-
Cevap: islam tarihi
El-Melikü'l-Mansur Muhammed (1198-1207):
Kutluğ'un öldürülmesi üzerine Ahlat'ta büyük karışıklıklar çıktı ve sonunda Bektimur'un oğlu Muhammed "el-Melikü'l-Mansur" ünvanıyla tek başına tahta çıktı (1198-1207). Onun devrinde Gürcüler yeniden birçok şehri işgal ettiler. 1204 yılında Erciş'e kadar gelerek şehri yağmaladılar ve çok sayıda esirle döndüler. Daha sonra Erzurum beyliğinin sınırlarında yer alan Samankale'de, Ahlat ve Erzurum askerleri tarafından perişan edildiler. Pek çok Gürcü askeri esir alındı. Bunlar arasında baş komutan Küçük Zekeriyya da vardı. Gürcüler, 1205 yılında Ahlat'a tekrar saldırdılar. Bektimur'un oğlu Muhammed, çok genç olduğu için asker ve halk üzerinde otorite sağlayamamıştı. Bu yüzden Gürcüler, ciddi bir mukavemetle karşılaşmadılar. Ancak daha sonra sûfîler ve gönüllülerin etrafında toplanan halk Gürcüler'i bozguna uğrattı.
el-Melikü'l-Mansur Muhammed'in içki ve eğlence âlemlerine dalması, halk nezdindeki itibarını kaybetmesine sebep oldu. Askerler de ona karşı ayaklandılar. Bu gelişmeler üzerine bir grup Ahlatlı, II. Sökmen'in vaktiyle halef tayin ettiği yeğeni Nâsireddin Artuk Arslan'a haber gönderip onu ülkelerine davet ettiler. Bu sırada II. Sökmen'in köle emirlerinden Balaban da el-Melikü'l-Mansur Muhammed'e isyan ederek Malazgirt'i ele geçirdi ve topladığı kuvvetlerle Ahlat üzerine yürüdü. Artuklu meliki Nâsireddin Artuk Arslan, davet sebebiyle hiç bir muhalefet ve mukavemetle karşılaşmadan Ahlat'a hâkim olacağını düşündüğü için yanına silah ve ağırlıklarını almadan gelmişti. Balaban ona haber gönderip:
"Ahlat halkı, beni sana mütemayil olmakla itham ediyorlar. Onlar Araplar'dan nefret ederler. Sen geri dönüp bir merhale uzaklaşırsan daha iyi olur. Ben şehri ele geçirirsem sana teslim ederim, çünkü benim Ahlat meliki olmama imkân yoktur." dedi. Fakat Artuk Arslan uzaklaştıktan sonra "Ülkene dön, yoksa gelir seni de maiyetini de perişan ederim." diye haber yolladı. Öte yandan Eyyubîler'in el-Cezîre ve Harran bölgesi meliki Melik Esref de Artuk Arslan'ın Ahlat'a gittiğini duyunca derhal Mardin üzerine yürüdü ve şehrin mahsulünü alıp Düneysir'de konakladı. Bir yandan Balaban'ın diğer taraftan da Melik Esref'in tehdidine maruz kalan Artuk Arslan, Dimyat'a pirince giderken evdeki bulgurdan olmuş ve Mardin'e dönmek zorunda kalmıştır.
Nâsireddin Artuk'un Ahlat'tan uzaklaşması üzerine Balaban, şehri daha şiddetli bir şekilde muhasara etmeğe başladı. Bektimur'un oğlu Muhammed, askerleri ve halkı toplayıp Balaban'ın üzerine hücum etti. Balaban kendi hâkimiyetindeki kalelere çekilmek zorunda kaldı. Daha sonra Malazgirt, Erciş ve diğer kalelerden asker toplayıp yeniden Ahlat üzerine yürüdü. Devlet büyüklerine de haber gönderip onları kendi tarafına çekmeye çalıştı. Onlara bol vaatlerde bulundu. Emîrler Bektimur'un oğlunun ülkeyi idare edecek durumda olmadığını, içki ve eğlenceye düşkün olduğunu bildikleri için Balaban'ın teklifini kabul ettiler. Ancak Balaban'dan verdiği sözde duracağına dair yemin etmesini istediler. Sonra da Bektimur'un oğlunu ve Ahlat'ı ona teslim ettiler. Balaban şehre hâkim olup Bektimur'un oğlunu hapsetti (1206).
Bir müddet sonra Meyyafarikîn hâkimi Necmeddin Eyyub, Ahlat üzerine yürüdü ve Ahlat'ın bazı kalelerini ele geçirdikten sonra Ahlat'ı muhasara etmeğe başladı. Bunun üzerine Balaban onu aldatmak için hileye başvurarak şehri müdafaa etmekten aciz olduğunu bildirip muhasarayı kaldırması için güzel sözler söyledi. Bu davranış Necmeddin Eyyub'u daha da tahrik etti. Fakat Balaban düzenlediği bir baskınla onu perişan etti. Necmeddin çok az sayıdaki askeriyle Meyyafarikîn'e dönmek zorunda kaldı.
Bu karışıklıklar sırasında Gürcüler, Kars şehrine saldırdılar ve uzun süre muhasara ettikten sonra ele geçirdiler. Kars valisi, kaç defa elçi gönderip Ahlat'tan yardım istediyse de bu yardım gerçekleşmedi. Vaziyetin giderek aleyhlerine geliştiğini ve kendilerine yardım edilemediğini gören vali, sonunda onlardan alacağı iktalar ve para karşılığında şehri teslime razı oldu. Devrin hükümdarları, birbirleriyle mücadele etmekle, zulüm, içki ve eğlenceyle meşgul oldukları için Kars'ın düşman eline düşmesine mâni olamadılar. Böylece Kars, bir İslâm beldesi olmaktan çıkıp bir küffâr ve şirk beldesi oldu.
Ahlatşahlar'ın iç ve dış müdahaleler sebebiyle giderek zayıflamağa başlaması üzerine Necmeddin Eyyub, büyük bir orduyla Ahlat'a saldırdı. Balaban ona karşı savaştıysa da başarılı olamadı ve Ahlat'a sığınıp Erzurum meliki Muğiseddin Tuğrulşah'tan yardım istedi. Tuğrulşah, ordusunun başında bizzat yardıma geldi ve müttefikler Necmeddin Eyyub'u mağlup ettiler. Eyyubîler'in ele geçirdiği Muş kalesini de geri alacakları sırada Tuğrulşah Balaban'a hainlik etti ve ülkesine göz diktiği için onu öldürdü. Buradan süratle Ahlat'a gittiyse de halk onun bu hareketini tasvip etmediği için şehre sokmadı. Tuğrulşah eli boş, fakat bu cinayet sebebiyle günahkâr olarak ülkesine dönerken halk, Necmeddin Eyyûb'a haber gönderip Ahlat'a davet etti. O da bu daveti kabul ederek Ahlat'a gitti ve bir asrı aşkın zamandan beri bölgeye hâkim olan Ahlatşahlar hanedanına son verdi (1207).
Eyyubîler şehre hâkim olduktan sonra pek çok kişiyi öldürdüler. İleri gelenleri de Meyyafarikîn'e sürdüler. Bu Ahlat için çok ağır bir darbe oldu.
Eyyubî hükümdari Melik el-Adil, Abbasî halifesi en-Nâsir Lidinillah'a haber gönderip Ahlat ve Meryafarikîn'e hâkimiyetini tasdik etmesini istedi. Bu teklifini onaylayan halifenin mensûrunu aldıktan sonra, bu iki şehri oğlu Necmeddin Eyyub'a verdi (1207). Fakat Ahlat halkı ve askerler, yabancı bir yönetimi kolay kolay kabul edeceğe benzemiyordu. Bazı askerler, Van kalesine çekildiler ve daha sonra Erciş'i kendi hâkimiyetleri altına aldılar. Bunun üzerine Necmeddin Eyyub, babasından yardım istedi. O da diğer oğlu Melik Eşref'i kardeşine yardıma gönderdi. Bu sayede Van'ı ele geçirdiler. Malazgirt üzerine yürüdükleri sırada Ahlat halkı, Sökmen'in bayrağını açarak halkı bu bayrak altında toplanmağa ve Eyyubîler'e karşı ayaklanmağa çağırdı. Melik Eşref tekrar müdahale ederek şehri muhasara ve zaptetti. İsyana katılan pek çok kişiyi öldürdü.
