Mektubat-ı Rabbani 108. Mektup
Bu mektûb, meyân Seyyid Ahmede yazilmisdir. Nübüvvetin vilâyetden dahâ üstün oldugu bildirilmekdedir:
Allahü teâlâ bizi ve sizi ve bütün müslimânlari Peygamberlerin efendisine ?aleyhi ve alâ âlihi ve aleyhim minessalevâti efdalühâ ve minetteslîmâti ekmelühâ" uymakdan ayirmasin! Tesavvuf yolundakilerin büyüklerinden birkaçi, sekr hâlinde iken, (Vilâyet nübüvvetden dahâ üstündür) dedi. Birkaçi da, (Üstün olan vilâyet, Peygamberin kendi vilâyetidir) diyerek, Velînin ?rahmetullahi aleyh" Nebîden dahâ üstün olacaginin anlasilmasini önlediler. Fekat, isin dogrusu, bunun tersidir. Çünki, Peygamberin nübüvveti, kendi vilâyetinden de dahâ üstündür. Vilâyet makâmlarinda olanlar, gögüslerinin sikintisindan, halk ile birlikde bulunamiyorlar. Peygamberlikde ise, gögüsleri çok genis oldugundan, Hak teâlâ ile olmalari, halk ile birlikde olmalarina ve halk ile birlikde olmalari da, Hak teâlâ ile olmalarina engel degildir. Peygamberlikde, yalniz halk ile olmak yokdur. Bunun için, yalniz Hak teâlâ ile olan vilâyet, nübüvvetden dahâ üstün degildir. Allahü teâlâ korusun, câhil insanlar yalniz halk ile olur. Nübüvvetin sâni, serefi bundan çok yüksekdir. Bu sözümüzü iyi anlamak, sekr sâhiblerine güç gelir. Hâlleri dogru olan büyükler, böyle oldugunu çok iyi bilirler. Arabî misra' tercemesi:
Ni'mete kavusanlara âfiyet olsun!
Ayrica dilegimiz sudur ki, meyân seyh Abdürrahîmin oglu Sâh Abdüllah ile yakinligimiz, kardesligimiz vardir. Babasi, çok zemân Behâdir hânin emrinde çalismisdir. Oradan geliri vardi. Simdi gözleri kuvvetden düsdü. Behâdir hânin yaninda çalismak için oglunu gönderdi. Bunun için sizden de bir isâret olursa, fâide verecekdir. Vesselâm.
Mektubat-ı Rabbani 109. Mektup
Bu mektûb, Hakîm Sadra gönderilmisdir. Kalbin selâmeti ve Hak teâlâdan baska seyleri unutmasi bildirilmekdedir:
Allah adamlari ?kaddesallahü teâlâ esrârehüm", kalb hastaliklarinin tabîbleridir. Bâtin hastaliklarinin giderilmesi, bu büyüklerin tedâvîsi ile olur. Bunlarin sözleri ilâcdir. Bakislari sifâdir. Onlarla berâber bulunanlar kötü olmaz. Onlar Allah adamlaridir. Onlarla yagmur yagdirilir. Onlarla rizk gönderilir. Bâtin hastaliklarinin en kötüsü ve kalb bozukluklarinin basi, kalbin Hak teâlâdan baska seylere baglanmasidir. Bu baglilikdan, büsbütün kurtulmadikça kalb selâmet bulamaz. Çünki Allahü teâlâ, hiçbir yerde ortak istemez. Zümer sûresi üçüncü âyetinde meâlen, (Biliniz ki, Allahü teâlâ için olan din, yalniz Onun için olan hâlis dindir) buyuruldu. Hele, serîki, ortagi dahâ üstün tutmak, hayâsizligin, alçakligin sonu olur. Allahü teâlâdan baska seyleri, Ondan dahâ çok sevmek, Onun sevgisi hiç gibi kalmak, ne büyük hayâsizlikdir! Hadîs-i serîfde, (Hayâ, îmânin bir parçasidir) buyuruldu ki, bu hayâ bildirilmekdedir.
