!
Rûhlara ışıktır adın,
Meclislere huzûr yâdın,
Âriflerin son durağı,
Dertlilere derman Rabb’im!
Cürmüm pek çok, yok tâatim,
Belki yaklaştı saatim,
Etmezsen inâyet eğer,
Kimden ola gufran Rabb’im!..
-
Cevap: Kırık mızrap 1 – 2
FENÂ VE BEKÂ
Dünyayı bir Cennet saydı sayanlar,
Düştü arkasına hep aldananlar;
Dahası takılıp yolda kalanlar..
Ziyan olup, heder olup gittiler.
Tasa olup, keder olup gittiler.
Bir uzun yol, menzile zor erilir,
Erenler hep gerildikçe gerilir..
Bilmez herkes yola nasıl girilir?.
Dere olur, yokuş olur, zâr olur,
Tipi olur, boran olur, kar olur.
Emeller âdeta kuyu içinde,
Erilmez vâdinin suyu içinde;
Varılmaz sâhilin koyu içinde...
Hem hicran hem yeis, her şey çok hissiz,
Yol uzun, mesafeler merhametsiz.
Dünya bir fırıldak pek çok köşeli,
Her yanında inci-mercan döşeli,
İnsanoğlu bu tuzağa düşeli;
Dermansız ve alil, mahkûm ve sefil,
Şeytanın ağında, şeytanlar delil.
Duruş aldatıcı, görünüş yalan,
Gelen çok ise de yok hiçbir kalan.
Gafillere plân üstüne plân..
Sezip aldanmayan kullar nerede..?
Ve, Hakk'a götüren yollar nerede..?
* *
İzler var yollarda, izler silinmez,
Nûrla yürümüş bir Ulu bilinmez;
Herkes elenip gider O elenmez;
Sonsuzluk yolunda tek kudsî rehber,
Zirvelere ermiş Yüce Peygamber.
Işık ordusunun biricik nûru,
Garip rûhların neş’esi, sürûru,
Sığınanların aşılmayan sûru..
O’na dayananlar şâd olur-gider,
Ebetlere kadar yâd olur-gider.
Kulluğunla fahre erdik Sultanım!
Işığınla yola girdik Sultanım!
Sayende sevdik, sevildik Sultanım!
Sensiz yol aşılmaz, kervan yürümez!
Sensiz mahşer olmaz, kimse dirilmez!
-
Cevap: Kırık mızrap 1 – 2
VUSLAT
Anlar hayatın zevkini Dost’la yaşayanlar,
Her an ayrı bir derinlikle O’nu duyanlar.
Tüllenir rüyâlarında sihirli bir sükûn,
Bilmezler geceyi-gündüzü sanki hep meftûn.
Her mevsim bir bahar, her ses bülbül nağmesidir,
Bu tatlı rüyâda her yer Cennet bahçesidir.
Yamaçları kar-kış bilmez, rengârenk çiçekler,
Yapraklarda cilve çakar ötüşür böcekler.
Bu bitmeyen koroda başka şey işitilmez;
Burada güller solmaz, bu bahçe hazan bilmez.
Gökler pırıl pırıl, o sonsuz ilmin hecesi,
Sevdâlı hülyâların büyülü bilmecesi.
İnsan bir kez bu ışık ikliminde yaşasa,
Ve Sonsuz’un meltemleri de rûhunu sarsa;
Sermest olur, o bilinmezin râyihasiyle,
Coşar ve nâra atar elinde kâsesiyle.
Hiç kanmayan meykeşler gibi içtikçe içer,
Rûhunu saran mânâ ile kendinden geçer...
Duyduğu her yeni hazla bir başka hâl alır;
Kalırsa insan bu zevk için dünyada kalır.
Şevk onu coşturduğu demlerle tâ öteden,
Cennetlere erer başı bulunduğu yerden.
-
Cevap: Kırık mızrap 1 – 2
HİCRAN
UYANDIĞIM ŞAFAK
Uyandığımda ilk şafak, kar-kış başımdaydı,
Derken sabâ etrafa bahar muştusu yaydı.
Hicran demine denk bir lezzet çağı açıldı,
Ümit dünyama rengârenk ışıklar saçıldı.
Gönlüm şahlanıp, rûhum büyülendi bu hazla,
Eğildim benliğimi saran hiss-i niyazla. (1)
Fecir karanlığın önünde ilerliyordu,
Yâkûb’a Yûsuf’unun kokusu geliyordu...
