Oysa Firavun ve çevresinin “ yeryüzünde büyüklük sizin olsun diye mi bize geldiniz? “ şeklindeki söz konusu suçlamaları, tamamen samimiyetsiz bir iftiraydı. Hz. Musa Mısır’a hakim olmayı değil, sadece Firavun’un, İsrailoğullarını kendisi ile göndermesini istiyordu. Hz. Musa’nın talebi, köle olarak kullanılan ve sürekli zulüm altında bulunan İsrailoğulları’nın serbest bırakılması ve onların Mısır’dan gitmelerine izin verilmesiydi: Musa dedi ki: “Ey Firavun, gerçekten, ben alemlerin Rabbinden (gönderilme) bir elçiyim.” “Benim üzerimdeki yükümlülük, Allah’a karşı ancak gerçeği söylemektir. Rabbinizden size apaçık bir belge ile geldim. Artık İsrailoğulları’nı benimle gönder.” (Araf Suresi, 104-105)
http://www.esselam.net/harunyahya/imani/hzmusa/038b.jpg http://www.esselam.net/harunyahya/imani/hzmusa/040b.jpg İsrailoğulları’nın Firavun’un emrinde köle olarak çalıştırılmasını gösteren bir Eski Mısır çizimi Firavun’u kendisine getirilen esirler hakkında hüküm verirken gösteren bir tasvir.
Ancak bu talebe hiç bir şekilde yanaşmayan Firavun, Hz. Musa’ya karşı çeşitli yöntemler denedi. Bunların biri, duygusallığı tahrik etmekti. Hz. Musa’nın kendi sarayında büyüdüğünü hatırlatan Firavun, bununla hem Hz. Musa’yı kendince minnet altında bırakmaya hem de çevredeki kişilerin gözünde onu bir nankör gibi göstermeye çalıştı. Dahası, Hz. Musa’nın daha önceden yanlışlıkla öldürdüğü adam konusunu da gündeme getirerek onu zor duruma düşürmeye çabaladı. Hz. Musa’nın tüm bunlara verdiği cevap ise, kadere tam teslim ve razı olmuş örnek mümin cevabıydı: (Gittiler ve Firavun:) Dedi ki: “Biz seni içimizde daha çocukken yetiştirip büyütmedik mi? Sen ömrünün nice yıllarını aramızda geçirmedin mi?”
“Ve sen, yapacağın işi (cinayeti) de işledin; sen nankörlerdensin.”
(Musa) Dedi ki: “Ben onu yaptığım zaman şaşkınlardandım.” “Sizden korkunca da hemen aranızdan kaçtım; sonra Rabbim bana hüküm (ve hikmet) verdi ve beni gönderilen (elçilerden) kıldı.” (Şuara Suresi, 18-21)
Konuşmasının devamında Hz. Musa, kendisinin saraya gelmesinin ve orada büyütülmesinin ona Firavun tarafından yapılan bir lütuf olmadığını aksine buna zulüm nedeniyle mecbur kaldığını anlatıyordu: “Bana karşı lütuf-dediğin nimet de, İsrailoğulları’nı köle kılmandan dolayıdır.” (Şuara Suresi, 22)
Hz. Musa, ilk başta Firavun ve çevresinden korktuğunu söylemesine rağmen, Allah’ın onu uyarması ve onunla beraber olduğunu hatırlatması sayesinde korkusuzca ve tüm açıklığıyla Firavun’a tebliğini yaptı. Firavun Hz. Musa’ya ilk olarak Rabbini sordu: Firavun dedi ki: “Alemlerin Rabbi nedir?”
Dedi ki: “Göklerin, yerin ve bu ikisi arasında olan her şeyin Rabbidir. Eğer ‘kesin bilgiyle inanıyorsanız’ (böyledir).”
Çevresindekilere dedi ki: “İşitiyor musunuz?”
(Musa:) Dedi ki: “O sizin de Rabbiniz, geçmişteki atalarınızın da Rabbidir.” (Şuara Suresi, 23-26)
Burada Hz. Musa, Firavun’un sorusuna cevap verirken atalarının dininin geçersiz olduğunu da anlatıyordu. Çünkü onların ataları da sapıklık içindeydiler. Allah geçmişteki atalarının da Rabbiydi. Nitekim Firavun bu gerçeğe cevap veremeyince, Hz. Musa’yı iftira ve tehditle yıldırmaya çalıştı: (Firavun) Dedi ki: “Şüphesiz size gönderilmiş bulunan elçiniz, gerçekten bir delidir.”
“Eğer aklınızı kullanabiliyorsanız, O, doğunun da, batının da ve bunlar arasında olan her şeyin de Rabbidir” dedi (Musa). (Firavun) dedi ki: “Andolsun, benim dışımda bir ilah edinecek olursan, seni mutlaka hapse atacağım.” (Şuara Suresi, 27-29)
Yukarıdaki ayetlerde görüldüğü gibi Hz. Musa, güçlü delil ve sözlerle Firavun’u zor durumda bırakınca Firavun ona delilik iftirasında bulunmuştur. Burada Firavun’un asıl amacı, çevresine bunu söyleyerek Hz. Musa’nın etkisini kırmaktır. Hz. Musa’nın etkileyici ve doğru sözleri Firavun’u kızdırmıştır. Ve bunun üzerine Firavun zorba karakterini bir kez daha açığa vurmuş, eğer buna devam eder ve kendisini ilah olarak kabul etmezse, Hz. Musa’yı hapse atmakla tehdit etmiştir.
Bunun üzerine kendisinde elçiliğinin alameti olan belgelerin, delillerin olduğunu söyleyen Hz. Musa, Allah’ın kendisine verdiği iki mucizeyi Firavun’a göstermiştir: (Musa) Dedi ki: “Sana apaçık bir şey getirmiş olsam da mı?”