Bu olaylar Gürcüler'in ihtiraslarını tahrik ediyordu. Nitekim 1208 yılında Erciş'i işgal ve yağma ettiler. Necmeddin Eyyub halkın isyan etmesinden endişe ettiği için Ahlat'tan ayrılamadı. Bundan dolayı Gürcüler, şehri diledikleri gibi yağma edip, yakıp yıktıktan sonra ayrıldılar.
Gürcüler 1210 tarihinde tekrar saldırıya geçince, Ahlatlılar, köprüyü yıkarak yolu kapattılar. Sarhoş olan İvani, köprüden geçmek isterken atından düştü ve esir alındı. İvani'den alınan fidyeyle Ahlat'ın surları onarıldı ve Gürcüler'le üç yıllık bir mütareke imzalandı.
Necmeddin Eyyub, bu sırada ölünce kardeşi Melik el-Eşref Ahlat'a hâkim oldu. Çok geçmeden Moğol istilâsı her tarafı altüst etti. Onlara karşı kahramanca savaşan Harezmşah Sultan Celâleddin, Gürcüler'in Azerbaycan, Ahlat, Erzurum ve Sirvan'da yaptıkları zulüm ve işkenceleri duyunca, 1225 yılında Tiflis'e girdi ve şehri yeniden İslâm topraklarına dahil etti. Böylece Ani ve Kars şehirleri Gürcüler'den temizlenmiş oldu. Bu başarıları ona karşı duyulan sevgiyi kat kat artırdı. Fakat Ahlat muhasarası bütün iyiliklerini silip süpürdü. Harezmşah 1229 yılında Ahlat'ı muhasara etmeye başlayınca, Anadolu Selçuklu sultanı Alâeddin Keykubat, ona haber gönderip âlim, zâhid ve din adamlarıyla dolu olan ve bundan dolayı da Kubbetü'l-İslâm adıyla anılan bu şehri muhasaradan vazgeçmesini istedi. Fakat Celâleddin bu teklifi reddetti ve muhasarayı kış boyunca sürdürdü. Halk çok perişan oldu.
Şehirden dışarı çıkan halk açlıktan o derece sararmıştı ki, baba evlâdını, evlât da babasını tanıyamaz haldeydi. Nihayet 14 Nisan 1229'da Ahlat'a giren Harezmşah'ın askerleri şehri üç gün yağma ettiler. Sakladıkları altın, gümüş ve değerli eşyayı almak için halka işkence ettiler. Celâleddin bu hareketinin cezasını 1230'da Yassıçimen'de mağlup olduktan sonra kaçarken Meyyarafarikîn yakınlarında öldürülerek ödedi.
Alâeddin Keykubad Yassıçimen savaşından sonra Ahlat, Van, Bitlis, Malazgirt ve civarını topraklarına katarak bölgede ziraat ve ticaretin gelişmesi için çalıştı. Fakat 1243 Kösedağ bozgunuyla Moğollar, her tarafı tahrip etmeye başladılar. Ahlat daha sonra İlhanlı, Karakoyunlu ve nihayet Osmanlı hâkimiyetine girdi ve Osmanlılar uzun yıllar önce yurt tuttukları bu şehre yeniden hâkim oldular.
"Ertuğrul Bey'in ecdadı ve mensup olduğu boy, Anadolu'nun ilk açılışında yani XI. asrın ikinci yarısında Sultan Tuğrul Bey ve Alparslan'ın ümerâsinin maiyyetinde Ahlat bölgesine gelmişler ve Anadolu gaza ve fetihlerine iştirak etmişler ve Ahlat bölgesinde yurt tuttuklari gibi Muş, Malazgirt, Eleşkirt ve Sürmari (Sürme-Çukuru) ovalarında ve dağlarında kışlak ve yaylak tesis etmişler ve bilâhare Ahlat emîrlerine yani Sökmenliler'e tâbi olmuşlar ve onların maiyyetinde olmak üzere Gürcüler'e bazen de Erzurum ve Erzincan emirleriyle birlikte Trabzon dükalığına ve bilahare imparatorluğuna karşı yapılan gazalara iştirak etmişlerdir. XIII. yy. başlarında Ahlat'ın Eyyubîler'in eline geçmesi, belki de daha sonra Celâleddin Harezmşah'ın Ahlat bölgesini istilası üzerine Ertuğrul Bey'in babası, maiyyetindeki boy ile birlikte ve tıpki kendisi gibi Kayı boyundan olan Artukoğulları'nın yani Mardin hükümdarlarının maiyyetine girmiştir. Bu arada Ertuğrul'un babası herhangi bir sebeple belki kışlamak üzere Ceber'e giderken Fırat'ta boğulmuş olabilir".
-
Cevap: islam tarihi
İLİM, KÜLTÜR VE MEDENİYET
Van gölü havzasının merkezinde yer alan Ahlat, ilim, kültür, medeniyet ve ticaret bakımından Ortaçağın en önde gelen şehirlerinden biriydi. Ahlatşahlar, şehri onarmak için büyük gayret sarfettiler. Meselâ 1164 yılında meydana gelen bir yangın sırasında pek çok ev ve dükkân harabeye dönmüştü. II. Sökmen'in karısı Sahbânu bu hasarı telâfi etmek için seferber olmuş, çok sayıda köprü ve yolu yeniden yaptırmış, Bitlis kapısı önünde güzel hanlar inşa ettirmişti. Ayrıca kale ve surları da onartmıştı. Ticaret ve tarım sahasındaki gelişmelerle Ahlat, surların dışına çıkmış, halk fevkalâde zengin olmuştu. Ahlatlı tüccarların denizaşırı ülkelerle de ticaret yaptıkları bilinmektedir. Ahlat'ta demir-çelik ve çilingirlik çok ilerlemişti.
Ahlat ilim, kültür ve din adamlarıyla; zahid, mutasavvıf ve san'atkârlarıyla meşhur bir şehirdi. Bundan dolayı şehre Kubbetü'l-İslâm denilirdi. O dönemde muhtelif şehirlerde inşa edilen pek çok eserin Ahlatlı mimarlar tarafından yapılmış olması da buranın nasıl bir medeniyet merkezi olduğunu gösterir. Ahlatşahlar; ilim, din, san'at ve tarikat adamlarını himaye ederek ilim ve kültürün gelişmesine hizmet etmişlerdir.
Ahlatlı meşhur sanatkâr ve âlimlerden bazıları şunlardır: Hacı el-Ahlatî, Mufaddal el-Ahlatî, Hurremşah el-Ahlatî (mimar), Fahreddin el-Ahlatî (asronomi bilgini), Ebû Ali el-Ahlatî (filozof) İbrahim b. Abdullah, Hüseyin el-Ahlatî (kimyager), Safiyüddin Ebu'l-Berekât, Ebdüssamed b. Abdurrahman, Ali b. Muhammed, Şeyh Mü'min ed-Darîr, Yahya b. Ahmed, Muhammed b. Melikdâd, Muhammed b. Ali, Ali b. Ömer (âlim).
Ahlatşahlar'ın bir medeniyet ve kültür merkezi olan başkentleri Ahlat, Harezmşah Celâleddin'in muhasara ve yağması, Moğol istilâsı ve Moğol-Memlûk savaşları sırasında büyük çapta tahrip edilmiş, iktisadî ve ticarî hayat gerilemiş ve halk bölgeyi terketmeye başlamıştır.
Bazı tarihçiler, esnaf ve sanatkâr birliklerinin (fityan) de ilk defa Ahlat'ta görüldüğünü söylerler. Bu teskilât mensupları Ahlat'ın siyasî hayatında önemli rol oynuyor ve muhasara sırasında şehrin müdafaasında yardımcı oluyorlardı.
