Cevap: Risale-i Nur’da ORDU VE ASKER
CHP’Lİ BAKANA BİR MEKTUP
Bu kısım da, Bediüzzaman Hazretlerinin Birinci Cihan Harbi sonrası herkesin malûmu olan gelişmeler ve yeni yapılanmalar inkılablar ve doğacak mahzurlar ve millî ahengin bozulma sebebleri ve kahraman Ordumuzun gele*ceği hakkındaki endişelerini, bazı devlet ricalinin dikkatle*rini çektiği yazılarından bazılarıdır.
İşte bunlardan birisi 1947 yıllarında Halk Partisinin Genel Sekreteri İçişleri Eski Bakanı Hilmi Uran’dır. Hazret-i Üstad uzun mektubun bir kısmında der ki:
«Eğer şimdi, eski zaman gibi kahramancasına Kur’ân’a ve ha*kaik-i imana sahip çıkmazsanız ve sizler gibi ehl-i hamiyet eskide yanlış bir surette ve din zara*rına medeniyetin propagandası ye*rinde doğ*rudan doğruya hakaik-i Kur’âniye ve imaniyeyi tervice[153] çalışmazsanız, size kat’iyen ha*ber veriyorum ve kat’î hüccetlerle ispat ede*rim ki, âlem-i İslâmın muhabbet ve uhuvveti[154] yerine, dehşetli bir nefret; ve kahraman kardeşi ve ku*mandanı olan Türk milletine bir ada*vet;[155] ve şimdi âlem-i İslâmı mahva çalışan küfr-ü mutlak al*tın*daki anarşiliğe mağlûp olup, âlem-i İslâmın kalesi ve şanlı Ordusu olan bu Türk milletinin parça parça olmasına ve şark-ı şimalîden[156] çıkan dehşetli ejderhanın istilâ etmesine sebebiyet vere*cek.
Evet, hariçte iki dehşetli cereyana (komunizm/ateizm ve masonizm) karşı bu kah*raman millet, Kur’ân kuvvetiyle dayanabilir. Yoksa, küfr-ü mut*lakı,[157] istibdad-ı mutlakı,[158] sefahet-i mutlakı[159] ve ehl-i namusun servetini serserilere ibâha[160] etmesini âlet ederek dehşetli bir kuvvetle gelen bir cereyanı durduracak, ancak İslâmiyet ha*ki*katiyle mezcolmuş, ittihad etmiş ve bütün ma*zideki şerefini İslâmiyette bulmuş, bu millet dayanabilir. Bu milletin hamiyetperverleri ve mil*liyet*perverleri, herşeyden evvel bu mümteziç, müttehid milliyetin can damarı hükmünde olan hakaik‑ı Kur’âniyeyi terbiye-i medeniye yerine esas tut*mak ve düstur-u hareket yapmakla o ce*reyanı durdurur in*şaallah.
İkinci cereyan: Âlem-i İslâmdaki müstemlekât*la*rını[161] kendilerine ısındırmak ve tam bağlamak için bu va*tandaki kuvvetli merkeziyet-i İslâmiyeyi dinsizlikle itham et*mekle bozmak ve âlem-i İslâ*mın irtiba*tını mânen kesmek ve uhuvvetlerini bu millete adavete çevir*mek gibi bir plânla şimdiye kadar bir derece muvaffak da olmuş.
Eğer bu cereyanın (ingiliz masonizmi) aklı başında olsa, bu dehşetli plânı değiş*tirip, ha*riçteki âlem-i İslâmı okşadığı gibi, bu merkezdeki İslâmiyet dinini ok*şasa, hem o da çok istifade eder, hem azîm fütuhatını bir derece muha*faza eder, hem bu vatan ve millet dehşetli belâdan kurtulur.
