-
Cevap: Senai Demirci
http://img512.imageshack.us/img512/2638/eyeofgodfm9.jpg
http://img512.imageshack.us/img512/2...d375af2b2b.jpg
GÖZLERİME KAPATMAK DAVASI AÇIN!
Olan biteni siz de görmüyor musunuz?
Kör müsünüz?
Yo, yo, kör diyemem size!
Bizim gözlerimizin görmediğini gördünüz.
Gözlerinizi "laiklik karşıtı eylemler"e odakladınız.
Ne ettiniz siz?
Ne yaptığınızın farkında mısınız?
Kapatın gözlerinizi..
Kimseleri görmesin, kimselere görünmesin gözleriniz.
Gözleriniz “laiklik karşıtı eylemler”in odağı oldu bayım.
Hemen yazmaya başlıyorum.
İddianame:
Madde 1: Göz bebeğinize secdeye giden bir adamın görüntüsü düştü.
Madde 2: Aman Tanrım, retinanıza kazındı laiklik karşıtı eylemlerimiz.
Madde 3: Laiklik karşıtlığı hızla beyninize sızıyor bayım.
Sakın ola yukarıya göndermeyin.
Gözünüzde kalsın laiklik karşıtlığı
Aklınıza tırmanmasın!
Gözünüzde kalsın aklınız.
Kulağınız, sayın bayım, kulağınız.
Felaket!
Laiklik karşıtı söylemlere açık.
Az önce ezandı kulak zarınıza teklifsizce çarpan!
“Olmasaydı, ah olmasaydı!” diye kıvranıyor musunuz içinizden?
Sızlanıyor musunuz?
Huzursuz mu oldunuz?
Fısıltı mı içinizdeki ne?
Yoksa yoksa...
Yoksa yoksa, siz, evet siz, dua ediyor olmayasınız
Dua olmasın sakın nefesinize arsızca dolanan fısıltılar.
Ağzınıza almayın laiklik karşıtı sesleri sakın.
Ağzınızı hemen kapatın, kapattırın.
Ne o öyle!
Hayy’dan gelip Hu’ya giden nefesler...
Almayın içinize sakın
Dışarıda kalsın.
Aldıysanız da,
İçinizde kalsın.
Müebbet hapisle cezalandırın.
İyisinden bir iç fırçası size: O’nu hatırlatan ıssızlıkları kazısın.
Hoş kokulu bir de dış macunu: O’na muhtaç değilmiş gibi yaşayan yanınız parlasın.
Uykunuzda unuttuğunuz bedeninizi göstermeyin kimselere.
Siz kendi kendinize sahipsiniz.
Esnemeyin sakın.
Kendinize sahip olmadığınız sanılmasın.
Kapatın ağzınızı.
Kapatın.
Dudaklarınıza kapatma davası açın!
Sızlar mı sizin de vicdanınız.
Aman bayım, ne gereği var.
Laiklik karşıtı eylemler ocağıdır vicdanınız.
Tez elden kurtulun
İçinizi temizleyin sonsuzluk arzusundan.
Kapatın o bahsi kapatın.
Göklere bakmayın.
Ümitlenmeyin sakın.
Ufuklara kapatma davası açın.
Hiç yakıştıramadım size.
Baştan ayağa laiklik karşıtı eylemler içindesiniz.
Nereye böyle?
Bu gidiş
Bu eskiyiş
Bu tükeniş
Bu yaşlanış
Laik olmayan bir yere.
Eksiliyorsunuz her an, bayım.
Toprağa dönüyor yüzünüz.
Bir namaza yaklaşıyorsunuz Allah’ın her günü,
Laiklik karşıtı musalla taşına taşınıyorsunuz her an.
Cenazenize doğru yürüyorsunuz.
Laiklik karşıtı bir kefene bürüneceksiniz.
Laiklik karşıtı bir eylemle gömüleceksiniz.
Laik karşıtı dualara konu olacaksınız.
Kapatın yüzünüzü bayım.
Yüzünüzü kapatın.
Dayanılmaz bir utanç bu.
Skandal.
Yüzünüz ahirete dönük, bayım.
Kapatma davası açın yüzünüze.
Gözleriniz, bayım, gözleriniz.
Göğe bakıyor.
Ufuklarda güneş bekliyor.
Bulutlardan yağmur umuyor.
Akşamı sabah etmek istiyor her Allah’ın günü.
Erik çiçeklerine aldanıyor, gün ışığına kanıyor.
Kalbiniz de eşlik ediyor gözlerin aldanışına.
Yaşama sevinciyle umutlanıyor.
Ebedî sevdalara düşüyor.
Hiç ölmeyecekmiş gibi sevmelere hevesleniyor.
Laiklik karşıtı eylemlerin kaynağı olan Allah’ın her günü “felfecir” okuyor gözleriniz.
Laiklik karşıtı eylemlere odaklanıyor.
Kapatılmalı gözleriniz
Kapatılmalı.
Görmüyor musunuz?
Kör müsünüz?
Kapatılmalı gözleriniz.
Hemen dava açmalısınız.
