-
Cevap: Bayram Yüksel
Tugay Camii
"Bir gün Üstadımızla Barla'ya gidecektik. Zübeyir Ağabey de vardı. Şoför de Mahmut Çalışkan'dı. Isparta İmam-Hatip okulunda Kur'ân Hocası ve Kesikbaş Camiinde imamlık yapan Hafız Feyzi Efendi (1957), Üstadımıza geldi, Tugaya temel atılacağını, Üstadımızın da gelmesini rica etti. Barla'ya hareket etmek üzereyken Üstadımız Hafız Feyzi'yi kıramadı. 'Peki gideceğiz' dedi.
"Isparta'nın ileri gelenleri hep oradaydı. Üstadımız da kalabalığın içine girdi. Tugayın subayları Üstada bakıyorlardı. Çünkü hiç böyle bir zat görmemişlerdi. Kılık-kıyafeti şeair-i İslâmiyeyi gösteriyordu. Elinde şemsiyesi, gözünde güneş gözlüğü vardı. Biz de Zübeyir Ağabey ve Mahmut Çalışkan ile Üstadımızın arkasındaydık. Bütün nazarlar Üstadımızdaydı; herkes birbirine 'Bu zat kim?' diye soruyorlardı. Bir yüzbaşı koşarak bir sandalye getirdi ve 'Buyurun efendim, oturunuz' dedi. Üstad da kendisine teşekkür ederek oturdu.
"Tugay komutanı çok güzel bir konuşma yaptı. Üstadımız da dinledi. Konuşması bittikten sonra Tugay Komutanı Üstadımıza işaret ederek, 'Hoca Efendi camiye harcı koysun' dedi. Ve Üstadımıza Zübeyir Ağabey malayı doldurdu ve verdi. Üstad 'Bismillah' dedi ve harcı attı. Bizler de Üstadımızın arkasındaydık. Tugay Komutanı Feyzi Fırat Bey, Üstadımıza ve Isparta halkına teşekkür etti. Ondan sonra birçok subay Üstada karşı hürmetle alâkadar oldu.
"Biz Isparta ve Barla'ya giderken, Üstadımız subaylara ve erlere daima eliyle selâm verirdi. Hattâ Isparta'nın içinde orduevi vardı, oradan geçerken Üstadımız subayları gördüğünde daima onları selâmlardı. Onlar da Üstadın selâmını ayağa kalkarak alırlardı. Üstadımız askerleri çok sever, fazla alâkadar olurdu. Tugay Camiinin yapılmasını çok arzu ediyordu ve çok memnun olmuştu. Cami temeli kalkmaya başladı. Maalesef 27 Mayıs ihtilâli oldu ve cami kaldı. Yeri hâlâ boş duruyor.
-
Cevap: Bayram Yüksel
"Radyo bir nimet-i ilâhiyedir"
"Üstadımız radyoyu dinliyordu. İstanbul'da genç Üniversite talebeleri ile gezerken bir taksi içindeki radyoyu dinliyor, ondan sonra 'Nur Âleminin Bir Anahtarı' namında küçük bir risaleyi yazıyor. Üstadımız radyoyu kudret-i İlâhiyenin bir eseri olarak tefekkürle dinlerdi.
"Radyo bir nimet-i İlâhiyedir. Elbette ve elbette beşer bu büyük nimete karşı umumî şükür olarak o radyoları her şeyden evvel kelime-i tayyibe olan başta Kur'ân-ı Hakim, onun hakikatları, iman ve güzel ahlâk dersleri ve beşere lüzumlu ve zarurî menfaatlarına dair kelimatı olmalı ki o nimete şükür olsun. Yoksa nimet böyle şükür görmezse beşere zararlı düşer. Evet, beşer hakikate muhtaç olduğu gibi bazı keyifli hevesata da ihtiyacı vardır. Fakat bu keyifli hevesat beşte birisi olmalı, yoksa havanın sırr-ı hikmetine münafi olur. Hem beşerin tembelliğine ve sefahatine ve lüzumlu vazifelerinin noksan bırakılmasına sebebiyet verip beşere büyük bir nimet iken büyük bir nıkmet olur. Beşere lâzım olsa sa'ye şevki kırar.'