Eğer şimdi siz kâtib-i umumî[162] olduğunuz hami*yet*perver, milliyetper*ver[163] adamlar, şimdiye kadar cereyan eden ve medeniyet hesabına mukad*de*satı çiğneyen usulleri muhafazaya çalışıp, üç dört şahsın inkılâp na*mında yaptıkları icraatı esas tu*tarak mevcut haseneleri ve inkılâp iyilik*le*rini on*lara verip ve mevcut dehşetli kusurları millete ve*rilse, o vakit üç dört adamın seyyiesi[164] üç dört mil*yon seyyie olup bu kahraman ve dindar milleti ve İslâm Ordusu olan Türk milletinin geçmiş asır*lar*daki milyar*lar şerefli merhum Ordularına ve mil*yonlarla şehidle*rine ve milletine büyük bir muha*lefet ve ervahına bir mânevî azap ve şerefsizlik olmakla beraber; o üç dört inkı*lâpçı adamın pek az hisseleri bulunan ve millet ve Ordunun kuvvet ve himmetiyle vücut bulan haseneleri o üç dört adama verilse, o üç dört milyon iyilikler, üç dört haseneye[165] inhisar edip küçülür, hiçe iner; daha dehşetli kusurlara kefaret olamaz.» (Emirdağ Lâhikası-l sh: 218)
Cevap: Risale-i Nur’da ORDU VE ASKER
BEDİÜZZAMAN HAZRETLERİNDEN İNÖNÜ’YE BİR MEKTUP
Üstad Bediüzzaman Hazretleri 1947 yılında o zama*nın Reisicumhuru olan İsmet İnönü’ye gönder*diği istida şöyledir:
«Reisicumhura gönderilen istidanın zeylidir ki, mecbur oldum yaz*maya.
Bana hücum eden garazkârların en esaslı se*bebi, Mustafa Kemal’in dostluğu ve tarafgirliği vesilesiyle beni eziyorlar. Ben de o garazkârlara derim ki:
Ölmüş gitmiş ve dünyadan ve hükûmetten alâ*kası ke*silmiş bir adam hakkında otuz sene evvel bir hadis-i şeri*fin ihbarıyla Kur’ân’a za*rarlı öyle bir adam çıka*cak dediğimi ve sonra Mustafa Ke*mal o adam ol*duğunu zaman gösterdi.
Ben de beş yüz seneden beri kahramanlığıyla ve hak*perestliğiyle dünyaya meydan okuyan kahra*man bir Ordunun şerefini ve zafe*rini hi*lâf-ı haki*kat olarak M. Kemal’e vermediğim için, garaz*kâr dostları, beni yirmi senedir bahanelerle tâzip edi*yorlar.
Evet, mahkemede ispat ettiğim gibi, “Şerefler, müsbet hayırlar, maddî-mânevî ganimetler Orduya, cemaate verilir, tevzi edilir; kusurlar, menfî icraatlar Başa, Reise verilir” diye bir kaide‑i haki*katle, “Kahraman Ordunun ve bilfiil Asker ve Asker başında çalışan cesur zabit*le*rin[166] zaferleri ve şerefleri Mustafa Kemal’e verilmez; belki ku*sur*lar, hatâlar yalnız ona verilir” diye, beni onu sev*memekle itham edenleri, kahraman Orduyu sev*memekle ve şereflerini kır*makla itham edip, on*lara hain-i millet naza*rıyla bakıyorum.
Bu hakikati mah*kemede ispat ettiğim gibi, onun muan*nid dostlarına[167] da is*pat etmeye hazırım. Ben, bu mü*barek milletin bahadır Ordusunun mil*yon*lar ef*radı ve zabitlerini[168] severim; hürmet*lerini, haysi*yet*lerini elimden gel*diği kadar muhafaza ediyo*rum. Benim karşımdaki garazkâr muarız*larım, birtek adamı sevmek yolunda milyonlar efrada mânen ihanet, belki adavet ediyorlar.
Evet, çok emarelerle bildik ki, bana hücum edenleri tahrik eden, Mustafa Kemal’e itirazımdır ve ona dost olmadığımdır. Başka sebepler baha*nedir. Bunun için mec*bur oldum ki, o muarızla*rıma derim:
O, beni taltif etmek ve bütün vilâyât-ı şarkıyeye vâiz-i umumî[169] yap*mak için, Ankara’ya istedi. Ben oraya gittim. Bu gelen üç madde, beni, onun dostluğundan vaz*geçirdi. Yirmi sene inzivada azap çektim, dünyalarına ka*rışmadım.
