Cevap: İSLAM FIKHI ANSiKLOPEDiSi
DİŞ DOLDURMA Diş doldurma câiz midir? Bunun gusül ve abdeste zararı olmaz mı?
Dişleri güzelleştirmek gibi gereksiz bir maksatla değil de, zaruretten ötürü olursa, çoğunluğun görüşüne göre câizdir Dolgunun üzerine suyun değmesi gusül ve abdest için yeterlidir (245 Vardığımız bu hüküm, bu konuda yaptığımız ve bir başka kitapta yayınlayacağımız uzunca bir araştırmanın sonucudur Daha sonra dikkatimizi çeken fetâvây-i Hindiyye'deki şu ifade de bu sonucu destekler mahiyettedir: "Dişinde kavuk bulunup içerisinde, ya da dişlerinin arasında yemek kalırsa veya burnunda ıslak kir bulunursa, esah görüşe göre guslü olur Ihtiyatli olan kovuktaki yemeği çıkarıp suyu oraya ulaştırmasıdır " I/13)
DİŞ DOLGUSU YAPTIRMAK,DİŞ PROTEZİ KULLANMAK, ALTIN DİŞ YAPTIRMAK CAİZ MİDİR? BUNUN İÇİN HANEFÎ OLANLARIN ŞAFİÎ MEZHEBİNE GEÇMESİ GEREKİR Mİ? Günümüzde ifrata düşülen ve İslam'ın yaşanılmaz gösterilebildiği konulardan biri de bu sözünü ettiğiniz mes'eledir
Konu birden çok yönü olan bir mes'ele olduğu için bazı Islâmî esasları hatırlatmamız gerekir:
1 Cünüp olan insanın (Hanefi Mezhebine göre ağzının içi dahil) bütün bedenini, iğne ucu kadar kuru kalmayacak şekilde yıkaması farzdır
2 Müslüman erkeklerin iktisadî bir mübadele aracı olması dışında altın kullanmaları ittifakla haramdır
Mes'eleye günümüzde öyle ya da böyle fetva verenler bu esasları düşünerek fetva vermektedirler Ancak müctehid imamlarımız dönemlerinde mes'ele, günümüzde olduğundan biraz farklı bir görünümde idi Meselâ önceleri altındişvedişdolgusu yaptırmadan söz edildiğini pek görmüyoruz Çıkan dişi yerine iade etme, bir başka diş kullanma, bunu sabitleştirmek için altın tel kullanma, dişleri altınla birbirine bağlama gibi mes'elelerden sözettiklerini görüyoruz Özet olarak önceleri mes'eleye sadece bu iş için altın kullanmanın cevazı noktasından bakılmış ve bunun gusul için bir problem çıkaracağından hiç sözedilmemiş olduğunu görüyoruz Işte bu noktada bir esası daha hatırlatmalıyız
3 Zaruretler haram olan şeyleri mübah kılar
Ilk fıkıh alimlerimiz bu mes'elede bu esası işletmiş ve Imam Muhammed, bir rivayette de Ebu Yusuf dişlerin altınla bağlanabileceğine cevaz vermişlerdir Diğer üç Imam da onlarla beraberdir Yani bu, cumhurun görüşüdür(Merginânî, hidâye, IV683; Kâsânî, bedâyi', V/(132; Mecmâ'ul'-Enhur, N6536; Dürrü'1-Müntekâ (dâmat kenarında), N/536; Vehbe ez-Zuhaylî, NI/544) Ortada henüz protez olarak altın diş kullanma olmadığından, ondan söz etmemişlerdir Delilleri, Sünen kitaplarımızda mevcut meşhur Arfece hadisidir Bu zatın cahiliyye döneminde Külâb isimli vadide geçen savaşta burnu kesilmiş, bunun üzerine gümüşten bir burun edinmiş, bu, koku yapınca da Rasulüllah Efendimiz (sav) kendisine altından bir burun edinmesini emretmişlerdir(Ebu Dâvûd; Hâtem 7; Tirmizi, Libas 31; Nesâî, Zinet 41; Müsned, IV/242, V/23) Imam Azam Efendimize göre bu sadece Arfece'ye ait bir durumdur Imam Muhammed'e göre ona ait olduğunu gösteren bir delil yoktur, öyleyse gümüş, ya da bir başka maden kullanıldığında, koku yapması veya sihhata zarar vermesi söz konusu ise dişlerini altınla tutturmak herkes için caizdir Bu sadece Hanefi Mezhebinde bulunan bir görüş değildir, diğer mezheplerden bir çok zevata, bu arada Ahmed b Hanbel'e göre de böyledir Selefimizden bir çok kişi de dişlerini altınla bağlamışlardır(Örnek olarak bk Bezlü'1-Mechûd'e Kandehlevi'nin ta'liki, XVN/123)
