allah cümlemizden razı olsun tşk.
Printable View
allah cümlemizden razı olsun tşk.
Sütbabaları farklı olsaSual: Kocası öldükten veya kendisini boşadıktan sonra, başkasıyla evlenen bir kadını, bir oğlan önceki kocasıyla evliyken, bir kız da yeni kocasıyla evliyken emse, bu oğlan ve kız birbiriyle evlenebilir mi?
CEVAP
Hayır. Aynı kadından emen oğlan ile kız, sütbabaları başka olsa ve başka senelerde emmiş olsalar bile, birbiriyle ve birbirlerinin çocukları ve torunlarıyla evlenemez. (S. Ebediyye)
Sütçocuğun anne ve babaları
Sual: Bir kadının sütünü emerek, onun süt çocuğu olan çocuğun, öz annesiyle sütbabası ve öz babasıyla sütannesi mahrem olur mu?
CEVAP
Hayır, mahrem olmaz. Yani öz annesiyle öz babası ve sütannesiyle sütbabası ayrılırlarsa, öz annesiyle sütbabası, öz babasıyla da sütannesi evlenebilir.
Üvey kardeşler
Sual: Babamın eşi ölünce, dul ve çocuklu olan annemle evlenmiş. Annemle gelen üvey ablam var. Babamın ölen eşinden de bir abim var. Bunlar, birbirleriyle evlenebilirler mi?
CEVAP
Elbette evlenebilirler; çünkü ikisinin de, ana babaları ayrıdır. Hiçbir akrabalıkları yoktur. Babanız, ileride anneniz olacak kadına, (Oğluma kızını ver, seninle biz evlenelim) demiş oluyor. Bu gayet normaldir.
alıntı
Ya hep ya hiç
Sual: İbadetlerde, (Ya her ibadetin hepsini yap veya hiç birini yapma), günah konusunda da, (Ya günahların hepsinden vazgeç veya hiç birini terk etme, ya hep ya hiç) deniyor. Böyle konuşmak dinimize aykırı değil midir?
CEVAP
Bu konularda (Ya hep ya hiç) demenin, uygun olan ve uygun olmayan yönü vardır.
Uygun yönü:
Namaz kıl da nasıl kılarsan kıl, bir şey okumadan kıl, abdestsiz kıl demek yanlıştır. Her ibadeti dinin bildirdiği ölçülere göre yapmaya çalışmak gerekir. Yani yapabildiğimiz kadar yaparız. Mesela oruç tutan kimse, öğleye kadar tutup, öğleden sonra yiyip içse, (Başkaları hiç tutmuyor, ben yine öğleye kadar tuttum) dese, yanlış olur. Bu, emri değiştirmek yani bid’at olur, hatta oruçla alay olabilir. İki rekât sabah namazının farzını kılmaya başladıktan sonra, bir rekât kılıp bıraksa, (Başkaları hiç kılmıyor, ben yine bir rekât kıldım) demek yanlış olur. Namazla alaya sebep olabilir. Hiç yapmamak çok kötü ise de; böyle yapmak, hiç yapmamaktan daha kötü olabilir. Saz çalarak Kur'an okuyanın, (Başkaları hiç okumuyor ya) demesi çok yanlış olur. Böyle okumak, hiç okumamaktan daha kötüdür.
Uygun olmayan yönü:
(İslamiyet bir bütündür, namaz kılmıyorsan oruç da tutma, açık geziyorsan namaz da kılma, kumar oynuyorsun, içki içmemenin bir faydası olmaz, ya hep ya hiç) demek yanlıştır. Birkaç günah işliyorum diye, diğer günahları da yapmak gerekmez. İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
(Bütün günahlara tevbe edip hepsinden kaçmak büyük nimettir. Bu yapılamazsa, bazı günahlara tevbe etmek de nimettir. Bunların bereketiyle belki bütün günahlara tevbe etmek nasip olur. “Bir şeyin bütünü ele geçmezse, hepsini de kaçırmamalı” buyuruldu.)
