-
Cevap: Hz.Mevlana "Divan-ı Kebir"
724. Ben ucu bucağı bulunmayan bir deryanın damlasıyım.
Damla damla o deryaya gidiyorum.
Fa'ilatün, Fa'ilatün, Fa'ilat
(c.IV, 1667)
• Ben vuslattan ayrılığa nasıl giderim? Bağlık bahçelik yerleri bırakır da dikenlerle dolu çöllere nasıl düşerim?
• Hiç ben kendim isteyerek gider miyim? Beni o çekiyor, o sürüklüyor.
• Bağı bahçeyi bırakıp gittiğim için, nergisin gözü şaşırdı. Bana şaşkın şaşkın bakıyor.
• Ben canımı gül bahçesinde bıraktım. Cansız gidiyorum. Akıl da durumu gördü, şaşırdı. Parmağını dişlemeye başladı.
• Gizli, görünmez bir el yakama yapışmış, beni çekip sürüklüyor. Ben de ona uymuşum, gidiyorum.
• Böylece kendisi görünmeyen, fakat çekişi meydanda olan el, kimin elidir? Kimin eli ki, ben onun çekişi ile hem açık, hem de gizli gitmedeyim?
• Anladım ki, el önce beni derlemiş, toplamıştı. Şimdi de perişan bir halde gidiyorum.
• Ben böyle şaşılacak bir eli seyre daldım da kendimi kaybettim. Elden çıktım, hayran oldum, şaşkın şaşkın gidiyorum.
• Ben aslında ucu bucağı bulunmayan bir deryanın katresiyim, damlasıyım. Damla damla o denize doğru gitmedeyim.
• Ben manalar madeninin arpa büyüklüğünde bir zerresiyim. 0 madene doğru gidiyorum. • Bu söz bitmez, tükenmez. Fakat ben o başlangıçtan geldim, ona doğru gidiyorum.
-
Cevap: Hz.Mevlana "Divan-ı Kebir"
725. Yarattığın bütün varlıklar, hepimiz senin sofranda karnımızı doyuruyoruz.
Fa'ilatün, Fa'ilatün, Fa'ilat
(c. IV, 1673)
• Sevgilim, ben bu gece senin misafırinim. Yalnız gece mi misafir olacağım? Ben gece gündüz seninim.
• Yarattığın bütün varlıklar, hepimiz, nerede olursak olalım, nereye gidersek gidelim, Sen'in kasenin başındayız, Sen'in sofrandayız.
• Bizler, bütün varlıklar, Sen'in san'atkar elinden çıkan resimleriz. Çünkü herşeyi Sen yarattın. Bizler Sen'in çeşitli nimetlerinle yetiştik, bu hale geldik. Sen'in ekmeğinle beslendik.
• "Nerede olursanız olun, o tarafa dönün!-" ayetine uyarak gönül şişesi ile ben de Sen'in perini çağırıyorum. "Bakara Suresi, 2/150. iktibas var."
• Her zaman beynimize bir resim yaparsın, bizi bir hayale düşürürsün. Sanki biz Sen'in adının, Sen'in yazının yazıldığı bir sahifeyiz.
• Hz. Musa gibi biz de dadıdan pek az süt emiyoruz. Çünkü biz Sen'in siütünle mest olmuşuz.
• Ey aşk! Sen bize arka oluyor, bizden yana çıkıyorsun. Çünkü bizim yüzümüz, Sen'in bağından, Sen'in bahçenden gülümsemededir.
-
Cevap: Hz.Mevlana "Divan-ı Kebir"
726. Öyle bir haldeyim ki, yokluğa da dayanamıyorum, varlığa da!
Fa'ilatün, Fa'ilatiin, Fa'ilat
(c. IV,1676)
• Ey cana canlar katan, dayanamadım, gittim. Kızıp gittim ama, sensiz yaşamaya da dayanamıyorum.
• Ayrılığa alışayım dedim, fakat doğrusunu söyleyeyim, ayrılığa dayanamıyorum.
• Bir saman çöpü, kehribarın çekişine nasıl dayanır? Ben bir saman çöpüyüm, kehribara karşı koyamıyorum, dayanamıyorum.
• Her cefa çeken, vefa ümidine kapılır, vefa gününü bekler. Bense öyle cefa çeken bir aşığım ki, sevgilimin cefası bana çok tatlı gelir de vefa beklemem, vefa gelirse vefaya dayanamam.
• Yumuşak yumuşak; "Yine geldin." der. Ona derim ki: "Ey canan, sana dayanamıyorum."
• Başıma vuruyordu da: "Sen buna layıksın." diyordu. Layık değilim, layık değilim, dayanamıyorum.
• Ölümü de denedim, yaşamayı da denedim. Öyle bir haldeyim ki yokluğa da dayanamıyorum, varlığa da!
• Ey mutrip! Allah aşkına, sen çalgınla şu perdeyi çal: "Allah'ım, Allah'ım, ayrılığa dayanamıyorum
-
Cevap: Hz.Mevlana "Divan-ı Kebir"
727. Aşk aynasının yüzünü benlik ve varlık nefesi ile bulandırmayalım.
Fe'ilatün, Fe'ilatün, Fe'ilatün, Fe'ilün
(c. IV, 1649)
• Dünyaya ait bağlarımızı koparmamız, herkese yabancı kalmamız ve senin zincirinle bağlanıp deli divane olmamızm vakti geldi.
• Can feda edelim, artık böyle bir canın ayıbını çekmeyelim. Varlık ve benlik evini yakalım da ateş gibi meyhaneye koşalım.
• Coşup köpürmedikçe, şu dünya küpünden dışarı çıkamayız. Küpün içinde mahpus kaldıkça, coşup küpten dışarı çıkmadıkça, nasıl olur da biz o sürahinin, o kadehin dudaklarını öperiz?
• Doğru sözü deliden duy, varlığımızdan ölmedikçe, sakın bizim erkek olduğumuzu, insan olduğumuzu sanma!
• Şu yokluk yolunda, tohum gibi yerlere dökülüp saçılırsak, bağda, bahçede ağaç gibi topraktan baş kaldırıp boy atar, kol kanat açarız.
• Biz taş gibi sert isek de, senin mühürün uğruna yumuşar, mum oluruz. Mum olunca da senin güzelliğinin nuruna pervane kesiliriz.
• Aşk aynasının yüzünü, varlık, benlik nefesi ile bulandırmayalım, kirletmeyelim. Mademki gönlümüz bir harabeye döndü, hiç olmazsa biz gizli defineye mahrem olalım.
• Gönül masalı gibi elsiz, ayaksız kalalım da, aşıkların gönüllerinde masal gibi yer edinelim, konaklarda konaklayalım.
• Mustafa (s.a.v.) gönlümüzü yol etmez, gönlümüzde olmaz, gözlümüze dayanmazsa, bu ayrılıktan feryat etsek, ağlasak, inlesek, Hannane direğine dönsek yeridir.
-
Cevap: Hz.Mevlana "Divan-ı Kebir"
728. Bu manevî zevkler bana gayb aleminden geliyor.
Fe'ilatün, Fe'ilatün, Fe'ilatün,
(c. IV, 1635)
• Zaman zaman gönül yolundan senin hayalinin habercisi geliyor, bana güzelliğinden yeni yeni nurlar, parıltılar getiriyor.
• Allah'ım bu manevî zevk ve neşe kokusu cennetten mi geliyor? Yahut bu hoş rüzgar buluşma gününden mi esip geliyor?
• Yahut bu rüzgar doğrudan doğruya aşktan mı geliyor? Duyduğum manevî zevkten, neşeden aklım fikrim şaşırdı, kaldı. Yoksa bana sunulan bu zevk kadehi onun güzelliğinin büyüklüğünün şarabıyla dolu bir kadeh midir?
• Yahut aşktan uçup gelen bir doğan kuşu mudur? Yahut onun kanatları ile uçup gelen güvercin yavruları mıdır?
• Anlıyorum ki, gönlümde uyanan, baş kaldıran bu manevî duygular, bu hoş zevkler bana gayb aleminden geliyorlar. Bütün bu manevî yardımlar bana, ona bağışladığı manevî halin tadından geliyor.
-
Cevap: Hz.Mevlana "Divan-ı Kebir"
729. Hepimiz puta benzer şekillere, kalıplara bürünmüşüz, bedenlere hapsolmuşuz.
Fe'ilatün, Fe'ilatün, Fe'ilfitiin, Fe'ilün
(c. IV,1652)
* Ne yazık ki gece geldi. Artık birbirimizden ayrılalım, meclis bitti. Bizse hala susuzuz, başımızda mahmurluk var.
• Bu uzun gün geçti gitti, Duygularımızın kapısı dünyaya karşı kapandı da, yücelere, ötelere doğru açıldı. Biz gün başladığı zaman bile mahmurduk, gecemizi sorma, gecemiz gündüzümüzden daha beter.
• Içimizde, gönlümüzde sanki gökyüzü gibi susuzluk hastalığına tutulmuş kanmaz bir susuzluk var. İki üç gün için hayvanlıktan kurtulmuş, insan şekline bürünmüşüz.
• İlahi duygularla beslenen gönül midemiz, bizi bırakmış gitmiş, yerine öküz midesi gelmiş, yerleşmiş. Yoksa biz ölümsüzlük yaylasında öküz açlığına mı tutulmuşuz?
• Kardeşim, Allah'ın nazarında ne sabah vardır, ne de akşam! Bir başka anlatılamaz bir şey var ki, biz işte o başka şeye uymuşuz, gidiyoruz.