Alimlerimiz genellikle sözkonusu olaya dayanarak bunun caiz olduğu kararına varmışlardır(Bk Aliyyu'1-Kârî, Mirkât, IV6448; Tuhfetü'I-ahvezî, V/465; Avnü'1-Ma'bûd, XI/293;Hâsiyetü's-Sindî ale'n-Nesâî, VNI/164) Sonraları protez olarak altın diş yapma tekniği gelişince de Arfece'nin yapma burnuna kıyas ederek bunun da caiz olduğu söylenmiştir(Benzü'1-Mechûd, XVN/123) Hattâbî, zaruret bulunduğunda erkeklerin az mikdarda (zaruret miktarınca) altın kullanabilmelerinin mübah olduğu bu olaydan anlaşılır Dişleri altınla bağlama ve altının yerini alacak şeylerin bulunmadığı yerde altın kullanma bunun örneğidir, der(Avnü'1-Ma'bûd, XI/293) Zaten Imam Kerhî dişin altınla bağlanması caizdir, demiş (Kâsânî, age VI6132) ve ihtilaftan söz etmemiştir Imam Muhammed ise bu konuda sadece Imam Azam'ın ayrı görüşte olmasına adeta izah getirir ve der ki: "Dişin gümüşle bağlanması (herkese göre) caizdir Erkeğin altın ve gümüş kullanmasının haramlığı, yüzük dışında, eşittir Öyleyse diş altınla da bağlanabilir"(ay) Bu takdirde Imam Azam'ın haram demesi, mutlak (istisnaları olabilecek genel) anlamda anlaşılmalıdır ve zaruret hali ondan istisna edilir Işin altınla ilgili yönü budur
Diğer yönden, başta da değindiğimiz gibi, önceleri mes'eleye gusülle hiç alaka kurulmamış ve bu açıdan bakılmamıştır Hatta çıkan dişin yerine bağlanmasında ihtilaf edilmiş olsa bile, şer'i usüllerle boğazlanmış bir koyun dişi veya gümüş bir diş edinmekte, ihtilaf yoktur(Fetavâyi kâdihân (Hindiyye ile) NI/413; Hamid Mirzâ, ElFethur-Rahmanâ, lI/227-228) Halbuki, ister koyun dişi olsun ister gümüş diş olsun, çıkan diş yerine koyulduğunda orayı kapatacak ve dibine suyun ulaşmasına engel olacaktır Bu hoş görülmüştür, çünkü Islâm'da sihhat başta gelen nimetlerdendir Tedavî emredilmiştir ve bugün artık ağzın, hastalıklar açısından iç bünye için adeta bir gümrük kapısı görevi yaptığı, dişlerin de bu kapıyı çevreleyen demir teller durumunda bulunduğu, bir çok tehlikeli hastalığa çürük dişlerin sebep olduğu kesin bilinen bir gerçektir Dolgular da zaten altınla yapılmamaktadır Buna göre dişi çürüyen adama dişini hemen çektirmesini, dolgu yaptırmasının caiz olmadığını söylemek cahillik değilse de bir ifrat ve bir cinayettir Bütün fıkıh kitaplarımızın "yara sargısına mesh" bölümlerinde, nasıl yara olursa olsun, açık kalma ya da su değmesinden zarar görecekse sargısının üzerine meshedileceği, yaranın ömür boyu sürmesi halinde meshin de ömür boyu süreceği yazılıdır Hatta ufacık bir yara için, başka imkân yoksa, meselâ bütün bileği saran bir sargı kullanabilir ve sadece yaranın üzerinde değil, sargının diğer taraflarına da mesh edilir Bunun için sargıyı abdestsizken, hatta cünüpken sarmak bile hiç birşeyi değiştirmez Başka hiçbir delil ve içtihat olmasa dahi, sırf bu sargı mes'elesinden diş dolgusuna, ya da kaplamasına intikal edip onun da caiz olduğunu anlamak, müçtehidane yapılmış bir kıyas değil; herkesin anlayabileceği "ifadenin delaletiyle delaleti" kabilindendir