-
Cevap: Bayram Yüksel
Lahika mektubu neşrederdi
"Üstadımız Bediüzzaman Hazretleri şuhur-u selase girdiğinde muhakkak lâhika neşreder, talebelerinin mübarek ay ve günlerini tebrik eder, vesile ile muharebeyi devam ettirirdi. Talebeleriyle devamlı irtibat halinde idi. Lâhika mektuplarından bir misal:
"Evvela; sizin mübarek şuhur-u selase ve içindeki kıymettar leyali-i mübarekelerinizi tebrik ediyoruz. Cenab-ı Hak her bir geceyi sizin hakkınızda birer Leyle-i Regaib, Leyle-i Kadir kıymetinde size sevap versin.
"Hem Leyle-i Beratınızı ve gelecek Ramazanınızı ve hem gelecek Leyle-i Kadri, hakkınızda bin aydan daha hayırlı olmasını ve defter-i âmalinize böyle geçmesini Cenab-ı Haktan niyaz ediyoruz.
"Hem Leyle-i Miracınızı tebrik ve içinde ettiğiniz duaların makbuliyetini rahmet-i İlâhiyeden niyaz eder ve bu havaliden Mirac Gecesinden bir gün evvel, bir gün sonra müstesna rahmetin yağması işaret eder ki, umumî rahmet tecellî edecek inşaallah.'
"Aziz, sıddık kardeşlerim,
"Mübarek Ramazan-ı Şerifinizi ruh-u canımızla tebrik ediyoruz. Cenab-ı Hak Ramaz-ı Şerifin Leyle-i Kadrini umumunuza bin aydan hayırlı eylesin. Amin. Ve seksen sene bir ömr-ü makbul hakkınızda kabul eylesin.'
"Bu şekilde Regaib, Berat, Mirac Gecelerinde teksir lâhikası gönderirdi. Dolayısıyla çeşitli mevzularda, Risale-i Nur'un neşri, hizmeti ve faaliyeti ile ilgili müjdeli haberleri Nur Talebelerine gönderirdi.
-
Cevap: Bayram Yüksel
Ramazan geceleri
"Üstadımız Ramazan'ın on beşinden sonra kendisi yatmazdı, bizi de yatırmazdı. Hattâ çok gece kontrol ederdi. Eğer uyurken yakalarsa, bize su döker, uyandırırdı. Bizleri uyumamaya alıştırırdı. Mübarek geceleri ihya ettiğimiz zaman sabah namazı olduğunda kılar, yatardık.
"Hem rivayet-i sahiha ile Leyl-i Kadri nısf-ı âhirde, hususan aşr-ı âhirde arayınız' ferman etmesiyle bu gelecek seksen küsür sene bir ibadet ömrünü kazandıran Leyl-i Kadrin gelecek gecelerde ihtimali pek kavi olmasından istifadeye çalışmak böyle sevaplı yerlerde bir saadettir' diye bize dersler verirdi.
"Üstadımız mübarek Ramazan'da daima evrad ve ezkarıyla meşgul olurdu, her gün bir cüz okurdu. Bizleri de teşvik ederdi. Bizler Ramazan'da muhakkak cüzlerimizi okurduk. Üstad fitresini bize verirdi. Bizlere de 'Siz talebe-i ulumsunuz, fitrenizi birbirinize devredebilirsiniz' derdi. Biz de birbirimize devrederdik, o parayla buğday alırdık. Sav'da, bazen Kuleönü'nde ekmek yaptırırdık, nafakamızı iktisatlı olarak harcardık.