• Dünya zindanı güzellerle, güzel resimlerle, nakışlarla doludur. Hepimiz de puta benzer şekillere, kalıplara bürünmüşüz, bedenlere hapsolmuşuz.
• Sen şu görünen suretleri, bedenleri birer testi farzet! Testi gibi gör! Hayaller düşüncelerde, o testilerde bulunan zehirli şerbettir. Hepimiz her an testi gibi zehirli düşünce şerbeti ile dolar, boşalırız.
• Bazen neşe ile, çalgı ile raks doluyoruz. Bazen kederlerle, kavga ve gürültülerle doluyoruz. Bazen hiçbir şeye aldırış ettiğimiz yok! Bazen da fayda ve zarar kaydına düşüyoruz.
• Şerbet testinin içinde elbette kendi kendine olmaz. Şerbet başka yerden gelir, testiye konur. Bizim de tıpkı testi gibi şerbetin nereden geldiğinden haberimiz yok!
• Göz görmeyi, bakışı, görüşü vereni bilmez. Kendini bile göremez. Neden göz, görüşü vereni bilmez? Biz, bize görüşü verene dalmışız, onda gark olmuşuz. 0 yüzden gözlerimiz perde içinde kalmıştır.
"Aziz Hüdayi hazretleri:
"Zuhuru perde olmuştur zuhura
Gözü olan delil ister mi nura?" diye buyurmuş.
• Bir şeyden çok uzakta olan, o şeyi görmez. Bizse ona çok yakın olduğumuzdan ötürüdür ki onu göremiyoruz. "Kaf Süresi, 50/16. ayetinin meali şöyle: "Biz ona şah damarından daha yakınız."
• Bazen cansızlara karışıyoruz, buz gibi donuyoruz. Bazen da şeker gibi o sütün içinde eriyoruz.
• Gerçi gönül görünüşte sevgili ile buluşmamış, bu yüzden de ciğerinde su yok, ama dostun cömertliği ile, keremi ile biz, su ve ciğer gibi ona bitişik bir haldeyiz.
• Ezel mühendisi, can için gizli bir ev yaptı. Biz o evin içinde mühendisle beraber oturmuşuz, evin hesaplarını yapıp duruyoruz.
• Arkasında asla sonbahar olmayan ilkbahar yüzünden hepimiz de selviler ağaçlar gibi yeşermişiz, boy atmadayız, büyümedeyiz.
• Can gündüze benzer, bedenimiz ise gecedir. Biz ikisinin ortasındayız. gündüzle gece yüzünden seher vaktine dönmüşüz
-
Cevap: Hz.Mevlana "Divan-ı Kebir"
730. Ey seçilmiş dost, ben seni nasıl buldum?
Fa'ilatün, Failatün, Fa'ilat ,
(c. IV.1660)
* Ey seçilmiş dost, ben seni nasıl buldum? Ey gönül, ey sevgili, ben seni nasıl buldum?
* Her zaman bizim işimizden kaçardın, iş arasında ben seni nasıl oldu da budum?
* Kaç defa vaad ettin, söz verdin, sözünde durmadın. Ey güzel varlık! Bu defa nasıl oldu da seni buldum?
* Yabancıların zahmetini ne zamana kadar çekeceğim? Yabancilar yokken nasıl oldu da seni buldum?
* Ey aşıkların perdelerini yırtan, perdeyi kaldır da ben seni nasıl bulduğumu göreyim!
* Ey yüzünün güzelliği karşısında gül bahçelerinin utandıkları güzel! Güller içinde, gül bahçeleri içinde seni nasıl buldum?
* Ey gönül! Kötü göz az değildir, nazar değer. Bu sebeple "Seni nasıl buldum?" sözünü çok söyleme! * Ey padişahların bile rüyalarında göremedikleri güzel varlık! Şaşılacak şey şu ki: Ben uyanıkken nasıl oldu da seni buldum?
-
Cevap: Hz.Mevlana "Divan-ı Kebir"
Fe'ilatün, Fe'ilatün, Fe'ilatün, Fe'ilün
(c. IV,1639) • Senin gibi eşsiz bir padişahın huzurunda öleceğim gün, ne mutlu bir gündür. Senin şeker madeninin kapısında ölmek, tatlı candan ayrılmak ne hoş bir gündür.
• Senin gül bahçenin selvisi gölgesinde ölürsem, toprağımdan yüzbinlerce gül biter.
• Senin ayak ucunda sevine sevine el çırparak ölürsem, yaşayışa harîs olan nice kişi şaşkınlıklarından ellerini ısırırlar.
• Kadehime ölüm şerbetini sen dökersen kadehi öperim, sevine sevine ölüm şerbetini içerim de neşeden mest olmuş bir halde salına salına ölüme doğru gider, can veririm.
"Bu beyit, ölüme mahkum edilen Sokrates'in baldıran zehiri içerek neşe içinde can verişini hatırlattı. Sokrates'in talebesi olan Eflatun'un anlattığına göre; Sokrates baldıran zehirini hiç bir teessür göstermeden içerken talebeleri ağlamaya başlamışlar. Sokrates onlara; "Ben size ruhun ölmeyeceğini söylememiş miydim? Neden ağlıyorsunuz, ben ölmeyeceğim, bedenim ölecek." demişti.
• Can tatlı olduğu için beşer olarak ölüm haberinden sonbahar yaprakları gibi sararıp solarım, ama bahara benzeyen güller gibi gülüp duran o güzel dudaklarının yüzünden, ölümden şikayet etmeden, güle güle can veririm.
• Senin nefesinle kaç defa öldüm, yine dirilirim. Senin yüzünden bir kere değil, bin kere ölsem korkmam. Ben yine ilk öldüğüm gibi, yine o çeşit ölürüm.
"Fuzülî merhum bir beytinde:
"Bin can olaydı kaş ben dil-i şikestede
Ta her biri ile bir kez olaydım feda demişti.
• Anasının kucağında ölen çocuk gibi Rahman'ın rahmet kucağında, acıyış, bağışlayış kucağında ölürüm.
• Bu ne biçim söz? Aşık olan ölür müymüş? Ab-ı hayat kaynağında ölmeme imkan var mı?
"Yunus hazretlerinin;
"Aşık öldü diye sala verirler Ölen hayvan-durur aşıklar ölmez." diye beyti de var.
• Ey Tebrizli Şems! Seninle diri olmayanlar var ya, işte ben onların yanında ölürüm de senin yanında dirilirim.
-
Cevap: Hz.Mevlana "Divan-ı Kebir"
732. Biz az bir zaman için bu yıkık yerde misafiriz, ama aslında aşk definesiyiz.
Fe'ilatün, Fe'ilatün, Fe'ilatün, Fe'ilün
(c. IV, 1645)
• Eğer sen mest isen bizim yanımıza gel! Çünkü biz de mestiz. îlahi aşk ile kendimizden geçmişiz. Şunu bil ki eğer biz mest olmasak, kimsenin işvesi ile, kimsenin durumu ile ilgilenmeyiz.
• Dertli gönüllere derman olan Yusuflar çok, fakat onlar mest oldukları için, gönüllere derman oluşlarından kendilerinin haberleri bile yoktur.
• Eğer onlar gönüllere derman olduklarını bilseler, kendilerine değer vermezler, çünkü bize karşı derman bile başını tutar da; "Biz derman değiliz." der.
• Biz yıkılmış kalmışız, meyhane de bizim yüzümüzden karışmış, alt üst olmuş. Biz az bir zaman için misafir olarak bu yıkık yerdeyiz, ama aslında aşk definesiyiz. Fakat kendimizden haberimiz yok.
• Mest olmuş bir kişi için gam, düşünce, tedbir ne işe yarar? Mest olan kişi baş köşeye mi oturmuş, kapının yanına mı çömelmiş; fark eder mi?
• Ancak kapıcı baş köşenin ne olduğunu bilir. Bizim değil baş köşeden, canımızdan bile haberimiz yok! îşte biz böyle olduğumuz için sevgiliye kavuşmuşuzdur.
• İçimiz ney gibi bom boş, saki üflüyor da söylüyoruz. Yoksa biz söz söylemek istemeyiz.
• Ne hoştur o bedeni gümüş renkli güzel ki, kim olduğunu bilmez. Onun kendinden bile haberi yoktur. 0 bizim derdimizi, yükümüzü çeker, bizse hep onu incitir dururuz.
• Sevgilimiz kendinin kim olduğunu bilir ama, bilmemezlikten gelir, bilmez görünür. Kendini değersiz sayar. "Biz pek değersiz bir varlığız, biz pek ucuza satılmış bir köyüz." der.
-
Cevap: Hz.Mevlana "Divan-ı Kebir"
733. Senin güzel hayalini, yol arkadaşı olarak yanımıza aldık.
Fe'ilatün, Fe'ilatün, Fe'ilatün, Fe'ilün
(c. IV,1632)
• Biz yola düştük gittik ama, senin güzelliğinin paha biçilmez hatırasını da yanımıza aldık, götürdük. Seninle buluşmanın, sana kavuşmanın tatlı zevkini, yol azığı olarak bağrımıza bastık, yola onlarla düştük.
• Sana da bana da bir buluşma hatırası olsun diye, ayrılıktan ötürü kan ağlayan yaralı gönlü senin evinde bıraktık. Ve senin güzel hayalini yol arkadaşı olarak yanımıza aldık, yola öyle düştük.