(Firavun) Dedi ki: “Eğer doğru sözlü isen, onu getir.”
Bunun üzerine asasını bırakıverdi, bir de (ne görsünler) o, açıkça bir ejderha oluverdi.
Elini de çekip çıkardı, bir de (ne görsün) o, bakanlar için ‘parlayıp aydınlanıvermiş’. (Şuara Suresi, 30-33)
Hz. Musa vasıtasıyla Allah’ın iki büyük mucizesini gören Firavun ve çevresi duydukları sözlere ve gördükleri mucizelere rağmen bunların ancak bir büyü vasıtasıyla yapıldığını düşündüler. Bu fikri birbirlerine telkin ederek bu mucizelerden etkilenmelerine engel olmaya çalıştılar: (Firavun,) Çevresindeki önde gelenlere: “Bu” dedi, “Doğrusu bilgin bir büyücüdür.” “Büyüsüyle sizi yurdunuzdan sürüp çıkarmak istiyor; ne buyurursunuz?” (Şuara Suresi, 34-35)
Burada ortaya konulan mantık inkarcıların genel bir mantığıdır. Kuran’daki bir çok kıssada bu tarz kişiler ve tepkiler anlatılıp bu çarpık mantık gözler önüne serilir. Ataların dinine körü körüne bağlanmaya, delillerini gördüğü halde gerçeği reddetmeye dayanan bu düşünce, sadece Firavun ve çevresindekilerin gösterdikleri bir tavır değildir. İnkarcılar tarih boyunca hep bu şekilde kendilerine çıkış yolu aramışlardır. Kuran’da kendini büyük görenlerin bu bakış açısı belirtilmiştir: Yeryüzünde haksız yere büyüklük taslayanları ayetlerimden engelleyeceğim. Onlar her ayeti görseler bile ona inanmazlar; dosdoğru yolu (rüşd yolunu) da görseler, yol olarak benimsemezler, azgınlık yolunu, gördüklerinde ise onu yol olarak benimserler.... (Araf Suresi, 146)
Firavun ve çevresi de ortada dosdoğru yol varken bunu benimsemek yerine inkarcılığı seçiyor ve azgınlık yolunu benimsiyorlardı. Kendilerine gösterilen mucizelere rağmen Hz. Musa ile mücadeleye girişmeye karar verdiler. Bunun için de “büyücü” olmakla suçladıkları Hz. Musa’ya kendilerince rakipler bulmaya kalktılar: Dediler ki: “Onu ve kardeşini şimdilik bekletiver (vereceğin cezayı ertele), şehirlere de toplayıcılar yolla”; “Bütün bilgin büyücüleri sana getirsinler.” (Araf Suresi, 111-112)
Firavun, Hz. Musa’nın gösterdiği mucizelerin büyücü hilesi olduğunu iddia ediyordu. Bu mucizeleri kendi büyücüleri vasıtasıyla ortadan kaldırabileceğini zannediyordu. Böylece Hz. Musa’yı yenecek ve daha itibarlı bir konuma gelecekti. Çok rahatlıkla Hz. Musa’yı ve kardeşi Hz. Harun’u öldürebilirdi. Fakat Firavun, çevresindekilerin verdiği tavsiyeye uydu. Bu ona daha cazip geldi. Daha büyük ve kalıcı bir galibiyet elde edeceğini düşündü. Aslında Allah onları büyük bir yenilgiye ve helaka doğru yaklaştırıyordu. Hem de kendilerinden en emin oldukları yerden.
Galip geleceklerinden o kadar emindiler ki buluşma yerinin ve zamanının da Hz. Musa tarafından seçilmesine izin verdiler: Dedi ki: “Ey Musa, sen bizi sihrinle yurdumuzdan sürüp çıkarmaya mı gelmiş bulunuyorsun?”
“Madem böyle, biz de sana buna benzer bir sihirle geleceğiz; şimdi sen, bir ‘buluşma zamanı ve yeri’ tesbit et, bizim de, senin de karşı olamayacağımız açık, geniş bir yer olsun” dedi. (Musa) Dedi ki: “Buluşma zamanımız, (ülkenin ulusal) bayram günü ve insanların toplanacağı kuşluk vakti (olsun).” (Taha Suresi, 57-59)
Hz. Musa ayette geçen “buluşma zamanı” için bayram gününde insanların biraraya toplanacağı bir zaman seçmişti. Çünkü bu buluşmaya bütün insanların şahit olmasını istiyordu. Bu son derece akılcı bir seçimdi; böylece insanlar Hz. Musa’nın tebliğine ve Firavun’la büyücülerinin uğradığı yenilgiye şahit olabileceklerdi. Bu buluşma zamanını Firavun da kabul etti: Böylelikle Firavun arkasını dönüp gitti, hileli düzenini (yürütecek büyücüleri) bir araya getirdi, sonra geldi.
Musa onlara dedi ki: “Size yazıklar olsun, Allah’a karşı yalan düzüp uydurmayın, sonra bir azab ile kökünüzü kurutur. Yalan düzüp uyduran gerçekten yok olup gitmiştir.”
Bunun üzerine, kendi aralarında durumlarını tartışmaya başladılar ve gizli konuşmalara geçtiler.
Dediler ki: “Bunlar her halde iki sihirbazdır, sizi sihirleriyle yurdunuzdan sürüp-çıkarmak ve örnek olarak tutturduğunuz yolunuzu (dininizi) yok etmek istemektedirler.”
“Bundan ötürü, tuzaklarınızı bir araya getirin, sonra gruplar halinde gelin; bugün üstünlük sağlayan, gerçekten kurtuluşu bulmuştur.” (Taha Suresi, 60-64)