SENAİ DEMİRCİ
-
Cevap: Senai Demirci
Bakış Acısı
Gözlerimizdeki "kara leke"lerle bağlanıyoruz varlığa. Gözlerimizin karası gözbebeklerimizle ağlıyoruz dünyaya. Acınası bir şeyin görüntüsü düşmüşse gözbebeğimize, büyüyor gözbebeğimiz. Kocaman oluyor. O görüntü çarpmasa gözümüze, kara lekemiz küçülüyor, önemsizleşiyor. Sanki utanıyor. Göremediği için mahçup oluyor. "Saymayın beni!" dercesine gözden kayboluyor.
İnsanın acıması ancak bir nesne üzerinden gerçekleşiyor. Olmayana acımaz insan. Olmayanın olmayışına ağlamaya kalkmaz, kalkamaz. Hatta, var olduğu halde gözüne görünmediği için acı-ya-madıkları da vardır. Hatta, gözüne göründüğü halde, ilgilenemediği için acımaya vakit bulamadıkları da vardır. Hatta ve hatta, her gün her gün gözüne gözüne sokulduğu için ister istemez alışarak acımayı unuttukları da vardır. Gördüğüne bile acı-ya-mayan, görmediğine nasıl acır? Göz göre göre acımayı unutan, hiç var olamayana hiç var olmayışı yüzünden nasıl acıyabilir?
Bir şeyin tamlığının bozulması, bir eksikliğinin gözümüze çarpması, acımızı uyandırır. İçimizi yakar. Kalbimizi dürter. Olması gerekenin onda olmayışı onu acımaya aday kılar. Olması gereken konusunda bir deneyimimiz vardır çünkü.“Daha önce de kuş görmüştüm; kanatları kırık değildi. Bunun kanadı kırık; ah!”
Yok olanın yokluğuna acıyamamak, ancak kıyılarında gezindiğimiz, içine ayağımızı sokamadığımız bir çelişki denizidir. Acımayı bile beceremeyecek kadar acınacak olduğumuzu bu çelişki sayesinde farkederiz. Biraz eksiği olana acırız da, eksiği art arta hepten yok olana acımayız. Oysa, en çok o vakit acınmayı hak ederdi o şey. Hepten eksik olan, bir tamamlanma vaadi sunmaz gözlerimize. Bir eksiği yoktur hiç olmayanın. Eksikliğini göremeyiz. Yoktur o kadar. Gözümüze takılmaz ki zaten. Gönlümüze niye takılsın?
Bu çelişkiyle yüzleşmeyi denemek hayalî bir kuşa mal olacak kadar bedava: Küçücük bir kuş gördük diyelim. Yavru kuş. Belli ki annesinden uzakta: acırız. Bir de farkettik ki yavru kuşun bir kanadı kırık: daha çok acırız. Az sonra gördük ki, diğer kanadı da kırık: daha da çok acırız. Meğer bir ayağı da kırıkmış: daha da daha da acırız. O da ne! Öteki ayağı da kırıkmış: daha daha daha da acırız. Az sonra kör olduğunu da farkettik: daha daha daha daha da acırız. Belki ağlamaya başlarız. Sonunda sağlam bir tek gövdesi olan kuşun ezilip gözden kaybolduğunu farz edelim. Öyle ki bizden önce asfalttan silinmiş olsun cesedi. Acır mıyız? Hiç sanmam! Olmayan kuşa niye acıyalım ki? Acımamızı en çok hak ettiği anda, kuşun birden acınası olmaktan çıkması, acımasız olmasa da, acıma-sız eyler bizi. İnsanın şefkati, merhameti, acıması ille de bir nesne arar kendine. Nesne yoksa, acıma başlamaz, merhamet gerçekleşmez.
Uzakta da olsa bir annesi bile olmayan, kırık bir kanadı bile olmayan, kırık da olsa bir bacağı dahi olmayan, kör de olsa bir gözü bile olmayan, hiç ama hiç ol-a-mayan bir kuşa acıyamıyoruz.
Oysa, Rahman’ın “acıma”sı, kuşun en acınası hali içindir: yokluğuna acır. Merhametiyle yoğu var eder O. Rahmetiyle olmayan kuşun dile gelmeyen varlık duasını kabul eder. Biz bir şeye var olduktan sonra, gözlerimize görünür olduktan sonra ancak acırken, O yokluğuna acıdıklarını var eder.
İşte bu yüzden, kendi yokluğumuzda, kendi üzerimizde, kendi yokluğumuza kendimizin bile acımadığı bir dönemde, kendimizin bile farkında olmadığı yokluğumuza acıyan o merhamet bakışını görmeye çağırır bizi Rahman: “Hatırlamaz mı insan ki bir zamanlar hatırlanmaya değer bir şey değildi.” (Bak. İnsan Sûresi, 1) Her birimizi özgeçmişine (ama öz-geçmişine!) gönderiyor bizi bu âyet.
İnsan Sûresi’nin bu ayeti hiç hatırımızın sayılmadığı sıfır noktasından başlayarak göz önüne getiriyor şimdi alışkın ve bıkkın olduğumuz (ve ihtimal ki göremediğimiz) varlığımızı. Kimsenin gözüne takılmış değildik doğum günümüzden en fazla bir yıl kadar önce. Kimse eksikliğimizi çekmiyordu dünyaya gelmemizin bir yıl kadar öncesinde. Kimse yolumuzu beklemiyordu. Bir işe lazım değildik: Lüzumsuzduk. Olsak da bir, olmasak da birdi! Yokluğumuz varlığımız kadar beklenir bir şeydi.