Birinci madde: Bir hadis-i şerifin, âhir za*manda an’anât-ı İslâmiyenin[170] zararına çalışacak diye ha*ber verdiği adam bu ol*duğunu ef*’âliyle gösterme*sidir. Ben, otuz altı sene evvel o hadisi tef*sir et*miştim. Aynen bu adama mânâsı çıkmış. Mah*kemedeki mü*dafa*atımın üçüncü esasında izahı var.
İkinci madde: Birşeyin vücudu ve tâmiri ve ha*yatı, ona ait bütün er*kân ve şeraitin[171] vücuduyla olabilmesi ve o şeyin ademi ve tahribi ve öl*mesi,[172] birtek şartın bozulma*sıyla olduğu bir kaide-i haki*kattir.[173] Umumun dille*rinde “Tahrip, tâmirden çok kolaydır” diye darb-ı mesel olmuştur. Bu ka*t’î kaideye binaen, meydanda görünen ehemmiyetli kusurlar ve tah*ribat*lar, o kumandanın hatâsından ve ehemmiyetli şerefler ve zaferler ise, Ordunun kahramanlığından geldiğinden, o fe*nalık*ları ona, o iyi*likleri Orduya vermek lâzım gelirken, bütün bütün ak*sine ola*rak, cemaatin hay*rını[174] baştaki bir ferde; ve o ferdin şer*rini[175] cemaate vermek, deh*şetli bir hak*sızlık olmasıdır.
Üçüncü madde: Cemaatin hayrını ve Ordunun zafe*rini başa ver*mek ve o başın kusurunu cema*ate isnad etmek ise, binler hayırları birtek hayra indirmek ve bir tek kusuru binler kusur yapmak*tır. Çünkü, nasıl bir tabur bir dehşetli düşmanı öl*dürse, herbir neferi bir gazilik rütbesini alır; ve yalnız binbaşısına verilse, binden bire iner, birtek gazi olur; o bin*başı*nın hatâsıyla zâlimane bir katil yapılsa ve ona veril*meyip tabura ve*rilse, o birtek katil bin cinayet hükmüne ge*çerek bin neferi me*s’ul eder ve cezaya çarpar. Aynen öyle de, mey*dandaki görünen ehemmiyetli kusur*lar onları iş*leyen ölmüş adama verilmezse, beş yüz, belki bin seneden beri gaziliğini ve hakperestliğini dünyaya gösteren ve ferman-ı şerefini ve Kur’ân bayrak*tar*lığını kı*lıçlarıyla ve kanlarıyla imzalayan bir Orduya hava*lesiyle o kusurlar binler derece ve er*kânları ade*dince ziyadeleşir, o Ordunun pek par*lak mazisini dehşetli karartır ve bu asrın Ordu*sunu, ge*çen asırların aynı Orduları önünde mah*cup ve mes’ul eder. Ve mevcut şerefler, za*fer*ler tek adama verilse, binler derece küçülür, erkân ve efrad adedince gazi*lik ve hayırlar birtek hük*müne geçer, söner; daha kusur*lara karşı kefâ*re*tü’z-zünub olmaz.
İşte bu sebepler içindir ki, ben, onun dostluğunu bıra*kıp, onun ye*rinde, ehemmiyetli bir zamanda içinde bulunduğum ve tesirli hizmet et*tiğim o Ordunun dostluğunu aldım ve binler derece daha ehemmiyetli şe*refini muhafazaya Risale-i Nur ile çalıştım.
Emirdağında Said Nursî»
(Emirdağ Lâhikası-l sh: 284)
Cevap: Risale-i Nur’da ORDU VE ASKER
TÜRK MİLLETİNİN ALEYHİNDEKİ DIŞ TEHLİKELER NELERDİR?