• Yol arkadaşı olarak yanımıza aldığımız hayaline yalnız biz değil, ay bile kuldur, köledir. Yeni doğmuş aya benzeyen eğri kaşlarının hayali de bizimle beraberdi. bile kul olduğu o tatlı gülüşünün hayalini de tatlı, uysal ve güzel olan bütün huylarının şekerliğinden aldık götürdük.
• Biz neşe ile, sevinç ile güvercin gibi uçar gidersek, güvercinin yuvasına geri dönüp geldiği gibi, biz de döner yine sana geliriz. Çünkü, biz o kanatları, senin kanatlarından elde ettik.
• Fer'ler, cüz'ler nereden uçarsa uçsun, yine döner aslına gelirler. Bizse varımız, yoğumuz nemiz varsa hepsini senin büyüklüğünden, lütfundan, ihsanından elde etmiştik.
• Ey Tebrizli Şems! Selamımızı seher rüzgarından duy! îster seher rüzgarı olsun, ister güney rüzgarı olsun, onların hepsini de biz senin rüzgarından elde ettik.
-
Cevap: Hz.Mevlana "Divan-ı Kebir"
734. 0 elimi tutmuş, ben ise kör gibi onun elini arayıp durmadayım.
Fe'ilatün, Fe'ilatün, Fe'ilatiin, Fe'ilün
(c. IV,1628)
• Senin güzel yüzünü gördüğümden beri halka gözlerimi kapadım. Herkesi, her şeyi görmez oldum. Güzelliğinin lütufları ile, bağışları ile mest oldum, kendimden geçtim, can verdim.
• Onun reyini, tedbirini görünce, kendi eğri büğrü tedbirimi fırlattım attım, onun "ney"i oldum, onun dudağında feryada başladım.
• 0 elimi tutmuş, ben ise kör gibi onun elini arayıp durmadayım. Ben onun elindeyim, işin farkında değilim de yabancılardan, ondan haberi olmayanlardan onu soruyorum.
• Sadedil idim, saftım, yahut mest idim, yahut da deliydim. Gönlümde bir şeyler yoktu. Korka korka kendi altınlarımdan kendim çalar dururdum.
• Gönül bahçesinin etrafındaki duvarın yıkık yerinden hırsızlar gibi kendi bahçeme girdim, kendi gül bahçemden yaseminler devşirdim.
• Ayın nuru da, yıldızların nuru da Tebrizli Şems'tir. Ben onun ayrılık gamından ağlar, inlersem, bayram ayına dönerim
-
Cevap: Hz.Mevlana "Divan-ı Kebir"
735. Biz dağlardan aşağılara doğru akan sel gibiyiz,
sen ise denizsin, biz koşarak sana geliyoruz.
Fe'ilatün, Fe'ilatün, Fe'ilatiün, Fe'ilün
(c. IV,1633)
• Kapıyı kapa, biz bu topluluğun aşığıyız! Kapıyı kapa da, tatlı dilli sevgili ile biraz konuşup sevişelim!
• Biz bu mecliste oldukça, şarap ve meze bize gerekmez. Yeşillikte selvi ile gül eksik olur mu?
• Meşalemiz sen olunca, biz gökyüzünün nur kaynağı halini alırız, seçkin sakîmiz sen olduğun için, biz de sana layık zamanın seçkin erleriyiz.
• Sen aklın da aklısın, gönlün de gönlüsün. Sen yüzlerce cansın, artık biz de senin sayende şu gölge varlığa, şu bedene sırtımızı dönmeliyiz.
• Mademki gökyüzü damına bizim için çadır kurdular. Eşeklerin yayıldığı şu yeryüzü çayırlığından niçin çadırımızı sökmeyelim?
• Biz dağlardan aşağılara doğru akan sel gibiyiz. Sen ise denizsin. Biz uzun zamandan beri senden uzak düştüğümüzden ötürü başımızı ayak yapmışız. Koşa koşa yüzümüzü yerlere süre süre denize, asıl vatanımıza gidiyoruz.
• Sana doğru koşarken bu yolda sel gibi naralar atmadayız. Yüz üstü akmadayız, denize yol bulamamış, çukur yerlerde kalmış, kendi çevresinde dönen kokmuş su gibi kendimizi bağlamamışız.
-
Cevap: Hz.Mevlana "Divan-ı Kebir"
736. Eğer aklın aklı başında ise eline hançeri al, onun ciğerini deş!
Fe'ilatün, Fe'ilatün, Fe'ilatün,
(c.IV, 1629)
• Acaba gönül dün gece ne içti ki, ben bugün mahmurum? Yahut kimin tuzlasını gördü ki, ben böyle acılıklar içindeyim, perişan haldeyim.
• Bugün öyle bir haldeyim ki neyi döker kırarsam mazurum. Bugün ne söyler, ne edersem suçsuz sayılırım.
• Benim her nefeste dudaklarımdan, ağzımdan can kokusu geliyor. Bu hal de canın; "Candan uzağım." diye şikayet etmemesi içindir.
• Dudaklarını dudaklarıma korsan mest olursun. Bu işi bir dene! 0 zaman anlarsın ki ben üzüm şarabından da aşağı değilim.
• Sakî, beni boğazıma kadar suya daldır, çünkü düşünce arıya benzer, bense çırçıplağım.
• Eğer akıl kendindeyse, eğer aklın aklı başındaysa; eline hançeri al, onun cigerini deş! Eğer gönlüm aşkla yaralanmadıysa, onu da param parça et!
• Şarap geldi, beni boş yere rüzgara vermek, havalandırmak arzusunda. Sakîde, mamur bedenimi yıkmaya, yere sermeye uğraşıyor.
• Ben gece gündüz, hadiselerle, dünya işleri ile dopdoluyum. Benim iç yüzümü görebilsen, bir kadeh sanırsın. Bir taraftan da dostlar beni öyle hırpalamışlar, öyle zayıflatmışlardır ki, sıçrayıp ayağa kalksam, belimde kemer olmadığı halde, belimi sıkılmış görürsün de, bu defa da bana karınca dersin.
• Kadeh hasta olmuş; "Beni tedavi et, iyileştir!" diye şarap küpünün yanına gelmiş. Küp ise; "Ben senden daha hastayım!" diye başını tutmuş inlemiş.
"Fuzulî merhum:
"Kime kim derdimi ızhar kıldım, isteyip derman,
Özümden hem beter derde mübtela gördüm." diye yazmış.
• Mezarımın toprağı bir yudum su gibi bedenimi içince can; "Ben beden değilim, nurum!" diye gökyüzünün üstüne çıkar, ötelere gider.
• Ben ölüp tahtadan tabuta giren padişah değilim! Benim saltanat fermanımın yazısı - "Ölümsüz yaşarlar" ayetidir.
73-Nisa Süresi, 4/57. ayete işaret var.
-
Cevap: Hz.Mevlana "Divan-ı Kebir"
737. Sanki ben ölmüşüm de, içimin mezarlığına gömülmüşüm.
Fe'ilatün, Fe'ilatün, Fe'ilatün, Fe'ilün
(c. IV,1641)
• Sanki ben ölmüşüm de, içimin mezarlığına gömülmüşüm. Yavaş yavaş çürüyorum. Fakat sen mezarımı ziyarete gelince dirilirim, başımı kaldırır mezardan çıkarım.
• Benim için surun üfürülmesi de sensin, mahşer de sensin. Ben ne yapayım? îster ölü olayım, ister diri! Sen nerede isen ben oradayım.
• Ben ney gibi cansız bir kamış halini almışım. Senin güzel dudakların olmayınca ölü gibi susarım. Fakat sen beni elime alıp da "ney"ime üfürünce, senin sıcak nefesinle dirilirim, sesler çıkarırım, nağmeler veririm. Bazen ayrılıklardan şikayet ederek ağlarım, feryad ederim.
• Senin zavallı "ney"in, senin şeker gibi dudaklarına alışmıştır. Ben zavallıyı, hatırlı eline al, dudaklarını bana ver de, senin duygularına tercüman olayım, seni yaşatayım
-
Cevap: Hz.Mevlana "Divan-ı Kebir"
738. Kamil insan hiç kandırılabilir mi?
Fe'ilatün, Fe'ilatün, Fe'ilatün, Fe'ilün
(c. IV, 1634)
• Akıl der ki: "Ben onu dil dökerek, meth ü sena ederek kandırırım." Aşk der ki: "Sen sus, ben onu uğrunda can vererek aldatırım."
• Can ise gönüle der ki: "Yürü git, beni de gülünç bir hale sokma, etrafındakileri de kendine güldürme! Ben onda bulunmayan, onun ihtiyacı olan şeyle onu kandırırım."
• Gamlı düşüncelere dalmış, ızdıraptan başına gelen belalardan bunalmış, sarhoş olmayı, kendinden geçmeyi düşünen biri değil ki; büyük kadehle kırmızı şarap sunarak onu kandırayım.
• Dünya nimetlerine gönlünü kaptırmış, topraktan yaratılmış şu aleme bağlı değil ki; onu altınlarla, servetle, yüksek mevki ile, dünya saltanatı ile kandıralım.
• 0 görünüşte bir insan ama, aslında insan değil, melek! Şöhret duygusu yok ki, güzel kadınlarla onu kandırabileyim.
• İçi nakışlarla, güzel resimlerle süslenmiş bir ev, o evi melek bile görse ürker, kaçar. Peki ben onu hangi nakışlarla, hangi resimlerle, hangi süslerle aldatabilirim.
