Cevap: Kuranda gÜnah kavrami
Bakara suresi ayet 276
Allah, faizi yok eder de sadakaları arttırır. Allah, günahkar kâfirlerin hiçbirini sevmez.
Bu sosyal, ekonomik, ahlâkî ve ruhsal yönlerden doğrudur. Görünüşte faizin zenginleştirip, infakın fakirleştirmesine rağmen, gerçekte bunun tersi olur. Faiz, tabiatı itibariyle sosyal, ekonomik, ahlâkî ve ruhsal gelişmeye engeldir ve infak (faizsiz borç vermeyi de içerir) tüm bunların gelişmesini sağlar.
Faize ahlâkî ve ruhsal yönlerden bakacak olursak, onun açgözlülük, bencillik, cimrilik, haset, katı kalplilik gibi özelliklere dayandığını ve borç veren kişide bu özellikleri beslediğini görürüz. Diğer taraftan infak, cömertlik, tokgözlülük, yumuşak kalplilik ve sevgi üzerine kurulmuştur ve bu yüce niteliklerin gelişmesine yardımcı olur. Hiç kimse bu özelliklerin bir önceki özelliklerinden daha iyi olduğu gerçeğini yalanlayabilir mi?
Toplumsal yönden bakıldığında birazcık düşünme bile insanı, eğer toplumdaki bireyler karşılıklı ilişkilerini bencillik üzerine kurarlarsa ve bireylerarası yardımlaşma ancak şahsî çıkar karşılığında olursa, o toplumun kuvvetli, dayanıklı ve dengeli bir toplum olamayacağı sonucuna götürür. Eğer zenginler fakirlerin sadece sömürülmek için varolduğuna inanıyorlarsa, bu durumda bir çıkar çatışması meydana gelecek ve toplumda ayrılıklar ortaya çıkacaktır. Eğer diğer şartlar da bunları desteklerse bu durum bir sınıf çatışmasına neden olacaktır. Diğer taraftan, eğer toplumun bireyleri karşılıklı ilişkilerini sempati üzerine kurarlar ve birbirlerine cömertçe davranırlarsa, toplum güçlenecektir. Eğer her birey ihtiyacı olan diğer bireye yardım ederse ve "varlıklı"lar "varlıksız"lara sempati ile veya en azından adaletle davranırlarsa, o toplumda karşılıklı sevgi ve saygı gelişecek ve toplum güçlü, dengeli bir toplum olacaktır. Tabii ki toplumdaki gelişme bu karşılıklı işbirliği ve sevgi ile de desteklenecektir.
Şimdi de faizi ekonomik yönden ele alalım. Borçlar iki çeşittir: Tüketim borçları, ihtiyacı olan kimseler tarafından kişisel gereksinimlerini karşılamak amacıyla alınır. Ekonomik borç ise işadamları tarafından ticaret, endüstri,tarım ve benzeri sektörlere yatırılmak üzere alınır. Birinci tür borçta faizin kötü sonuçlar doğurduğu herkes tarafından bilinmektedir. Her ülkede bankerler ve kredi veren kimseler işçilerin, köylülerin ve genelde fakir kesimin kanını emmekte ve onların durumlarının daha da kötüye gitmesine neden olmaktadırlar. Faiz talepleri bu insanların borçlarını ödemesini hemen hemen imkânsız kılar ve onları bu işten kurtulmak için sürekli borç almaya iter. Anaparanın birkaç katı kadar faiz ödeseler bile anapara ödenmeden kalır. Borçlunun gelirinin büyük bir bölümü alacaklı tarafından alınır ve fakir borçlu yakasının iki ucunu bir araya getiremez. Doğal olarak bu, işçilerin işlerine olan ilgilerinin azalmasına neden olur. İşlerin meyvesi başkaları tarafından alınınca, onlar da kendilerini tüm kalpleriyle işlerine veremezler. Bundan başka, üzüntü, tedirginlik, yetersiz beslenme sağlıklarını bozduğundan, parasızlık nedeniyle gerekli ilaçları bile alamazlar. O halde faizle borç verme çoğunluğun kanının emilmesi pahasına küçük bir grubun palazlanıp gelişmesine ve toplumda genel bir bozulmaya neden olur. Bu yolla ortaya çıkan randıman düşüklüğü millî üretimin kalite ve standardını düşürür. Sonunda kan emiciler de kendi açgözlülüklerinin ve zulümlerinin kurbanı olurlar.
Ezilen ve sömürülen insanların bastırılmış kızgınlıkları, borç verenlerin acımasızlığı ile su yüzüne çıktığında kanlı bir devrime dönüşür ve sömürenlerin tüm şeref ve kötü yoldan kazanılmış servetlerini yerle bir eder.
Ekonomik borçlarda sabit bir faiz oranının uygulanmasının doğurduğu birçok kötü sonuçtan üçü şunlardır:
1) Piyasa oranına eşit veya ondan daha yüksek faiz ödemeyen projeler, toplum için gerekli ve faydalı olsa da sermaye elde edemez. Kullanılması mümkün olan tüm para, ulusal yönden ne denli zararlı olsa da, piyasa oranına eşit veya daha yüksek faiz verebilen ticari ve endüstriyel sektörlere akar.
2) Ticari, endüstriyel veya tarımla ilgili her şartta yüzde beş, altı veya daha fazla kâr oranı garanti edebilen hiçbir iş yoktur. Böyle bir garantinin olmayışı bir yana, hiçbir işte zarara karşı garanti yoktur. O halde sermayenin sabit faiz oranı ile borç alan hiçbir iş, riske ve zarara karşı garanti altında değildir.