Ancak şunu da ilave etmek gerekir, bu gün sağlık açısından altının yerini alabilecek madenler bulunmuş ise ve kişinin de bunları kullanma imkânı varsa diş rengindeki protezler aynı görevi yapıyorlarsa erkeklerin altın diş kullanmaları yine caiz görülemez Kadınlar ise kullanabilirler Ama bunun bir ihtiyaçtan kaynaklanması, süs için yapılmış olmaması şarttır Çünkü Rasulüllah Efendimiz, "güzellik için dişlerini seyreltenlere (dişte estetik operasyon yaptıranlara) lanet" etmiştir Dolgunun, yani asıl dişin yerini alabilecek bir uygulama bulunamayacağı için dolgu (Allah'u a'lem) her zaman caiz olacaktır
Görüldüğü gibi Hanefi Mezhebinin usulü ne altın dişe ne de dolguya cevaz vermez durumdadır Bir Hanefi de zaruret varsa bunları yapabilir Öyleyse, cumhura göre gusülde ağzı yıkamak farz değildir, bu yüzden dolgu yaptıracak olan abdestte mezhebini değiştirmelidir, demeye de hiç gerek yoktur Ama sadece altın konusunda diğer imamlarla beraber Ebu Hanife'ye de uymak isteyenler altını kullanmayabilirlerse herhalde daha iyi ederler Dolgu ise zaten hepsine göre caizdir Değerli Hocam, Örnek Insan Merhum Doç Dr Ruhî ÖZCAN Bey bizzat sorduğumuzda diş dolgusunun caiz olduğunu söylemişlerdi Değerli Kardeşimiz Ahmet Akın ÇIGMAN Hoca da Ömer nasûhî BILMEN, Erzurumlu Ali Osman BEKTAŞ Hoca (Ruhi Bey kendisi için "Furu'u fıkıhta dünyada yektadır" demişlerdi), Şamlı Alim Abdürrezzak Halebi'nin altın dişe caiz dediklerini bizzat duyduğunu, Ibn Abidîn'in torunu Ebu'1-Yüsr Abidin den aynı fetvayı haber aldığını, Fıkıh Alimi Ilgazli Şeyh Ahmet Efendi den: ‚Taktı iseniz sökün demeyiz, takmadı iseniz takın demeyiz' diye dinlediğini bana anlattı Aziz büyügümüz Lütfi DOĞAN Hoca da eski Erzukum müftüsü Sadık Efendi'nin diş dolgusuna cevaz verdiğini söylediler Ayrıca Izmir'li Ismail Hakkı'nın hem altın dişe, hem de diş dolgusuna cevaz verdiği uzunca araştırmasını Sabîlü'R-Reşâd, Şaban ,1332-12 Haziran 1330/25 Haziran 1913 tarihli nüshasından alarak Muhterem Hayreddin Karaman Bey "İslam'ın Işığında Günümüz meseleleri" adlı eserinde yayınlamış (I/297 vd) ve M Zâhidü'L-Kevserî'nin de aynı görüşte olduğunu bir mektubunun kendilerinden mahfuz fotokopilerinden aktarmıştır
Cevap: İSLAM FIKHI ANSiKLOPEDiSi
DİŞ TEDÂVISI Diş ve ağız sağlığının önemi her geçen gün daha iyi anlaşılmaktadır Ağız sağlığı vücut sağlığı demektir Vücut sağlığına dikkat etmek gerektiği gibi, diş sağlığına da önem vermek gerekir Nitekim Peygamberimiz, dişleri misvaklamak (fırçalamak) hususunda "Ümmetime (veya insanlara) zor gelmeyeceğini bilseydim her namaz için misvak kullanmayı emrederdim " buyurmaktadır (Buhârî, Cum'a, 8)
Diş takma, doldurma, kaplama ve protez gibi olaylar, ağız sağlığını temin hususunda başvurulan çarelerdir Diş doldurma ve kaplamanın abdest ve gusüle zarar verip vermediği, bu kaplama ve doldurmalarda altın ve gümüş madenlerinin kullanılmasının dinen sakıncalı olup olmadığı konuları, inananların zihinlerini meşgul etmektedir Islâm'ın bu konulardaki hükümlerini araştırıp öğrenmek, müslümanları şüphe ve tereddütlerden uzaklaştırıp kalp huzuruna kavuşturacaktır