• At sürülerine, saf kan Arap atlarına ihtiyacı yok! Çünkü o, kanatla uçuyor. Nefis yemekler, güzel renkli hoş kokular, meyveler yemiyor; onun yediği içtiği nur, onu nasıl olur da herkesin peşinde koştuğu ekmek ile kandırabilirim?
• Dünya pazarlarına aşık, alıcı, satıcı bir tacir değilim ki, onu kazançla, karla, ziyanla aldatayım.
• Hiç bir şey ondan gizli değil kî,kendimi hasta göstereyim, "ah vah" diyerek, feryad ederek onu kandırayım.
• Hararetim varmış gibi sirkeli bezle başımı bağlayayım. Öksürerek, aksırarak; "Mahvoldum, hastalıktan ölüyorum!" diye onu merhamete getireyim.
• Kıldan kıla, benim eğriliğimi, sapık düşüncelerimi, gizli hayallerimi, nefsani arzularımı, her şeyimi bilir. Ne yaparsam hepsini görür. Ondan gizli olan bir şey yok ki, onu o gizli şeyle kandırayım.
• Şöhret peşinde koşan, şairlerin meth ü senalarına, övmelerine düşkün olan bir padişah değil ki, güzel beyitler okuyarak, gazeller terennüm ederek akıp giden, insanı büyüleyen şiirlerle onu aldatayım.
• Gayb aleminden, ötelerden kendisinin duyduğu anlatılamaz yüce zevkler, dünya zevklerinden de ahiret zevklerinden de çok üstündür. Onu merhamete getirmek, cehennem azabıyla korkutmak, yahut ona cennetleri vaadederek hürilerle, gılmanlarla kandırmak da imkansızdır.
• Tebrizli Şems onun seçtiği tek varlıktır. Onun sevgilisidir. Olsa olsa onu ancak, o "Zamanın Kutbu" ile kandırabilirim.
-
Cevap: Hz.Mevlana "Divan-ı Kebir"
739. Bahar geldi!
Müstef'ilün, Miistef'ilün, Müstef'ilün, Müstef'ilün
(c. III, 1336)
• Dostlar, bahar geldi. Selvi ağaçlarının yanına gidelim. Yüz üstü yatmış uyuklamış bahtı, sevgilinin bahtı gibi uyandıralım.
• Çimen garipleri nasıl bir hileye baş vurarak, ayaksız olarak yürüyüp koştularsa, biz de hem ayağımız bağlı, hem de adım atarak o garipler yurduna gidelim.
• Toprak bedenden baş kaldıran, kurtulan ruhun adı "akan, yürütüp giden' manasına gelen "revan"dır. Biz de, dizi bağlı canı tutalım, onların menzillerine kondukları yere götürelim.
• Akıl der ki: "Ben onu dil dökerek, meth ü sena ederek kandırırım." Aşk der ki: "Sen sus, ben onu uğrunda can vererek aldatırım."
• Can ise gönüle der ki: "Yürü git, beni de gülünç bir hale sokma, etrafındakileri de kendine güldürme! Ben onda bulunmayan, onun ihtiyacı olan şeyle onu kandırırım."
• Gamlı düşüncelere dalmış, ızdıraptan başına gelen belalardan bunalmış, sarhoş olmayı, kendinden geçmeyi düşünen biri değil ki; büyük kadehle kırmızı şarap sunarak onu kandırayım.
• Dünya nimetlerine gönlünü kaptırmış, topraktan yaratılmış şu aleme bağlı değil ki; onu altınlarla, servetle, yüksek mevki ile, dünya saltanatı ile kandıralım.
• 0 görünüşte bir insan ama, aslında insan değil, melek! Şöhret duygusu yok ki, güzel kadınlarla onu kandırabileyim.
• İçi nakışlarla, güzel resimlerle süslenmiş bir ev, o evi melek bile görse ürker, kaçar. Peki ben onu hangi nakışlarla, hangi resimlerle, hangi süslerle aldatabilirim.
• At sürülerine, saf kan Arap atlarına ihtiyacı yok! Çünkü o, kanatla uçuyor. Nefis yemekler, güzel renkli hoş kokular, meyveler yemiyor; onun yediği içtiği nur, onu nasıl olur da herkesin peşinde koştuğu ekmek ile kandırabilirim?
• Dünya pazarlarına aşık, alıcı, satıcı bir tacir değilim ki, onu kazançla, karla, ziyanla aldatayım.
• Hiç bir şey ondan gizli değil kî,kendimi hasta göstereyim, "ah vah" diyerek, feryad ederek onu kandırayım.
• Hararetim varmış gibi sirkeli bezle başımı bağlayayım. Öksürerek, aksırarak; "Mahvoldum, hastalıktan ölüyorum!" diye onu merhamete getireyim.
• Kıldan kıla, benim eğriliğimi, sapık düşüncelerimi, gizli hayallerimi, nefsani arzularımı, her şeyimi bilir. Ne yaparsam hepsini görür. Ondan gizli olan bir şey yok ki, onu o gizli şeyle kandırayım.
• Şöhret peşinde koşan, şairlerin meth ü senalarına, övmelerine düşkün olan bir padişah değil ki, güzel beyitler okuyarak, gazeller terennüm ederek akıp giden, insanı büyüleyen şiirlerle onu aldatayım.
• Gayb aleminden, ötelerden kendisinin duyduğu anlatılamaz yüce zevkler, dünya zevklerinden de ahiret zevklerinden de çok üstündür. Onu merhamete getirmek, cehennem azabıyla korkutmak, yahut ona cennetleri vaadederek hürilerle, gılmanlarla kandırmak da imkansızdır.
• Tebrizli Şems onun seçtiği tek varlıktır. Onun sevgilisidir. Olsa olsa onu ancak, o "Zamanın Kutbu" ile kandırabilirim.
• Ey yaprak; elbette bir kuvvet buldun da dalı yarıp çıktın, ne yaptın da zindandan kurtuldun? Söyle, söyle de biz de beden hapishanesinden kurtulmak için senin yaptığını yapalım.
• Ey selvi! Yerden baş kaldırdın, yüceldin. Seni yaratan sana ne seyir gösterdi? Bilelim de biz de seyredelim.
• Ey gonca! Gülün rengine boyanıp çıktın, kendinden geçip geldin, geldin ana nasıl geldin? Söyle de, ne yaptınsa biz de onu yapalım.
• Bu hoş beyaz abher rengi nereden geldi? 0 anber kokusu hangi semtten geliyor? Bu evin kapısı nerede, gösterin de; o kapıya hizmet edelim, o kapının kulu olalım.
* Ey bülbül! Feryadına acıdılar, imdadına koştular. Ben senin feryadına kul olayım, köle olayım. Sen, gül yüzünden neşelisin. Ben senin ötüşlerinden neşeliyim. 0 ihsana nasıl şükredebilirim?
* Aklını başına al da, gül bahçesinden sırlar duy! Harfsiz, sessiz, sedasız hakîkatler işit! Ey bülbül! 0 aşk masalını anlayabilirsem, sen de sazına düzen ver, güzel seslerle beni mest et!
-
Cevap: Hz.Mevlana "Divan-ı Kebir"
740. Adama baktığın zaman, onun hakîkatini gör, onu, îblis gibi, su ve toprak görme!
Mefa'ilün, Fe'ilatün, Mefa'ilün, Fa'ilün
(c.IV, 1737)
• Sarap getir, mahmurluğum var. Allah beni giriftar etti. Ben de o yüzden saraba giriftar (düşkün) oldum.
• Sarap sun aşkın şerefine, aşkın canı için. Güneşin bile kıskandığı kadehi sun, çünkü ben aşktan başka her şeyden bıktım, usandım.
• Şarap sun, o şaraba can bile desem, doğrusu yazık olur. Çünkü ben can yüzünden çok sıkıntılara katlandım. Çok baş ağrıları çektim.
• Sun o şarabı ki, adı bile ağzıma sığmıyor. 0 yüzden sözlerim perişan bir haldedir, darmadağındır.
• Şarap sun ki onsuz ahmaklaştım. Bir şeycikler bilmez oldum. Fakat onu içince, onunla beraber olunca; yiğitlerin, yol vurucuların bile şahı kesildim.
• Şarap sun ki, bir an bile başım onsuz kalınca; duygusuz, donmuş, kapkara kesilirim, nursuz kafirlerden biri olurum.
• 0 şarabı sun ki, beni; "Sun!", "Sunma!" demeden o kurtarır. "Nerede bulayım, nasıl sunayım?" diye beni başından savma! Sen o şarabı hemen sun!
• 0 şarabı sun da uzun gecelerde, tükenmek nedir bilmeyen feryatlarımdan gök kubbesini kurtar, huzura kavuştur.
• 0 şarabı sun ki, ben kadehsiz şarap eminiyim. Karnıma giren şarabı hiç zayi etmeden gereken yerlere veririm.
• Kemiğime, kanıma bakma! Beden bakımından hor, hakîr biriyim. Fakat ruh bakımından yüce bir padişahım.
• Ben bir marangozum: Yontup yaptığım merdiveni yedinci kat göğe dayadım da göklerin damına, yücelere çıktım, ötelere yükseldim.
• Adama baktığın zaman onun hakîkatini gör! Onu, îblis gibi, su ve toprak görme, toprağın ötesindeki yüz binlerce gül bahçesini gör!
• Sakın yanılma, bir kere daha balçığa girersem değişmem, neysem oyum. Çünkü ben yüzümü örttüğüm beden örtüsüne büründüğüm için utanmadayım.