Üstad Bediüzzaman Hazretleri en önemli iki meseleyi nazara verir. Birisi, dinsizliğin yaygınlaşması ve bunun neticesinde manen Anarşist olmuş bir neslin ortaya çıkmasıdır. Diğeri de dış dünyada, hakiki dost müslüman milletlerin bu memlekete dostane bakmasını sağlamaktır. İşte Risale-i Nur bu iki meselede devreye girer ve girmelidir. Bu iki büyük fayda için gerçek vatansever idareciler Risale-i Nur’a revac vermelidirler. Bu iki mesele Risalelerin bir çok yerlerinde vardır. Burada bir tanesini naklediyoruz. Şöyle ki:
«Şimdi bu memleketin, bu vatan ve milletin sa*adet-i hayatiye ve ebe*diyesi[176] noktasında iki müthiş cereyan var:
“Birisi: Şimalde[177] çıkan dehşetli dinsizlik cereya*nının[178] bu vatanı mâ*nevî istilâsına[179] karşı Kur’ân’ın hakikatleri ve imanın nurlarıyla muka*bele et*mektir. Çünkü o dinsizlik cereyanı mânevî tahri*bat nev’inden[180] ol*duğun*dan karşısında bir mânevî mukabele olmalıdır. Hakaik-i Kur’âniyenin le*me*âtı[181] olan Risale-i Nur mânevî tâ*mirci bir Atom Bombası olarak bu dalâlet cereyanına mu*kabele edebilir ve etmiştir.
“İkincisi: Bin seneden beri İslâmiyetin kahra*man bir Ordusu ve bay*raktarı olan Türk milletine âlem‑i İslâmın adâve*tini izâle[182] etmek, “Türkler yine eskisi gibi İslâmiyetin kahra*manıdırlar” ka*naatini verdirmektir. Bu suretle 400 milyon[183] hakikî kardeş*leri bu millete kazandırmakla saadet-i hayatiye*sine en ehemmi*yetli bir hizmeti ifa eylemektir ki, Risale-i Nur iman hakikatlerini bu va*tanda neş*rederek bu azîm faydayı fiilen göster*miştir.
“Risale-i Nur’un bir talebesi, evvelce elinde Nur Risaleleriyle ve ora*dan çıkardığı mev’izelerle şark hudut böl*gesinde Rusların o zamanda o havali*deki propagandalarını durdurmuştu. Bu suretle, birtek talebe bir Ordu kadar vatana, millete ve âsâyişe hizmet etmiştir. Risale-i Nur’un gaye ve maksadı tamamen uhrevî ve rıza-yı İlâhî daire*sinde imana hiz*met etmek olduğundan, netice verdiği sair dünyevî iyilik*ler dolayısıyla, hayat-ı iç*timaiyeye ait bir faidesidir.”» (Emirdağ Lâhikası-ll sh: 196)
«Ben Van’da iken, hamiyetli Kürt bir talebeme dedim ki: “Türkler İslâmiyete çok hizmet etmiş*ler. Sen onlara ne ni*yetle bakıyorsun?” dedim.
Dedi: “Ben Müslüman bir Türkü, fâsık[184] bir kar*deşime tercih ediyorum. Belki babamdan ziyade ona alâkadarım. Çünkü tam imana hizmet ediyor*lar.”
Bir zaman geçti, (Allah rahmet etsin) o talebem, ben esarette iken, İstanbul’da mektebe girmiş. Esaretten geldikten sonra gördüm. Bazı ırkçı mu*allimlerden aldığı aksülâ*mel[185] ile o da Kürtçülük damarıyla başka bir mesleğe girmiş. Bana dedi: “Ben şimdi gayet fâsık, hattâ dinsiz de olsa bir Kürdü, salih bir Türke tercih ediyorum.”