"Üstadımız arabaya bindiğinde şu Âyet-i Kerimeyi okurdu. 'Sübhanellezi sehhare lena hâzâ ve ma künna lehü mukrinîn.' Ayrıca yedi defa Ayetü'-Kürsî'yi okurdu. İki öne, iki sağa, iki sola, bir arkaya.
-
Cevap: Bayram Yüksel
"Hayru'l-umûri ahmezüha"
"Üstadımız daima talebelerini lâhika mektuplarıyla tenvir ve irşad ederdi. Bu lâhika mektuplarıyla talebelerini maddi ve mânevî muhafaza etmiştir. Hem pek çok âli hakikatların anlaşılmasına vesile olmuştur. Hususan musibete düşen ağabey ve kardeşleri şöyle irşad ederdi:
"Madem biz kadere teslim olduk, bu sıkıntıları (hayru'l-umûri ahmezüha) sırrıyla sevap kazanmak cihetiyle mânevi bir nimet biliyoruz.
"Madem gecici dünyevî musibetlerin sonları ekseriyetle ferahlı ve hayırlı oluyor. Madem hakkalyakin derecesinde yakinî bir kanaatimiz var ki, biz öyle bir hakikata hayatımızı vakfetmişiz ki, güneşten daha parlak ve cennet gibi güzel ve saadet-i ebediye gibi şirindir. Elbette biz, bu sıkıntılı haller ile müftehirane, müteşekkirane bir mücahede-i mâneviye yapıyoruz, diye şekva etmemek lâzımdır.
"Evvel ve âhir tavsiyemiz tesanüdünüzü muhafaza, enaniyet ve benlik ve rekabetten tahaffuz ve itidal-i dem ve ihtiyattır."
"Sizdeki ihlas ve metanet şimdiki ağır sıkıntılarda birbirinizin kusuruna bakmamaya ve sertretmeye kafi bir sebeptir. Ve Risale-i Nur zinciri ile kuvvetli uhuvvet öyle bir hasenedir ki, bin seyyieyi affettirir. Haşirde adalet-i İlâhiye, hasenelerin seyyielere racih gelmesiyle affettiğine binaene hasenelerin rüçhanına göre muhabbet ve afe muamelesini yapmak lâzımdır. Yoksa bir seyyie ile hiddet etmek sıkıntıdan bir titizlik, bir asabilik ile zararlı bir hiddet iki cihetle zulüm olur. İnşaallah birbirinize sürurda ve tesellide yardım edip sıkıntıyı hiçe indirirsiniz.
"Sıkıntılı musibetleri hiçe indiren bir hakikatlı tesellidir:
"Birinci: Hakkımızda zahmed rahmete dönmesi,
"İkinci: Kader adaleti içinde rıza ve teslim ve ferah,
"Üçüncü: İnayet-i hassanın Nurcular hakkında hususiyetindeki sevinç.
"Dördüncü: Geçici olmasından zevalinden lezzet,
"Beşinci: Ehemmiyetli sevaplar,
"Altıncı: Vazife-iİlâhiyeye karışmamak,
"Yedinci: En şiddetli hücumda en az meşakkat ve küçük yaralar,
"Sekizinci: Sair musibetzedelere nisbeten çok hafif olması,
"Dokuzuncu: Nur ve iman hizmetinde şiddetli imtihandan çıkan yüksek ilânatın tesiratındaki sürur.
"Dokuz adet mânevi sevinçler öyle teskin edici bir merhem ve tatlı bir ilâçtır ki, tarif edilmez. Ağır elemlerimizi teskin ediyor.'
"Bu nevi mektuplarla dışarıda olduğu gibi, hapisteki Nur Talebelerini çeşitli vesilelerle, çeşitli mektuplarla teselli ediyordu.
-
Cevap: Bayram Yüksel
"Yok mu bir talebem?"