Bir başka çark ediyordu talihime felek,
Ufkumda Leylâ ümidi Mecnûn’unkine denk...
Hayat fışkırıyordu, hava, su ve topraktan;
Kurtuluyorduk artık milletçe yok olmaktan...
Sımsıcak günlerin râyihasıyla yeniden,
Şahlandı vatan ve vatan evlâdı derinden.
Artık güller, çiçekler, çemenlerle beraber,
Vardı o kutlu doğuştan bir sihirli haber...
Bu lâtif bahar örtüsü altında ölüler,
Şâd oldu.. şâd oldu gökler, yerler ve öteler.
(1) Cenâb-ı Hakk’a duâ arzusuyla.
-
Cevap: Kırık mızrap 1 – 2
RÛHUMUN EMELİ
Ufkum açılıp da düşüncem çıkınca düze,
Neler hissettim âhenkle gelince yüz yüze.!
Rengârenk her yan, tüllenen mânâ buğu buğu,
Bir tomurcuk açar gibi var olmaya doğru...
Her perdede ayrı bir visal, ayrı bir huzûr;
Vicdandaki irfanla bakınca her taraf nûr...
İç içe güzellik her köşe, iç içe mânâ,
Duruyor karşımda tabiat bir gül-i ranâ,
Sesler, renkler, buutlar.. bu ne müthiş hendese!
Vuruldum kâinat mûsıkîsindeki sese...
Gökler ayrı bir kanaviçe.. ve ötesinde,
Kudret; inse, cinne bir şey anlatma kasdinde.
Yer cıvıl cıvıl; insan, hayvan, ağaç ve toprak..
Semâ başlar üstünde bir kitap; yaprak yaprak...
Yüz yüze iki levha birbirine bakıyor,
Yıldızlar bizlere dâvet gamzesi çakıyor.
O’na dâvet, sonsuza dâvet bütün soluklar,
Her köşeye nûrlar taşıyor nûrdan oluklar.
Senden ey Yüce Mevlâ, Senden bütün bu işler!
Senden, ey bencil nefsim, senden bütün teşvişler!
Ey Rab! Seni bilmemek hasret, yakınlık ateş;
Sînelerde yanan kor ocaklardakine eş...
Hele aşkın, hele aşkın.. aşkın tam bir Cennet!
Aşkınla dirilmeme ne olur inâyet et!
Esmâ ve sıfâtın her biri sır üstüne sır,
Sırların da ancak kapıkullarına hazır...
Sultanlık işim mi! Ben bir kulağı küpeli,
Kabul et, budur İlâhi rûhumun emeli..!
-
Cevap: Kırık mızrap 1 – 2
BÜLBÜLÜN ÇIĞLIĞI
Bülbül hep kuytu bahçelerde öter,
Çiçeklerin raksettiği demlerde...
Her nağmesi bir poyraz olur eser,
Gariplerin dolaştığı yerlerde..
Feryâdı sînemdeki âhlara denk..
Ve bayırlarda çığlık çığlık sesi;
Dövünür tâ güneş doğuncaya dek,
Alevden demetler tıpkı nefesi...
El değmedik ağaçların başında,
Bir ömür boyu hiç durmadan inler;
Hüzün çağlar gözlerinin yaşında,
Kim görür, kim anlar ve kimler dinler!?
-
Cevap: Kırık mızrap 1 – 2
ÖTELER İŞTİYÂKI
Esip sarınca rûhları dört bir yandan hazan,
Yalnızlık ayrı bir dert, ülfet ayrı bir çile..
Göçmeye hazırlık var, sînelerde hafakan;
Vedâlaşma zamanı bundan böyle hepsiyle...
Dünya denen bu ise, tam ifritten bir azap,
Gönüllerde burkuntu, dimağlarda bir sancı.
Artık yaşamak dert, onu duymaksa ızdırap,
Bilmem nasıl geçecek hiç dinmeyen bu acı..?
Yetiş ey Ebedî Dost, yetiş ki pek bunaldım!
Kılıcım kesmez oldu, terkeşimde tek ok var;
Aşılmaz bu tepeler Sen olmadan, inandım..
Ve inanç kuşağında yâr oldu bana ağyâr...
En tatlı hülyâlarla koşayım yollarında,
Anladım Senden gayri her şey aldatan serab!
Noktalansın bu hayat ölümün kollarında,
Değil mi ki Seni buldum.. buldum Seni ey Râb!