Kalbin hastalikdan kurtulmasinin, ya'nî Hak teâlâdan baska seylere bagliligi kalmamasinin alâmeti, isâreti, kalbin mâ'sivâyi büsbütün unutmasidir. Hiçbirseyi hâtirlayamamasidir. Birseyi düsünmek için zorlansa, hiç düsünemez. Böyle bir kalbin herhangi bir seye bagliligi olamaz. Allah adamlari, ya'nî Velîler ?kaddesallahü teâlâ esrârehüm", kalbin bu hâline (Fenâ) demisdir. Bu yolda birinci adim budur. Sonsuz olan nûrlarin görünmesi ve ma'rifetlerin, hikmetlerin gelmesi, bu zemân baslar. Fenâya kavusmadikça, hiçbirsey ele geçemez. Fârisî beyt tercemesi:
Bir kimsede hâsil olmazsa Fenâ,
Hak teâlâya yol bulamaz aslâ!
Mektubat-ı Rabbani 110. Mektup
Bu mektûb, seyh Sadreddîne yazilmisdir. Insanin, kulluk vazîfelerini yapmak ve Allahü teâlânin sevgisine kavusmak için yaratildigi bildirilmekdedir:
Hak teâlâ sizi, yüksek insanlarin istedigi seylerin sonuna kavusdursun! Insan, kulluk vazîfelerini yapmak için ve hep Hak teâlâ ile olmak için yaratildi. Bunlara da, geçmislerin ve geleceklerin efendisine ?aleyhi minessalevâti etemmühâ ve minetteslîmâti ekmelühâ" zâhiri ve bâtini tâm uydurmadikca, kavusulamaz. [Ya'nî harâmlardan ve mekrûhlardan sakinmadikca kavusulamaz.] Allahü teâlâ, bizim ve sizin sözlerimizi ve islerimizi ve zâhirlerimizi ve bâtinlarimizi ve ibâdetlerimizi ve i'tikâdlarimizi, o yüce Peygambere ?sallallahü teâlâ aleyhi ve âlihi ve sellem" uygun yapmakla sereflendirsin! Âmîn yâ Rabbel'âlemîn. Fârisî beyt tercemesi:
Allahdan baska herneye tapinsa, hepsi hiçdir.
Yaziklar olsun ol kimseye ki, bir hiç iledir.
Hak teâlâdan baska olarak özenilen hersey, ma'bûd olur. Hak teâlâdan baskasina ibâdet etmekden kurtulmak için, Ondan baska hiçbirseye özenmemek, hiçbirseyin arkasina düsmemek lâzimdir. Âhireti, Cennet ni'metlerini istemek de, böyledir. Bunlari istemek, her ne kadar sevâb ise de, mukarreblerce günâh sayilir. Âhiretdeki seyleri istemek böyle olunca, dünyâ islerine düskün olmanin neye varacagini anlamalidir. Çünki dünyâ, Hak teâlânin sevmedigi seylerdir [Harâmlar ve mekrûhlardir]. Dünyâdaki seyleri yaratdigindan beri onlara hiç kiymet vermemisdir. Allahü teâlânin sevmedigi seyleri sevmek, günâhlarin basidir. Bunlara düskün olanlar, arkalarinda kosanlar merhametden uzak olur. Hadîs-i serîfde, (Dünyâ mel'ûndur ve dünyâda olan seylerden Allah için yapilmiyanlar mel'ûndur) buyuruldu. Allahü teâlâ, hepimizi dünyânin ve dünyâda olanlarin serrinden, zararlarindan korusun. Sevgili Peygamberi ve geçmislerin, geleceklerin efendisi Muhammed aleyhisselâmin hurmetine düâmizi kabûl buyursun! Vesselâm, vel-ikrâm.