Sanıyorum şimdi aynaya bakarken biraz daha açabiliriz gözbebeklerimizi. “Hayret!” “Ben bana sürprizim!” “Çok değil onyedi yıl kadar önce kimsenin hesaplarında yer etmiyordum. Sevdiklerimin gündeminde değildim. Ama yaşıyorum şu an.” “Bir zamanlar kimse eksikliğimi dert edinmediği halde, şu anda varım.” Şaşırmalı insan kendi var edilişine. Yokken, kendisi bile yokluğunu farketmezken varlık için seçilişine hayret etmeli! Göz bebekleri büyümeli!
En acınacak haline acıyanın sadece Rahman olduğunu fark etmeli. “Rahman’ın gözbebeği” bilmeli kendini. Bakılıp geçilecek, gözden çıkarılacak, hemen silinecek, çöpe gönderilecek “kara bir leke” kadar bile değilken, üzerindeki o “bakış acısıyla” gözde olduğunu görmeli.
Göründüğümüz için bize bakmış değil O. O baktığı için görünür olmuşuz biz.
SENAİ DEMİRCİ
-
Cevap: Senai Demirci
"Unutmuşum, affedersin..."
-Yalnızım, çok yalnızım.
-Hatırlıyor musun; "çok yakınım ben" demiştim sana, "çok yakın!" Senin sana olduğundan bile yakın. Kendi kendini çağırdığında ne kadar yakından duyuyorsan, ondan da yakınım. Kendinden bir şey istediğinde ne kadar çabuk cevap veriyorsan, bundan daha hızlıyım.
-Doğru. Sen hep yakınsın ama, nedense, ben uzaklardayım. Bana küsmüşsün sanıyorum.
-Öyleyse, secde et ve yaklaş! Alnına dokunacak yakınlığım. Aslında alnına yazılıdır yakınlığım. Araya benliğini koyduğun için, bencilliğini öne sürdüğün içindir bana uzaklığın.
-Yüzüm yok yakınında olmaya. Çok kusurluyum. Günah üstüne günah işledim. Sözüm yok sana sakladığım. Kirli dudaklarım. Yalanlar söyledim, boş sözlere değdi dilim.
- Pişmanlığını görüyorum elbet. İçindekileri yakıcı sızıları duyuyorum. Söylemek isteyip de söyleyemediklerini de özür olarak kabul ediyorum. Yüzünün kızarması bile kabulüm. Bilmiyor musun ki, bağışlamayı seviyorum ve seve seve bağışlıyorum.
-Biliyorum ama yine de unutup hata ediyorum. Gördüğünü göre göre, görmüyormuşsun gibi yaşıyorum. İşittiğini bile bile, işitmiyormuşsun gibi boş şeyler konuşuyorum. Sözümden dönüyorum yine. Utanıyorum. Bağışlar mısın sahiden?
-Dedim ya; bağışlamayı kendime ilke edindim. Hiçbir şeye mecbur olmadığım halde, merhamet etmeyi kendime kural diye yazdım. Affetmeyi her şeyin önüne koyuyorum.
- Ben seni hep yakar diye tanıyorum. Hemen kızıp gazaplandığını düşünerek, korkuyorum, titriyorum. Çarparsın diye keyfimce yaşayamıyorum. Gazabın da var senin.
-Rahmetim gazabımdan önce gelir. Kızmam bile rahmetimin hatırınadır. Ben yakmam seni. Sen ateşe atarsın kendini. Seni senden korumak içindir tehditlerim.
-Yine de korkuyorum. Çok korkuyorum.
-Defalarca ve en önce merhamet sahibi olduğumu hatırlattım sana. Her sözün başında. Her işin eşiğinde. Daha çok, hatırımı saymanı isterdim. Bir hatırlasana; bir zamanlar hatırlanmaya değer bir şey değildin. Eksikliğini kimsenin dert etmediği dönemlerde, seni var kılmak istedim. Kendi yokluğunu kendinin bile fark etmediği yıllarda, seni insan etmeye karar verdim. Şimdi seni en çok sevdiğini söyleyenlerce insafsızca çöpe atılabilecek biçimsiz bir et parçasıydın; sana yüz verdim. Sana yaptığım iyiliğini bilmeni istedim. Hep teşekkür etmeni bekledim.
-Çürüyecekmiş bedenim. Toprağa girecekmişim. Yüzüm eriyecekmiş. İsmim silinecekmiş. Dar bir yere bırakılıp terk edilecekmişim. Bu dehşet içinde nasıl teşekkür etmemi istersin?