Kaynak: Osmanlı tarihi
-
Cevap: islam tarihi
ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ'NİN KURULUŞU
Anadolu (Türkiye) Selçukluları 1075-1308 tarihleri arasında Anadolu'da hüküm süren müslüman bir Türk devletidir. Devletin kurucusu olarak kabul edilen Süleyman şah Selçuk'un büyük oğlu Arslan Yabğu'nunn torunudur. Bu münasebetle biraz gerilere giderek Arslan Yabğu'dan bahsetmek istiyoruz.
Bazı eserlerde kendisinden Isrâil olarak bahsedilmekle beraber daha çok Türkçe adı Arslan Yabğu ile meshur olan bu Selçuklu beyi ilk defa Karahanlılarla Sâmânîler arasındaki mücadelede dikkatleri üzerine çekti. Karahanlı Harun b. Ilig Han Samanî topraklarının bir kısmını işgal edince Samanî hükümdarı Selçuk'tan yardım istedi. O da oğlu Arslan kumandasindaki bir orduyu Samanîlere yardıma gönderdi. Arslan'ın yardımı ile Karahanlıları mağlûp eden Sâmânîler isttila edilen topraklarını geri aldılar. Bu münasebetle Buhara-Semerkant arasındaki Nur kasabası Selçuklulara yurt olarak verildi. Karahanlılar ile Sâmânîler gibi birbirleri ile mücadele halinde olan iki devlet arasında kalan Selçuklular mahirane siyasetleri ile bu bölgede varlıklarını sürdürmeyi başardılar. Karahanlı Nasr ILig Han'ın Buhara'yı zapt ederek (Ekim 999) Samanî hükümdarı Abdülmelik ve hanedan azalarını Özkent'e sürmesi ile Sâmânîler devleti fiilen sona ermiş oluyordu. Bu hadise Arslan Yabğu ve ona bağlı Türkmenlerin nüfuz ve itibarini daha da arttırdı. Karahanlıların elinden kaçmaya muvaffak olan Sâmânî şehzadesi Ebû Ibrahim el-Muntasir Karahanlılar'a karşı yine Arslan Yabğu'nun yardımını istemek zorunda kaldı ve bu sayede Karahanlılar'ı üç defa bozguna uğrattı. Babası Selçuk'un 1009'a doğru Cend'de ölmesi üzerine Arslan "Yabğu" ünvanı ile ailenin başına geçti. Karahanlı hükümdarı Ilig Han Nasr'in 1012 yılında ölümü üzerine aynı aileye mensub olan Ali Tegin Arslan Yabğu'nun desteği ile Buhara'ya hakim oldu. Bu sayede dikkatleri üzerine çeken Arslan Yabğu giderek kuvvet kazanınca Karahanlı hükümdari Yusuf Kadir Han ile Gazneli Sultan Mahmud 1025 yılında "bütün iran ve Turan meselelerini" görüştükleri meshur Maverâünnehir mülakatında Arslan Yabğu idaresindeki Selçuklulara karşı gerekli tedbirleri almaya ve onları Türkistan ve Maverâünnehir'den uzaklaştırıp Horasan'a sürmeyi kararlaştırdılar. Arslan Yabğu bu sırada çöllere çekilmişti. Gazneli Mahmud mertligi, savaşçılığı ve yıldırım hızı ile avinin üzerine düşmesi gibi meziyetleri sebebi ile herkesin çekindiği Arslan Yabğu'yu yakalamak için hileye başvurdu. Bir ziyafet münasebeti ile Semerkant'a çağırdıgı Arslan Yabğu'yu oğlu Kutalmış ve bazı arkadaşları ile birlikte tevkif ederek Kâlincar kalesinde hapsetti. Arslan Yabğu'ya bağlı çok sayıda Türkmeni de öldürdü (1025).
Arslan Yabğu'nun hapsedilmesi ile ön plâna geçen Tuğrul ve Çağrı Beyler Gazneli Mahmud'un ölümü (1030) üzerine yerine geçen oğlu Mesud'a haber gönderip kendisine itaat arzettiklerini bildirdiler ve Arslan Yabğu'nun serbest bırakılmasını istediler. Sultan Mesud bu teklifi kabul edip Arslan Yabğu'yu Belh'e getirdi ve ona yegenlerine bozgunculuktan vazgeçmelerini söylemesini emretti. Arslan Yabğu da Tuğrul ve Çağrı beylere haber gönderip Gazneli hükümdarı Sultan Mesud'un buyruğunu iletti. Ayrıca elçi ile bir "biz" gönderip onu yegenlerine vermesini istedi. Elçi mesaji tebliğ edip şifre mahiyetindeki "biz"i teslim edince onlar yeniden karışıklık çıkarmaya başladılar. Bunun üzerine Sultan Mesud da Arslan Yabğu'yu tekrar hapse attı. Türkmenlerin onu kurtarma tesebbüsleri sonuçsuz kaldı ve Arslan Yabğu 7 yıldan beri kaldığı hapishanede 1032 yılında öldü. Ancak oğlu Kutalmış bir fırsatını bulup hapishaneden kaçtı ve Buhara'ya döndü. Arslan Yabğu'ya bağlı Oğuzlar (Yabgulular-Yavgiyyân) Yağmur, Kizil, Boğa, Göktaş ve Anası-oğlu adlı beylerin idaresinde faaliyetlerini sürdürmekle beraber Gazneli kuvvetleri karşısında dağıldılar ve büyük sıkıntılara maruz kaldılar. Fakat bütün bunlara rağmen ümitlerini kaybetmeyip Arslan Yabgu'nun torunu Kutalmışoğlu Süleyman Şah'ın tarafından toplanarak Anadolu Selçuklu Devleti'nin kuruluşuna büyük hizmet ettiler.
Tuğrul Bey Kâlıncar kalesinden kaçarak Buhara'ya dönen Kutalmış'ın Selçuklu Devleti'nin kuruluşundan sonra da yanında toplanan Türkmenlerle çevreyi yağmaladığını görünce sinir bölgelerini ona ikta ederek kâfirlere karşı cihada memur etti. Kutalmış da büyük bir ordu ile Azerbaycan'a doğru ilerlemeye başladı. İşte bu sırada Selçuklularla Bizanslılar arasında ilk ciddi çatışma vuku buldu. Gence önlerinde cereyan eden bu savaşta Gürcü, Ermeni ve Rumlar'dan müteşekkil Bizans ordusu ağır bir mağlubiyete uğradı (1046). Bu zaferi müteakip Aras nehri boyunca ilerleyen Kutalmış dönüşünde Tuğrul Bey'e bölgenin çok zengin ve Rum'ların da kadınlar gibi korkak insanlar olduğunu bu sebeple ülkelerini kolaylıkla fethedebileceğini söyledi. Tuğrul Bey Kutalmış'ı daha sonra Arslan Beşâsırî üzerine gönderdi. Ancak mağlub olan Kutalmış Bağdat'a Tuğrul Bey'in yanına dönmüş ve Abbasi halifesinin Sultan Tuğrul Bey'i kabul ettiği merasime katılmıştır (1059).
Kaynaklarda bu tarihten 1061 yılına kadar onun nerede olduğuna dair bir bilgi yoktur. Kutalmış söz konusu tarihte kardeşi Resul Tegin ile beraber amcazadeleri Mikâil oğullarına karşı saltanat davasında bulunarak isyan etti. Tuğrul Bey isyanı bastırmak üzere harekete geçti. Ancak daha sonra bu görevi veziri Amidü'l-mülk Kündüri'ye verdi. Vezir tarafından Girdkûh kalesinde muhasara edilen Kutalmış bazı şartlar ileri sürerek barış talebinde bulundu. Buna göre Kutalmış:
1. Sultan Tuğrul Bey'in canını bağışlayacağına dair yemin etmesini,
2. Çağrı Bey'in oğlu Süleyman'ın kızı ile evlenmesine müsaade edilmesini,
3. Kendisine iyi bir vilayetin ikta edilmesini istiyordu.
Vilayetin verilmesi ile ilgili şart kabul edilmekle beraber diğerleri reddedildi ve müzekereler neticesiz kaldı. Vezir de bir müddet sonra Sultanın ölüm haberini alıp Rey'e döndü.