Kur'ân-ı Kerim'de dişleri kaplama ve dolgu yaptırma ile ilgili açık bir hüküm yoktur Hadis'te ise Ebû Davud, Tirmizî ve Nesâî'nin zikrettikleri Hz Peygamber'in, Arfece b As'ad'e altından burun yaptırmasını emir buyurmaları geçmektedir
Sahabîlerden Arfece b As'ad (ra)'ın Külâb savaşında burnu kesilmişti Arfece, gümüşten bir burun yaptırdı Aradan biraz zaman geçince burnunda kötü bir koku meydana geldi Bunun üzerine Rasûlullah (sas), ona altından bir burun edinmeyi emir buyurdular (Ebû Davud, Hâtem, 7; Tirmizî Libâs, 31; Nesâî, Zîne, 41)
Sallanan bir dişi gümüş bir telle bağlamak Imam Âzam'a, Ebû Yusuf ve Imam Muhammed'e göre ittifakla caiz olup mekruh değildir Altınla bağlamak ise Imam Âzam Ebu Hanife'ye göre mekruh diğerlerine göre mekruh değildir Gümüş koku yaptığı için altından burun taktırmak ise icma ile caizdir
Imam Âzam, çıkmış olan bir dişi tekrar yerine iade etmeyi mekruh görür Çünkü bu diş ona göre ölünün dişi hükmündedir Bunun yerine gümüş bir diş takılabileceği gibi, besmele ile kesilen bir koyunun dişi de konabilir ve gümüş bir tel ile bağlanabilir Ebû Yusuf, "Ben bunu Imam Âzam'a başka bir yerde sordum Çıkmış bir dişin iade edilmesinde bir sakınca görmedi", diyerek aynı konuda Ebû Hanife'nin ikinci bir görüşünü aktarmaktadır (Ibn Âbidin, V, 231)
Imam Muhammed, Arfece hadisini delil getirerek, dişi altın telle bağlamanın, kaplamanın ve altın diş takmanın caiz olduğunu söylemektedir Imam Ebû Yusuf da çıkan bir dişi yerine iade ederek gümüş veya altın bir tel ile bağlamakta veya onun yerine gümüşten bir diş takılmasında bir sakınca görmez
Buna göre, imamların, gerek abdest ve gusül açısından, gerekse altın ve gümüşün kullanılması bakımından dış doldurma ve kaplamada bir mahzur görmediklerini söyleyebiliriz Araştırmalardan Imam Azam, Imam Ebu Yusuf ve Imam Muhammed'in diş kaplama ve doldurmanın abdest ve gusüle engel olmadığı konusunda fikir birliğine vardıklarını görüyoruz Çünkü bunların üçünün de dişi gümüş tel ile bağlamanın ve gümüş bir diş takmanın caiz olduğu konusunda birleştikleri bilinmektedir Kâsânî'de tadbîb: kaplama kelimesi açıkça zikredilmektedir (Kâsânî, el-Bedâyiu's-Sanayı ; V,132) Gümüş tel ile bağlandığı zaman bu, telin geçtiği yerlere su varıp varmadığı meselesi olduğu gibi, koyun dişi veya gümüş bir diş takıldığı zaman bunların altına su ulaşıp ulaşmaması yine söz konusudur Dişi tel ile bağlama, kaplama veya başka bir dişi takma sebebiyle suyun ağızda ulaşmadığı yerler yüzünden abdest veya gusüle bir halel gelseydi bunu müctehidler mutlaka açıklarlardı Halbuki kaynaklarda böyle bir şey hiç zikredilmemektedir Bir de bu diş kaplama ve doldurma işi, aynı zamanda bir yara üzerine konan beze çebire'ye benzetilmektedir Abdest ve gusülde sargı üzerine mesih caiz olduğu gibi, ağzında kaplamalı veya dolgulu dişi bulunan kimsenin suyu çalkalaması yeterlidir Yoksa kaplama ve dolgu altına su işlemesini temin etmek zor olduğu gibi, çoğu zaman ağız sağlığına zarar da getirebilir Zaten bu konuda imamlar arasında herhangi bir görüş ayrılığı yoktur Onlar dişi kaplatmaktan bahsetmekte, fakat hiçbirisi, bunun abdest veya gusüle engel olduğundan söz etmemektedir Dişi kaplama gusüle engel olmazsa, doldurmanın da öncelikle engel olamıyacağı açıktır