"Üstadımız yine bize bir gün ders anında, 'Afyon hapsinde talebelerim arasında ufak nazlanmalar, huzursuzluk vardı. Çok üzülüyordum. 'Yarabbi, yok mu bunların içinde bir talebem?' dediğim zaman, Tahirî karşıma çıktı. 'Evet varım Üstadım' diye beni teselli etti.
"Üstadımız: “Tahiri, 'gençlerin kumandanı' derdi. Tahirî Ağabeydeki hasletler bambaşkadır. En çok beraber kaldığımız, çok mübarek bir ağabeyimizdir. Otuz sene üç ayları tuttu. Ben hiç görmemiştim vitir namazını yatsının arkasından kıldığını. Muhakkak gece erkenden kalkar, teheccüd ve vitir namazını kılardı. Nur Talebelerinin adeta bir dua hazinesiydi. Üstadımızdan ne gördüyse aynen tatbik ederdi. Ben hiç kimse hakkında Üstadımızın böyle dediğini duymamışım. 'Tahirî velîdir. Dünyada kendini bilmesin' derdi. Ben Üstadımızdan bu sözü, çok defa Tahirî Ağabey hakkında duymuşum.
"Afyon hapsinde Yalaman Camii imamı Hafız Osman Toprak'ın, Tahiri Ağabey hakkındaki bir hatırası:
"1948'de Afyon hapsinde tam altmış dört gün mevkuf kaldım. Bu mevkufiyetim merhum Tahiri Mutlu'nun koğuşunda geçti. Hapiste Üstadla devamlı görüşmelerimiz olurdu. Üstad bana bir gün şöyle buyurdu: 'Onlar seni başka koğuşa koyacaklardı. Ben seni Tahiri'nin yanına verdim.' Beni altı koğuş gezdirmişlerdi. Sonunda Tahiri'nin koğuşunda kaldım. Üstad, merhum Tahiri Mutlu için ise şöyle diyordu: 'Tahiri'nin öyle bir derecesi var ki, manevî sahadaki derecelerinden birisini görse dünyayı terk eder. Bunu kendisine söyleme. Tahiri dolu bir testidir, artık su almaz. Eğer bu durumu kendisi bilseydi dünyada harcardı. Ya Rabbi, bu manevî varlığını kendisine bildirme. Ahirette ümmet-i Muhammed'e faydası olacak.'
-
Cevap: Bayram Yüksel
"İstihdam olunmamı isterim!
"Bir gün yine bir ders esnasında, 'Tahirî, kendini bu dünyada biraz bilmek ister misin? Yoksa istihdam olunmanı mı istersin?' dediğinde. Tahirî Ağabey, 'Aman efendim, istihdam olunmamı isterim' dedi. Tahirî Ağabeyimiz Üstadın hizmetinde olanların içinde hepimizden yaşlıydı. Fakat hepimizden çok çalışırdı. Risale-i Nur olsun, Kur'ân-ı Kerim olsun, gözünden hiçbir noksan kaçmazdı. Tashih ederken bizlerin gözünden kaçar, fakat Tahirî Ağabeyin gözünden hiç kaçmazdı. İçimizde Kur'ân-ı Kerim hizmetinde en fazla Tahirî Ağabeyin hizmeti geçti. Isparta'da en sıkıntılı anlarımızda hem teksir işlerinde, hem mumlu kağıt meselelerinde bütün Risale-i Nur'un hizmetlerinde, en nazik zamanlarda, sırf Allah rızası için, hiç fütur vermeden çalışır, onun çalışması bize gayret verirdi. Bilhassa sabahlara katar teksir işlerinde çalışırdık. Sabahleyin millet yattığında, çuvallarla, yaptığımız teksirli eserleri başka yerlere kaldırırdık. Isparta'da bütün hizmetlerin tedbirinde bize çok müşfikane davranırdı. Hem mânevî pederimiz, hem en kıymetli Ağabeyimiz idi. Hiç yorulmak bilmezdi.