Bu fırsattan istifade eden Kutalmış Türkmen obalarına giderek asker topladı ve Rey şehrini kuşattı. Kutalmış'ın büyük bir tehlike teşkil edeceğini anlayan vezir Amidü'l-mülk Süleyman'ın yerine Alp Arslan'ı sultan ilân etti ve üst üste ulaklar gönderip süratle Rey'e gelmesini istedi. Alp Arslan'in öncü kuvvetleri yaklaşınca Kutalmış kuşatmayı kaldırıp Rey'den ayrıldı (24-25 Kasım 1063). Yolda Alp Arslan'ın Hacib Erdem kumandasındaki kuvvetleri ile karşılaşan Kutalmış onları mağlub etti. Bu sebeple Alp Arslan derhal Kutalmış'ın üzerine yürüdü. Kutalmış sayıca üstün olmasına rağmen yenildi. Büyük oğluyla kardeşi Resul Tekin de esir düştü. Kutalmış ise daşlardan ve sarp yollardan geçip kaçarken atından düşerek öldü. Cenazesi Rey'e götürüldü ve orada toprağa verildi (7 Aralık 1063).
Kaynak: Osmanlı tarihi
-
Cevap: islam tarihi
SÜLEYMAN ŞAH (1075-1086)
Anadolu'da kurulan ilk müslüman Türk devleti olan Anadolu Selçukluları'nın kuruluş tarihi hakkında tarihçiler değişik görüşler ileri sürerler. Anadolu Fatihi Süleymanşah ve kardeşlerinin ne şekilde ve hangi sıfatlarla Anadolu'ya geldikleri konusu üzerinde yerli ve yabancı tarihçiler arasında sonu gelmeyen münakaşalar halâ devam etmektedir.
M. Altay Köymen bu konuda farklı üç görüş belirtir ve devletin 1073, 1077 ve 1092 olmak üzere üç defa kurulduğunu iddia ederek özetle şöyle der. "Sultan Melikşah Abbası halifesinin tavassutu ve hatta ısrarıyla Anadolu'yu 1073'te Kutalmış'ın oğullarına tevcih etmiştir. Burada dikkati çeken husus devlet kurma yetkisi kardeşlerden sadece birine değil dördüne (Bizans kaynaklarına göre 5) birden verilmiş ve kollektif bir hakimiyet sürme yetkisi kardeşlere bırakılmıştır. Bunda Selçuklu hanedanının iki kolu arasındaki rekabetin önemli rol oynadığı söylenebilir. Zira Melikşah tek bir hükümdarın idaresi altındaki güçlü bir devlet yerine 4 kardeşin (Mansur, Süleymanşah, Alp İlig, Devlet) ortaklaşa hüküm sürecekleri daha zayıf bir devleti tercih etmiş olabilir. Aynı tarihlerde Anadolu'da Danışmendliler, Mengücüklüler ve Saltuklular gibi vassal devletlerin hakimiyetlerine müsaade edilmesi de Türkiye Selçukluları'ndan gelecek tehlikeye karşı bir tedbir olarak düşünülebilir. Bu Anadolu Selçuklu Devleti'nin birinci kuruluşudur.
Sultan Melikşah kendisine bağlılığı ile dikkat çeken Süleymanşah ile ağabeyi Mansur arasında çıkan anlaşmazlık üzerine emir Porsuk kumandasındaki bir orduyu Anadolu'ya göndererek Mansur'u bertaraf etmiş, diğer kardeşlerini de merkeze alarak Süleymanşah'ın Anadolu'ya tek başına hakim olmasını sağlamış ve yeni bir mensûr ile onu hükümdar ilân etmiştir (1077).
Süleymanşah'ın 1086'da öldürülmesi üzerine devletin başına bir hükümdar tayin edilmemesi yüzünden ikinci kuruluş devri de sona ermiş ve Devlet 1092'de Sultan Melikşah'ın ölümünden sonra I. Kılıç Arslan tarafından üçüncü ve son defa olarak kurulmuştur.
Mükrimin Halil Yınanç da Türkiye Selçukluları'nın 1077'de kurulduğunu ve devletin ilk başkentinin Konya olduğunu iddia ederek özetle şöyle der:
Bizans imparatoru Botaniates kendisine isyan ederek tahtı ele geçirmek isteyen Bryennios'a karşı Anadolu'daki Türk beylerinden Süleymanşah ile Mansur'dan yardım istedi. O sırada Kütahya yakınlarında karargâh kurmus olan Süleyman ile Mansur İstanbul'un karşısına kadar geldiler. Bu sırada iki kardeş arasında anlaşmazlık çıktı ve Süleymanşah kardeşini Sultan Melikşah'a şikayet etti. Sultan Bizans imparatoruna elçi göndererek Mansur'un öldürülmesini istedi. Fakat bundan bir netice alamadı. Daha sonra Anadolu'ya dönen iki kardeş tekrar birbirleriyle mücadeleye başladılar. Süleymanşah da ikinci defa Sultan Melikşah'a elçi gönderip yardım istedi. Bunun üzerine Sultan Melikşah Emir Porsuk kumandasında Anadolu'ya bir ordu gönderdi ve yapılan mübareze veya savaşta Mansur öldürüldü. Böylece Anadolu'daki hükümdarlık mensûru Melikşah'a sadık kalan Süleymanşah'a tevcih edildi. Abbasi halifesi de Süleymanşah'a hilatlerle birlikte saltanat mensuru da göndermiştir (1077).
Zeki Velidi Togan ise Türkmen beyleriyle birlikte bütün Anadolu'ya hakim olan Süleymanşah'ın 1080'de İznik'i başkent yaparak Türkiye Selçuklu devletini kurduğunu söyler.
Fransız müstesrik I. Laurent de Süleymanşah'ın Anadolu'ya yayılmış olan bütün Türk kuvvetleri üzerinde nüfuz ve otorite sağladıktan sonra artık Melikşah'ı metbu tamımadığını ve Abbasi halifesinin de muvafakatını almadan kendini sultan ilân ettiğini ve 1081'de başkenti İznik olan bir devlet kurduğunu söylemektedir.
-
Cevap: islam tarihi
Osman Turan aynı konuyla ilgili olarak özetle şöyle der:
"Bazı kaynaklar Süleymanşah'ın Alp Arslan tarafından Anadolu'nun fethine memur edildiğini ve kendisine ikta edilen bu ülkede hükümdarlık hakkının verildiğini de yazarlar. Fakat bunun tarihi gerçeklerle hiçbir ilgisi yoktur. Süryani Mikhail daha da ileri giderek Süleymanşah'ın Malazgirt savaşına katılarak büyük kahramanlıklar gösterdiğini ve bundan dolayı ona Anadolu'da saltanat hakkının tevcih edildiğini savunur. Halbuki Alp Arslan'ın rakibi olan Kutalmışoğullarına saltanat bahsetmesi mümkün olmadığı gibi kaynaklar o dönemde Anadolu'da faaliyette bulunan pek çok Türkmen beyi hakkında bilği verdikleri halde Kutalmış oğullarından hiç bir şekilde bahsetmezler. Bunların Alp Arslan zamanında Anadolu ve Suriye'de bulunmadıklarına dair en kuvvetli delillerden biri de Kutalmış'ın isyanından sonra Filistin'de bir Türk beyliği kurmak için çaba sarfeden Atsız Bey'in kuracağı beyliğin başına geçireceği bir Selçuklu şehzadesi bulamamış olmasıdır. Zaten kaynakların büyük bir bölümü de Kutalmış oğullarının Anadolu'ya ancak Melikşah zamanında geldiğini ifade ederler. Bununla beraber Melikşah'ın Süleyman ile kardeşlerini Anadolu'da başsız dolaşan Türkmenleri idareye memur ettiğine dair kayitlar da hakikate aykırıdır. O halde en makul görüş Süleymanşah ile kardeşlerinin Alp Arslan'ın ölümü üzerine başlayan taht kavgaları sırasında Anadolu'ya geldikleridir.
İbnü'l-Ezrak el-Farikî Süleymanşah'ın Malatya, Kayseri, Aksaray, Konya, Sivas ve bütün Anadolu'yu fetedip bölgeye hakim olduğunu söylerken herhangi bir tayin veya tevcihten bahsetmez. Buna karşılık Bizans ve Süryani kaynakları Süleymanşah ile kardeşlerinin isyan halinde Anadolu'ya sığındıklarını söyler ki bu gerçegi daha açık bir şekilde yansıtmaktadır.