Demek ki, ibadetlerin hepsi yapılamasa da, yapılabildiği kadar yapmak, günahların hepsinden kaçılamasa da, kaçılabildiği kadar kaçmak da bir nimettir. Bu konularda, (Ya hep ya hiç) demek dine aykırı olur.
alıntı
Bizi rezil etmeSual: (Allah zaten bela vermez, “bela verme” diye dua etmek Allah’a suizan olur) deniyor. (Ya Rabbi sabredemeyeceğimiz bela ile bizi imtihan etme! Bizi rezil perişan etme, bizi sıkıntıya sokma!) diye dua etmek uygun değil deniyor. Böyle söylemek uygun değil mi?
CEVAP
Uygundur, bir mahzuru yoktur. Bela, sıkıntı, onları hak edene veya Allahü teâlânın derecesini yükseltmek istediği evliya zatlara gelir; yani kimseye zulüm edilmez. Ancak, hayır ve şer Allahü teâlâdan olduğu için, (Bizi rezil etme, bizi zor şeylerle imtihan etme) diye dua etmekte mahzur yoktur. Bu konuda birkaç ayet-i kerime meali şöyledir:
(Ey Rabbimiz, bize gücümüzün yetmediği işleri yükleme!) [Bekara 286]
(Ey Rabbimiz, bizi doğru yola ilettikten sonra kalblerimizi kaydırma!) [Al-i İmran 8]
(Ey Rabbimiz, kıyamette bizi rezil etme!) [Al-i İmran 194]
(Ey Rabbimiz, bizi o zalim kavmin fitnesine uğratma! Onlarla imtihan etme!) [Yunus 85]
(Rabbimiz! Bizi, inkâr edenlere ezdirme, onları bize musallat etme, onlarla bizi imtihan etme!) [Mümtehine 5]
(İnsanların dirileceği gün, beni mahcup etme, rezil etme!) [Şuara 87]
Peygamber efendimizin de böyle duaları çoktur. Birisinin meali şöyledir:
(Allah’ım, bizi hayatta bıraktığın sürece kulağımızdan, gözümüzden ve kuvvetimizden bizi faydalandır. Bunları son anımıza kadar bizden alma! Bize zulmedenlerden intikamımızı al! Bize düşmanlık edenlere karşı bize yardım et! Bize musibet verme! Dünyayı, bizim en büyük kaygımız ve ilmimizin son hedefi yapma! Bize acımayanları başımıza musallat etme!) [Tirmizi]
Alış verişte yemin etmekSual: Pazarcılıkta yemin edince, bir güven meydana geliyor. Satış daha çok oluyor. Doğru olarak yemin etmenin mahzuru var mıdır?
CEVAP
Doğru da olsa, çok yemin etmek, Allahü teâlânın ismine ve yemine kıymet vermemek olur. Bunlara kıymet vermeyerek yemin etmek, çok çirkindir. Mal satmak için Allah’ın ismini alet etmemelidir. İki hadis-i şerif meali şöyledir:
(Satışlarda çok yemin etmekten sakının! Çok kazansanız da, perişan olursunuz.) [Müslim]
(Yemin malı sattırırsa da, malın bereketini kaldırır.) [Buhari, Müslim]
Demek ki çok kazanmak değil, malın bereketli olması önemlidir. Bereket, az malın çok faydası olmak, çok işe yaramak demektir. Hele yalan yere yemin edilirse ve hile yapılırsa çok tehlikelidir.
(Malını yalan yeminle satan kimseye, ahirette acı azap vardır.) [Müslim]
(Ticarete hıyanet karışınca, bereket gider.) [İhya]
Tartıda hile yapmak da büyük günahtır. Bir ayet-i kerime meali şöyledir:
(Verirken noksan, alırken fazla ölçenlere acı azaplar yapacağım.) [Mutaffifin 1]
Harama uymak ne demektir?Sual: S. Ebediyye’de deniyor ki:
(Erkek olsun, kadın olsun, her insanın, her sözünde, her işinde, Allahü teâlânın emirlerine, yani farzlara ve yasak ettiklerine [haramlara] uyması lazımdır. Bir farzın yapılmasına, bir haramdan sakınmaya önem vermeyenin imanı gider, kâfir olur.)
Farza uymak elbette şarttır; fakat niye yasaklara, harama uymak gerekiyor? Harama uyunca haram işlenmiş olmaz mı?
CEVAP
Buradaki uymak, o işin gereğini yapmak, verilen emir ve yasağa riayet etmek demektir. Farzlara uymak, dinimizin bildirdiği şekilde, o farzları yapmak demektir. Haramlara uymak da, dinimizin bildirdiği şekilde, o haramlardan kaçmak demektir. Yasak emrine uyulunca yasaktan sakınmak gerekir.
alıntı
Hediyeyi geri istemekSual: Verilen hediyeyi geri istemek caiz midir?