Yaşayıp doydum artık, doyulmayan dünyadan,
İsterse hemen bitsin şu bitmeyen sonbahar;
Fırlasın bu son okum, fırlayıp çıksın yaydan,
Kanıma bedel olsun bakışı şehlâ şikâr...
-
Cevap: Kırık mızrap 1 – 2
GÖZLERİMDE KAN
İçimde ızdırap, gözümde damla damla kan,
Sultânım el-amân!
Ey rûhumu saran gizli dertlere nigehbân,
Lütfeyle bir derman!
Hakkım diyemem ama, affıma ferman yok mu?
Yoksa cürmüm çok mu..?
Boynu tasmalı bir kulum kapında her zaman,
Rûhum Sana kurban..!
Bir kere nazar kılmaz mısın ciğerim kebâp?
Yıllardır bu azap...
Sen ehl-i keremsin, sun ihsan üstüne ihsan!
Ey derdime derman!
Tabîbim, derde dermanımsın; perişan hâlim..!
Kalmadı mecâlim...
Bırakma ne olur, âteş-i hasrette nâlân!
Gözlerim çağlayan...
-
Cevap: Kırık mızrap 1 – 2
KIŞ GECELERİ
Kış gecelerinde oturmuş düşünüyorum,
Ard arda inanç ve ümit, sarsıntı ve kaos.
Kış gecelerinde terliyor ve üşüyorum,
Hülyâlarda sallantı ve rüyâlarda kâbus...
Bülbüllerde sessizlik, çiçeklerde bekleyiş,
Sevinç-hüzün iç içe; gönlümün itiyâdı...
Ekseriya tetikte, ara sıra tekleyiş;
Bahar nâraları yanında, hazan feryâdı.
Bazen mûsıkî gibi tatlı esiyor rüzgâr,
Fıkırdıyor her şey; kuş, böcek, ağaç ve yaprak;
Bazen serin bir poyrazla sarsılıyor bahar,
Yeisle geriniyor dere, tepe, taş, toprak...
Soluyor gül çehrelerinde güzellik renk renk,
Azmin şakaklarında eski günlerin teri;
Gurbet tütüyor her yanda, sarsılıyor âhenk,
Bir ürperten belirsizlik kaplıyor her yeri!
Zirvelerde sis ve duman, ovalarda güneş,
İç içe esiyor her yerde bora ve meltem;
Düşen rahmet damlaları, çılgın sellere eş,
Zıtların bayramı, zifafta sevinç ve mâtem...
-
Cevap: Kırık mızrap 1 – 2
IZDIRAP İNSANI
Mumlar gibi titrer ve sızlar sînesi zâr zâr,
Gezinir şafakların ağardığı dağlarda.
Kendi Cennette olsa da rûhunda mağmalar,
Hep hülyâlarıyla dolaşır mutlu çağlarda...
Ufku tıpkı ormansız dağlar gibi simsiyah,
Simsiyahtır bütün mor tepeler, şûh adalar,
Hazanlarla sarsılırken sînesi her sabah..
Rûhunu döve döve hep delinir havanlar.
Kalbi kuşlar gibi ürkek, gözleri hummâlı;
Tokmak sedâsı verir rûhunda hâdiseler.
Her gece saatle savaşır, her gün hülyâlı,
Her zaman ızdırap türküleri söyler-gezer.
Yer yer ümitle coşar, içinde sırlı bir haz,
Başı fânileri Sonsuz’dan ayıran yerde;
Haykırınca polattan sesiyle âvâz âvâz,
Ra'şeler uyarır gönüllerde perde perde...
Sevdâyla sızlar sızlarken en kuytu yerlerde,
İnler-dolaşır dâim, inler onunla yollar;
Her gün bir şikâr peşinde, her gün bir siperde,
Ufukların ağaracağı mevsimi kollar...
Bazen vefâ hiç ses vermez, her şey lâl kesilir..
Ve rûhuna saplanır kan kırmızı tırnaklar;
Bazen burcu burcu bahar kokuları gelir;
Bakarsın bin râyihayla ninni söyler rüzgâr...
-
Cevap: Kırık mızrap 1 – 2
HİCRAN VE ÜMİT
Yine hicran dolu günleri andım,
Yıllar gözyaşına karışıp gitmiş.
Ürperdim ve yerimde kalakaldım,
Dostlar düşmanlarla barışıp gitmiş.
Yüzerken millet derin uykularda,
Kaybolup gitti değerler ard arda...
Kan-ter var mâzinin şakaklarında,
Demir bukağılar ayaklarında;
Acı bir tebessüm dudaklarında;
Ne kızıl bir rûhla çarpışıp gitmiş...