Sibt Ibnü'l-Cevzî de 1073'de Filistin'de bir beylik kuran Atsız'ın baska bir Türkmen beyi olan Sökli ile bozuştuğunu ve Sökli'nin 1074'te Kutalmış oğullarından birine mektup yazarak onu Filistin'e davet ettiğini ve hükümdar (Selçuklu) soyundan olduğu için kendisine itaat etmeyi seref kabul edecegini bildirmistir. Bu davet üzerine Kutalmisoglu ile Sökli birleserek Taberiye'ye gittiler ve Fatimî halifesine itaat arzettiler. Fakat Atsiz Melikşah'in yardimiyla onlari maglup etti. Sökli öldürüldü, Kutalmisoglu da esir alindi. Ayni kaynaga göre bu olaylarin cereyan ettigi tarihte Kutalmis'in diger oglu Süleymanşah da Mirdâsî Emîri Mahmûd'un ölümü üzerine Haleb'i muhasara ediyordu.
Mir'atü'z-zaman'daki bu bilgiler Süleymanşah ile kardeşlerinin Alp Arslan veya Melikğah tarafindan Anadolu'nun fethi ve idaresiyle görevlendirildigine ve kendilerine Anadolu'da hakimiyet mensûru gönderildigine dair görüslerini çürütmektedir.
Suriyeli tarihçiler Anonim Selçuknâme'deki bilgilere uygun olarak Süleymanşah'in 467 (1075)'de Iznik ve havalisini fethedip burayi kendine baskent yaptığını ve Türkiye Selçuklu devletini kurdugunu söylerler ki dogrusu budur. Konya'nın ilk baskent olduguna dair bilgiler sadece tahminden ibarettir".
İbrahim Kafesoglu ise bu konuda söyle der: "Anadolu Selçuklu devleti fiilen ve hukuken Süleymansah'tan sonra ve Sultan Melikşah'ın 1092'de vuku bulan ölümünden sonra meydana gelen iktidar boslugundan yararlanan Süleymansah'in oğlu I. Kılıç Arslan tarafından kurulmustur. Yani Anadolu Selçuklu melikligi Kılıç Arslan'iın idaresinde bir devlet hüviyetini kazanmistir. Zira Bizansli tarihçi Anna Komnena bunu hiç bir tereddüde yer bırakmayacak sekilde Büyük Süleymanşah'ın iki oğlunun Horasan'dan süratle Iznik'e geldigini ve Kılıç Arslan'in sultan ilan edildigini söyler. O zamana kadar bir askeri üs olan Iznik de bu devletin bassehri oldu."
Bu konudaki görüsleri iki grupta toplamak mümkündür. Bunlardan birincisine göre Kutalmis'in ölümünden sonra esir düsen kardeşi Resul Tekin ve oğullari Süleyman ile Mansur Alp Arslan tarafindan öldürülmek istenmi ancak vezir Nizamü'l-Mülk hanedan azasini öldürmenin ugursuzluk getirecegini ve devletin bekasina tesir edecegini söyleyerek Sultan'i bundan vazgeçirmistir. Bu arada yeniden isyan etmelerini önlemek gayesi ile de onlari fetihlerle mesgul olmaları için Anadolu'ya göndermistir. Bu suretle ya cihad ederek devlete hizmet etmeleri veya din ve devlet ugrunda sehid olmalari hedef alinmistir.
Ikinci görüse göre ise Süleymanşah ile agabeyi Mansur Malazgirt savasina katilmis ve bu savasta büyük yararliklar göstererek Sultan Alp Arslan'in güven ve sevgisini kazanmislardir. Bundan dolayi da Alp Arslan Anadolu'yu onlara tahsis etmistir. Süleymanşah'ın Alp Arslan'ın ölümünden sonra sultan Melikşah tarafindan Anadolu'yu idare etmek, burada başıboş dolaşan Türkmenleri ve birbirleriyle mücadele halinde olan emîrleri (bey) disiplin altina almak için gönderildigini iddia eden bazı tarihçileri de bu grup içinde mütalâa etmek mümkündür. Bu son iki görüsle Süleymanşah ve kardeşlerinin Anadolu'ya gelislerine bir nevi mesrûiyet taninmaktadir.
Anadolu Selçuklu hanedanı ile Büyük Selçuklu ailesi araıinda daha ilk yıllarda ortaya çıkan gerginlik birinci gruptaki rivayetin daha dogru oldugu kanaatini uyandirmaktadır. Bu da Büyük Selçuklu sultanlarının sünnî Islâm âleminin hâmîsi sifati ile müslüman tebeayi rahatsiz eden Türkmen gruplarini sinir boylarina sürmek seklinde beliren siyasetlerine uygun düsmektedir. Bizans kaynaklarinin Süleymansah ve kardeslerinin Sultan Alp Arslan'a isyan ederek kaçtiklarini belirten rivayetleri de mübalâgali olsa gerektir. Böyle bir hususun kabulü onların sıkıntı içinde yaşadıkları Urfa bölgesinin Melikşah devrinde bile hâlâ Selçuklu hakimiyetine girmedigini düşünmeye sevkeder ki bu da doğru degildir.
-
Cevap: islam tarihi
>>>
En güvenilir rivayetlere göre Süleymanşah, ağabeyi Mansur, kardeşleri Alp İlig (Yülüg) ve Devlet 1072 yılında veya ertesi yıl Urfa ve Birecik yakınlarına kaçmışlar, yahut da sürülmüşlerdir. Bunlar o yörede başıboş dolaşan Yâvekiyye türkmenleri ile onlar tarafından başbuğ olarak tanınmışlardır. Dört kardeşten ikisi Alp İlig ve Devlet daha sonra Suriye olaylarına karışmışlar ve burada kendi adına fetihlerde bulunan Türkmen emri Uvak oğlu Atsız'a başkaldıran Sökli (Söklü) adındaki başka bir Türkmen beyini desteklemişlerdir. Ayrıca Mısır'daki şii Fatimî halifesi ile anlaşıp Büyük Selçukluların baştan beri takip ettikleri sünnî siyasete yüz çevirmişler, fakat Atsız tarafından mağlub edilerek Sultan Melikşah'ın yanına gönderilmişlerdir (1074).
Sultan Alp Arslan ile mağlup imparator Romanos Diogenes arasında kararlaştırılan barışın Bizans hükümeti tarafından tanınmaması üzerine muhtelif Türkmen kitleleri Sultan Alp Arslan'ın emiri ile Anadolu'ya girmişlerdir. Bu Türkmen beyleri arasında Saltuk, Danışmend, Mengücük, Çavuldur ve Artuk beyleri sayabiliriz. Bu beylerin kendi adları ile anılan küçük devletler kurdukları ve bazılarının uzun yıllar hakimiyetlerini sürdürdükleri tarihen sabittir. Ancak dikkatimizi çeken nokta Anadolu'nun ilk fâtihleri sayılan bu Türkmen reisleri arasında Artuk Bey'den başkasının faaliyetlerini tesbit etmenin mümkün olmayışıdır.
Artuk Bey dışındakilerin sadece oğul ve torunlarının faaliyetleri hakkında az da olsa bir miktar bilgiye sahibiz. Artuk Bey'in Anadolu'nun fethi ile ilgili icraatına gelince Romanos Diogenes'in yerine Bizans tahtına geçen Mikhail Dukas Isaak Komnenos ile kardeşi Alexios Komnenos ve Malazgirt'te Romanos Diogenes'e ihanet etmiş olan norman kumandanı Urselius (Russel)'u Anadolu içlerine kadar ilerlemiş olan Türklere karşı gönderdi. Bizans tahtına göz dikmiş olan Urselius Kayseri'de onlardan ayrılarak Sivas'a gitti. Kamnenos kardeşler Kayseri yakınlarında Artuk Bey tarafından mağlûp edildiler. Urselius da Artuk Bey'in önünden batıya doğru çekildi. İmparator Mikhail Dukas onun üzerine Johannes'i gönderdi ise de mağlub oldu ve Urselius tarafından zorla hükümdar ilan edildi. Mikhail Dukas bunun üzerine Artuk Bey ile görüşmelere başladı. Yapılan anlaşma uyarınca Urselius ve Johannes üzerine yürüyen Artuk Bey Sapanca yakınlarında her ikisini de mağlub ve esir etti. Ancak daha sonra karısının gönderdiği fidye mukabilinde Urselius'u serbest bıraktı ve sadece Johannes'i imparatora teslim etti. İmparator Mikhail Dukas Urselius ailesinden kesin olarak kurtulmak için onun üzerine müstakbel imparator Alexios Komnenos'u gönderdi. Alexios Artuk Bey ile görüşerek onu Urselius'u tevkif ve teslim etmeye ikna etti.