CEVAP
Hediye, mevcut ve bilinen bir malı birine karşılıksız vermektir. Belli bir karşılık isteyerek vermek de caizdir. Mecbur kalmadıkça hediyeyi geri istememelidir.
Fakire verilen hediyeyi geri almak caiz değildir; çünkü fakire verilen hediye sadaka olur. Sadakayı ise geri almak caiz değildir. Zengine verilen hediyeyi zaruret varsa geri istemek caizdir; ama çirkindir; çünkü hadis-i şerifte, (Verdiği hediyesini geri isteyen, kustuğunu yalayan köpeğe benzer) buyuruldu. (Buhari)
Hediyeyi geri istemek kustuğunu yalamak gibiyse de, bir kimse, sebepli veya sebepsiz verdiği hediyeyi geri isteyebilir. Ancak şu yedi şeyden biri varsa, hediyesini geri alamaz:
1- Verilen hediyede kıymetini artıran fazlalık meydana gelmiş olması:
Hediye edilen bir kitabı alan kimse ciltletmişse, hediye edilen hayvan yavru yapmışsa, hediye edilen eve parke döşemek gibi kıymetini artırıcı bir şey ilave edilmişse, hediye edilen araziye bir şey ekilip dikilmişse, hediye edilen cekete astar gibi bir şey dikilmişse, yani verilen hediyenin kıymeti artmışsa, hediyeyi veren artık bunu isteyemez. Hediye edilen bıçak keskinleştirilse, hediye eden artık onu geri isteyemez. Hediye edilen elbise boyanmışsa, boya da elbisenin değerini yükseltmişse, artık bağıştan geri dönülemez. Şayet boyanan elbise kıymeti artırmamış veya eksilmemişse, o zaman bağış yapan şahıs, bunu geri isteyebilir.
Hediye edilen koyun, bayramda kurban edilse, sonra hediyeyi veren hediyesinden vazgeçerse, kesilmiş hayvanı alabilir; fakat öteki kurban borcundan kurtulmuş olur, yani onun kurbanı sahih olur.
2- İkisinden birinin ölmesi:
Hediyeyi veren veya alan ölmüşse, artık hediye geri istenemez. Veren ölmüşse, verenin varisleri isteyemez. Hediyeyi alan ölmüşse, varislerinden bu hediye istenemez.
3- Hediyenin karşılığı [ivaz] olduğu bildirilerek bir hediye vermek:
Senin hediye ettiğin şu kıymetli bisiklete karşılık olarak şu kurşun kalemi verdim denirse, bisikleti hediye veren artık hediyesini isteyemez. Kalemi veren de geri isteyemez. Eğer hediyene karşılık demeden verirse, kalemi veren de bisikleti veren de geri isteyebilir. Şayet, verilen hediyede, büyük bir kusur bulursa, onu geri vererek, ona karşılık verdiği bedeli geri alamaz. Mesela bisikletin freni bozuksa, tekerlekleri yırtıksa bisikletini al, kalemimi ver diyemez.
4- Hediye edilen malın, alanın mülkünden çıkması:
Hediye edilen şey, satılmışsa, kaybolmuşsa veya başkasına hediye edilmişse, artık geri istenemez.
5- İkisi arasında nikâh bulunması:
Karı koca, birbirine verdiği hediyeyi geri isteyemez. Erkek müslüman, kadın kitap ehli bir kâfir olsa, hatta boşansalar da, bağışından dönemez, verdiğini geri isteyemez. Bir erkek, yabancı bir kadına bir şey bağışladıktan sonra onunla evlense, bu durumda bağış yapan, bağışından dönebilir; çünkü nikâh bağıştan sonra yapılmıştır. Bu durum, günümüzde çok görülüyor. Nişanlanıp, oğlan geline hediyeler takıyor. Nikâhtan önce veya sonra ayrılıyorlar. Kustuğunu yalamak gibi olsa da, oğlan, geline nikâhtan önce verdiği hediyeleri geri isteyebilir. Nikâhtan sonra verilenleri ise istemeye hakları yoktur.
