İslâm ilimlerini O tekrar yayacak, manen O, vazifelidir
İslâm ilimlerini O tekrar yayacak, manen O, vazifelidir
İslâm itikat ve inancına göre, Evliyaullahtan herhangi bir velinin kerameti, o velinin ümmeti olduğu Peygamberinin mucizesinden bir cüz olduğu kesinlikle kabul edilmiştir. Gerçek budur.
Hatırat 8 Kasım 1978 Çarşamba
Yunak eski Müftüsü Süleyman Tanrıkulu Hoca yazıyor. “Babam Müderris Hacı Hüseyin Efendi, “İslâm ilimlerini O tekrar yayacak, manen O, vazifelidir” derdi. 20 yıl müddetle Konya’nın YUNAK kazasında Müftülük yapan ve geçen yıl Şile vaizliğinden emekliye ayrılan Süleyman TANRIKULU Hoca, pederi (merhum) Müderris Hacı Hüseyin efendinin Süleyman Efendi Hazretleri (K.S.) hakkında sözleri de, gazetemize gönderdiği aşağıdaki yazılarında nakletmektedir.
Yazı işleri müdürlerimizden Hüseyin Avni Tanrıkulu’nun da pederi olan Süleyman Hoca’nın yazdıkları aynen şöyledir.
Süleyman Hoca Yazıyor
Asrımızın büyük Müceddidi Süleyman Efendi Hazretleri (K.S.) muazzez ruhlarına ithaf!...
İslâm itikat ve inancına göre, Evliyaullahtan herhangi bir velinin kerameti, o velinin ümmeti olduğu Peygamberinin mucizesinden bir cüz olduğu kesinlikle kabul edilmiştir. Gerçek budur.
İki cihan serveri Fahri Kâinat (SAS) Efendimiz Hazretleri, Cenab-ı Kibriyanın lütuf buyurdukları dünyaya teşrif eden 224 bin peygamberin izâmın mazhâr oldukları mucizelerin ekmel ve etem derecesinde Kuran-ı azimüş-şan’la teyit edilmiştir. İnsan akıl ve havsalasına sığmayacak derecede azâmetteki hikmetfeşan hadiseler ki, kavramak şöyle dursun, izaha kalkmak dahi zordur. Bunu izah etmek güneşe nazaran bir zerre kainata kıyasla bir atom çekirdeği demekten başka bir ifade tarzı yoktur.
Hâtemül-Enbiyâ (SAS) Efendimiz Hazretlerinin mübarek zatında ekremiyet, efdâliyet ve meziyetle, beşerin en ulvî mertebesi temsil edilmiştir.
Bir mevzuu dağıtmamak için onun mucizelerini içerisinde cem eden ve en büyük mucizesi olan Kurân-ı azimüş-şan’dan bahisle iktifa ederek sözü, Kurân’a hizmet ve onu ihya etmenin dahi en büyük keramet olduğuna atfu nazarla, Cenab-ı Kibriya’nın büyük lütfuna mazhar olan Süleyman Efendi Hazretleri (K.S.)’ne getirmek istiyorum.
Kurân-ı Kerim her şeyi açıklayan büyük bir kitaptır. Bir harfinden binlerce mana çıkar. O, bütün ilimlerin kaynağı ve aslıdır. Ezelden ebede kadar ekmel ve eşrefi mahlukât olan beşeriyyetin fiziki yapısının nizâmı, ruh yapısının, gıdalarının iksir derecesindeki menbaı ve menşei!...Dünyamızın ve dünyamızın da ötesindeki ecramın ve var olan her şeyin güneşi, ruhu, ziyası ve hayatı... Ebedî saadet diyarının öncüsü, müjdecisi, aklı selim sahiblerinin imamı, rehberi ve önderi...
Bunları niçin söyledik? Kurân-ı Kerimi her kim nasıl tarif ederse, bu onun kendi kavrayış ve kemal derecesi nisbetindeki ifadesidir. Biz bunu ifade edelim ki, Kurân-ı Kerim arşı azamdan ismi Azama ve Zat-ı Ecelli Alâya tealluk ettiği cihetle dünyaya sığmaz. Ehli dünyanın, bu muazzam rahmeti, ezeli ve ebedi sıfatı izahı da çok güçtür.