3) Borç veren kimse işin kârına ve zararına doğrudan ortak olmadığı ve sadece sabit bir faiz oranını gözönünde bulunduğu için, yapılan işin sosyal refahla olan ilişkisine dikkat etmez. Onun ilgilendiği tek şey kendi çıkarıdır; bu nedenle piyasada ne zaman bir kriz görse parasını hemen piyasadan çeker. Bu şekilde bencilliği nedeniyle panik yaratmış, piyasada kriz yolu açmış ve varolan krizi ise felâkete dönüştürmeye yardım etmiş olur.
Yukarıda anılan faizin üç kötü sonucu o denli açıktır ki, ekonominin alfabesinden haberdar olan herkes bunu bilir. Hiç kimse Allah tarafından konan tabiî kanunun, yani faizin millî serveti azalttığı gerçeğini inkâr edemez.
Şimdi de infakı (sadaka) ekonomik yönden ele alalım. Eğer bir toplumun zenginleri paralarını serbestçe kendilerinin ve bakmakla yükümlü oldukları kimselerin ihtiyaçlarını karşılamak için harcasalar ve servetlerinin bir bölümünü ihtiyacı olan kimselere dağıtsalar, faizsiz borç olarak işadamlarına verseler veya bir işe ortak olsalar ya da sosyal hizmetler için hükümete faizsiz borç verseler, o zaman elbette ticaret, endüstri ve tarım gelişecektir. Millî servet artacaktır. O halde faizin bir ulusun gelişmesini engellediği ve infakın gelişmeye yardım ettiği apaçık ortadadır.
Borç veren (Tefeci) şüphesiz narkör bir zavalıdır. Kendisine servet veren Allah'a karşı şükreden bir kul olarak, en azından O'nun kullarına faizsiz borç vermelidir. Eğer, bunun tersine Allah'ın nimetini, kendisinden fakir olan diğer kulları sömürmekte kullanırsa, o zaman sadece nankör olmaz, aynı zamanda kötü kalpli ve zalim de olur.
Cevap: Kuranda gÜnah kavrami
Bakara suresi ayet 282
Ey iman edenler belirli bir süre için borçlandığınız zaman onu yazınız. Aranızdan bir katip doğru olarak yazsın katip Allah'ın kendisine öğrettiği gibi yazmaktan kaçınmasın yazsın. Üzerinde hak olan (borçlu) da yazdırsın ve Rabbi olan Allah'tan sakınsın ondan hiçbir şeyi eksiltmesin. Eğer üzerinde hak olan (borçlu) düşük akıllı ya da za'f sahibi veya kendisi yazmaya güç yetiremeyecekse velisi dosdoğru yazdırsın. Erkeklerinizden de iki şahid tutun; eğer iki erkek yoksa şahidlerden rıza göstereceğiniz bir erkek ve biri şaşırdığında öbürü ona hatırlatacak iki kadın (da olur). Şahidler çağırıldıkları zaman kaçınmasınlar. Onu (borcu) az olsun çok olsun süresiyle birlikte yazmaya üşenmeyin. Bu Allah katında en adil şahitlik için en sağlam şüphelenmemeniz için de en yakın olandır. Ancak aranızda devredip durduğunuz ve peşin olarak yaptığınız ticaret başka bunu yazmamanızda sizin için bir sakınca yoktur. Alış-veriş ettiğinizde de şahid tutun. Yazana da şahide de zarar verilmesin. (Aksini) Yaparsanız o kendiniz için fısk (zulüm ve günah)tır. Allah'tan sakının. Allah, size öğretiyor. Allah, herşeyi bilendir.
Buradan, borcun ne zaman ödeneceğinin belirlenmesi gerektiği sonucu çıkarılmıştır.
Bu ayet çok rastlanan bir duruma karşı uyarı niteliğindedir; arkadaşlar ve akrabalar borç anlaşmalarını resmi yazı haline sokmazlar. Çünkü bu onlara göre güvensizliği temsil eder. Allah, borç ve iş anlaşmalarının, insanlar arasındaki ilişkilerin açık seçik anlaşılabilmesi için yazılmasını ve şahitler huzurunda yapılmasını emreder. Bir hadiste Hz. Peygamber (s.a.) üç tür kimsenin Allah'a dua ettiğini, fakat duasına icabet edilmediğini bildirmektedir. Bunlardan birincisi yoldan çıkmış karısı olduğu halde onu boşamayan, ikincisi kendisine yetim malı teslim edilen, fakat yetim henüz olgunlaşmadan malını iade eden, üçüncüsü ise hiçbir yazılı belge ve delil olmaksızın başkalarına borç veren kimsedir.
"Müslümanlardan" ibaresi, şahidin müslüman olması gerektiğini bildirmektedir. Zımmiler ise zımmileri şahit tutabilirler.
Bir davada gerçeğin ortaya çıkması büyük ölçüde şahidin güvenilirliğine bağlı olduğu için, şahitten çok şeyler beklenmektedir. Sadece saygıdeğer bir hayat süren, iyi bir ahlâkî karaktere sahip ve şerefli kimseler şahit olabilir.
Günlük alışverişleri kaydetmek bile kaydetmemekten iyidir. Bununla birlikte günlük alışverişlerde yapılan anlaşmaların kaydedilmemesinde bir beis yoktur.
Bu iki anlama gelebilir. Hiç kimse kâtip veya şahit olmaya zorlanamaz ya da bir tarafın aleyhine olarak doğru haber verdiği için kâtip veya şahide baskı yapılamaz.