Bu mektûb, Nisâpûrlu mîr Sâlih adina yazilmisdir. Âlem-i sagîr ve âlem-i kebîrin, Allahü teâlânin ismlerinin ve sifatlarinin görünüsü oldugunu ve Allahü teâlânin kendisi ile hiçbir münâsebeti bulunmadigini ve yalniz Onun mahlûku olduklarini bildirmekdedir:
Yâ Rabbî! Maddenin, basît ve bilesik cismlerin, küçük âlem denilen insanin ve büyük âlem denilen diger varliklarin yapisini, hakîkatlerini, dogru olarak bize bildir! Küçük âlem ve büyük âlem, Allahü teâlânin ismlerinin ve sifatlarinin aynalaridir. Onun zâtinda bulunan sü'ûn ve kemâllerin görünüsleridir. Bu âlemler, kapali bir hazîne ve örtülmüs bir sir idi. Bunlari meydâna çikarmak istedi. Icmâlden tafsîle getirdi. Ya'nî, bir agacin her parçasi, çekirdekde sikisik olarak bulunurken, hepsinin agaç üzerinde ayri ayri meydâna gelmesi gibi, her seyi, ayri ayri yaratdi. Kendisine ve sifatlarina alâmet olacak seklde yaratdi. Ya'nî âlemin, hiçbir parçasinin, Allahü teâlâ ile, hiçbir nisbeti, benzerligi yokdur. Yalniz, Onun mahlûkudurlar. Ismlerini, sü'ûnlarini göstermekdedirler. Âlemin Allahü teâlâ ile birlesmis oldugunu, Onun ayni, benzeri oldugunu, âlemi çevirmis, âleme sirâyet etmis, her zerreye girmis, herseyle berâber oldugunu zan etmek, Ona olan sevginin, tesavvuf serhoslugunun taskinligini gösterir. Hâlleri, görüsleri dogru olan tesavvuf büyükleri, ayilmis olduklarindan, Allahü teâlânin, hiçbir bakimdan, bu âleme benzemedigini, yalniz Onun mahlûku olduklarini söyler. Yalniz ilminin, ihâta ve sirâyet etdigini ve herseyle berâber oldugunu bilirler. Ehl-i sünnet âlimleri de, böyle söylemekdedir. Allahü teâlâ, o büyüklerin çalismalarini bol bol mükâfatlandirsin! Sôfiyye-i aliyyeden ba'zisi, Allahü teâlânin Zâti, kendisi, bu âlemi kaplamisdir. Bu âlemle berâberdir gibi seyler söyliyerek, Zât-i ilâhîyi mahlûklara benzetiyor. Hâlbuki, Zât-i ilâhînin hiçbirseye benzemedigine, hattâ zâtinda, sifat bile bulunmadigina inanmakdadirlar. Bunlara çok sasilir. Sözleri birbirini tutmuyor. Sözlerinin arasini bulmak için, Zât-i ilâhîde mertebeler ayirmak, fâide vermez. Eski felsefecilerin, bozuk fikrlerini, yanlis yollardan isbâta kalkismalarina benzer. Kesfi dogru olan büyükler ?kaddesallahü teâlâ esrârehümül'azîz", Zât-i ilâhîyi, hiçbir bakimdan, baskalik göstermeyen (Basît-i hakîkî) olarak bilir. Bundan fazla olanlari, ism ve sifat sayarlar. Fârisî beyt tercemesi:
Sevgilinin ayriligi, az da olsa, çok acidir,
Ufak bir kil bile kaçsa, nâzik gözü pek acitir.
Yukarida bildirilenlerin iyi anlasilmasi için, su misâli yazmagi uygun görüyorum: Büyük bir fen adami, senelerle yapdigi tecribelerden elde etdigi, kiymetli bilgileri anlatmak için, harf ve sesleri kullanir. Bu harflerin ve seslerin, anlatilan bilgi ve ma'nâlarla hiçbir benzerligi ve berâberligi yokdur. Yalniz onlarin aynasi gibidirler. O kiymetli bilgiler, bunlarla meydâna çikmakdadir. Bu harfler ve sesler, bu ma'nâlarin kendileridir demek yanlisdir. Burada ihâta, ma'iyyet yokdur. Ma'nâlar, safliklari üzere kalmis, hiç degisiklige ugramamisdir. Fekat, bu ma'nâlar ile, harf ve sesler arasinda, göstermek ve gösterilmek, anlatmak ve anlatilmak bakimindan bir baglilik vardir. Bu baglilik, ba'zi kimselerin hayâlinde büyüyerek, baska benzerlikler hâtira gelir. Hakîkatde ise, hiçbir benzerlik yokdur. Iste, bu mes'elede, bu fakîrin anladigi da böyledir. Mahlûklarin ayna gibi oldugunu göstermek için, Allahü teâlâ, bu âlem ile birlesmisdir, berâberdir, aynidir ve âlemi kaplamisdir gibi seyler söylemek, tesavvuf serhoslugundandir. Zât-i ilâhînin bu âlemle hiçbir bagliligi, benzerligi yokdur. Onun sifatlarini gösterdigi için (Vahdet-i vücûd) desinler veyâ demesinler, varlik ikidir: Birisi, hakîkatde var olan Hak teâlâdir. Ikincisi, zil, gölge gibi olan mahlûklardir. Eski Yunan felsefecilerinden Sofistâiyye [sophiste]lerin sandigi gibi, var olan birdir. Ondan baskasi, hep vehm ve hayâldir demek yanlisdir. Fârisî iki beyt tercemesi:
Onu önceden anlayinca sen,
kendini o yana tâm baglarsin.
Kimin zilli oldugunu bilsen,
gam yimezsin, kalsan veyâ ölsen!