İşte asrımızın büyük velilerinden birisi olduğundan ehli kemâlin ittifak ve aklı selimin teslim ettiği merhum Süleyman Efendi Hazretleri (K.S.), gelişi güzel herkesin tariflerinin ötesinde, bir marifet ehli büyük bir zattır. Bizans entrikalarıyla susturulmak istenen İslâm’ın ezeli ve ebedi sesini küfrün yüzüne karşı haykırarak, ulemânın bir çoğunun hocalığını, müslümanların da müslümanlıklarını gizlemek mecburiyetinde kaldıkları bir devirde. Süleyman Efendi Hazretleri (K.S.) İslamı yaymış ve onu ihya etmiştir. İslâm’ın beş temel şartını, Allah’ı zikretmeyi, hatta bir mevlid, bir hatim cemiyeti ve bir yağmur duasının bile tam bir hürriyet içerisinde yapılamadığı, müslümanların kendi öz vatanında ve kendi öz evladına mukaddes kitabını okutamadığı o kara günlerinde her şeyi göze alıp bir fedakarlığa katlanarak bilâ fâsıla icâbı hale göre İslâm dinine asrımızda görülen en büyük hizmeti o yapmıştır. O bir kaçakçı, bir cani ve bir vatan hainine reva görülebilecek her eza ve cefayı göze alarak bu işe girişti ve bunu pekâla başardı. Cenab-ı Hak’kın kendi Mermaniyle ?????????????????????????????? ?????? diye buyurduğu yüce kitabına sımsıkı sarılan enbiya, evliya ve şehidler diyarı cennet vatanımızda müslüman çoçuklarımıza Kuran-ı Hakim ve ulûm-ı diniyyeyi öğretti.
Söz bu noktaya gelmişken merhum pederin müderris Hacı Hüseyin Efendinin Süleyman Efendi Hazretleri (K.S.) hakkındaki hayranlığından gelen bir hatırayı nakletmek istiyorum. Pederim Osmanlı medarisi ilmiye ulemasından ve hilafeti âliyye-i Osmaniyyeden müderrislik berâetini hâiz bir zat idi. Medreselerin ilgâsından sonra ulûmi diniye ve ulûmi arabiyye tedrisatını saklı ve gizli olarak kendi bölgesinde (Konya civarındaki Yunak’a bağlı kasaba ve köylerde) devam ettirdi. Pederim talebelerine ders verirken sık sık Süleyman Efendi Hazretleri (K.S.)’ne olan hayranlığından bahsederdi. Bazen şöyle söylerdi: “İhtiyarım, O mübarek zât’ı İstanbul’a kadar gidip ziyaret etmekliğim benim için bir borçtur. Bizden sonra İslâm ne olacak, bunu kim devam ettirecek? İslâm ilimlerini Türkiye’de o yaygın hale getirerek devam ettirecek olan zat, O zâttır. O, manen vazifelidir. Ben bu ilmin içerisindeyim ve bu ümit ile hayata gözlerimi kapayabilirim.”
Bunları söyler ve söylerken de gözlerinden çıkan yaşlar sakalından aşağıya şarıl şarıl akardı.