Sonra ben onu birkaç sohbette kurtardım. Tam kanaati geldi ki, Türkler bu millet-i İslâmiyenin kahraman bir Ordusudur.» (Emirdağ Lâhikası-ll sh: 224)
Cevap: Risale-i Nur’da ORDU VE ASKER
GAYR-İ MÜSLİM VATANDAŞLARIN ASKERLİĞİ
Bu kısımda muhtelif sorular, hatıralar ve hadiseler vardır.
«S – Gayr-ı müslimin Askerliği nasıl caiz olur?
C – Dört vecihle:
Evvelâ: Askerlik kavga içindir. Dünkü gün siz o deh*şetli ayı ile bo*ğuştuğunuz vakit karılar, çinge*neler, çocuklar, itler size yardım ettikle*rin*den size ayıp mı oldu?
Saniyen: Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâmın, Arap müşriklerin*den muâhid ve halifleri[186] vardı. Beraber kavgaya giderlerdi. Bunlar ise, ehl-i ki*tap*tır.[187] Orduda toplu olmayıp müteferrik oldukla*rından, biz*deki ekseri*yet ve kuvvet-i hissiyat, ma*zarrat-ı mütevehhi*meye[188] karşı set çeker.
Salisen: Düvel-i İslâmiyede[189] velev nadiren olsun gayr-ı müslim, Askerlikte istihdam olunmuştur. Yeniçeri ocağı buna şahittir.» (Münazarat sh: 36)
Cevap: Risale-i Nur’da ORDU VE ASKER
BİSMARK’IN İBRETLİ TESBİTLERİ
«İstanbul’da, Refet Beyin ve Mustafa Oruç’un yazdık*larına göre, çok zaman İslâm Ordusunu idare eden ve sonra darülfünuna[190] inkılâp eden Harbiye Nezareti ve Bab-ı SerAskerî,[191] o mu*azzam binanın alnında “inna fetahna leke fethan mubina. Ve yensurekallahu nasran aziza.” (Fetih Sûresi, 48:1, 3. ayeti) hatt-ı Kur’*ân ile o mânidar Kur’ân âyeti ya*zılmışken, sonra da mermer taşlarla üzeri ka*patılıp o nurları giz*lemiş*lerdi.
Şimdi yeniden hatt-ı Kur’âniyeye bir nümune-i müsa*ade ve Risale-i Nur’un takip ettiği maksadına bir vesile ve üniver*site ileride bir Nur medresesi olmasına bir işaret ol*duğu gibi, Denizli Nurcularından Ahmed’lerin meşhur âlim ve akıl*ca on do*kuzuncu asrın en büyüğü ve iç*timaî filo*zofların en ilerisi Bismarck’ın eserinden aldık*ları bir fıkrada, o yüksek Bismarck, ese*rinde diyor ki:
“Kur’ân’ı her cihetle tetkik ettim, her kelimesin*de bü*yük bir hikmet gördüm. Bunun misli ve be*şeriyeti idare ede*cek hiçbir eser yoktur ve ge*lemez.”
Ve Peygambere hitaben der:
“Yâ Muhammed! Sana muasır[192] olamadığımdan çok müteessirim. Beşeriyet senin gibi mümtaz[193] bir kudreti bir defa görmüş, bâdema[194] göre*me*yecektir. Binaenaleyh, se*nin huzurunda kemal-i hürmetle eğilirim.”
Bismarck» (Emirdağ Lâhikası-l sh: 268)
Cevap: Risale-i Nur’da ORDU VE ASKER
İSLÂM CEBREN YAYILMADI
“İslâm Orduları Suriye’yi fethettikleri, yahut mu*zaffer bayrakla*rını Afrika’ya diktikleri, yahut Ka*radenize vardıkları zaman, Kur’ân hep be*raber*lerinde idi.
Bundan dolayıdır ki Müslümanlar fet*hettik*leri memle*ketlerde mezalim irtikâp[195] etme*mişler ve bir millete Müslümanlığı kabul ettirmek için onu kılıçtan geçirmemişlerdir.”