-İlk söylemede, anlamamış olmanı anlayışla karşılıyorum, yine söylüyorum. Unutabileceğini bile bile yeniden hatırlatıyorum. Kolayca gözden çıkarılacak, leke diye silinebilecek, kirli ve isimsiz bir damlaydın; seni adam ettim. Yokluğunda seni yakıp yok edebileceğim halde, varlığından niye öç alayım, niye seni önemsiz sayayım? Senin varlığını herkes inkâr ederken ben inkâr etmediğim halde, seni niye unutulmuşluğa terk edeyim? Seni kendime muhatap seçecek kadar önemsediğim halde, niye kurumuş kemiklerini toprakta bırakayım? Seni hiç yoktan yarattığım halde, hiç sebepsiz var eylediğim halde, ikinci defa yaratmakta niye usanayım, niye vazgeçeyim?
- Keşke bunu daha sık hatırlatsan!
-Hatırlasana kuşluk vaktini. Her sabah uyandığında yeniden bulmuyor musun bedenini? Gözlerini açar açmaz, hatırlamıyor musun unuttuğunu kendini? Ayrıca, bir bak yeryüzünü ölümünün ardından nasıl dirilttiğime. Kurumuş çubukları, ölmüş dalları, soğumuş kökleri çiçek çiçek, rengarenk, terü taze tenlerle, sıcacık meyvelerle yeni baştan dirilttiğimi görmüyor musun bugünlerde?
- Unutmuşum, Rabbim, affedersin, çok affedersin. Sen affetmeyi çok seversin.
SENAİ DEMİRCİ
-
Cevap: Senai Demirci
"Unutmuşum, affedersin..."
-Yalnızım, çok yalnızım.
-Hatırlıyor musun; "çok yakınım ben" demiştim sana, "çok yakın!" Senin sana olduğundan bile yakın. Kendi kendini çağırdığında ne kadar yakından duyuyorsan, ondan da yakınım. Kendinden bir şey istediğinde ne kadar çabuk cevap veriyorsan, bundan daha hızlıyım.
-Doğru. Sen hep yakınsın ama, nedense, ben uzaklardayım. Bana küsmüşsün sanıyorum.
-Öyleyse, secde et ve yaklaş! Alnına dokunacak yakınlığım. Aslında alnına yazılıdır yakınlığım. Araya benliğini koyduğun için, bencilliğini öne sürdüğün içindir bana uzaklığın.
-Yüzüm yok yakınında olmaya. Çok kusurluyum. Günah üstüne günah işledim. Sözüm yok sana sakladığım. Kirli dudaklarım. Yalanlar söyledim, boş sözlere değdi dilim.
- Pişmanlığını görüyorum elbet. İçindekileri yakıcı sızıları duyuyorum. Söylemek isteyip de söyleyemediklerini de özür olarak kabul ediyorum. Yüzünün kızarması bile kabulüm. Bilmiyor musun ki, bağışlamayı seviyorum ve seve seve bağışlıyorum.
-Biliyorum ama yine de unutup hata ediyorum. Gördüğünü göre göre, görmüyormuşsun gibi yaşıyorum. İşittiğini bile bile, işitmiyormuşsun gibi boş şeyler konuşuyorum. Sözümden dönüyorum yine. Utanıyorum. Bağışlar mısın sahiden?
-Dedim ya; bağışlamayı kendime ilke edindim. Hiçbir şeye mecbur olmadığım halde, merhamet etmeyi kendime kural diye yazdım. Affetmeyi her şeyin önüne koyuyorum.
- Ben seni hep yakar diye tanıyorum. Hemen kızıp gazaplandığını düşünerek, korkuyorum, titriyorum. Çarparsın diye keyfimce yaşayamıyorum. Gazabın da var senin.
-Rahmetim gazabımdan önce gelir. Kızmam bile rahmetimin hatırınadır. Ben yakmam seni. Sen ateşe atarsın kendini. Seni senden korumak içindir tehditlerim.
-Yine de korkuyorum. Çok korkuyorum.
-Defalarca ve en önce merhamet sahibi olduğumu hatırlattım sana. Her sözün başında. Her işin eşiğinde. Daha çok, hatırımı saymanı isterdim. Bir hatırlasana; bir zamanlar hatırlanmaya değer bir şey değildin. Eksikliğini kimsenin dert etmediği dönemlerde, seni var kılmak istedim. Kendi yokluğunu kendinin bile fark etmediği yıllarda, seni insan etmeye karar verdim. Şimdi seni en çok sevdiğini söyleyenlerce insafsızca çöpe atılabilecek biçimsiz bir et parçasıydın; sana yüz verdim. Sana yaptığım iyiliğini bilmeni istedim. Hep teşekkür etmeni bekledim.
-Çürüyecekmiş bedenim. Toprağa girecekmişim. Yüzüm eriyecekmiş. İsmim silinecekmiş. Dar bir yere bırakılıp terk edilecekmişim. Bu dehşet içinde nasıl teşekkür etmemi istersin?
-İlk söylemede, anlamamış olmanı anlayışla karşılıyorum, yine söylüyorum. Unutabileceğini bile bile yeniden hatırlatıyorum. Kolayca gözden çıkarılacak, leke diye silinebilecek, kirli ve isimsiz bir damlaydın; seni adam ettim. Yokluğunda seni yakıp yok edebileceğim halde, varlığından niye öç alayım, niye seni önemsiz sayayım? Senin varlığını herkes inkâr ederken ben inkâr etmediğim halde, seni niye unutulmuşluğa terk edeyim? Seni kendime muhatap seçecek kadar önemsediğim halde, niye kurumuş kemiklerini toprakta bırakayım? Seni hiç yoktan yarattığım halde, hiç sebepsiz var eylediğim halde, ikinci defa yaratmakta niye usanayım, niye vazgeçeyim?