Kendisi medresesinin kapatılması sırasında üzüntü neticesi müptela olduğu kalb hastalığından uzun müddet müzdarib olmakla birlikte derslerini bir saat terk etmezdi. (Kabri nur olsun) o tarihte yaşı 80’i mütecavizdi. O sıralarda Emirdağında müftülük yapan muhterem ağabeylerimizden ve hala emekli bulunan efazili ulemadan Kalaycı Hoca Efendi var idi. Kendisi Süleyman Efendi Hazretleri (K.S.)’nin yetiştirdiği binlerce ulemâdan birisidir. Müftü Kalaycı Hoca Efendiden (Mehmet Oral), Efendi Hazretleri (K.S.)’nin kısıklıdaki evinin adresini alarak köye döndüğünde bir zindelik, bir heyecan vardı pederin yüzlerinde. Kendimi tutamadım ve sordum: “Bunun sebebi nedir” dedim. Bana cevaben dedi: “Oğlum, çok mutluyum. Elhamdülillah inşaallah o büyük zatın ziyaretine gidebileceğim. Hem bu hususta rüya da gördüm. ( Süleyman Efendi Hazretleri (K.S.)’ni ziyarete gideceğine dair bir rüya görmüş) Hayretler içerisinde kaldım. Kendisine: “Baba, sen kırk yılda bir, birkaç saatlik yolculuktan şu kadar rahatsız oluyorsun? Nasıl olur ( O günün şartı ile ) tâ İstanbul’a gidebilirsin?” deyince pederin yüz hatları birden değişti ve benim o sözlerimden memnun olmadığı anlaşılıyordu. Bana cevaben dedi ki:
“Oğlum, sen Ebû Eyyüb-el Ensarî hazretlerinin cihada gittiği zaman benden daha yaşlı ve hasta olduğunu okumadın mı kitaplarda? Oğlum, bu yolda ölmeye söz vermiş ve ahd etmiş bir büyük zatı ziyarete gidiyorum. Onunla şereflenmek benim için birkaç gün daha dünyada yaşamaktan çok daha evlâdır. Cenab-ı Hak lütf edecek gidip o mübarek zat’ın dua ve himmetine mazhar olmaya çalışacağım.” Diyerek ertesi gün yola koyuldu ve gitti.
Müderris Hacı Hüseyin Efendi demişlerdi ki:“İslâm’ın dirilişi O’nun sayesinde oluyor, Kurân Kurslarına destek olmazsanız kıyamette sizlerden dâvâcıyım.”
Babam Hacı Hüseyin Efendi ihtiyar haline bakmadan gördüğü rüyanın tesiriyle İstanbul’a gidip Süleyman Efendi Hazretleri (K.S.)’ni görmek istiyordu. O tarihlerde köyden şehire at arabasıyla gidiliyor ve iki gün sürüyordu. Birgün bana şöyle dedi:
“Oğlum o mübarek zatın bu hizmeti İslâmiye ve Kuraniyyeyi devam ettireceğine ve hizmetinin ulviyetine kanaat-ı kâmilem hasıl oldu. Emhamdülillah bahtiyarım.” Bize her zaman nasihatı en mühim vasiyeti şu idi: “Aman oğlum bu Kur’an Kursları Türkiye’de kıyamete kadar İslâm’ın tecellisi olmuştur. İslâm’ın dirilişi bilhassa bunların ihyasını zimmetine alan mübarek zat Süleyman Efendi Hazretleri (K.S.) kurslarını idame ettirmektedir. Şayet büyük hizmetleriniz olmazsa huzuru ilahi’de hakkınızda davacı olurum.
İşte mübarek ulemâ ve selefimiz böyle idiler. Bu hakşinaslık, bu teslimiyet ve ferağat bu ihlas ve faziletleri ile onlar bize ibret ve örnek olmuşlardı. Teşbihte hata olmaz. O kara günlerde İslâm’a hizmet İbrahim (A.S.)’in ateşe atılması ve ateşin güllük gülistanlık olması gibi bir şeydir. Ruhları şâd olsun. Cenab-ı Hak şefaatlerini üzerimizden eksik etmesin...
devam ediyor....
Cevap: Süleyman Efendi (H.z.) ve Türkiye'de İslam'ın İhyası
Peygamber Vârisi Allah Dostu Âlimler
Peygamberler: Allah-ü Teâlâ’nın kulları için koyduğu hükümleri insanlara tebliğ etmek, yaşayarak öğretmek üzere seçip gönderdiği üstün insanlardır.
İnsanlık tarihi boyunca Allah-ü Teâlâ tarafından seçilerek gönderilen yüz yirmi dört bin Peygamberin sonuncusu Muhammed aleyhisselâmdır.
O’ndan (s.a.v.) sonra kıyâmet gününe kadar başka Peygamber gelmeyeceğini bildiren de bizzat Allah-ü Teâlâ Hazretleridir.