6- Aralarında nikâhı ebedi haram eden akrabalık bulunmak:
Usûl ve fürular yani baba, babanın babası ve daha yukarısı, ana, ananın anası ve daha yukarısı, evlatlar, torunlar ve daha aşağısı ile kardeşler, kardeş çocukları, amcalar, dayılar, halalar, teyzeler, verilen hediyeleri geri isteyemezler. Bu şekilde akraba olan, ister Müslüman, isterse kâfir olsun eşittir.
7- Hediyenin değişip başkalaşması:
Hediye edilen buğdayın öğütülüp un haline gelmesi veya bulgur yapılması yahut ekmek yapılması, verilen sütün peynir yapılması, yağının çıkarılması halinde, artık verilen hediye geri istenemez.
Birisine bin lira hediye edilse, sonra o kişiden bin lira ödünç istense, o kimse de bin lira hediye edene ödünç verse, ödünç alan kimse, zaten ben bu bin lirayı sana hediye etmiştim, vermiyorum diyemez.
Bir kimse, diğerinde bulunan alacağını bağışlarsa, ona bağışladığı şeyi geri isteyemez.
Bağışlanan şey satılsa, müşteri, onu bir kusurundan dolayı iade etse; önce bağış yapan şahıs, bu durumda bağışından dönemez.
Bağış yapan bedeli teslim aldığı zaman, her ikisi de verdikleri şeye geri dönemezler. Kendine bağış yapılan şahıs, ister akraba olsun, ister yabancı olsun fark etmez.
Birine üç gün muhayyer [vazgeçebilme hakkına sahip] olmak şartıyla bir şey bağışlansa, bu bağış sahih olur; muhayyerlik ise batıl olur; çünkü hediye bağıştır ve bağışlayan için muhayyerlik olmaz.[Yukarıdaki bilgilerin tamamı, İhtiyar, Redd-ül muhtar ve Hindiye’den alınmıştır.]
Bir kimse hanımına, (Sana borcum olan mehrini bana hediye etmezsen, babanın evine hiç gidemezsin) dese, hanımı da hediye etse, sahih olmaz; çünkü kerhen, zor ile hediye vermek sahih olmaz. Mehri kocasına hediye etmeyi şarta bağlamak, mesela (Şu işi yaparsan mehrim sana helal olsun) demek sahih değildir. (Fetava-yı Bezzâziyye)
Alacağını borçlusuna veya başkasına bağışlayan, bundan vazgeçemez. Müşteri, malı teslim almadan başkasına hibe edebilir. Gelecek ay başında, şu malı sana hibe ettim demek sahih olmaz. Bir kimse, kendi borcunu eda etmek şartıyla birine bir şey hibe edince, borç ödenince, hibe lazım olur. Ödemezse, hibeden vazgeçebilir. Hibe ederken malın mevcut olması şart, hazır olması şart değildir.Düğünlerde getirilen hediyenin, kime getirildiği belli değilse, memleketin âdetine bakılır. (Mecelle)
Erkek, nişan için gönderdiğim şeyler mehir idi dese, kadın ise, hediyeydi dese, yenilen şeyler hediye olur. Başka şeyler, mehir olur. (S. Ebediyye)
Hediye kime verilmişse onun olur. Eve bırakılmışsa, müşterek eşya erkeğin, kadına ait olanlar kadınındır. Düğünde gelen hediyeler de böyledir. Kadına mahsus olan eşya kadınındır. Müşterek eşya erkeğindir. Mesela eşarp, bilezik, kolye gibi eşyalar kadının sayılır, kravat, tencere, tabak da erkeğin olur. Sünnet çocuğuna gelen hediyeler de böyledir. Sünnet düğününde bir eşarp gelmişse annesine ait olur, kravat gelmişse babasına ait olur. Oyuncak, küçük bisiklet gibi bir şey gelmişse çocuğun olur. Tencere, tava getirilmişse babasının olur.
alıntı
Ayaklar ne zaman açılır?
Sual: S. Ebediyye’de, (Rükûa eğilirken, sol ayağın topuğu, sağ ayak yanına getirilir. Secdeden kıyama kalkarken ayaklar açılır) deniyor. Bazıları secdeden ayağa kalktıktan sonra açıyorlar. Kalkarken açılır ne demektir?