Mektubat-ı Rabbani 111. Mektup
Bu mektûb, seyh Hamîd-i Sünbülîye yazilmisdir. Tevhîd, kalbi Allahü teâlâdan baska seylerden kurtarmak oldugunu bildirmekdedir:
Allahü teâlâya hamd olsun! Onun seçdigi kullarina selâmet olsun! (Tevhîd) kalbi Allahü teâlâdan baska seylere baglanmakdan kurtarmak demekdir. Kalbi mâ-sivâya çok az bile olsa, bir bagliligi bulunan kimse, tevhîd sâhibi olamaz. [(Mâ-sivâ), Allahü teâlâdan baska seylerin hepsi demekdir.] Bu ni'meti elde etmeden önce, vâhid, birdir demek ve vâhid bilmek, huzûr sâhiblerine göre bos lâf olur. Evet, îmân etmis olmak için, vâhid demek ve vâhid bilmek lâzimdir. Fekat bu, Allahü teâlâdan baska tapinacak hiçbirsey yokdur, demekdir. Allahü teâlâdan baska hiçbirsey var degildir demekle, onun arasindaki baskalik meydândadir. Tasdîk, îmân, ilmle olur. Vicdânla anlamak ise bir hâldir. Bu hâle kavusmadan önce, bunun üzerinde konusmak dogru olmaz. Büyükler arasinda, bu hâlden söz edenler, su ikisinden biridirler: Yâ kendilerini hâl kapliyarak örtülmüslerdir. Bunun için, sorguya çekilmez, suçlanmazlar. Yâhud, hâllerini baskalarina örnek olmak için bildirmislerdir. Böylece, baskalari, kendi hâllerini, bu büyüklerin hâlleri ile ölçerek, dogru olup olmadiklarini anlasinlar. Bu ikisinden baska sebeble, hâlini, sirrini açiklamak yasakdir. Hak teâlâ, o büyüklerin hâllerinden az birsey, biz yabancilara da ihsân eylesin! Muhammed Mustafânin sünnet-i seniyyesine [ya'nî ahkâm-i islâmiyyeye] yapismakla sereflendirsin ?alâ masdarihessalâtü vesselâmü vettehiyye"! Sevgili Peygamberi ?aleyhi ve aleyhimüssalevâtü vetteslîmât" ve Onun Âli ?radiyallahü teâlâ aleyhim ecma'în" hurmetleri için bu düâmizi kabûl buyursun! Âmîn! Ayrica basinizi agritayim ki, bu düâcinizin mektûbunu getiren, meyân seyh Abdülfettâh hâfiz, olgun bir kimsedir. Bir insan evlâdidir. Bakacagi kimseleri çokdur. Kizlar babasidir. Geçim darligindan dolayi ihsân sâhiblerine bas vurmakdadir. Bekledigine kavusacagini umarim. Basinizi dahâ çok agritmakdan çekindim.
Mektubat-ı Rabbani 112. Mektup
Bu mektûb, seyh Abdül-Celîl-i Tehânîserîye yazilmisdir. Birinci vazîfemiz, Ehl-i sünnet vel-cemâ'at i'tikâdini elde etmek oldugu bildirilmekdedir:
Hak teâlâ, zarar ziyân içinde olan bizleri, dogru olduklari müjdelenmis olan, Ehl-i sünnet vel-cemâ'at âlimlerinin bildirdikleri i'tikâda kavusdursun! Begendigi isleri yapmakla sereflendirsin! Bu iyi isleri yapmakdan hâsil olan hâlleri de ihsân buyursun! Kendi mukaddes makâmina çeksin! Fârisî misra' tercemesi:
Is budur, bundan baskasi hiçdir.
Çünki, bu kurtulus firkasinin i'tikâdi olmadan hâsil olan hâller, vecdler, istidrâcdan baska birsey degildir. Insani harâbliga, felâkete sürüklerler. Bu kurtulus firkasina uymak ni'metine kavusdukdan sonra, her ne verirlerse seviniriz, sükr ederiz. Râzi oluruz. Tesavvuf büyüklerinden birkaçi ?kaddesallahü teâlâ esrârehüm", kendilerini hâl ve sekr kapladigi zemân, dogru yolun âlimlerinin bildirdiklerine uymiyan bilgiler, ma'rifetler söylemisler ise de, kesf yolu ile anladiklarini bildirmislerdir. Bunun için, suçlu sayilmazlar. Kiyâmetde, bunlar için sorguya çekilmemeleri umulur. Bunlar ictihâdinda yanilan müctehidler gibidirler. Onlar gibi, bunlarin yanilmalarina da bir sevâb verilir. Böyle, birbirlerine uymiyan bilgilerde, hep Ehl-i sünnet âlimlerinin ?rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma'în" bildirdikleri dogrudur. Çünki bunlarin bilgileri, Peygamberlik kaynagindan alinmisdir ?alâ sâhibihessalâtü vesselâmü vettehiyye". Bu bilgiler, kesinlikle dogru olan vahy ile bildirilmisdir. Tesavvuf büyüklerinin ma'rifetleri ise, kesf ve ilhâm ile anlasilmakdadir. Kesf ve ilhâmin dogrulugu kesin degildir. Kesf ve ilhâmin dogru olup olmadigi, Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdiklerine uygun olup olmamasi ile anlasilir. Kil ucu kadar uygunsuzluk bulunursa, yanlis olduklari anlasilir. Isin dogrusu böyledir. Isin dogrusu bilindikden sonra, buna uymiyan kesflerin, dalâlet, sapiklik olduklari anlasilir. Allahü teâlâ, bizi ve sizi, zâhirimizi, bâtinimizi, i'tikâdimizi, ibâdetlerimizi, Peygamberlerin efendisine ?aleyhi ve alâ âlihi minessalevâti ekmelühâ ve minetteslîmâti efdalühâ" uygun eylemekle sereflendirsin! Size ve dogru yolda [ya'nî Ehl-i sünnet vel-cemâ'at âlimlerinin, ya'nî dört mezhebin kitâblarinin bildirdikleri yolda] olanlara selâmet versin! Âmîn.