Hiç şüphe yok ki, Allahü Teâlâyı en iyi bilen Peygamberler ve onların vârisleri olan Allah dostu âlimlerdir.
Peygamberlerin yaratılışta ilki, Nübüvvet ve Risâlette ise sonuncusu; bütün yaratılmışların yaratılış vesîlesi, Peygamberlerin Peygamberi ve imâmı Muhammed aleyhisselâmdır.
Allah’ın son Peygamberi, bizim Peygamberimiz Muhammed Mustafa (s.a.v.) Nübüvvet ve Risâlet vazifesini tamamlayıp, bu dünyâdan ayrıldıktan sonra, insanlığın rehbersiz kalmayacağını, kendisine vâris olarak gönderilecek Allah dostu âlimlerin geleceğini şöyle haber vermiştir.
“Muhakkak ki Allah-ü Teâla, bu ümmet için her yüz senenin başında, Dînini tecdid edecek, (unutulmaya veyâ unutturulmaya yüz tutmuş Dinî ilimleri ve ahkâmı İlâhîyi aslına uygun olarak öğretecek) bir Müceddid gönderir. Yer (yüzün) de âlimlerin benzeri, gökteki yıldızlar gibidir. Kara ve denizin karanlıklarında, onlar (a bakmak)la yol bulunur.
Yıldızlar sönerse, insanların yolunu şaşırması, hidâyette olanların sapıtması çok sürmez”. buyurmuştur.
Cenâb-ı Hak; ezelî ve ebedî ilim ve hikmeti ile mahlûkâtı birbirine muhtaç olarak yaratmıştır.
Kâinatta her ne varsa birbirine (râbıtalı) mânen bağlıdır. Şâyet bunlardan biri bağını koparırsa herşey birbirine çarpar ve mahvolur. Nizam ve intizam tamamen bozulur.
Bütün mahlukât bir vücut ise, (Allah’ın salat ve selâmı üzerlerine olsun) Peygamberler ve onların vârisleri olan âlimler, o vücudun kalbidir.
Cenâb-ı Hak bir hadis-i kudsîde: "Ben gizli bir hazine idim, bilinmemi sevdim ve bilinmem için mahlûkâtı yarattım". Kur'ân-i Kerimde ise; "Allah'tan kulları, içinde, ancak âlimler korkar." Buyurmuştur.
http://www.turkishny.com/images/stor...-evaris123.jpg PEYGAMBER VARİSİ HAKÎKİ ÂLİMLERİN VASIFLARI
Peygamber vârisi hakîki âlimlerin birtakım alâmet ve vasıfları vardır.
Bunların beş tanesi bizzat Yüce Allah tarafından Kur'ân-i Kerimde beyan ve ifâde buyurulmuştur. Bunlar : Haşyet, huşu', tevâzu', ahlâk ve zühddür.
Bu vesile ile burada Peygamber sallAllahü aleyhi vesellemin âlimler hakkındaki bir kaç mübârek sözünü nakletmekte fayda var.
Rasûlüllah (s.a.v.) buyuruyorlar ki;
Dört şeye; 1- Anne babanın yüzü’ne, 2- Allah’ın yeryüzündeki evi Ka'be-i Muazzama’ya, 3- Allah’ın kitâbı Kur’ân-ı Kerîm’e, 4- Âlimin yüzüne bakmak ibâdettir.” .
Kim bir âlimi ziyâret ederse, beni ziyâret etmiş gibi olur. Kim bir âlim ile musâfaha ederse sanki benimle musâfaha etmiş gibi olur. Kim de bir âlim ile oturursa, benimle oturmuş gibi olur. Dünyâda benimle oturan kimseyi Allahü Teâlâ âhirette de benimle berâber kılar.