- Keşke bunu daha sık hatırlatsan!
-Hatırlasana kuşluk vaktini. Her sabah uyandığında yeniden bulmuyor musun bedenini? Gözlerini açar açmaz, hatırlamıyor musun unuttuğunu kendini? Ayrıca, bir bak yeryüzünü ölümünün ardından nasıl dirilttiğime. Kurumuş çubukları, ölmüş dalları, soğumuş kökleri çiçek çiçek, rengarenk, terü taze tenlerle, sıcacık meyvelerle yeni baştan dirilttiğimi görmüyor musun bugünlerde?
- Unutmuşum, Rabbim, affedersin, çok affedersin. Sen affetmeyi çok seversin.
SENAİ DEMİRCİ
-
Cevap: Senai Demirci
Gözlerim yoktu, gözlerimin olmadığını bir Sen gördün.
Görmüyorum. Görme isteğine bile körüm. Görmek istediğimi bilmiyorum.
Gözlerim yok. Ne renklerden haberim var, ne şekilleri tahmin edebilirim.
Sen bana gözlerimi verdin. Görmek istediklerimi de sen verdin. Görme isteğimi gördün...
Ben görmek istiyor bile değilken, beni gördün.
Gözümün göreceklerini
gördün...
Sen gördün, Sen verdin.
Elim yoktu, sen elimden tuttun.
Tutunacak bir dal da bilmem. Ellerim yok.
Ne avucumda bir şeyim, ne de elde tutmak istediğim.. Yok.
Sen bana el verdin. Beni elimden tuttun. Elimden tutacak bir ana verdin.
Elde edeceklerimi Sen hazır ettin. Her şey Senin ‘kudret eli’ne tutundu. Ben, ellerim ve elde edeceklerim, öylece avuca geldi.
Sağırdım, bana Sen kulak verdin.
Bir haber yok, kötüsü bile. Sesler uzak, müzik yabancı, ahenk dargın.
Dalgaların sesini işiten, mahrem fısıltılardan haberli kulaklarım oldu.
Kuru yaprağın dalından düşüşünü duyan, rüzgârın ıslığına ritim veren, yağmurun yağışına ahenk katan, her notada ruhuma yeniden üfleyen Sen’sin.
Bana kulak verdin. Her şeyi, her an işiten Sen.
Ben kulak sahibi değilken, işitmek isteğimi işittin.
Ben müziği bilmezken, ben rüzgârın ve denizin sesini işitmezken, ben annemin sesini tanımazken,ben sağır iken, beni Sen işittin, arzularıma Sen kulak erdin, iç çekişlerimi Sen duydun.
Beni Sen işittin, şitmek istedklerime Sen kulak verdin.
Beni şitir eyledin.
Dilim dönmüyor. Sesim çıkmıyor. Dudaklarım suskun. Konuşma yok; bir hece bile...
Damaklarıma hiç değmedi dilim. Her dudak arasını gül bahçesine çeviren o ince çizgi, bir tebessüm yok, tebessüm eden de yok.
öpecek yok beni. Ve öpemem de...
Daha dudağım dudağıma değmedi. “Ağzı var dili yok” bile değilim. Dilim yok, ağzımda, damaklarım da, dudaklarım da... Lezzetleri bilmiyorum. Dilimi tuza bandırmadım daha. Damağımda şeker tadı hiç gezinmedi. Dudaklarıma pınar suyu değmedi.
Ve Sen bana damak verdin. Dudak verdin. Dil verdin. Söz verdin. Dudağıma gökten soğuk sular değdireceğine, damağıma lezzetler ihsan edeceğine, dilime şiirler dolayacağına bana söz verdin.
Ve söz verdin ağzıma.
Kur’ân’la konuşan Sen,
taşları, dağları, denizleri konuşur eyleyen
Sen dilime kelâm verdin.
Söz verdin ağzıma...
Sözden anlayan dostlar verdin...
Bir tebessümden habersizken, ben gülmeyi bilmezken, bana rahmetinle Sen tebessüm ettin.
iki dudak verdin, bir dil. Cümle dudakları gül eyledin.
Gülücükler verdin.
Güller verdin..
Ayaklarım yoktu, beni varlığa Sen yürüttün. çıkış yok.. yollar kapalı... ne dağlar, ne vadiler yürünesi değil... iki ayağım yokluk çukurunda . adım atacak yer yok. ayaklarım yok... güzel ayakkabılarım da...
çiçekli çoraplarım, yeni örülü patiklerim kayıp. Coşkuyla koşacak kimsem yokken, ağı ağı yürüyeceğim yolları bilmezken, Sen beni bilinmez yolardan geçirdin.
Ayaklar verdin. Yokluktan varlığa yürüttün bedenimi. Hiç yoktan ayağa kaldırdın beni. Yol verdin.
Ve çiçekli çoraplar ve güzel ayakkabılar verdin. Ayakalarımı verdiğin gibi, yürünesi yolları, dağları, denizleri ve vadileri ayaklarımın altına serdin.