-
Cevap: Hz.Mevlana "Divan-ı Kebir"
741. Senin gamının dikenleri benim için güllerden daha değerlidir.
Mefa'ilün, Fe'ilatün, Mefa'ilün, Fa'ilün
(c. IV, 1724)
• Gözümü açınca her şeyde senin güzelliğini, san'atını, yaratma gücünü görürüm. Dudaklarımı açınca hepsinin vahdet (=birlik) şarabını içerim.
• İnsanlarla boş yere konuşmayı, onların dedi kodularını dinlemeyi haram sayarım. Fakat senden bahsettikleri, senin güzelliğini anlattıkları zaman sözü çok uzatırım.
• Beni hangi yola götürseler, bin türlü aksaklık gösteririm, fakat sana giden yolda koşarım.
• Hızır gibi elime ab-ı hayat geçse, o suyu senin bulunduğun yerin toprağı ile süslerim.
• Gamının verdiği elemlerden, keder dikenlerinden dikenler toplarım da nergis, sadberk gülü devşirmeyi düşünmem. Gamının dikenleri benim için güllerden daha değerlidir.
• Yüzümü gönüller açan, hatırlar yapan padişahlar padişahına çevirince, nurum güneşten de üstün olur, ay ışığından da!
* Güneş halini alırsam, gönlümün harareti ile herkesin, her şeyin bütün zerrelerini, sarhoş ederim aşk oyununa düşürürüm.
-
Cevap: Hz.Mevlana "Divan-ı Kebir"
Mef'ülü, Fa'ilatü, Mefa'îlü, Fa'ilat
(c. IV, 1705)
• Bizden bıkma biz çok güzeliz! Başkalarının kıskanmasından ötürü ürktük, güzelliğimizi gizledik.
• Birgün beden örtüsünü canın üstünden atınca görürsün ki; canı ay da, firkad yıldızı da kıskanmaktadır. Onların hiç birinde canın parlaklığı yoktur.
• Bizi görmek için yüzünü yıka, temizlen, kirliliklerden kurtul! Çünkü kirli bir insan bizi göremez. Kendini manevî kirlerden temizleyemeyeceksen bizden uzak dur! Kendi güzelliğimiz bize yeter.
• Biz yarın ihtiyarlayacak bir güzel değiliz, biz ebediyyen genciz. Gönlümüz rahattır, hoştur. Biz kadîmiz, önümüze ön, sonumuza son yoktur.
• Giydiğimiz beden elbisesi eskidi, yıprandıysa da, ne gam? 0 elbisenin içindeki ihtiyarlamadı. Ömür örtümüz fanîdir. Fakat kendimiz uçsuz bucaksız bir ömürüz.
• İblis Adem'in hakîkatini göremedi. Örtüsünü gördü de ondan yüz çevirdi. Hz. Adem ona; "Sen Hakk dergahından sürülmüşsün, kovulmuşsun, biz sürülmedik, kovulmadık." diye seslendi.
• İblis secde etmedi ama meleklerin hepsi secde ettiler de; "Gönlümüz örtü altında bir güzele düştü.
• Örtü altında öyle bir güzel var ki; güzelliği aklımızdan başımızdan aldı da o güzelliğe karşı secdeye kapandık." dediler.
• îhtiyarlamış kişileri güzellerden ayırdedemezsek, aklımız, aşk aleminde bu seçmeyi yapamazsa, biz aşkta dinimizden dönmüş sayılırız.
• Güzelin sözü mü olur? 0 Allah arslanıdır, biz çocukça sözlere daldık. Zaten de çocuklarız. Biz aşk bilgisinde daha alfabedeyiz, ebced okumadayız.
-
Cevap: Hz.Mevlana "Divan-ı Kebir"
743. Biz senin gibi bir güzeli rüyada bile görmedik.
Müstef'ilün, Fe'ulün, Müstefilün, Fe'ulün
(c. IV, 1701)
• Sevgilim, senin güzelliğinin sesini ruhumda duyunca, su gibi, rüzgar gibi ben de senin aşkına doğru koşmaya başladım.
• Mısırlı kadınların Hz. Yusufun güzelliğini görünce, kendilerinden geçip ellerini kestikleri gibi, sen de bir kerecik olsun elini canımıza koy bak da gör ki; biz güzellikler karşısında gönlümüzde neler kestik.
• Rindlerin, müflislerin halleri meydanda, artık ne yapılabilir? Biz de varımız yoğumuz olan şu yamalı hırkayı senin ayaklarının altına döşedik.
• Aşk aleminde bizim gibi binlerce kişi can vermiştir. Fakat biz senin gibi bir güzeli rüyada bile göremedik.
* Biz sana layık bir aşık olamadık da, su içen hayvanlar gibi suda aksimizi görünce, kendi çirkinliğimizden ürktük.
-
Cevap: Hz.Mevlana "Divan-ı Kebir"
744. Onun aşkının hevesi ile dokuz kat çarh edip dönüyor.
Müfte'ilün, Fa'ilat, Müfte'ilün, Fa'ilat
(c.IV,1714)
• Ne zamana kadar hep böyle habersizce gideceksin? Başını yerden kaldır da jama bak; hatta dam da bir şey mi? Şöyle sen yukarılara, göklere bak!
• Hiç belli olmaz, can ansızın bir cilveye, bir cezbeye kapılır da, yüzlerce ayın, yüzlerce güneşin kendisine kul, köle olacağı bir ay halini alabilir.
• Görmüyor musun? Onun aşkının hevesi ile dokuz kat gök çarh edip dönüyor. Canla gönül de onun şarabından kadeh kadeh içiyorlar.
• 0 tecellî edince, canlara onun nuru vurunca can şarabını içmek mübahtır. yiyip içmek, yatıp uyumak da haramdır.
* Dünya; "Ey rüzgar ne haber var?" diye sordu. Rüzgar da cevap verdi ki: Korkudan başka hiç bir şeyden haberim yok!"
-
Cevap: Hz.Mevlana "Divan-ı Kebir"
745. Ben derdimi sevmekteyim, derdime gönül vermişim.
Fe'ilatün, Fe'ilatün, Fe'ilat
(c. IV,1678) • Ben ağlasam da, özür dilesem de sevgili duymaz, ilgilenmez. Çünkü o kulaklarına pamuk tıkamıştır.
• Bana ne cefa ederse etsin, sevgili yaptığı işlerden, cefalardan üzüntü duymaz. Yaptıkları kendinde kalır, ama ben o ne cefa ederse etsin, şikayet etmeden o cefalara katlanırım.
"Eski şairlerimizden birisi bu konuda şöyle yazmış:
"Yarın cefası cümle vefadır, cefa değil!
Yarı cefa etti diyenler ehl-i vefa değil!"
• Beni adam yerine koymasa, beni yok saysa, (varsın) saysın, ben onun sitemini kerem sayarım.
• Onun bana verdiği dert, gönlüme deva olmaktadır. Bu yüzdendir ki ben derdimi sevmekteyim, derdime gönül vermişim.
"Bu beyt Niyazî-i Mısrî hazretlerinin:
"Derman aradım derdime
Derdim bana derman imiş beytini hatırlatıyor.
• Onun aziz aşkı beni horlayınca, kendimde yücelik bulurum, saygı görmüş olurum.
• Bedenim, üzüm gibi onun ayakları altında ezilince, mutlu olurum, şarap haline gelirim.
• Onun sevimli ayakları altında üzüm gibi ezilmek bana can verir. Sırlarım neşe bulur, zevke erer.
• Halbuki bu mutluluktan gafil olduğu için, onun ayakları altında ezilen üzüm, kan ağlar. "Bu cevrden, bu cefadan, bu işkenceden bıktım!" der.
• Onu ezen ayaklar; "Ben seni bilgisizlikten ezemiyorum!" der de, kulaklarına pamuk tıkar, şikayetleri duymaz.
-
Cevap: Hz.Mevlana "Divan-ı Kebir"
746. Sen bana o gizli dünyayı göster de, artık bu dünyayı yok sayayım, inkar edeyim.
Fe'ilatün, Fe'ilatün, Fe'ilat.
(c.1V.1679)
• Ben mest de olsam ayık da olsam, sevgilinin güzel gözlerinin kuluyum, kölesiyim.
• Canın ve cihanın yüzünün hayali olmadıkça, kendimden de, candan da, cihandan da bezginim, usanmışım.
• Beni gece gündüz güller, gül bahçeleri içinde bırakan güzelimin gül yüzünün kölesiyim.
• İşte ben onun gül yüzünde böyle bir ayna görmedeyim. Gözümü bu aynadan nasıl ayırabilirim?
• Güzelim bana dedi ki: "Ben güzellerin canıyım!" "Evet ey sevgili!" dedim. 'Ben de seni öyle görüyorum."
• Dedi ki: "Başında eğer benim coşkunluğum varsa, senden kıl kadar ayrılmam, seni bırakmam.
• Ben öyle bir mumum ki pervane olanı tutar, kendi ateşimin içine çeker, yakanm."
• Ona dedim ki: "Benden ne yakarsan yak, zaten ben senin aşk dumanından ibaretim."
• Sakî geldi de: "Dostça bana bir şey ver!" dedi. "îşte sarığım; al sende rehin olarak kalsın!" dedim. ;
• "Hayır hayır yanlış söyledim." dedim. "Sarığım yerine sen başımı al da, ondan kurtulayım. Fakat biraz dur, aklım başımda. Sen bana şarap ver aklım gitsin de ondan sonra başımı al!