Ikinci bin yılın müceddidi büyük âlim İmam-ı Rabbanî (k.s.) hazretleri Peygamber vârsisi hakîki âlimlerin vasıflarını şöyle izah buyurur:
"Baş olmak, mal toplamak, yücelik ve dünya muhabbeti gibi şeylerden uzak olan âlimler, ulemâ-i âhirettir ve Enbiya Aleyhimüsselâm'ın vârisleridirler. Yaratılmışların hayırlısı onlardır. Kıyâmet günü onların mürekkebi, şehitlerin kanı ile tartılır da, mürekkep kefesi ağır gelir. "Alimin uykusu ibadettir.", hadis-i şerifi ile, onların şânına işâret edilmiştir.” buyurur.
Hasan-i Basrî hazretleri : "Âlimler olmasa, insanların diğer canlılardan farkı kalmazdı. Çünkü onların öğretmesi ile insanlar insanlık seviyesine ulaşır." buyurmuştur.
Akıl Cenâb-ı Hakkı bulmak ile mükelleftir. Ancak âciz olarak yaratılan insan, akılla her şeyi bilemez.
Bu sebeple, Cenâb-ı Hak, kullarını doğru yola, sırâtı müstekîme delâlet (yaşayarak öğretmek, doğruları göstermek) için, Peygamberlerini göndermiştir. Peygamber vârsisi olan Allah dostu âlimler de bu vazifeyi verâseten (Peygamber aleyhisselâmın nübüvvet ve risâlet makam ve rütbesi müstesnâ olmak üzere, irşad, tebliğ ve ta’lim vazifesini bihakkın) îfâ etmiş ve etmektedirler.
Her Peygamberin makam ve rütbesine göre belâ ve sıkıntılara ma’ruz kaldığı gibi; Peygamber vârisi Allah dostu âlimler de, kendilerine verilen irşad, tebliğ ve ta’lim vazifesini bihakkın yerine getirmek için (makam ve rütbelerine göre) büyük belâ ve sıkıntılara ma’ruz kalmışlar, tabutluklarda, hapishane hücrelerinde işgenceler görmüşler, ancak her türlü zorluğa ve zorbalığa rağmen, ümmet-i Muhammed'in evlâdına, Dinlerini ve Kur'ânlarını öğretme gayretinden aslâ vazgeçmemişlerdir.
ALLAH’IN SON PEYGAMBERİ MUHAMMED ALEYHİSSELÂM’IN SON VÂRİSİ
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) Nübüvvet ve Risâlet vazifesini tamamlayıp, bu dünyâdan ayrıldıktan sonra, insanlığın rehbersiz kalmayacağını, “Muhakkak ki Allah, bu ümmet için her yüz senenin başında, Dînini tecdid edecek,(unutulmaya veyâ unutturulmaya yüz tutmuş Dinî ilimleri ve ahkâmı İlâhîyi aslına uygun olarak öğretecek) bir müceddid gönderir” buyurarak kendisine vâris olarak gönderilecek Allah dostu âlimlerin geleceğini heber verdiği “Müceddid” âlimlerden biri ve İlahî hikmet gereği sonuncusu, evlâd-ı Fâtihândan Ebul-Fârûk Süleyman Hilmi Tunahan (k.s.) Hazretleridir.
Süleyman Hilmi Tunahan (k.s.) Hazretleri; Osmanlı’nın son döneminde yaşamış, hem Dînî hem de dünyevî ilmî kariyer bakımından çok iyi yetişmiş, Medreset’ül Kuzaat (yani eski Hukuk Fakültesi mezunu, Kâdı ünvânına da sâhip), müderrislikte dersiâmlığın en üst konumunda yani Ordinaryüs Profesör olan büyük bir âlim, Allah dostu büyük bir Müceddid, Vâris-i Rasül ve Ekmel bir Mürşid-i Kâmil”dir.
Bu asırda, Peygamber (s.a.v.)’in “Vâris-i Hakîkî”si ve gerçek bir “Müceddid”, Efendiler Silsilesi denilen Altun Silsilenin 33. ve son halkası olarak gönderilen,Süleyman Hilmi Silistrevî (k.s.) Hazretleri, tıpkı Allah Rasûlü (s.a.v.) gibi, 23 yıl Ümmet-i Muhammed'in evlâdına, zor şartlar altında Dinlerini ve Kur'ânlarını öğretmiş, kendinden sonra kıyâmete kadar bu vazifeyi, dilden dile, gönülden gönüle aktararak devâm ettirecek vazife aşkı ile dolu talebeler yetiştirerek, 16 Eylül 1959’da (Hicrî 12 Rebûlevvel 1379, Hakkın rahmetine kavuşmuş büyük bir Allah dostudur.