Bolinson (Nur Çeşmesi)
Cevap: Risale-i Nur’da ORDU VE ASKER
BEDİÜZZAMAN HAZRETLERİ CEPHEDE
«Eski Harb-i umumîde Pasinler Cephe*sinde şehid merhum Molla Habib’le beraber Rusya’ya hücum niyetiyle gidiyorduk. Onların topçuları bir iki dakika fasılayla bize üç top güllesi atıyordu. Üç gülle tam başımızın iki metre üstün*den geçip, arkada dere içine saklanan Askerimiz görün*me*dik*leri halde geri kaçtılar. Tecrübe için dedim:
“Molla Habib, ne dersin, ben bu gâvurun gülle*sine gizlenmeyece*ğim.”
O da dedi: “Ben de senin arkandan çekilmeye*ceğim.”
İkinci top güllesi pek yakınımızda düştü. Hıfz-ı İlâhî bizi muhafaza ettiğine kanaatle Molla Ha*bib’e dedim:
“Haydi ileri! Gâvurun top güllesi bizi öldü*remez. Geri çekilmeye te*nezzül etmeyeceğiz” de*dim.
Hem Bitlis muhasarasında ve avcı hattında Ru*sun üç güllesi öldü*re*cek yerime isabet etti. Biri de şalvarımı delip, iki ayağımın arasından geçip o tehlikeli vaziyette sipere oturmaya tenezzül et*memek bir hâlet-i ruhiye taşıdığımdan, arkadan kumandan Kel Ali, Vali Memduh Bey işit*tiler, “Aman çekilsin veya sipere otursun” dedikleri halde, “Bu gâvurun gülle*leri bizi öldürmeyecek” dediğim...» (Emirdağ Lâhikası-ll sh: 13)
Cevap: Risale-i Nur’da ORDU VE ASKER
İTTİHAD TERAKKİ PARTİSİ VE BEDİÜZZAMAN HAZRETLERİNİN BİR TESBİTİ
«Eski Said’in İttihad-ı Terakki Komitesine[196] şiddet-i muhalefetiyle be*raber, onların hükûmetine ve bilhassa Orduya karşı tarafgirâne yüksek takdiratı ve iltizamları ise, bir hiss-i kablelvukuyla,[197] yağı içinde bulunan o cemaat-i Askeriyede ve o cemi*yet-i milliyede bir milyona yakın ve evliya merte*besinde olan şühedayı altı yedi sene sonra teza*hür ede*ceğini his*set*miş, ihtiyarsız olarak, meşre*bine muha*lif, onlara dört sene ta*rafgir bu*lunmuş. Sabık Harb-i Umumî çalkalamasıyla o mübarek yağı alındı, yağı alınmış bir ayrana döndü. Yeni Said dahi Eski Said’e muhale*fet edip yine müca*hedesine döndü.» (Kastamonu Lâhikası sh: 79)
Cevap: Risale-i Nur’da ORDU VE ASKER
DECCALLER ASKER KUVVETİNDEN İSTİFADE ETMEK İSTERLER
Âhirzamanda ortaya çıkacağı kesin olarak haber veri*len Deccal, Mehdi ve Hazret-i İsa (A.S.) gibi zatların Asker kuvvetine de dayanacağını bildiren bahisler:
«Rivayette var ki: İsa Aleyhisselâm Deccalı öl*dürdüğü münasebe*tiyle, “Deccalın fevkalâade büyük ve minareden daha yüksek bir azamet-i heykelde ve Hazret-i İsa Aleyhisselâm ona nisbe*ten çok küçük bulundu*ğunu”[198] gösterir.
(Lâ ya’lemül gaybe illâllah) Bunun bir tevili şu olmak ge*rektir ki: İsa Aleyhisselâmı nur-u iman ile tanıyan ve tâbi olan cemaat-i ruhâniye-i mü*cahidînin ke*miyeti, Deccalın mektepçe ve Askerce ilmî ve maddî Ordularına nisbeten çok az ve küçük olma*sına işaret ve kina*yedir.» (Şualar sh: 588)
«Rivayetlerde, her iki Deccalın[199] harikulâde icraat*larından ve pek fev*kalâde iktidarlarından ve hey*betlerinden bahsedilmiş. Hattâ bedbaht bir kısım insanlar, onlara bir nevi ulûhiyet[200] isnad eder diye haber verilmiş. Bunun sebebi nedir?