• Sen bana o gizli dünyayı göster de artık bu dünyayı yok sayayım, inkar edeyim."
-
Cevap: Hz.Mevlana "Divan-ı Kebir"
747. Sen edepten bahsediyorsun, ama sende edep görmedim.
Müstefilün, Fe'ülün, Müstef'ilün, Fe'ülün
(c. IV, 1690)
• Sevgilim, sensiz iki cihanda da neşe görmedim. Çok güzel varlıklar, şaşılacak şeyler gördüm ama senin gibi güzel göremedim.
• "Ateş kafirin nasibidir." diyorlar. Senin ateşine yanmamış Ebu Leheb'den başkasını görmedim.
• Gönül penceresine nice zaman can kulağını dayadım, dinledim. Pek çok sözler işittim ama söyleyen iki dudağı görmedim.
• Kuluna birdenbire rahmetini saçtın. Bu ihsana sebep senin hududsuz lütfundur. Başka sebep görmedim.
• Cibresi üzüm teknesine girmeyen, Halep'te bile eşi bulunmayan o billur şişedeki şaraptan,
• 0 kadar sun ki kendimden geçeyim. Çünkü ben varlıkta kendinde olmakta zahmetten başka bir şey görmedim.
• Ey nihayetsiz aşk, ey ilahi mazhar! Sen hem güvenilir dayanaksın, hem de kuvvetli arkasın. Senin şanına, haline uygun düşecek bir lakab görmedim.
• Kardeşim sus, fazileti, edebi bırak! Sen bahsediyorsun, ama sende edep görmedim.
-
Cevap: Hz.Mevlana "Divan-ı Kebir"
748. Ben şaşılacak acayip bir cihanım, bir avuç toprakta gizlenmişim.
Müstef'ilün, Fe'ülün, Müstef'ilün, Fe'ulün
(c.IV, 1693)
• Ben tertemiz olarak aşk yoluna düşmüşüm. Bu yolda gizlenmeden yürümekteyim. Ben kimseye kin gütmem, garaz tohumu ekmem. Yokluk bile bana sığınır, bana dayanır. Benim gözüm toktur. Ben hiç bir zaman tama'ın sırtını kaşımam.
• Ne halkın dedikodusu ile rahatsız oluyorum, ne de kimseden korkum var. Ben hür bir kuşum, kafes azığına ihtiyacam yok.
• Ben yağmurlar yağdıran bir bulutum. İnciler saçan bir göğüm. Yeryüzünde susuzlara ab-ı hayat sunmadayım.
• 0 ağaç, Hz. Müsa'ya uzaktan ateş gibi göründü ama o ateş gönüllere hoş gelen bir nurdu, ben de uzaktan ateş görünürüm ama ateş değilim, ben de nurum.
• Rüzgarla ağacın dah titrer, oynar ama gövdesi hiç titremez durur. Benim de görünüşte kararım yok. Hadiseler karşısında ben de ağaç gibi titriyorum ama, ruh aleminde karar etmişim. Korkmam, titremem.
• Ben şaşılacak, acayip bir cihanım. Bir avuç toprakta gizlenmişim. Her gece gönlüm gündüz gibi aydınlıktır. Her sonbaharın içinde ilkbaharlar bulunmaktadır.
• Ben tamamıyla yok olup kendimden geçtiğim zaman kendime gelirim, kendimi bulurum. Bedenimin aslı olan dört unsur ile beş duygudan kurtulunca tam adam olurum.
• İnsan haksız yere kendisinde bir ihtiyar olduğu, cüz'î iradesi bulunduğu davasına girişir. Aslında Hakk'ın ihtiyarındaki yücelik, benim ihtiyarımı elimden almış, beni ihtiyarsız bırakmıştır
-
Cevap: Hz.Mevlana "Divan-ı Kebir"
749. Ben değersiz bir saman çöpü gibiysem, benim kehribarım sen değil misin?
Mefa'îlün, Fe'ilatün, Mefa'îlün, Fa'ilün
(c. IV,1728)
• Sen beni istemesen de ben seni canla, gönülle isterim. Sen bana kapıyı açmasan da ben kapının eşiğinden ayrılmam, orada oturur kalırım.
• Ben balık gibiyim, dalga beni karaya atsa da, sudan başka sığınacağım yer yoktur. Gönlüm sudan başka bir şey istemez.
• Kendi kendime nereye gidebilirim? Benim gönlüm mü var? Ben de, beden de, gönül de ancak padişahlar padişahının gölgesine sığınmışız.
• Mest olup gitmişsem, yıkılmış, kendimden geçmişsem, mest oluşum, yıkılıp gidişim sendendir. Bir şey biliyor, bir şey duyuyorsam bilişim, duyuşum da sendendir.
• Eğer bende bir gönül kalmışsa gönlümü alan sen değil misin? Eğer ben değersiz bir saman çöpü gibiysem, benim kehribarım sen değil misin?
• Yediğim nefis yemeklerin tatlı helvaların, çöreklerin ağzımda bıraktıkları tat, o güzel dudaklarının tadından, lezzetinden birer kırpıntı değil midir?
• Ne yüksek mevkiler düşünürüm, ne sultanlık, ne mal mülk, ne şöhret, ne ululuk! Bunların hiç birisinde gözüm yok! Senin aşkın bunların hepsinden üstündür!
-
Cevap: Hz.Mevlana "Divan-ı Kebir"
750. Şu zamanda, Mansur gibi, ben senin darağacının altındayım.
Mefa'îlün, Fe'ilatün, Mefa'îlün, Fa'ilün
(c.IV, 1726)
• Bana şarap sun, çoktanberi ben senin güzelliğinin mahmuruyum. Ben eski bir hırkaya bürünmüşüm, ama senin gerçek dostun değil miyim?
• Şu anda mahmurum, sen bana uy! Benim dediğimi yap! Mest olup kendimden geçtikten sonra zaten senin emrindeyim, senin dilediğini yaparım.
• Sen şimdi "Enel-hakk" kadehini doldur! Mansur şarabından sun! Şu zamanda Mansur gibi ben senin darağacının altındayım.
• Elest demindeki sözleri, ahitleri, şartları hatırla. Benimle nelere karar vermiştin? Ben hala o karardayım.
• Ey avucum! Tuttuğum kadehe de ki: "Sen at gibi bana binmişsin, ben seni taşıyorum. Fakat aslında şaşılacak şey şu ki; içindeki şarabı içince ben sana biniyorum, sen beni taşıyorsun.
• Ey kadeh! Ben aşıklar halkasının ortasındayım. Sen benim etrafında dönmedesin, ama aslında beni döndüren sensin. Senin etrafında dönen de benim.
• Ben nasıl kafir olurum ki, senin gibi bir puta tapıyorum? Ben nasıl fasık olurum ki, senin şarabını içiyorum?
* Gel gel! Sen zamanenin sırlarını bilensin, gönlümün sırlarını ört ki ben senin sırdaşınım
-
Cevap: Hz.Mevlana "Divan-ı Kebir"
751. Aşk dersi, çalışmakla öğrenilmez.
Mef'ulü, Fa'ilat, Mefa'îlü, Fa'ilat
(c.IV,1710)
• Senin güzel yüzünü görünce, yeşil çimenlerden, gül bahçelerinden vazgeçtik. Gözünü görünce de şarabı ve şarapçıyı görmez olduk.
"Gözün döktüğü kanlı yaşlar, şaraba benzetilmiştir. Bir ilahide: "Gözüm ki kana boyandı, şarabı neyleyeyim?" denmiştir.
• Oturduğumuz evi rehine verdik, geldik, senin mahalleni yurt edindik. Dükkanı yıktık, işten, kazançtan vazgeçtik.
• Neyimiz varsa hepsini aşk yağma etti. Kardan, zarardan, alış verişten vazgeçtik.
• Aşk davasına girişmek, sonra da hayadan, utanmaktan bahsetmek olamaz. Bu sebeple biz aşk yoluna düşünce hayadan, utanmaktan vazgeçtik.
"Bir başka beyitte Mevlana şöyle buyurmuştu:
"Eğer sen aşkın aşığı isen ve aşkı arıyorsan, keskin hançeri al, utanmanın boğazını kes!"
• Gamın haddine mi düşmüş ki bizim adımızı ansın? Elini çırp, bizi alkışla ki artık biz gamdan da, gam çeken gönülden de kurtulduk.
• Neşe yürüdü, gönül hoşluğu ülkesi bize verilmiş. Azın, çoğun varından da yoğundan da vazgeçtik.
• Biz söz söylüyoruz, sen inkar ediyorsun. Biz iki alemin ikrarından da, inkarından da vazgeçtik.
• Dünya işini paylaşmayan şu köpeklere bak! Nasıl da birbirlerine düşmüşler. Biz köpekten doğmadık, köpek de değiliz. Bu sebeple biz dünya işinden vazgeçtik.
"Bu beyitte şu hadîse işaret var: "Dünya bir leştir. Köpekler onu isterler."
• Gönül sırlarını ancak Allah bilir. Bu bize kafi. Bizler kötünün kötülüğünden, hilecinin de hilesinden kurtulduk.
• Aşkın verdiği ders hiç unutulur mu? Ona çalışmaya ihtiyacımız yok. Zaten o ders çalışmakla öğrenilemez.
-
Cevap: Hz.Mevlana "Divan-ı Kebir"
752. Ben eskiden ettiğim tövbelerden tövbe ettim.
Müstef'ilün, Fe'ülün, Müstefilün, Fe'ulün
(c.IV,1685)
• Ey çalgıcı! Şu gazeli oku: Ben sevgiliden, her çeşit gülden, her çeşit dikenden vazgeçtim. Çünkü artık tövbe ettim.