CEVAP
Kalkarken açılır demek, secdeden kalkacağı zaman açılır demektir. Ayaklar açılmış olarak kalkmış olur. Şayet bunu unutursa ayağa kalkınca açar.
alıntı
Hıristiyanlıkta akıl ermez inançlarSual: Hıristiyanlıkta belli başlı inançlar nelerdir?
CEVAP
Hıristiyanların inançlarından bazıları şöyledir:
1- Biz de tek ilaha inanırız. İlah birdir, aynı zamanda üçtür. Üç, bir demektir. Üç tane bir, birbiriyle çarpılırsa yine bir çıkar. Tanrının üç sıfatı vardır. Bir bardak suyun da üç hâli var: Sıvı, katı ve buhar; ama su aynıdır. İşte biz de ilahı böyle biliyoruz. Yani Baba ilah, Oğul ilah, Kutsal ruh İsa... Bu eskiden böyleydi; ama şu anda işleyen ruh İsa’dır. Şimdi biz tanrı olarak tek olan İsa Mesih’e inanırız. İsa tek olunca tek Tanrıya inanmış oluyoruz.
Tanrı, Tevrat’tan sonra İsa Mesih vasfına büründü. Baba tanrıdan oğul tanrı oldu. Sonra da İsa Mesih oldu, yani şimdi İsa Mesih’ten başka tanrı yoktur. Böylece biz de tek tanrıya inanmış oluyoruz.
İsa göğe çıkınca babanın sağına oturmuştu. Sonra Baba tanrı, İsa ile birleşti. Tek Tanrı oldu. Şimdi o tanrının adı İsa’dır. Böylece biz de tek Tanrıya inanmış oluyoruz.
2- Her çocuk günahkâr doğar. İsa, bu günahlara fidye için öldü. Tanrı, insanların günahını affettirmek için, kendi oğlunu haçta öldürtmüştür. Başka çare bulamadı, mecburen biricik oğlunu feda etti! Merhametinden böyle yaptı. Kutsal kitabımızda, (Tanrı, merhametsiz olsaydı, herkese kendi borcunu ödetirdi. Adil, merhametli olduğu ve dünyayı çok sevdiği için, herkesin affolması için biricik oğlunu feda etti) diye bildiriliyor. (Yuhanna 3: 16)
Tanrının bir planı vardı ve bunun olması gerekliydi; çünkü kutsal kitapta, (Her şey kanla temizlenir ve kan dökülmeden bağışlama olmaz) diye yazılıdır. (İbraniler, 9: 22)
Musa zamanında İsrail halkı günahları için kurban keserler ve günahları bağışlanırdı; ama İsa’da böyle olmadı. Çünkü o Tanrının kuzusuydu. (Yuhanna 1: 29)
İsa Mesih bütün günahkâr insanlar için son kurban oldu. Onun kanı bizlerin günahlarını bağışladı. Bütün dünya günahsızdır. Artık başka bir kurbana ihtiyaç yoktur. Mukaddes kitabımızda, (Kurtuluş için İsa’nın kurban edilmesi kâfidir) diye bildiriliyor.(İbraniler, 9: 25, 26)
(İsa son kurban ise, günahlarımız affolmuşsa, ne diye misyonerlerle dünyayı Hıristiyan yapmaya çalışıyorlar ve papazlar ne günahı çıkarıyorlar?) diye sormayın. O işe sizin aklınız ermez. Hıristiyanlık dinini sizin aklınız, mantığınız almaz. Yani Hıristiyanlık size saçma gelebilir. Tanrı sizin gibi düşünmez.
3- Vaftiz ve İşâ-i rabbânî denilen iki önemli ayinimiz vardır. Vaftiz, Hıristiyanlığa kabul âyinidir. Kilisede yapılır. Vaftizle, doğuştan gelen günahtan temizlenmiş oluruz.
İkinci âyin olan İşâ-i rabbânî, Eucharist veya Mass Communion veya Holy Communion denir ki, kudsî paylaşma demektir.
İşâ-i rabbânî veya Ehvaristiya kurban âyininde, ekmek ve şarabın konulduğu ve etrafında cemaatin toplandığı taşa, Altar denilir. Bu âyinde de müzik bulunur. Mukaddes olan ekmek, kırılınca, kurban icra edilmiş, ekmek, şaraba batırılıp yenilince de, Tanrı ile manevi olarak birleşme olur.