Mektubat-ı Rabbani 113. Mektup
Bu mektûb, Cemâleddîn Hüseyn Külâbîye yazilmisdir. Mübtedî ile müntehînin cezbeleri arasindaki farki bildirmekdedir:
Allahü teâlâya hamd olsun. Onun seçdigi, begendigi kimselere ?rahmetullahi aleyhim ecma'în" selâm olsun! Cezbe, ya'nî çekilmek, ancak bir üst makâma olur. Dahâ üst makâmlara çekilmez. Sühûd da böyledir. Bir makâm görülebilir. O hâlde, kalb makâminda bulunup sülûk yapmadan, cezb edilenler, ancak kalbin üstündeki rûh makâmina çekilirler. Allahü teâlâya cezb edilmek için, nihâyetde bulunmak lâzimdir. Ya'nî bulundugu mertebenin üstünde baska makâm olmamalidir. Baslangicda olan cezbede, bir üst makâm, ya'nî rûh [Insanin kendi rûhu] müsâhede edilir. Allahü teâlâ, rûhlari, kendi sûretinde yaratdigi için, rûhu görünce, Hak teâlâyi görmek sanmislardir. Rûhun, bu madde âlemi ile, bir münâsebeti, bagliligi oldugu için, rûhu görünce, mahlûkât aynasinda, Hak teâlâ görülüyor demislerdir. Böylece, ba'zilari, ma'iyyet [berâberlik] var sanmisdir.
Sülûkün sonuna varmadikca ve orada (Fenâ-i mutlak) hâsil olmadikca, Hakkin sühûdü mümkin degildir. [(Mutlak); kaydsiz, sartsiz, ya'nî her bakimdan demekdir.] Fârisî beyt tercemesi:
Bir kimseye, nasîb olmazsa Fenâ,
bulamaz yol, o makâma aslâ!
Hakkin sühûdünde, bu âlemin hiç münâsebeti yokdur. Sühûd-i rûh ile, sühûd-i Hak arasindaki fark sudur ki, bu âlem ile herhangi bir bakimdan münâsebeti bulunursa, (Sühûd-i Hak) degildir. Eger hiç münâsebeti yok ise, (Sühûd-i ilâhî)dir. Baska kelime bulunamadigi için, sühûd denilmisdir. Yoksa, bu görmek degildir. Anlasilamiyan, anlatilamiyan bir hâldir. Bîçûn için olan seyler, bilinen diller ve kelimelerle anlatilamaz. Vesselâm!
Mektubat-ı Rabbani 114. Mektup
Bu mektûb, sofî Kurbana yazilmis olup Peygamberlerin en üstünü olan Muhammed aleyhisselâma uymaga tesvîk eylemekdedir:
Cenâb-i Hak, hepimizi, dünyâ ve âhiretin efendisi ve bütün insanlarin her bakimdan en yüksegi ve en iyisi olan, Muhammed Mustafâya ?sallallahü aleyhi ve sellem" tâbi' olmak se'âdetiyle sereflendirsin! Çünki cenâb-i Hak, Ona tâbi' olmagi, Ona uymagi çok sever. Ona uymanin ufak bir zerresi, bütün dünyâ lezzetlerinden ve bütün âhiret ni'metlerinden dahâ üstündür. Hakîkî üstünlük, Onun sünnet-i seniyyesine tâbi' olmakdir ve insânlik serefi ve meziyyeti, Onun islâmiyyetine uymakdir. [(Sünnet) kelimesi, üç ayri ma'nâya gelir. Burada, islâmiyyet demekdir.]