• Bazen işime çok düşkün olurum. Adeta işimin mesti olurum. Bazen mahmur olurum. Artık işten de, mahmurluktan da vazgeçtim. tövbe ettim.
• Boğazıma kadar tövbe etmek suçuna gömülmüşüm. Tövbeden o kadar canım yandı ki, eskiden ettiğim tövbelerden de şimdi tövbe ettim.
" Tövbe etmekten tövbe etmek ne demektir? Ariflere göre bir insanın: "Ben bu işi bir daha yapmayacağım." diye tövbe etmesi, o kişinin kendinde bir güç, bir varlık hissetmesi anla-mına gelir. Ey zavallı insan! Sen kimsin ki: "Ben bunu bir daha yapmayacağım." diyor-sun. Her şey Hakk'tan geldiğine göre, senin bir yapma gücün var mıdır? Tövbe etmekten tövbe etmek hali, bize ait değildir. Kamil insanlara aittir. Arifler, kamil insanlar, Hakk'ta fanî olduklan için, bıitiin isteklerinden, bütiin iradelerinden kurtulmuşlardır. Tamamıyla Hakk'a teslim olmuşlardır. Bizim gibi insanların yaptığı hatalardan tövbe etmesi, o suçu bir daha işlememek için ahitte bulunması ve Hakk'ın verdiği cüz'î iradeyi kullanması şart-tır. tnsanın işlediği giitidhlardan tövbe etmesi, Kur'an-ı Kerîm'in bir çok yerlerinde emre-dilmektedir. Peygamber Efendimizin bir çok hadîslerinde tövbe üzerinde durulmaktadır. Bu konu hassas bir konudur. Yanlış anlaşılmamalıdır. Peygamberler ve onlann varisleri olan gerçek veliler niçin geldiler? Hepsi de cüz'î iradelerimizi kullanarak imana gelmemizi, günahlardan arınmamızı emretmiyorlar mı?"
• Ey şarap satan, kadehi elime ver. Ben sıkılmayı bıraktım. Arlanmaktan tövbe ettim.
• Allah Allah! Ey çalgıcı! Ben yolumu şaşırdım. Sen kendi yolunu, kendi işini iyi bilirsin. Çengi eline al da telleri üzerine tövbe ettiğimi çal!
• Düşünmekten, çare aramaktan gönlüm parça parça olmuştu. Anladım ki çare, çaresizliktedir. Çaresiz tövbe ettim.
• Sen ay yüzünü göster de karanlık geceyi nurlandır, güzelleştir! Ben o günahın zevkinden çok tövbe ettim.
• Tövbe vaktidir dedim. Bir çılgın aşık bana: "Ben eski bir tövbe eden kişiyim, ben geçen sene tövbe ettim." dedi.
-
Cevap: Hz.Mevlana "Divan-ı Kebir"
753. Bana tas tas şarap ver de; beni varlığımdan kurtar!
Müfte'ilün, Fa'ilatü, Müfte'ilün, Fa'ilat
(c. IV, 1716)
• Bu gece şu ben zavallının bedeninden canı tamamıyla al, al da bundan sonra dünyada, kimse benden bahsetmesin!
• Şu anda senin mestinim. Bana bir kadeh sun da iki cihandan da vazgeçip, büsbütün sende yok olayım.
• Ben sende yok olunca, hani o senin bildiğin hal başına gelince, yokluk kadehini elime alırım da kadeh kadeh senin aşk şarabını içerim.
• Can senin yüzünden yandı, yakıldı. Mum senden nur aldı, aydınlandı. Bir insan da eğer senden yanmazsa, o hamdır, ham!
• Sen bana birbiri ardınca yokluk şarabını sun! Ben tamamıyla yok olunca, yokluğa dalınca, artık evi damdan ayırdedemem.
• Ey yokluğuna binlerce varlık kul olan, köle olan! Yokluğun arttıkça can sana yüzlerce secde eder.
• Bana tas tas şarap ver de, beni varlığımdan kurtar! Şarap olgun kişilere Hakk'ın bir nimetidir. Akıl ise ham kişilere mahsus bir şeydir.
• Yokluk denizini dalgalandır da, beni kapsın götürsün! Ne zamana kadar korku ile deniz kıyısında adım adım duracağım?
-
Cevap: Hz.Mevlana "Divan-ı Kebir"
754. Ben onun aşk bahçesinde güller, reyhanlar, yaseminler içindeyim.
Fe'ilatün, Fe'ilatün, Fe'ilat
(c. IV, 1682)
• Ben kederle dolsam da, gülsem de o padişahın devletine aşığım.
• Padişahın aşkına gönül vermek, benim tacımdır. Bana bundan başka bir tac verse bile, ben onu almam.
• Onun gül dalının rengi, benim varım yoğumdur. Çünkü ben onun gül bahçesinin bülbülüyüm.
• Ben onun kapısının toprağından başka bir yere oturmam. Onu gönlümden, canımdan başka bir yere oturtmam.
• Gece gündüz ben onun nimeti ile besleniyorum. Ben onun aşk bahçesinde güller, reyhanlar, yaseminler içindeyim.
• Dünya ister harap olsun, ister mamur olsun, benim için önemi yok! Şunu biliyorum ki, ben onun yıkılmış, harap olmuş bir kuluyum.
• Aslım toprak olduğu için, yeryüzünün toprağı ile dostum, onunla birim! ama yine de padişahım bana büyük bir lütufta bulunmuştur. Bana hiç bir yaratığa vermediğini vermiştir. Bana kendinden can bağışlamıştır.
-
Cevap: Hz.Mevlana "Divan-ı Kebir"
755. Biz dertlere dermanız, çaresizlere çareyiz.
Mefulü, Fa'ilatü, Mefa'îlii, Fa'ilat
(c. IV, 1709)
• Biz kıtlık içinde kalmış susuzlarız, çok nimetler görmüş, çok yemekler yemiş kişileriz. Çaresiz değiliz, dertlere dermanız, çaresizlere çareyiz.
• Mecliste şaraba benzeriz, neşe dağıtırız, gamlılara neşe bağışlarız. Savaşta Hz. Ali'nin Zülfikar'ıyız. Şükretmede sanki kaynağız, sabretmede mermer kaya gibiyiz.
• Biz rüşvet padişahı değiliz. Biz paramparça olmuş gönül hırkalarını diker, yamarız.
• Bizden sır saklama, biz senin gönlündeyiz. Her şeyi biliyoruz. Bizden gönlünü çekip alma, gönlün bizim elimizdedir!
• Biz saman altında kalmış gizli, uçsuz bucaksız bir deniziz. Yahut da göklerde parlayan güneşiz.
• Mest bir halde aşk evinin damı kenarında durduğumuza bakma! Dam da bilir ki, bizim kıyımız kenarımız yoktur.
• Ay ışığı dam kenarına vurmaktan hiç korkar mı? Peki biz neden gam yiyelim? Biz üstün bir varlığız, göklerde dolaşan aya binmişiz.
• Biz Ahmed(s.a.v.)'in tevhid müjdesini vermedeyiz. Hz. îsa gibi çocukken beşikte konuşuruz. Bütün bunlara rağmen, biz artık konuşmayalım, susalım.
-
Cevap: Hz.Mevlana "Divan-ı Kebir"
756. Kan oldum, aşkın damarlarında dolaşmaya başladım.
Gözyaşı oldum Hakk aşıklarının gözlerinden aktım.
Fa'ilatün, Fallatün, Fa'ilat
(c. IV,1661)
• Hakk yoluna düşenlere mahrem oldum. Herkesin madde peşinde koştukları bir zamanda manaya önem verenlere hemdem oldum, arkadaş oldum.
• Altı yönden de dışarda manevî bir kubbe gördüm. Ben o kubbeye toprak aldum. Döşeme oldum, kan oldum, aşkın damarlarında coşarak dolaşmaya başladım. Gözyaşı oldum, Hakk aşıklarının gözlerinden aktım.
• Bazen beşiğinde konuşan İsa gibi baştan başa dil kesildim. Bazen de Hz. Meryem gibi susan bir gönül oldum.
• Hz. İsa'nın, Hz. Meryem'in kaybettikleri bir şey vardı ya, eğer bana inanırsan bil ki; o kaybedilen şey ben oldum.
• Zevalsiz aşk neşterine karşı yüzlerce defa yara oldum, merhem oldum.
• Her adımda Azrail (a.s.) benim yol arkadaşım olmuştu. Ondan korktum, perişan oldumsa canım çıksın.
• Ölümle yüzyüze savaşa giriştim. Korkmak şöyle dursun, karşıma çıktığı için ölürnün kendisinden neşeler aldım, sevinçler elde ettim.
• Varlık yükünü tamamıyla sırtımdan attım, ölümsüzlük üzengisine ayak bastım, ölümsüzlük atına bindim.
• Gerçi belim çeng gibi büküldü ise de, yine de sen ölümsüzlük "ney"inin sesini benden duy, benden işit!
• Benim için Şems-i Tebrizî bayramların en büyüğü olan "îd-i ekber" idi. İşte ben o bayrama büyük bir kurban oldum.
-
Cevap: Hz.Mevlana "Divan-ı Kebir"
757. Ben neyim?
Fe'ilatün, Mefa'ilün, Fe'ilat
(c. IV,1759)
• Ah ben ne biçim bir insanım, ne renkteyim, ne haldeyim? Ne olduğum belirsiz, acaba ne zaman kendimi olduğum gibi göreceğim?