Gelmeye yüzüm yoktu, Sen bana yüz verdin.
Bani tanmıyordu annem babam bile...
Varlığımdan haberli bile değillerdi.
Ban de bilmiyorum var olduğumu.
Var olma arzumun bile farkında değilim. insan olduğumu da bilmem. “anılmaya değer bir şey” değilim. Kimse saymıyor beni.
Adım yok, adam yerine koyulmuyorum.
Yüzüm yok. çatık bir kasım, gamzeli bakışlarım yok. Saçlarım, kirpiklerim yok. kaşlarım kirli bile değil; yok... yüzüme çamur bulaşmamış; çünkü yok.
şekilsiz, biçimsiz, kaba, belirsiz ve korkunç görünüyorum. Böyle görseydi beni annem, belki yüz vermezdi bana. Yüzüme bakmazdı.
Yüzüme bir Sen baktın. Bana Sen yüz verdin. Yokluğun kirli, çirkin maskesini yüzümden indirdin. Rahman suretini indirdin yüzüme. Annemin gözlerine değesi, “bebek yüzlü” tenler giydirdin ete kemiğe...
Kirpiklerimin ucuna gamzeli bakışlar düşürdün. Ve yanaklarıma gülücükler saldın. Saçlarımı verdin, “zülf-ü yâr” olası çizgiler çizerek, kaslarımı eğri kıldın yay gibi,
Bakışlarıma nur verdin ay gibi..
Karşısına vurulası âşıklar koydun...
Güneşi göz ucuma Sen getirdin.
Bilmezdiler oysa ilgimi.
Tanımazdılar beni.
Sen yüz vermesen, yüzümü kalplerine âşina eylemesen, yüz süremezdim annemin yüzüne.
Hayatı yitirdiğimde de bana yeniden hayat verecek Sensin.
Birgün toprağa yüz sürdüğümde de tanımayacaklar yine...
Yüzüme bakmayacaklar.
Varlığımı belki hesaba katmayacaklar.
Taşlara kazıyacaklar adımı en fazla...
Unutmamak için...
Ama beni hiç unutmayacaksın Sen.
Beni bilecek, anlayacak, hatırımı Sen soracaksın.
Gözümü ve gördüklerimi gören, elimi ve eilmdekileri tutan,dilimi ve dilimdekileri konuşturan, dudağıma tebessüm güller koyan, ayaklarımı yokluktan varlığa ulşatıran, var olmaya yüzüm yokken bana yüz veren Sen;
çürümüş kemiklerim, toprağa düşmüş ellerimi, karanlığa akmış gözlerimi, erimiş dudaklarımı, yokluğa kaymış ayaklarımı, işitmez olmuş kulaklarımı, yitik tebessümümü, unutulmuş yüzümü,
Verir de yine Sen verirsin elbet.
Yine, yeni, yeniden diriltirsin beni.
Ey Hayatı Veren ve Ey Hayatın Sahibi.
Senai Demirci
-
Cevap: Senai Demirci
Hayata beş dakika
SENAİ DEMİRCİ
Eve beş dakika erken gelseydim, Zeynep karşılayacaktı beni. Elimdeki çikolatanın maddi değeriyle orantısız bir sevinç çığlığı bulacaktım kapının ardında. Beş dakika gecikince, Zeynep�in gözlerinin içindeki mevzimi kaybettim. Beş dakikalık gecikme, çikolataya harcadığım az miktardaki parayı yeryüzündeki en saf, en derin, en gölgesiz mutlulukla değiş tokuş etme hakkımı da elimden aldı. Parama en çok prim yaptıracak yatırım fırsatını dakika farkıyla kaçırdım. Zeynep'le yüz yüze gelince kazanacağım makamı kaybettim. Zeynep'in minicik yüreğinin bana kazandıracağı terfiden oldum. Duymaya alıştığım �Babacığım!� kelimesi Zeynep'in dudaklarında hapsolmuştu. Varlığımın anlamının bu küçücük bedenin acemi tepkileriyle ölçüldüğünü fark ettim hem korkarak hem sevinerek. Zeynep uyumuştu.
Beş dakika... Yelkovanın usulca yürüdüğü, akrebin hiç umursamazmış gibi yuttuğu o aralıkta, kaç sevenin arasında ölümden uçurumlar açılıyor, kaç tane vedasız ayrılık pusuda bekliyor? �Beş dakika önce şuradaydı ama...� şaşkınlığı ile başlayan, gecelerce gündüzlerce yürekleri oyup duran ciğerleri yakıp köz eden kaç ayrılığın baş ucunda duruyor beş dakikalar? Hep başkalarının öldüğünü sandıkları, hep başkalarının ağladığını duydukları, �trafik kazasında bir aile yok oldu!� başlıklı sıradan haberlerden birine arka stop lambaları yanmayan bir kamyonun altına girip konu olacaklarını hiç hesaba katmayan kaç aile yola çıkmak üzeredir önümüzdeki beş dakika içinde? Hiç bilmediğiniz bir kamyonun hiç bilmediğiniz bir yerindeki iki kablonun temassızlığı, bir ailenin birbiriyle olan sıcak ve sonsuz temaslarını yok etmeye nasıl ayarlanır? Beş dakika önce, arabasını kenara çekseydi ya kamyoncu? Saklambaç oynamak için girdikleri buzdolabının dışarıdan kilitlenen kapısının ardında nefesleri tükenen, havasızlıktan büyüyen göz bebeklerinin içine çaresizliklerinin resmini kazıyan iki umut çiçeği, iki sevinç yumağı yavrunun orada geçirdikleri beş dakikalardan herhangi biri sırasında meşgul oldukları işlere lanet okumuyor mudur şimdi anne babası? O beş dakikalardan birinde dolabın kapağını kolayca açabilecek bir eli bedeninde taşıyan o ruh ne derin bir hasretle kucaklardı yavrularını! Ne çok nefes alırdı çocuklarının taze nefeslerinin hışırtısı kulağına doldukça! Ne çok da genişlerdi göğsü onların minicik yüreklerinin kıpırtısını teninde duydukça!