Elcevap: (el ilmü indellah) icraatları büyük ve hâri*kulâde ol*ması ise: Ekser tahribat ve hevesata sev*kiyat olduğundan, kolayca harikulâde öyle işler ya*parlar ki, bir rivayette, “Bir günleri bir senedir.” Yani, bir senede yap*tıkları işleri üç yüz senede ya*pılmaz denilmiş. Ve iktidarları pek fevka*lâde gö*rülmesi ise, dört cihet ve sebebi var:
• Birincisi: İstidrac[201] eseri olarak, müstebidâne[202] olan koca hükûmetle*rinde, cesur Orduların ve faal milletin kuvvetiyle vukua gelen terakkiyat ve iyi*likler haksız olarak onlara isnad edilmesiyle, bin*ler adam kadar bir iktidar onların şahıslarında te*vehhüm edilmeye sebep olur. Halbuki, hakika*ten ve kaideten, bir cemaatin ha*reketiyle vücuda ge*len müs*bet mehâsin ve şeref ve ganimet[203] o cema*ate taksim edilir ve efradına verilir. Ve seyyiat ve tahribat ve zayiat ise, reisi*nin tedbirsizliğine ve kusurlarına verilir. Meselâ, bir tabur bir kaleyi fet*hetse, ganimet ve şeref süngülerine aittir. Ve menfî tedbir*lerle zayiatlar olsa, kumandanlarına aittir.
İşte hak ve hakikatin bu düstur-u esasiyesine[204] bü*tün bütün muhalif olarak müsbet terakkiyat ve hasenat o müthiş başlara ve menfî icraat ve sey*yiat bîçare milletlerine verilmesiyle, nefret-i âm*meye[205] lâyık olan o şa*hıslar, istid*rac[206] cihetiyle, ehl-i gaflet tarafından bir muhabbet-i umumi*yeye[207] mazhar olurlar.
• İkinci cihet ve sebep: Her iki Deccal, âzamî bir istib*dat ve âzamî bir zulüm ve âzamî bir şiddet ve dehşetle hare*ket ettiklerinden, âzamî bir ik*tidar görünür. Evet, öyle acip bir istibdat ki,[208] kanunlar perdesinde herke*sin vicdanına ve mukaddesa*tına, hattâ elbi*sesine müdahale ederler.[209] (Zanne*derim, asr-ı âhirde İslâm ve Türk hürriyet*perver*leri, bir hiss-i kablelvuku ile bu dehşetli is*tibdadı hissederek oklar atıp hü*cum etmişler. Fa*kat çok aldanıp yanlış bir hedef ve hatâ bir cep*hede hücum göstermiş*ler.) Hem öyle bir zulüm ve ce*bir ki, bir adamın yüzünden yüz köyü harap ve yü*zer mâsumları tecziye ve tehcir[210] ile perişan eder.
• Üçüncü cihet ve sebep: Her iki Deccal, Yahu*dinin, İslâm ve Hıristiyan aleyhinde şiddetli bir in*tikam besleyen gizli komitesinin mu*avenetini[211] ve kadın hürriyetlerinin perdesi altındaki dehşetli bir di*ğer ko*mitenin yardımını, hattâ İslâm Deccalı masonların komitelerini aldatıp müzaheretle*rini[212] kazandıklarından, dehşetli bir iktidar zannedilir. Hem bazı ehl-i velâyetin istihracatıyla[213] anlaşılıyor ki, İslâm devletinin ba*şına geçecek olan Süfyanî Deccal ise, ga*yet muktedir ve dahi ve faal ve gös*terişi istemeyen ve şahsî olan şan ve şerefe ehem*miyet vermeyen bir sadrâzam[214] ve gayet cesur ve iktidarlı ve metin ve cevval ve şöhretperest*liğe tenezzül etmeyen bir serAsker[215] bulur, onları teshir[216] eder. Onların fevkalâde ve dâhi*yâne icraat*larını, riyasızlıkla*rından istifade ile kendi şahsına isnat ve o vasıtayla koca Ordunun ve hükûmetin teced*düt ve inkılâp ve harb-i umumî inkılâbından ge*len şiddet-i ihtiyacın sev*kiyle işledikleri te*rakki*ya*tı[217] şahsına isnad ettirerek şahsında pek acip ve ha*rika bir iktidar bu*lunduğunu meddahlar[218] tarafın*dan işâa[219] ettirir.