Ufukta hâlâ yer yer karanlıklar;
Gecenin arkasında gündüzler var...
Hazan esmiş, bütün bağlar bozulmuş,
Sararmış yapraklar, çiçekler solmuş,
Yiğit ölmüş, küheylânı yorulmuş,
Koca bir ifritle savaşıp gitmiş.
Şimdi dolaşsa da çok uzaklarda,
Bekliyoruz hülyâlı şafaklarda...
Bir zamanlar parıldayan o tâçlar,
Tâcdârlara sîne açan yamaçlar;
Altın yamaçlarda zümrüt ağaçlar,
Hicran kervanına ulaşıp gitmiş.
Kıvılcım var, o ürperten sönüşten,
Kıvılcımda mesajlar var dönüşten...
-
Cevap: Kırık mızrap 1 – 2
BÜLBÜL ÖTMESİN
Yok artık işim güller, çemenler, lâlelerle,
Aynı görüyorum karanfili yâseminle...
Duyduğumdan beri râyihasını sonsuzun,
Bir dünya ki, ölümle sona ermez; upuzun...
Kalmadı gözümde ne renk ne ziyâ sevdâsı,
Yeryüzünün ak zambakları, mor papatyası.
İsterse hiç açmasın tepelerde çiçekler,
Uçuşup, çiçeklerle oynaşmasın böcekler..
Ötmesin hiç bülbüller, uçmasın kelebekler,
Şimdi rûhum renkler ötesi bir şeyler bekler.
Gönlümde ağaran o kutlu günün sabahı,
O benim hissettiğim bütün günlerin şâhı...
-
Cevap: Kırık mızrap 1 – 2
HİCRANLI YILLAR
Hazanla geçti yıllar, aylar Muharrem gibi,
Yollara dökülüp bekleyen gözler pek yorgun.
Girdapla iç içeydiler, girdap ki yok dibi,
Rûh sarsık, gönül hafakanlı, düşünce durgun...
Yasla buruk dudaklarda kederli besteler,
Sînelerde sessiz çığlık, dimağlarda hummâ..
Ve her gün poyrazla gelen hüzünlü bir haber,
Biz bize hasm olmuştuk; yaygındı bu muammâ...
Çözülüş çok kadim.. sanıldığından da erken;
Bu kara günleri sezmiştik gün ortasında.
Ay uykuya dalıp güneş ufukta sönerken,
Uyanmıştık ama, iki ateş arasında...
Şimdi yeni iklimlere açılan yelkenler,
Bir uzun sefere azmetmiş gibi yürekten;
Bu hülyâlı maviliklerde tüllenen günler,
Mutluluk bestesi söylüyor ışıktan, renkten.
Bir kasvetli rüyâdayız şu anda; bu gerçek;
Önümüzde aydınlıklara açık bir çağ var.!
Gece koyulaşsa da birgün şafak sökecek..
Ve dalgalanacak rüzgâr bekleyen bayraklar.
Azmet, azmet ki göründü yer-gök sultanlığı,
Yılma uçurumlar gibi görünen boşluktan;
Yakala çağlar arasında o Altın Çağ’ı!
Peygamber safına gir, kurtul uyuşukluktan..!
-
Cevap: Kırık mızrap 1 – 2
GURBET - 1
Gurbet rûhumda poyraz gibi esdiydi bir gün,
Hazan, türküler söylüyordu; yerlerde yaprak..
Sînemde iniltili hâlâ o hicranlı dün,
Gönlüm, hafakanlarıyla dalgalanan bayrak...
Daldım eski günlerdeki derin melâlime,
Kandan bir lücceydi âdeta gördüğüm yerler.
Ürperdim; bir kere daha acıdım hâlime,
Geçince birer birer hayalimden o günler...
Gerçi yine bir gurbet hüznü var sînelerde,
Poyraz biraz serince okşuyor çiçekleri;
Perde perde neş’enin çağladığı her yerde,
Bir gamlı melodi susturuyor böcekleri.
Ama, o hep kasvetle esip gelen hicranlar,
Artık göç edip gittiler bir başka diyara...
Asırlardan beri gerçeği saran dumanlar,
Birer birer eriyip yol verdiler bahara...
Şimdi dertli sînemin o eski huysuzluğu,
Yalnızlık, gecelerimde vefâlı arkadaş..
Ve çöllerdekine denk gönlümün susuzluğu;
“Az ağrı, âsân ölüm” ve iman ola yoldaş..!