Yıllar önceydi. Geçmesine aldırış etmediğimiz o beş dakikalardan birinde, bir çocuk evlerinin arka bahçesinde ne zamandır yolunu gözlediği üç tekerlekli bisikletine ilk defa binmenin sevincini yaşıyordu. O beş dakika içinde, çocuğun niye uçtuğunu hiç merak etmediği bir uçakta, başka çocukların da babası olacak adamlar, çocukların ne işe yaradığını asla bilemeyecekleri bir düğmeye bastı. Bir ağustos sabahının güneş pırıltılı, çocuk sevinçli, çay kokulu sıradan beş dakikalarından birinde şehre korkunç bir �bebek� düştü. Atom bombasının kavurup erittiği o çocuk bedeninden geriye kalan üç tekerlekli bisiklet hurdası şimdilerde Hiroşima�da bir müzenin köşesinde o beş dakikalık aranın açtığı uçuruma doğru pedal çeviriyor.
Beş dakikalarımızdan birinde göğü yırtarak, yürekleri hoplatarak, penceremizin önünden uçan, eşimizi ve çocuklarımızı bıraktığımız mahalleyi alevler içinde bırakan uçak sesleri yok. Geceleri bombaların uğursuz uğultularının, sinsi ıslıklarının ansızın kulağımızda patlayacağı bir şehirde uyutmaya çalışıyor değiliz çocuklarımızı. Ne o bombaların çığlıklarını duyuyoruz, ne o bombaları çığlık çığlığa karşılayan insanların kana boyanan yastıklarını, toza bulanan odalarını görüyoruz. Nice bombanın uzağında olmanın, nice acının seyircisi kalmanın �beş dakikalık� huzurumuz olduğunu unutuyoruz. Öyle ki ancak sabahleyin gazetenin manşetinde yeniden hatırlamak zorunda kalıyoruz uykuya yatırdığımız gecenin her beş dakikasında yavrusunun kanlı bedenini kucaklama ihtimalini kucaklayan babaları. Yanı başımızdaki odada sesleri kesilen, nefesleri sığlaşan çocuklarımızla ilgili endişeler taşımıyoruz. �Uyudular, çok şükür!� Beş dakika sonra öğreneceği tahlil sonuçlarının yavrusunu yeni acılara, tuhaf uzaklıklara savuracağından endişelenen bir ananın yüreği de yok göğsümüzde.
Beş dakika... Sadece beş dakikalığına o anaların yüreklerini göğsümüzde ağırlamaya, o babaların mahzun ruhlarını bedenimizde teselli etmeye hazırlanabilir miyiz? Zeynep�lerle geçirdiğimiz beş dakikaları kalbimizin kadranında yeniden ölçeriz belki...
-
Cevap: Senai Demirci
Oruçla İçilmiş Bir "ELHAMDÜLİLLAH"
Arzuladıklarımızın her zaman elimizin altında olduğu hissi, onlara dair hayretimizi azaltır, onların varlığı karşısındaki hayranlığımızı küllendirir.
Oruç, eşyanın üzerindeki külleri kaldırır, varlığa olankörlüğümüzü açar.
Nimetlerin üzerindeki alışkanlık perdesini yırtar.
Diğer zamanlarda sebepler üzerinden fiyatlandırdığımız nimetler, yeni bir bedelle, bambaşka bir fiyatla karşımıza çıkar.
"Su eşittir para" denkleminin tek yönlü geçerli olduğunu anlarız mesela. Su para eder ama para su etmez. Parayla su içemeyeceğimizi ilk defa fark ederiz.
Paramız geçersizleşir, suyun gönderilmişliği sahicileşir.
Hep yeni, hep yeniden tadarız suyu ve ekmeği... Yeni baştan tadarız varlığı...
Karşılığını ödemekten aciz olduğumuz iyilikler gördüğümüzü öğreniriz.
Hayretimiz artar. Teşekkür iştahımız yerine gelir. Minnettarlık duygumuz çoğalır. Hamdimiz artar.
Böylece, sessiz bir "ELHAMDÜLİLLAH" ı içirir bize oruç...
Sizlere hayırlı olması dileğiyle...
Senai Demircinin Dua Defterim Kitabından
alıntı
-
Cevap: Senai Demirci
Çektirsin Allah sana, çok çektirsin...