Anadolu'nun bir plân dahilinde fethi bu olaylardan sonra başlamıştır. Yeşilırmak ve Kelkit havzası 1074 yılından itibaren emîr Danışmend Gazi tarafından ele geçirildi. Daha doğuda yer alan Sebinkarahisar, Erzincan ve Divrigi bölgesinin bu sırada Emir Mengücük Gazi tarafından zaptedilmeye başlandığını görüyoruz. Anadolu'da vuku bulan bu olaylar sırasında Kutalmışoğullarının herhangi bir icraatına rastlanmamaktadır. Onlar bu sırada Anadolu'nun güneyinde Birecik ve Urfa taraflarında kendilerine yaşama imkânı sağlamaya çalışıyorlardı.
Kutalmış'ın oğulları Devlet ve Alp İlig Suriye'de bazı olaylara karışmış ve Atsız tarafından esir alınarak Melikşah'ın yanına gönderilmişlerdir. Kutalmış'ın diğer iki oğlu Mansur ve Süleymanşah ise Anadolu'da faaliyet göstermeyi daha uygun bulmuşlardır. Artuk Bey'in de Sultan Melikşah tarafından Anadolu'dan geri çağrılmış olması soylarının yüceliği bakımından onlara Anadolu'daki Türkmen grupları üzerinde mutlak bir hakimiyet kurma fikrini vermiştir.
Anadolu'da çok müsait bir ortam bulan Selçuklu ailesinin bu kolunun gayesi amcazedeleri gibi müstakil bir devlet kurmaktı. Bizans imparatorluğunun 1025 tarihinden beri devamlı bir bocalama devresi içinde olması ve Bizans asillerinin devletlerinin istikbalini düşünmeden sürekli isyan etmeleri Kutalmışoğullarına Anadolu'da büyük bir ümit kapısı açmakta idi.
Süleymanşah'ın Anadolu'ya girdikten sonra nerelerde faaliyette bulunduğu kesin olarak belli değildir. Bazı kaynaklara göre Konya ve civarında harekâtta bulunmuş, Konya ile yakınında bulunan Gâvele kalesini almıştır. Onların bu başarılarını hangi tarihlerde gerçekleştirdikleri de bilinmemektedir. Fakat Konya'nın yaklaşık 1075 yılında Selçukluların eline geçtiğini söyleyebiliriz. Kutalmışoğullarının eline geçen bu önemli şehrin onlar tarafından karargâh ve merkez olarak kullanıldığı kabul edilebilir.
Kaynak: Osmanlı tarihi
-
Cevap: islam tarihi
SÜLEYMANŞAH DEVRİNDE BİZANS İMPARATORLUĞU VE BÜYÜK SELÇUKLULARLA İLİŞKİLER
Sultan Alp Arslan zamanında isyan ederek Bizans'a sığınmış olan Erbasgan (Erbasan) 7 Ocak 1078'de kendisini Anadolu'da imparator ilan etmiş olan Botaniates ile işbirliği yaparak İstanbul üzerine yürüyünce Mikhail Dukas Kutalmşıoğullarını yardıma çağırdı. Ancak Botaniates Erbasgan aracılığı ile Kutalmışoğullarını kendi tarafına çekti ve İznik'e kadar geldi. Mikhail Dukas'ın idaresinden usanmış olan Bizans halkı isyan ederek Botaniates'i destekledi ve Botaniates 25 mart 1078'de imparator ilan edildi.
Kutalmışoğulları bir süre daha Botaniates'i desteklemeye devam ettiler. Gerçi bizans tahtında hak iddia eden Nikephoros Bryennios'a karşı Alexios Komnenos kumandasında gönderilen Bizans ordusunda Selçuklular da vardı. Nikephoros'un ordusundaki Peçeneklerin Alexios'un ordusundaki ırkdaşlarına karşı savaşmak istememeleri Nikephoros'un mağlub ve esir düşmesine sebeb oldu. Bu hadiseden sonra kendilerini daha da güçlü hisseden Kutalmışoğulları Bizans'ın birçok şehir ve kalesini fethederek kendi topraklarına kattılar. İşte tam bu sırada mahiyeti hâlâ kâfi derecede açıklanmamış olan önemli bir hadise meydana geldi. Sultan Melikşah Anadolu içlerine müdahale etti.
Sultan Melikşah Kutalmışoğullarının Anadolu'da kuvvetle yerleşmekte olduklarını endişe ile takip ediyordu. Amcası Kavurd'un hükümdarlığının ilk yıllarında isyan ederek öldürülmesinden sonra bu büyük Türk sultanı merkezî devlet otoritesini tesis etme fikrine sıkıca sarılmıştı. Merkeziyetçi yönetime zıt bir gelişme başlıca iki istikamette yani Suriye ve Anadolu'da vuku buluyordu. Maveraünnehir'den mütemadiyen akıp gelen Türkmen gruplarının müslüman ahaliyi rahatsız etmemeleri gayesi ile uç bölgelerine doğru sevk edildiklerini daha önce anlatmıştık.
Yavekiyye denilen ve Oğuzların muhtelif kollarına mensup bulunan bu Türkmenler Suriye'de Uvakoğlu Atsız adlı bir Türkmen reisinin idaresinde Fatimilere karşı akınlarda bulunmaktaydı. Diğer bir Yavekiyye grubu ise Kutalmışoğullarının idaresinde Anadolu'da faaliyet gösteriyordu. Bu iki Türkmen grubu arasında zaman zaman birbirleri ile mücadele halinde olanlar vardı. Meselâ Atsız'dan ayrı olarak Filistin'de faaliyette bulunan Sökli adlı başka bir Türkmen reisi Kutalmışoğullarından ikisi ile birleşmiş Fatimiler'i tanımış fakat Atsız tarafından mağlub edilerek öldürülmüştü. Bu hadiseden dolayı Atsız ile Süleymanşah ve Mansur'un arası açılmıştır. Atsız'ın Sultan Melikşah'ın kardeşi Tutuş tarafından öldürülmesi ile Suriye bölgesi merkezi hükümetin yönetimi altına alınmıştır (Eylül 1078).
Sultan Melikşah Anadolu'yu da kendi hakimiyeti altına almak için Emir Porsuk'u görevlendirmiştir. Kutalmışoğullarının daha Anadolu'ya geldikleri ilk günlerden itibaren Büyük Selçuklularla aralarının iyi olmadığını anlayan Mikhail Dukas'ın 1074 Haziran'ında Abbasi halifesi Kaim Biemrillah'a mektup yazarak Sultan Melikşah ile barışması için tavassutunu rica ettiğini ve 1076 yılında Azerbaycan'da bulunan Melikşah'a muazzam hediyeler gönderdiğini biliyoruz. Muhtemelen imparator ile Sultan Melikşah arasında bir anlaşma vuku bulmuş olmalıdır. Belki de rakip taht iddiacılarına karşı Türkler tarafından desteklenmesinin sebebi de budur.
>>>
-
Cevap: islam tarihi
Türk beyleri
Anadolu'da Kutalmışoğullarının fetih hareketine paralel olarak akınlarda bulunan Afşin, Sanduk, Dilmaçoğlu Mehmed, Dudu Bey, Tarankoğlu gibi meşhur bazı Türk beylerinin 1076 yılından itibaren Anadolu'dan ayrılıp Suriye'deki Tutus'a iltihak etmeleri bu beylerin büyük Selçuklu Devleti'ne itaat ettiklerine ve belki de âsî saydıkları Kutalmışoğullarının yanından bu sebeple ayrıldıklarına delil teşkil eder.