• Sen bana dedin ki: "Gönlündeki sırları gizleme, ortaya dök, benim içinde bulunduğum orta nerede; göster bana'."
• Hem hareketsizim, hem de koşup duruyorum. Şu ruhum ne zaman süküta kavuşacak?
• Ben kıyısı bulunmayan öyle şaşılacak bir denizim ki, denizim de kendisinde gark oldu gitti.
• Beni bu dünyada da arama, öte dünyada da! Benim bulunduğum alemde her iki dünya da kayboldu.
• Ben yokluk gibi kardan da ziyandan da kurtulmuşum. Ben kardan da ziyandan da haberi olmayan acaip bir kişiyim.
• Ona dedim ki: "Ey can, sen bizim ta kendimizsin." Dedi ki: "Şu görünen maddî varlığımda ben kendimi göremiyorum, kendim neyim ki, siz olayım."
• Şu halde: "Sen o'sun." dedim. "Haydi sus; öyle söyleme!" dedi. "Ben öyle bir şeyim ki dile gelemem."
• Dedim ki: "Dile gelmiyorsun, söze sığmıyorsun ama, işte ben şimdi seni dilsiz, dudaksız, sözsüz söylemedim."
• Ben yokluktan ay gibi doğdum, dünyaya geldim, parlamaya başladım. îşte gökyüzünde ayaksız olarak koşup duruyoruz.
• "Ne koşuyorsun, dur da bak! Ben apaçık ortadayım ama aynı zamanda gizliyim!" diye bir ses geldi.
• Ben Şems-i Tebrizî'yi görünce eşsiz bir deniz oldum. Görülmemiş bir inciyim, emsali bulunmayan bir hazineyim.
-
Cevap: Hz.Mevlana "Divan-ı Kebir"
758. Ecel beden evini yıkmadan, biz beden evini yapana kavuştuk.
Fa'ilatün, Fa-ilatün, Fa'ilat
(c. IV, 1670)
• Can harman yerine yine geldik. Doğan kuşu gibi padişaha doğru yine uçtuk geldik.
• Gariplikten, ayrılıktan bıktık; aslımızın, başlangıcımızın yanına geldik.
• Dilencilikten, niyazdan, yalvarmadan kurtulduk. Oynayarak nazlanmanın yanına geldik.
• Sırra mahrem olanların sofrasında can besleyelim. Çünkü bizler sır perdelerinin arkasına geçtik.
• Takdir ezel kemendi attı, bizi kendine çekti. Böylece biz de sebepleri hazırlayanın yanına geldik. Sebeplere ihtiyacımız kalmadı.
• Ecel beden evini yıkmadan, biz beden evini yapana kavuştuk. Allah'a hamdolsun, biz "Ölümden evvel ölünüz!" sırrına mazhar olduk.
• Somunumuz pişti, kokusu burnumuza geliyor. Biz o kokuyu aldık da ekmekçinin yanına geldik.
• Artık sen sus da, can, duygularımıza tercümanlık etsin; "Kötülüklerden,
kirliliklerden, bayağılıklardan kurtulduk, yücelikten yüceliklere ulaştık." desin.
-
Cevap: Hz.Mevlana "Divan-ı Kebir"
759. Ben onun tortulu şaraba benzeyen derdine kadeh olurum.
Fe'ilStiin, Fe'iiatün, Fe'ilat
(c. IV, 1677)
• Bir an beni gül bahçesi gibi hoş bir hale sokar, bir an da kış mevsimi gibi soğuk bir hale getirir.
* Bir an beni faziletli bir insan, üstad bir kişi yapar, bir an da beni okula yeni başlamış bir çocuk eder.
• Bir an olur taş atar, beni kırar, bir an olur beni gerçekler padişahı eder.
• Bir an olur, beni güneş kaynağı yapar, bir an olur baştanbaşa karanlık bir gece haline sokar.
• İki elimle eteğini tuttum. Bakalım beni ne hale sokacak?
• 0 beni mest olmuş kişilere sakî yapar, ama ben onun tortulu şaraba benzeyen derdine kadeh olurum.
• Bana şeker kamışlığı lakabını verir diye gece gündüz onun şekerini satın alır dururum.
-
Cevap: Hz.Mevlana "Divan-ı Kebir"
760. însanın kendinden geçmedikçe, kendine gelmesine imkan yoktur.
Fa'ilatün, Fa'ilatün, Fa'ilat
(c. IV, 1669)
• Varlığı ateşe attık yaktık. Yeni baştan yokluğa gittik.
• Ey kardeş! Şunu bil ki, iyi de kötü de varlık dünyasındadır. Yokluğa gittiğimizden ötürü, biz ne iyiyiz, ne de kötüyüz.
• Hayırsız felek, neyimizi çaldı, götürdü ise, biz gece bekçisi gibi gittik, çalınanların hepsini ondan geri aldık.
• Yüzlerce ben ve biz arasında biz bir kişi idik. 0 tekten arpa kadarı bile kalmadı. Biz şimdi yüzlerceyiz.
• İnsanın kendinden geçmedikçe kendine gelmesine imkan yoktur. Bu yüzden biz de kendimizden geçtik de sonra kendimize geldik.
• Aşkın boyuna, bosuna göre bizim boyumuz kısaldı. Bizim boyumuz, bosumuz kısaldıktan sonra, biz yüce bir boya, bosa sahip olduk.
• İnsanlığı, kemal mertebesini Hakk'tan öğrendik. Biz aşk pehlivanıyız. Bu yüzden de Ahmed(s.a.v.)'in dostuyuz.
• Varlık levhinde yirmi dokuz harf vardır. Biz bu harfleri sildik, ebced içine daldık da elif gibi tek kaldık.
-
Cevap: Hz.Mevlana "Divan-ı Kebir"
761. Aşıkların okuyup bilgi elde ettikleri mektep, ateşlerle doludur.
Fa'ilatün, Fa'ilatün, Fa'ilat
(c.IV, 1657)
• Dudaklanmdan içimin yanık kokusu geliyor. "Ya Rabbi, ya Rabbi!" derken ağzımdan duman tütüyor.
• Gökler bile ahımdan ağlamaya başladı. Her an can vermek benim adetim, yolum oldu.
• Senin uyku ile geçirdiğin gecenin, benim uykusuz ve feryadlarla geçen gecemden haberi olsaydı, benim halimi birazcık olsun anlardın.
• Aşıkların okuyup bilgi elde ettikleri mektep ateştir, ateşlerle doludur. îşte ben gece gündüz böyle bir mektebin içindeyim.
• Yüzünü sapsarı yüzüme koy! Elini göğsüme daya! Ateşler içinde tir tir titriyorum.
• Sevgiliye; "Kulağına bir şey söylemek istiyorum!" dedim. Çekindi; "Yanağımın yanmasından korkarım."
-
Cevap: Hz.Mevlana "Divan-ı Kebir"
762. Aşk ötelerden kalktı geldi. Bu yanmış, yakılmış aşığa misafir oldu.
Fa-ilatün, Fa'ilatün, Fa'ilat
(c. IV, 1656)
• Ben bu derde, dertle derman edeceğim. Bu işi sabırla kolaylaştıracağım.
• Ya canın ayağını bu balçık bedenden kurtaracağım, yahut da canımı da, gönlümü de güzellere vakfedeceğim.
• Ben "Elest mumuna" atılmış canını dağlamış, kanatlarını yakmış bir pervaneyim. Şimdi de padişahımın mumuna hizmet etmedeyim.
• Aşk ötelerden kalktı, geldi. Bu yanmış, yakılmış aşığa misafir oldu. Çok mutluyum. Benim bir tek gönlüm var, onu da misafirim olan hazret-i aşkın şerefine kurban etmem gerekir.
• Nefis, gönül evine gelen bu mübarek konuktan hoşlanmaz, kedi gibi miyavlar da aşka gelme derse, nefsi tutayım, kedi gibi dağarcığa atıvereyim.
• Melal kimin başını döndürürse, onu sema'a çekeyim, fırır fırıl döndüreyim.
-
Cevap: Hz.Mevlana "Divan-ı Kebir"
763. Benim gönlüm hasta! Ey gönül derdimin devası; ben hoş değilim!
Fa'ilatün, Fa'ilatün, Fa'ilat
(c. )IV,1659
» Oğlum elimi tut, ben hoş değilim! Ey fidan boylum, ben hoş değilim!
• Hayır hayır! Elimi bırak, benim hastalığım başka türlü bir hastalık! Benim gönlüm hasta! Ey gönül derdimin devası! Ben hoş değilim!
• Sen beni bırakıp gittiğinden beri gücüm, kuvvetim, sabrım, takatım gitti. Sen gittin gideli ben hoş değilim!
• Kollarını aç; kemer gibi bana sarıl! Dikkat et, bu kemer olmadıkça ben hoş değilim!
• Ey doktor ! Benim kuvvetim yok. Elini nabzıma koy da anla, ben hastayırn, hoş değilim!
• "Sen gönül hastası değil misin?" diye ne soruyorsun? Dudağının kadehi olmadıkça ister haberim olsun, ister olmasın, ben hoş değilim!
• Her an gözlerimi kapıyorum. Çünkü sen olmayınca bir şeyi görmek isterniyorum. Sensiz görüşten, bakıştan hoşlanmıyorum. Zaten ben gönül hastasıyım, hoş değilim!