Öyle bol zikirler çektirsinki elinde tesbihler eskisin...
Çektirsin Allah sana, çok çektirsin...
Öyle kimselere çektirsin ki huyunu; salihlere, velilere, şehitlere benzeyesin...
Çektirsin Allah sana, çok çektirsin...
Öyle ulvi şeylere hasret çektirsin ki cümle hasretlerden vazgeçesin...
Çektirsin Allah sana, çok çektirsin...
Öyle güzel fotoğraflar çektirsin ki, bakanlar varlığın keskin ucunun kalplerine tefekkürle battığını hissetsin...
Çektirsin Allah sana, çok çektirsin...
Öyle güzel filmler çektirsin ki, seyredenler kendi kimliklerinin kuyuya düşüp, dünya bezirganlarınca ucuza satılmaya çalışıldığını farketsin...
İlle de beddua etmek geliyorsa içinden, böylesi de var...
Senai Demirci Dua Defterim Kitabından
alıntı
-
Cevap: Senai Demirci
Dirilt beni Rabbim...
Tükeniyorum Rabbim!
Yanlız kaldığımı düşünüp,varlığının her an,her noktasında tezahur ettiğini, beni devamlı koruyup gözettiğini,gönlümden geçenlere dahi cevap verdiğini unuttuğum an, "Rabbim"demeyi unuttuğumda tükeniyorum!
Diriliyorum Rabbim!
Sana yaslandığım ,Sana güvendiğim...Seninle başlayıp, Seninle devam ettiğim,tüm işlerimi Sana havale ettigim an, "Ne güzel dostsun" dediğimde diriliyorum.
Tükeniyorum Rabbim!
Tüm sevdiklerimden;anne babamdan,canandan,ten kafesindeki candan yakın olduğunu bilerek,ellerimi Sana açmayı,Senden çözüm ,Senden çare beklemeyi,hüzünlenip,kederleni p,sızlanarak,sızımı gidereceğini unuttğum an, "Bu dertler neden bana?" dediğimde tükeniyorum.
Diriliyorum Rabbim!
Havayı soluyup Seninle dolduğum, gözümü açtığımda Seni bulduğum,en sağlıklı irtibatı Seninle kurduğum, tüm dünya bana küsse de Seni umduğumd an, "Kahrın da hoş, lütfun da hoş"dediğimde diriliyorum.
Tükeniyorum Rabbim!
Dünya meşgalesine dalıp bir cenneti, bir azabı, bir de ölümü unuttuğum an, "Beni affet" demeyi unuttuğumda tükeniyorum.
Diriliyorum Rabbim!
Yandığımda Seninle söndüğüm, Seni anıp ruhumu güldürdüğüm, O sırlı gücünden kuvvet aldığım, Seninle yürüdüğüm, Seninle bulustuğum, Seninle konuştuğum an, "Ya Rabb, bırakma ellerimi" dediğimde diriliyorum.
Engelle tükenişimi. Dirilt beni Rabbim...!
Binlerce Âminler olsun... Âmin, âmin, âmin!
Alıntı: Senai Demirci
-
Cevap: Senai Demirci
Dirilt beni Rabbim...
Tükeniyorum Rabbim!
Yanlız kaldığımı düşünüp,varlığının her an,her noktasında tezahur ettiğini, beni devamlı koruyup gözettiğini,gönlümden geçenlere dahi cevap verdiğini unuttuğum an, "Rabbim"demeyi unuttuğumda tükeniyorum!
Diriliyorum Rabbim!
Sana yaslandığım ,Sana güvendiğim...Seninle başlayıp, Seninle devam ettiğim,tüm işlerimi Sana havale ettigim an, "Ne güzel dostsun" dediğimde diriliyorum.
Tükeniyorum Rabbim!
Tüm sevdiklerimden;anne babamdan,canandan,ten kafesindeki candan yakın olduğunu bilerek,ellerimi Sana açmayı,Senden çözüm ,Senden çare beklemeyi,hüzünlenip,kederleni p,sızlanarak,sızımı gidereceğini unuttğum an, "Bu dertler neden bana?" dediğimde tükeniyorum.
Diriliyorum Rabbim!
Havayı soluyup Seninle dolduğum, gözümü açtığımda Seni bulduğum,en sağlıklı irtibatı Seninle kurduğum, tüm dünya bana küsse de Seni umduğumd an, "Kahrın da hoş, lütfun da hoş"dediğimde diriliyorum.
Tükeniyorum Rabbim!
Dünya meşgalesine dalıp bir cenneti, bir azabı, bir de ölümü unuttuğum an, "Beni affet" demeyi unuttuğumda tükeniyorum.
Diriliyorum Rabbim!
Yandığımda Seninle söndüğüm, Seni anıp ruhumu güldürdüğüm, O sırlı gücünden kuvvet aldığım, Seninle yürüdüğüm, Seninle bulustuğum, Seninle konuştuğum an, "Ya Rabb, bırakma ellerimi" dediğimde diriliyorum.
Engelle tükenişimi. Dirilt beni Rabbim...!
Binlerce Âminler olsun... Âmin, âmin, âmin!
Alıntı: Senai Demirci