Bu beylerin de geri dönmesi ile Anadolu'nun iç ve batı kesimlerinde tek başına kalan Kutalmışoğulları üzerine gönderilen Emîr Porsuk yapılan savaşta veya mübarezede Mansur'u öldürmüş fakat başka bir netice elde edemeden geri dönmüştür. Mansur'un sultana isyan ettiği için ortadan kaldırıldığı ve hakimiyet sahalarının Süleymanşah'a verildiğine dair rivayetler doğru olmasa gerektir. Çünkü Sultan Melikşah'ın Kutalmışoğullarına karşı iyi niyet beslemediği onun daha sonraki icraatından da açıkca anlaşılmaktadır. Nitekim Süleymanşah'ın Tutuş tarafından öldürülmesinden sonra oğullarını İsfahan'a götürmüş ve onlar Sultan Melikşah'ın 1092'de ölümüne kadar orada kalmışlardır.
Ağabeyinin (Mansur'un) ne şekilde olursa olsun ortadan kalkmasından sonra Süleymanşah bir müddet daha Bizans'la işbirliğinde bulundu. Porsuk'un ona karşı bir şey yapamamış olmasında Bizans'ın desteğini görmüş olması da rol oynamıştır. Sultan Melikşah'ın gönderdiği ordu geri döndükten sonra Süleymanşah'ın durumunun daha da kuvvetlendiği anlaşılıyordu. Bu arada Abbasi halifesi Muktedi Biemrillah'ın kaynakların ifadesine göre Süleymanşah'a bir mensûr, sancak ve hil'at göndererek onu Sultan olarak kabul etmesi biraz güç anlaşılır bir keyfiyettir. Çünkü halifelik bütünüyle Melikşah'ın hakimiyetinde bulunuyordu. Bundan dolayı Sultan Melikşah'ın arzusu hilafına başka bir şahsa Sultan ünvanını tevcih etmesi mümkün görünmemektedir. Bu rivayetin sonradan yani Anadolu Selçuklu Devleti'nin kuruluşundan sonra uydurulmuş olması ihtimali vardır. Bununla beraber Süleymanşah'ın bu ünvanı kendiliğinden almış olması da mümkündür.
1079-1080 yıllarında Türk fetihleri Marmara ve Karadeniz sahillerine kadar uzanmıştır. 1080 yılı sonlarında Bizans'ın asıl ailelerinden birine mensub olan Nikephoros Melissenos Süleymanşah ile anlaşarak İmparatorluğunu ilan etti. Türk kuvvetlerinin yardımı ile İznik'i karargâh yapıp İstanbul üzerine yürümeye hazırlandı. Aynı tarihte Bizans tahtında hak iddia ederek İstanbul üzerine yürüyen Alexios Komnenos, Melissenos'u aldatarak İstanbul'da tahta çıktı. Süleymanşah ise Melissenos tarafından muhafaza edilmek üzere kendisine bırakılan İznik civarındaki bazı kaleleri bir daha terk etmeyerek bölgeye sıkıca yerleşti.
Alexios'un tahta geçmesi Süleymanşah'ı Bizans'a karşı daha serbest ve kaygısız davranmaya sevketti. Yeni hükümdarla hiç olmasa önceden bir ittifaki mevcut değildi. Bilakis Melissenos ile birlikte hareket etmiş olduğu için Bizans'ı yeni hükümdarla birlikte düşman kabul etmekle siyasi ve ahlâkî bir sakınca yoktu. Bu sebeple Türkler'in artık Boğaziçi sahillerine kadar geldikleri ve buradan geçen gemilerden haraç almak üzere karakollar tesis ettikleri Anna Komnena'nin ifadesinden anlaşılmaktadır. Bursa ve İznik şehirleri başta olmak üzere o bölgedeki bütün şehir ve kasabalar ister istemez Türklere teslim olmuşlardı. Daha çok genç yaşlardan itibaren savaş meydanlarında tecrübe kazanmış, Türklerin adetlerini ve hareket tarzlarını daha iyi ögrenmiş bulunan imparator Alexios önce İstanbul şehrine rahat bir nefes aldırmak maksadıyla küçük gemilerle Boğaziçi sahillerinde bulunan Türk karargâhlarına bazı baskınlar tertip etti ve onları geri çekilmeye zorladı.
Türkmenler bölgenin iç kısımlarına çekildiler. Alexios bundan sonra Peçenek ve Norman gailelerini ortadan kaldırmak maksadıyla Türkmenlerle daha fazla bozuşmayı tercih etti. Süleymanşah'a müracaat ederek hediye adı altında muayyen yıllık haraç mukabilinde barış isteğinde bulundu. 1081 yılında yapılan anlaşmaya göre İzmit körfezine dökülen küçük Dragos (Drakon, Kırkgeçit) çayı Bizans ile sınır olarak kabul edildi. Süleymanşah'ın bu münasebetle Bizans imparatoruna batıdaki düşmanlarına karşı savaşlarında yardımcı kuvvetler göndermeyi taahhüt ettiği de anlaşılmaktadır. Nitekim Alexios önce Dalmaçya kıyılarına çıkartma yaparak Draç'ı aldı ve sonra Selanik üzerine yürüyen Norman kuvvetlerini ve bunların başında bulunan ünlü Bohemund'u Süleymanşah',ın Yağmur adlı bir kumandanın emrinde göndermiş olduğu Türklerin yardımları sayesinde geri çekilmeye mecbur etti
>>>
-
Cevap: islam tarihi
Türkler bu şekilde Bizans imparatorluğu bünyesinde çıkan taht kavgalarına müdahale ederek hakimiyet sahalarını Karadeniz, Marmara ve Akdeniz sahillerine kadar genişlettiler. Bir Bizans kaynağının ifadesiyle "her yer Türklerle doldu".
Süleyman Şah Malazgirt zaferini takip eden birkaç yıl içinde Anadolu'da yeni bir devlet kurduktan sonra Türkistan ve iran'dan Anadolu'ya gelen Türklerin sayesinde büyük bir artış oldu ve özellikle 1080 yılında Azerbaycan'dan Anadolu'ya çok büyük bir Türk nüfusu akın etti. Bu Türkler sayesinde Anadolu Selçuklu Devleti daha da güçlendiği gibi Bizans'ın kötü idaresi savaşlar ve isyanlar dolayısıyla perisan olan ve büyük bir sıkıntı içine düşen yerli halklarda Süleymanşah'ın idaresinde huzur ve sükuna kavuşuyor ve devlet sağlam temeller üzerine oturuyordu. Bizans'ın dinî sahada takip ettiği ortodokslaştırma ve Rumlaştırma politikası da Ermenileri, Süryanileri ve diğer mezhep mensuplarını bu devlete düşman ederek Selçuklulara yaklaştırmıstı.
Bizans impatatorluğunun Ermenileri doğudan Anadolu'ya sürmesi ve Balkanlardaki Türkler üzerinde baskı kurması bunların Bizans'tan nefret ederek Selçuklu yönetimini tercih etmelerine sebep olmuştur. Ayrıca Anadolu'da büyük toprak sahiplerinin emrinde esir olarak çalışanlarla topraksız köylüler de Selçuklular sayesinde toprağa kavuştukları için onların idaresinden memnun oluyo”rlardı. Süleymanşah ve daha sonra gelen hükümdarlar araziyi köylülere dağıtarak devlet mülkiyeti altında herkesin tasarrufuna imkân veren mîrî bir toprak rejimi uygulamışlardır.
Batıdaki sınırlarını istanbul yakınlarına kadar genişleten Süleymanşah gözlerini Güneydoğu Anadolu'ya çevirdi. ilk sayfasıda plânsız vuku bulduğu açıkca görülen Türk akınları sırasında Güneydoğu Anadolu ve Fırat bölgesi oldukça ihmal edilmiş ve Türk akıncıları bölgede fazla birşey elde edemeden Suriye'ye intikal etmişlerdir.