Yani mayalı veya mayasız bir parça ekmek ile bir miktar şaraba papaz okuduğu zaman, ekmek İsa’nın eti, şarap da kanı olur. Kilisede bu ekmek ve şarabı aramızda paylaşarak yer içeriz. Böylece İsa, kurban edilmiş ve yenilip içilmiş olur.
Biz Hıristiyanlar böyle onun etini yiyip, kanını içerek onunla birleşiriz. İşlemiş olduğumuz günahlar bu şekilde, Tanrının oğlunu kurban ederek affolur.
4- İncillerimizin durumuna sizin aklınız ermez. Bunlar, Kutsal Ruhun yönlendirmesi ile Tanrısal vahiy yoluyla İsa Mesih’in hayatından kesitler, öğütler, uyarılar ve İsa’nın elçileri tarafından yapılmış olaylar ve söylenmiş sözlerdir. [Yani asırlardır düzeltiyoruz, değiştiriyoruz biz hâlâ tam anlamadık, siz nerden anlayacaksınız demek istiyorlar.]
5- İnsanlar, Tanrı’ya dua edemez. Ancak papazlar dua edebilir ve herkesin günahını affedebilir. Kutsal kitabımızda, (Doğru olan bir kişi bile yoktur) diye bildiriliyor. (Romalılar 3: 10)
6- İnsanın ruhunu ancak papazlar temizler, beden ise daima günahkâr kalan çirkin bir şeyden ibarettir. Yine kutsal kitabımızda, (Yasanın gereklerini yani dinin emirlerini yapmakla hiç kimse, Tanrı katında aklanmaz) diye bildiriliyor. (Romalılar 3: 20)
7- Papa günahsızdır. Onun her yaptığı iş doğrudur.
alıntı
Çin Fağfuru ve iki Cizvit papazı inançlarSual: Cizvit ne demektir? Çin Fağfurunun Cizvit papazlarına sorduğu sualler nelerdir?
CEVAP
Cizvit, [Fr. Jésuite] 1512’de papazların kurduğu bir misyoner derneğidir.
İlk defa, iki Cizvit papazı, Çinlileri Hıristiyanlığa davet için Kanton şehrine gelmişti. Kanton valisinden Hıristiyanlığı anlatmak için izin istediler. Vali bunlara önem vermediyse de Cizvitler, onu her gün gelip rahatsız ettiklerinden, sonunda (Ben bu mesele için Çin Fağfurundan [kralından] izin almaya mecburum. Kendisine haber vereceğim) dedi ve meseleyi Çin Fağfuruna bildirdi. Gelen cevapta, (Bunları bana gönderin. Ne istediklerini anlayayım) denildiği için, Cizvitleri Çin’in merkezi olan Pekin’e yolladı.
Bu durumdan haber almış olan Budist rahipler, telaşa düştüler ve (Bu adamlar Hıristiyanlık adı altında ortaya çıkan yeni bir dini halkımıza telkin etmeye çalışıyorlar. Bunlar Buda’yı tanımıyorlar. Böylece, halkımızı yanlış bir yola sokacaklar. Lütfen onları buradan kovun!) diye Fağfura yalvardılar. Fağfur, (Önce ne söylediklerini bir anlayalım, ondan sonra karar veririz) dedi. Ülkenin sayılı devlet ve din adamlarından oluşan bir meclis kuruldu. Cizvitleri bu meclise davet ederek, (Yaymak istediğiniz dinin esasları nedir, anlatın) dedi. Bunun üzerine, Cizvitler şöyle anlattılar:
(Yeri ve göğü yaratan ilah, Tanrı birdir; fakat aynı zamanda üçtür. Tanrının biricik oğlu ve Ruh-ul-kudüs de birer ilahtır. Bu Tanrı, Âdem ve Havva’yı yaratıp, Cennete koydu. Onlara her nimeti verdi. Yalnız bir ağaçtan yememelerini emretti. Şeytan, Havva’yı aldatıp, Tanrının emrine karşı geldiler ve o ağacın meyvesinden yediler. Bunun üzerine Tanrı, onları Cennetten çıkardı ve dünyaya gönderdi. Burada onların evlatları, torunları ortaya çıktı; fakat bütün bunlar dedelerinin işlediği günahla kirlenmiştir. Hepsi günahkârdır. Bu hâl, tam 6000 yıl devam etti. Nihayet Tanrı, insanlara acıdı ve onların günahını affettirmek için kendi öz oğlunu onlara göndermekten ve bu biricik oğlunu günah kefareti için kurban etmekten başka çare bulamadı. İşte, bizim inandığımız Tanrının oğlu olan İsa budur.