-
Cevap: Bayram Yüksel
"Vazifemiz hizmettir"
"Üstadımız daima derslerinde, 'Kardeşlerim, bizim vazifemiz ihlas ile iman ve Kur'ân'a hizmet etmektir. Ama bizi muvaffak etmek ve halka kabul ettirmek, muarızları kaçırmak ise, vazife-i İlâhiyedir. Biz buna karışmayacağız. Mağlup da olsak, kuvve-i mâneviye ve hizmetimize noksanlık vermeyeceğiz. Bu noktadan kanaat etmek lâzımdır. Meselâ bir zaman İslâmın büyük bir kahramanı Celâleddin-i Harzemşah'a demişler.
"Cengiz'e karşı muzaffer olacaksın."O demiş: "Vazifemiz cihad etmektir. Bizi galip etmek vazife-i ilâhiyedir.Ona karışmam."Bende o kahraman-ı islâma iktidaen, Benim vazifem hizmet-i imaniyedir.Kabul ettirmek Cenab-ı Hakka aittir.Vazifemi yaparım. Cenab-ı Allah'ın vazifesine karışmam"
-
Cevap: Bayram Yüksel
İhlâs - Uhuvvet
"Hususan Üstadımız daima derslerinde ihlâs ve uhuvvetten bahsederdi. 'Bu zaman enaniyet zamanıdır' derdi. Hattâ bir gün Zübeyir Ağabey: 'Üstadım ben enaniyetten çok korkuyorum' dediğinde, mübarek Üstadımız Zübeyir Ağabeye, 'Evet kork, titre' demişti.
"Bu gaflet zamanında hususan tarafgirâne mefkûreler sahibi her şeyi kendi mesleğine âlet ederek, hattâ dinin ve uhrevî hareketini de dünyevî mesleğine bir nevî âlet hükmüne getiriyorlar. Halbuki hakaik-ı imaniye ve hizmet-i Nuriye-i Kudsiye kâinatta hiçbir şeye âlet olamaz. Rıza-yı İlâhîden başka bir gaye olamaz.
"Halbuki şimdiki cereyanların tarafgirâne çarpışmaları hengâmında, bu sırr-ı ihlası muhafaza etmek, dinini dünyaya âlet etmemek müşkülleşmiş. En iyi çare, cereyanların kuvveti yerine, inayet-i İlâhiyeye dayanmaktadır.'
-
Cevap: Bayram Yüksel
Risale-i Nur'un kerameti
"Üstadımız gösterişten, kerametvârî hâdiselerden çok çekinirdi. Meselâ, bir gün ders esnasında, Kastamonu'dan Denizli hapsine götürülürken o zamanki valilerden Nevzat Tandoğan ve o zamanki emniyet teşkilâtı, Üstadımızı istasyonda karşılıyorlar. Güya cürm-ü meşhud halinde yakalayıp, Üstadı cezalandırmak istiyorlar. Üstadımız da o anda sarığını çıkarıp trene biniyor. Vali ve emniyet teşkilâtı çok hayret ediyorlar. Nasıl haber aldı da, böyle hareket edip cürm-ü meşhuddan kurtuldu diye. Üstadımız da, 'Bu keramet değildir. Bir pire onları mağlûp etti' demişti. Çünkü Üstadımızın trene bineceği zaman başına bir pire konuyor, Üstad da başını kaşımak için sarığını çıkarıyor. Emniyet teşkilâtı da bu durumda hiçbir şey yapamıyor. Üstad kerameti kendine almayıp pireye veriyor. Bu neviden hem Denizli'de, hem Eskişehir, hem Afyon hapishanelerinde çeşitli kerametvârî hâdiseler oluyordu. Üstad, 'Benim değil, bu Risale-i Nur'un kerametidir' derdi. Üstadımız gösterişten, kendisine Müceddid nazarıyla bakılmasından rahatsız olurdu.