Meselâ, Ona uyan bir kimsenin, gün ortasinda bir parça uyumasi, ona uymaksizin, birçok geceleri ibâdetle geçirmekden, kat kat dahâ kiymetlidir. Çünki (Kaylûle etmek) ya'nî ögleden önce biraz yatmak, âdet-i serîfesi idi. Meselâ, Onun dîninin emr etdigi için, bayram günü oruc tutmamak ve yiyip içmek, Onun yolunda bulunmayip senelerce tutulan oruclardan dahâ kiymetlidir. Islâmiyyetin emri ile fakîre verilen az bir sey ki, buna zekât denir, kendi arzûsu ile, dag kadar altin sadaka vermekden dahâ efdaldir. Emîr-ül-mü'minîn Ömer ?radiyallahü anh", bir sabâh nemâzini cemâ'at ile kildikdan sonra, cemâ'ate bakip, bir kimseyi göremeyince sordu: Eshâbi dediler ki, (Geceleri sabâha kadar ibâdet ediyor. Belki simdi uyku basdirmisdir). Emîr-ül-mü'minîn buyurdu ki, (Keski bütün gece uyuyup da, sabâh nemâzini cemâ'at ile kilsaydi, dahâ iyi olurdu). Islâmiyyetden sapitmis olanlar, sikinti çekip ve mücâhede edip, nefslerini ve kötü arzûlarini körletiyor ise de, bu dîne uygun yapmadiklarindan kiymetsizdir ve hakîrdir. Eger bu çalismalarina ücret hâsil olursa, dünyâda birkaç menfe'atden ibâret kalir. Hâlbuki, dünyânin hepsinin kiymeti ve ehemmiyyeti nedir ki, bunun birkaçinin i'tibâri olsun. Bunlar, meselâ çöpçüye benzer ki, çöpçüler herkesden dahâ çok çalisir ve yorulur. Ücretleri de herkesden asagidir. Islâmiyyete tâbi' olanlar ise, latîf cevâhir ve kiymetli elmaslar ile mesgûl olan mücevherciler gibidir. Bunlarin isi az, kazançlari pek çokdur. Ba'zan bir sâatlik çalismalari, yüzbinlerle senenin kazancini hâsil eder. Bunun sebebi sudur ki, islâmiyyete uygun olan amel, Hak teâlânin makbûlüdür, mardîsidir, çok begenir.
Islâmiyyete uymiyan seylerin hiçbirisini Hak teâlâ sevmez, begenmez. Sevilmeyen, begenilmeyen seye sevâb verilir mi? Belki cezâya sebeb olur. Bu incelik, dünyâ islerinde de vardir. Biraz düsünülürse anlasilir. O hâlde, se'âdet-i ebediyyeyi ele geçirten sermâye, Peygamberimizin ?sallallahü aleyhi ve sellem" dînine yapismakdir. Bütün zarar ve fesâdlarin basi, islâmiyyetden ayrilmakdir. Vesselâm.
Mektubat-ı Rabbani 115. Mektup
Bu mektûb, molla Abdülhak-i Dehlevîye ?rahmetullahi aleyh" yazilmisdir. Gitdigimiz yolun yedi basamak oldugu bildirilmekdedir:
Fârisî misra' tercemesi:
Her ne olursa olsun, dostdan konusmak dahâ tatli!
Bizim gitmekde oldugumuz yol, yedi adimdir. Iki adimi (Âlem-i halk)dadir. Ya'nî, madde âleminde, ölçü âlemindedir. Bes adimi (Âlem-i emr)dedir. Ya'nî maddesiz, ölçüsüz âlemdedir. Âlem-i emrde olan birinci adim atilinca, (Tecellî-yi ef'âl) hâsil olur. Ikinci adimda, (Tecellî-yi sifat) hâsil olur. Üçüncü adimda, (Tecelliyât-i zâtiyye) hâsil olmaga baslar. Sonra ve dahâ sonra, ilerledikçe, bu tecellîler artar. Tesavvuf yolunda ilerliyenler, bu sözlerimizin ne demek oldugunu dahâ iyi anlar. Bütün bu ni'metlere, ancak geçmislerin ve geleceklerin en üstününün ?aleyhi minessalevâti ekmelühâ ve minettehiyyâti efdalühâ" yolunda, izinde gitmekle kavusulabilir. Bu yol, iki adimdir, diyenler de vardir. Bunlar, (Âlem-i halk) için birinci adim, (Âlem-i emr) için ikinci adim demislerdir. Isi kolay anlatmak için, sözü kisaltmislardir. Isin dogrusu, Allahü teâlânin yardimi ile, yukarida bildirdigimizdir.