Arabistan’ın kuzeyinde Kudüs denilen bir şehir vardır. Kudüs’te Celile denilen bir yer, Celile’nin de, Nâsırâ (Nazareth) köyünde Meryem isminde bir kız bulunuyordu. Bu kız, Yusuf ismindeki bir marangoz ile nişanlanmışsa da, henüz bakireydi. Bu kız bir gün tenha bir yerde bulunurken, Ruh-ül-kudüs gelip, ona Tanrının oğlunu ilkâ etti [koydu]. Yani, kız bakireyken hâmile oldu. Bundan sonra, nişanlısı ile Kudüs’e giderlerken Beytülahim’de bir ahır içinde çocuğu oldu. Tanrının oğlunu ahırdaki yemlik içine koydular. Doğuda bulunan rahipler, onun doğduğunu, gökte birden bire yeniden peyda olan bir yıldızdan öğrenerek hediyelerle onu aramaya çıktılar ve nihayet bu ahırda buldular. Ona secde ettiler.
Tanrının oğlu İsa, 33 yaşına kadar vaaz etti. (Ben Tanrının oğluyum. Bana inanın, sizi kurtarmaya geldim) dedi ve ölüleri diriltmek, âmâların gözünü açmak, topalları yürütmek, cüzzamlıları tedavi etmek, denizde fırtınaları durdurmak, iki balıkla on bin kişiyi doyurmak, kışın meyve vermediği için bir incir ağacını bir işaretle kurutmak gibi birçok mucizeler gösterdiyse de, az sayıda insan ona inandı. Nihayet hain Yahudiler, Onu Romalılara şikâyet ettiler ve Onun haça gerilmesine sebep oldular; fakat İsa, haçta öldükten 3 gün sonra, tekrar dirilerek, kendisine inananlara göründü. Bundan sonra göğe çıkıp babasının sağ tarafına oturdu. Babası da dünyanın bütün işlerini Ona terk etti. İşte bizim dinimizin esası budur. Buna inananlar, öteki dünyada Cennete, inanmayanlar ise Cehenneme gideceklerdir) dediler.
Bu sözleri dinleyen Çin Fağfuru, papazlara dedi ki:
— Siz, Tanrı hem bir, hem de üçtür, diyorsunuz. Bu, “iki iki daha beş eder” gibi manasız bir sözdür. Bunu açıklayın!
— Bu Tanrının bir sırrıdır. İnsanların aklı buna ermez.
— Yeri, göğü ve bütün âlemi yaratan çok kudretli Tanrı, kullarından birinin işlediği bir günah için, onun bu işten haberi bile olmayan bütün soyunu nasıl günahkâr sayar? Bunların affı için nasıl olur da, kendi öz oğlunu kurban etmekten başka çare bulamaz? Tanrı âciz olur mu? Bu, onun büyüklüğüne yakışır mı hiç?
— Bu da, Tanrının bir sırrıdır. Sır açıklanamaz, sadece inanılır.
— İsa, bir incir ağacından mevsimsiz meyve istemiş. Ağaç vermeyince, onu kurutmuş. Mevsimi olmadan meyve vermek, bir ağacın yapamayacağı bir şeydir. Buna rağmen İsa’nın buna kızıp ağacı kurutması, mucize midir, zulüm müdür? Bir Peygamber, size göre bir ilah bunu nasıl yapar?
— Bu işler manevi işlerdir. Tanrının sırlarıdır. İnsanların akılları buna ermez.
— Size izin veriyorum. Gidin, Çin’in istediğiniz yerinde misyonerlik yapın!
Papazlar çıkınca Fağfur, meclistekilere şunları söyledi:
— Çin’de böyle saçmalara inanacak bir ahmağın bulunacağını sanmadığım için, bu papazların böyle hurafeleri anlatmalarında hiçbir mahzur görmedim. Eminim ki, bunları dinleyenler, dünyada hurafelerle dolu ne ahmak milletler bulunduğunu göreceklerdir. (Diyâ-ül-kulûb)
alıntı