• Dördüncü cihet ve sebep: Büyük Deccalın, is*pri*tizma[220] nevinden tes*hir[221] edici hassaları[222] bulunur. İslâm Deccalının dahi, bir gözünde teshir edici manye*tizma[223] bulunur. Hattâ, rivayetlerde “Decca*lın bir gözü kör*dür”[224] diye nazar-ı dikkati gözüne çevirerek Büyük Deccalın bir gözü kör ve ötekinin bir gözü, öteki göze nisbe*ten kör hükmünde oldu*ğunu hadiste kaydetmekle, onlar kâ*fir-i mutlak[225] bulunduğundan, yalnız münhasıran bu dün*yayı görecek bir tek gözü var ve âkıbeti ve âhireti gö*rebilecek gözleri olmamasına işaret eder.
Ben bir mânevî âlemde İslâm Deccalını gör*düm. Yalnız birtek gö*zünde teshirci bir manye*tizma[226] gözümle müşahede ettim ve onu bütün bü*tün münkir[227] bildim. İşte bu inkâr-ı mutlaktan çı*kan bir cüret ve cesaretle mukaddesata hücum eder. Avâm-ı nâs[228] hakikat-ı hali[229] bilmedik*le*rinden, harikulâde iktidar ve cesaret zannederler.
Hem şanlı ve kahraman bir millet, mağlûbiyeti hengâ*mında,[230] böyle istidraçlı[231] ve şanlı ve talihli[232] ve mu*vaffakiyetli ve kurnaz bir kumandanı bulun*duğundan, gizli ve dehşetli olan mâhiyetine[233] bak*mayarak, kahramanlık damarıyla onu alkışlar, başına kor, seyyielerini örtmek ister.
Fakat kah*raman ve mü*cahid Ordunun ve dindar milletin ru*hundaki nur-u iman ve Kur’ân ışığıyla hakikat-ı hali göreceği ve o kumandanın çok dehşetli tahri*batını tamire çalışacağı[234] ri*vayetlerden anlaşılır.» (Şualar sh: 593)
Cevap: Risale-i Nur’da ORDU VE ASKER
KAHRAMAN ORDU DİZGİNİNİ ONUN ELİNDEN KURTARACAK!
«Bir rivayette, “İslâm Deccalı Horasan taraflarından zuhur edecek”[235] denilmiş.
(Lâ ya’lemül gaybe illâllah) bunun bir tevili şudur ki: Şar*kın en ce*sur ve kuvvetli ve kesretli kavmi ve İs*lâmiyetin en kah*raman Ordusu olan Türk milleti, o rivayet zamanında Horasan taraflarında bulu*nup daha Anadolu’yu va*tan yap*madığından, o zamandaki meskenini zikretmekle Süfyanî Deccal[236] onların içinde zuhur edeceğine işaret eder.
Gariptir, hem çok gariptir: Yedi yüz sene müd*detinde İslâmiyetin ve Kur’ân’ın elinde şeref-şiar,[237] bârika-âsâ[238] bir elmas kılınç olan Türk mille*tini ve Türkçülüğü, muvakkaten İslâmiyetin bir kısım şeâirine[239] karşı is*timal etmeye çalışır! Fakat muvaf*fak olmaz, geri çekilir. “Kahraman Ordu, dizginini onun elinden kurtarıyor” diye rivayetlerden anlaşı*lıyor.» (Şualar sh: 596)