Mektubat-ı Rabbani 116. Mektup
Bu mektûb, molla Abdülvâhid-i Lâhorîye yazilmisdir. Kalbin selâmeti, mâ-sivâyi unutmakda oldugu bildirilmekdedir:
Kiymetli kardesimin mektûbu geldi. Kalbin selâmeti için yazdiklariniz anlasildi. Evet, kalbin selâmeti, onun mâ-sivâyi unutmasina baglidir. Öyle ki, zorla hâtirlatmak isteseler, hâtirlayamamalidir. [Allahü teâlâdan baska herseye, ya'nî mahlûklarin hepsine (Mâ-sivâ) denir.] Bu hâle (Fenâ-i kalb) denir. Bu yolun birinci basamagi, bu Fenâya kavusmakdir. Bu Fenâ vilâyet derecelerine kavusulacaginin müjdecisidir. Sâlikler, yaradilislarindaki uygunluklara göre, çesidli derecelere yükselirler. Çok yükselmek istemeli, bunun için çok çalismalidir. Çocuklar gibi, yolda önüne çikan kozalaklara, cam parçalarina baglanip kalmamalidir. Hadîs-i serîfde, (Allahü teâlâ, yüksek seylere kavusmak istiyenleri sever) buyuruldu. Dünyâ isleri ile çok ugrasmakda, dünyâ islerine gönül baglamak korkusu vardir. Kalbin selâmete kavusmasina da sakin aldanmayiniz! Yine geri dönebilir. Dünyâ isleri ile, elden geldigi kadar az ugrasiniz ki, dünyâya gönül baglamak tehlükesine düsmeyesiniz! Dünyâya düskün olmak felâketinden Allahü teâlâya siginiriz. Dünyâya gönül baglamamis olan fakîr bir çöpcü, gönlünü dünyâya kapdirmis olan koltukdaki zenginden katkat dahâ kiymetlidir. Birkaç günlük yasamakda dünyâya gönül vermemek, hiçbirseye düskün olmamak için çok ugrasiniz! Dünyâya düskün olmakdan ve dünyâya düskün olanlardan, aslandan kaçmakdan dahâ çok kaçmalidir.
Mektubat-ı Rabbani 117. Mektup
Bu mektûb, molla Yâr Muhammed Kadîm-i Bedahsîye yazilmisdir. Baslangicda, kalb hisse baglidir. Sona varinca, bu bagliligin kalmadigi bildirilmekdedir:
Mevlânâ Yâr Muhammed bizi unutmamis. Kalb, çok zemân his organlarina baglidir. Duygu organlarindan uzak olanlar, kalbden de uzak olur. Hadîs-i serîfde, (Göz görmeyince, gönülden de uzak olur) buyuruldu. Bu hadîs-i serîf, kalbin duygu organlarina bagli bulundugu mertebeyi göstermekdedir. Tesavvuf yolunun nihâyetine varilinca, kalbin his organlarina bagliligi kalmaz. Hisden uzak olmak, kalbin yakin olmasini bozmaz. Bunun içindir ki, tesavvuf büyükleri, baslangiçda ve yolda olanlarin, olgun seyhin yanindan ayrilmalarina izn vermemislerdir. (Birseyin hepsi yapilamazsa, hepsini de elden kaçirmamalidir!). Bu söze uyarak bulundugunuz yolu degisdirmeyiniz! Uygunsuz kimselerle arkadaslik etmekden, elden geldigi kadar sakininiz! Meyân seyh Müzzemmilin yaniniza gelmesini, se'âdete kavusmanizin baslangici biliniz! Onun sohbetinde, yaninda bulunmagi büyük ni'met biliniz! Vaktlerinizin çogunu onun yaninda geçiriniz! Çünki kendisi, ele az geçen ni'metlerdendir. Vesselâm!
[Kabrdeki Velîden feyz almanin çok güç oldugu, bu mektûbdan da anlasilmakdadir].