Anadolu içlerinde ve batısında Kutalmişoğulları şuurluca bir fetih harekâtına giriştikleri sırada Suriye'de de buna benzer bir harekâta başlanmıs olmakla beraber bu müslüman bir ülkede yerleşmek mânâsını taşıdığından dolayı mahiyet bakımından farklıydı. Süleymanşah'ın faaliyetlerini güneye doğru geliştirmeye başladığı bu devrede Ermeniler arasında Bizanslıların Philaretos dedikleri bir şahıs çok büyük bir nüfus ve kudrete sahip bulunmaktaydı. Menşei hakkında fazla bilgiye sahip bulunmadığımız Philaretos Bizans hizmetine girmiş ve imparator Romanos Diogenes tarafindan Maraş valiliğine getirilmisti. Ancak Malazgirt savasında diğer Ermeniler gibi efendisine ihanet ederek savaşa katılmadan geri dönen Philaretos Romanos Diogenes'in tahttan düşürülmesi ile onun yerine geçen Mikhail Dukas'i tanımamış ve bağımsız hareket etmeye başlamıstı.
Mikhail'in büyük karışıklıklar içinde geçen hükümdarlığı esnasında Türklerin Anadolu içlerindeki faaliyetlerinden de faydalanan Philaretos Kilikya'nın en önemli şehirleri olan Tarsus, Mamistra ve Anazarba'yi eline geçirdiği gibi onun kumandanlarından biri de 1077 yılında Urfa'yı (Edessa-Ruha) Bizanslıların elinden aldı. 1078 yılında Antakya ahalisi kendilerini Türklere karşı müdafaa eder ümidiyle onu şehirlerine davet edip hakimiyeti altına girdiler. Bu suretle Philaretos'un devleti Toroslar'dan Urfa'ya kadar uzanan oldukça geniş bir sahayı kaplamıs bulunuyordu. Philaretos yeni Bizans imparatoru Alexios Komnenos'a da bağlılığını bildirmişti. Bununla beraber tedbirli hareket etmek gayesiyle Haleb'in müslüman hakimi Serefü'd-Devle Müslim'e haraç vermek suretiyle yaranmaya ğayret ediyor aynı zamanda Büyük Selçuklu sultanı Melikşah ile de iyi münasebetler kurmaya çalışıyordu.
Süleymanşah Alexios ile yaptığı anlaşmadan sonra bir taraftan muhletif kumandanları vasıtası ile ayrıntıları tespit edilemeyen fetih harekâtına devam ederek Anadolu'nun kuzeyinde hâlâ Bizans elinde bulunan bazı kaleleri zaptettirirken bir taraftan da kendisi güneye doğru yürüdü ve Tarsus'u muhasara ederek aldı. Çok eski devirlerden beri Anadolu içlerine yapılan gazaların en mühim merkezlerinden biri olan ve bazı rivayetlere göre 100 bin savaşçı çıkaran Tarsus 965 yılında Bizans imparatoru Nikephoros Phokas tarafindan zapt edilmiş ve bundan sonra uzun müddet Bizanslıların hakimiyeti altinda kalmıstı. Süleymanşah'ın bu şehri büyük bir ihtimalle 1083 yilinda fethettigi anlatılmaktadır. Bunu takip eden yıl Türkiye Selçuklu hükümdarının başta Adana, Mamistra ve Anazarba olmak üzere bütün Kilikya sahasını ele geçirdigi görülmektedir. Artık sıra Antakya'ya gelmişti.
Kaynak: Osmanlı tarihi
-
Cevap: islam tarihi
SÜLEYMANŞAH'IN ANTAKYA'YI FETHİ
Çok eski bir tarihe sahip olan Antakya Âsi nehri kıyısında ve Habibü'n-Neccâr dağı eteklerinde yer alan tarihî bir şehir olup M.Ö. 300 tarihlerinde I. Seleukus tarafından kurulmuş ve zamanla Suriye'nin merkezi olmuştur. Roma imparatorluğu döneminde Roma ve İskenderiye'den sonra imparatorluğun üçüncü büyük şehri haline gelmişti. M. III. yüzyılda İran Sasanî Kisrası I. Sâpur Roma imparatorluğunun bu önemli şehrini zaptederek halkını Hûzistan ve Cündisapur'a sürgün etti. VI. yüzyılda Antakya yine Sasanî saldırılarının odak noktasını teşkil etti ve Hüsrev I. Enusirvan 535 yılında burayı tekrar zapt ve tahrip etti. Bizans imparatoru Justinianos VI. yüzyılda şehri yeniden inşa ettirdi. Antakya 638 yılında İslâm orduları tarafından fethedildi ve üç asrı aşkın bir süre müslümanların elinde kaldı. 969'da imparator Nikephoros Phokas zamanında Bizans'ın hakimiyetine girdi ve yaklaşık bir asır boyunca Bizans'ın İslâm orduları karşısındaki en önemli kalesi oldu. 1080 yılından beri Arap Ukaylî emîri Serefüddevle Müslim b. Kureys'e haraç ödüyordu.
Antakya'ya gözünü diken sadece Süleymanşah değildi. Mirdasoğullarının elinden Haleb'i almış olan Serefü'd-Devle Müslim b. Kureys ve Suriye Selçuklu devletinin kurucusu Tutuş ta aynı şehrin fethini hedef edinmişlerdi. Burada Süleymanşah'ın Büyük Selçuklu hükümdari Melikşah ile olan münasebeti dikkat çekmektedir. Aynı devlete tabi oldukları iddia edilen üç ayrı bölge hükümdarının birbiri aleyhine olarak aynı şehri ele geçirmeye çalışmaları oldukça garip bir keyfiyettir. Bunun aynı amaca yönelik ortak bir hareket olmadığı neticeleriyle bellidir. Kaldı ki Süleymanşah'ın Tarsus'u aldıktan sonra Trablussam'ın şiî sempatizanı hükümdarı Kadı İbn Ammâr'a müracaat ederek ondan yeni feth etmiş olduğu Tarsus için kadı ve hatip istediği rivayeti de mevcuttur. Rivayetin önemi gayet açıktır. Bu rivayet doğru kabul edilecek olursa Süleymanşah'ın Büyük Selçukluların geleneksel siyasetine yüz çevirdiği anlaşılacaktır. Süleymanşah bundan sonra Antakya'yı fethetmek için seferber oldu. Ancak bu fetih oldukça büyük hazırlıkları gerektirmekteydi. Çünkü Antakya'nin fethinde hesaba katılması gereken kuvvet sadece Philaretos'un gücü kuvveti değildi. Bu şehri aldıktan sonra ona göz dikmiş olan Serefü'd-Devle Müslim b. Kureys ve Suriye meliki Tutus ile mücadele etmek gerekeceği gayet açık bir husustu. Bu sebeple Süleymanşah'ın Kilikya'yi hakimiyeti altına aldıktan sonra başkent İznik'e dönerek kendisi güneyde meşgul iken devletin diğer bölgelerini emniyet altına almak istediği anlaşılıyor. Nitekim en değerli kumandanlarından Ebu'l-Kasım'ı İznik'te kendisine vekâlet etmek üzere bırakırken bir taraftan da Anadolu'nun Selçuklulara tabi olan bölgelerine ayrı ayrı valiler göndermiştir. Anna Komnena'nin vermiş olduğu bu bilgi yer ve şahıs adları ihtiva etmediği için maalesef pek yetersiz kalmaktadır.
1084 yılı içinde Philaretos'un Urfa'da kumandan olarak bırakmış olduğu oğlu Barsam ile arası açılmıştı. Babası tarafından tevkif ve Antakya kalesine hapsedilen Barsam rivayete göre Antakya şehrinin sahnesi olan İsmail ile anlaşarak babası aleyhine onunla birleşmiş ve Philaretos'un bir düğün münasebeti ile Urfa veya Akkâ'da bulunmasından istifade ederek hapisten kaçmış ve İznik'e gitmişti. Burada Süleymanşah ile Antakya'nın teslimi hususunda anlaşmaya varmışlardı. Bunun üzerine Süleymanşah ordusu ile Antakya'ya doğru hareket etmişti.