Ezân-ı Muhammedî’nin dahi yasaklanarak, Dînin ve Kur’ânın unutturulmaya azmedildiği bir devirde, irşad vazifesi ile gönderilen bu büyük Zat, devrin ağır şartları altında nice sıkıntılara ma’ruz kalarak irşad ve tecdid vazifesini, tarihte emsalsiz bir gayret ve fedâkarlık örneği sergileyerek eksiksiz yerine getirmiştir.
Allah demenin bile yasak olduğu bir devirde, Kur’ân öğretme seferberliği başlatmış; haketmediği halde ma’ruz kaldığı acı verici zorluk ve zorbalıklar karşısında, sevenleri tarafından: “Efendi! Bu kadar üzülme, kendini yorma, biraz istirahat buyur.",denildiğinde, "Günde binlerce insanın imânı sönerken ben nasıl ayaklarımı uzatıp yatabilirim." diyerek vazife ve mes’ûliyetinin büyüklüğünü anlatmak istemiştir.
Yine; o zor devirlerde Medreselerin kapatılması üzerine me’mûriyetleri elinden alındığı için; "Hocalıkta bize ekmek kapısı kalmadı “ diyen diğer âlimlere, "Efendiler! Hocalık bir meslek, bir ekmek teknesi değildir. Hocalık; Allah'ın, Rasûlüllah'ın, Kitâbullah'ın ve Din-i mübin-i İslâmın tebliğ me’murluğudur.", buyurarak onlara Peygamber Efendimizin; "Ya Ebâ Rafi'! Senin gayretin ile Cenâb-ı Hakk'ın bir kimseyi hidâyete erdirmesi, senin için üzerine güneşin doğup ve battığı her şeyden daha hayırlıdır” mübârek sözünü ve Cenâb-ı Hakkın Dâvud aleyhisselâma"Yâ Davud! Senin, Mevlâsından kaçan (kulluktan uzaklaşan bir kimseyi hidâyete da’vet edip) Bana getirmekliğin, Bana bütün ins ve cinnin ibâdetinden daha sevimlidir." hitâbını hatırlatmıştır.
Bünyesini kuşatan hastalıklardan muzdarip olmasına rağmen, son nefesine kadar yalnız başına Kur’ân-ı ta’lim hizmelerine devâm etmiş ve cismanî olarak dünyadaki hizmetlerini böylece tamamlayarak Yüce Rabbine kavuşmuştur.
Rûhu Şâd, himmet ve şefâati üzerimize olsun.
Son asrın Varis-i Hakîkisi olan O mübârek zât, kendisine verilen tasarrufun çok azını dünyada kullanmışken, geri kalan kısmını da ruhanî hizmet hayatında kullanmaya, kürre-i arzda ümmet-i Muhammedin evlâdından nasîbi olanları irşâda devâm etmektedir.
Bu ifâdlerimize delil olmak üzere Fâtih Sultan Mehmed Hân’ın Hocası ve İstanbul’un manevî Fâtihi Akşemseddin Hazretlerinin türbesinde yazılı bir dörtlüğü nakledelim.
Düü cihânda tasarruf ehlidir rûh-u veli,
Deme kim mürdedir, anda nice derman ola.
Ruh, şimsir-i hüdâdır, ten ğilâf olmuş ona,
Dahî a'lâ kâr eder, bir tığ ki, uryân ola.
Günümüz Türkçesi ile: Allah dostlarının ruhları iki cihanda da tasarruf (irşad ve şefâata yetki) sâhibidir. Sakın, Allah dostları için o öldü, ondan bir fayda gelmez demeyin. Ruh, İlahî bir kılıçdır, vücüd ona kılıf olmuştur. Kınından çıkmış, açıkta olan kılıç elbette daha kesicidir.
turkishny.com