Imamlar arasında ihtilaf sadece çıkmış olan dişin tekrar yerine iade edilmesi ile, altının kullanılmasındadır Dişi gümüş ile kaplama veya doldurmada herhangi bir görüş ayrılığı yoktur Bu konuda altın kullanılmasını Imam Azam caiz görmez, diğerleri ise bir sakınca yoktur derler
Netice olarak altın veya gümüş ile diş kaplama, doldurma ve protez yaptırmanın ve bunları kullanmanın Islâm açısından hiçbir mahzuru olmadığını söyleyebiliriz Ancak Hanefi imamları adet (ay hali) görmekte olan bir kadının bu müddet içinde kapladığı dişin temiz olmadığını ve dolayısıyla kadının abdestsiz kaldığını ileri sürdüklerini görüyoruz Fakat Imam Şafiî'ye göre ay hali gören bir, kadının dişini yıkayarak kaplatması caizdir
DİŞİ ALTIN VE GÜMÜŞ İLE KAPLAMAK CAİZ MİDİR? Diş, hayatı önem taşıyan bir organdır İslam dini onu korumak için tedbir almamızı emretmiştir Her yemekten sonra ağız ve dişlerimizi yıkamamızı emrettiği gibi misvak kullanmamızı da emretmişitr Peygamber (sav): "Yemeğin bereketi, ondan evvel ve sonra abdest almaktır” buyurur Başka bir hadiste de şöyle buyuruyor:
"Ümmetim için endişe etmeseydim, her namaz için misvak kullanmayı emir ederdim”Ağız ve dişleri temiz tutup misvaklamanın insan sağlığı için büyük faydaları vardır
Daha önce de beyan ettiğimiz gibi fırça da misvak sayılır Diş buzulursa onu doldurmak veya kaplamak elbetteki vücut ve sağlığın bir gereğidir Gusle de mani değildir Mani olsaydı ne altın, ne gümüş ile bağlamağa ve kaplatmağa müsaade edilmemesi gerekirdi Halbuki gümüş ile bağlatmak veya kaplatmak hususunda muhalefet eden de olmamıştır Bilittifak caizdir Ancak Hanefi mezhebinde altın ile kaplatmak hususunda ihtilaf vardır İmam Muhammed'e göre hem altın, hem gümüş ile bağlatmak ve kaplatmakta beis yoktur İmam-ı A'zam'a göre gümüş ile bağlatmak veya kaplatmak caizdir Fakat altın ile caiz değidir Ebu Yusuf ise bir kavle göre İmam Muhammed ile, diğer bir kavle göre İmam-ı A'zam ile beraberdir Münteka'da kayd edildiğine göre, İmam-ı A'zam da dişin altın ile bağlatılmasında (veya kapplatılmasında) bir sakınca olmadığı görüşündedir
En kuvvetli görüş İmam Muhammed'in görüşüdür Çünkü gümüş ile kaplatılırsa dişin etini bozar ve koku yapar Böyle bir fetva bulunduğuna ve her yerde bununla amel edildiğine göre aksini söyleyip halkı şaşırtmanın manası yoktur Ba husus Şafi'i mezhebinde özellikle zaruret olduktan sonra hiç beis yoktur Amma diş bozulmamış ise yani zaruret olmazsa erkek için altın kullanmak haram olduğundan dişi onunla kaplatmak asla caiz değildir Kulab vakasında Sa'id bin Arfece'nin burnu kesildi Önce gümüşten bir burun edindi Bozulunca Peygamber (sav) altından burun edinmesini emretti
BAZI KİMSELER FAZLA ÇOCUK YAPMAMAK İÇİN TEDBİR ALIP BiRTAKIM ÇARELERE BAŞ VURUYORLAR FAZLA ÇOCUK YAPMAMAK İÇİN TEDBİR ALIP DOĞUM KONTROLÜ YAPMAK CAİZ MİDİR? Doğum kontrolü mes'elesi ülkemizi ve İslam alemini aşan bir meseledir Her yerde ondan söz edilmektedir İslam aleminde münakaşası yapıldığı gibi, hiristiyanlık aleminde de münakaşası yapılmaktadır Asrımızda Mevdudi, Seyyid Kutub, Ahmed al-Şarbasi ve Sa'id al-Buti gibi zevat bu konuyu ele alarak durumu açıklamışlardır (Allah onlardan razı olsun) Bunların bir kısmı Türkçeye tercüme edilmiştir Bunun için bu konuda fazla bir şey söylemek icab etmez Yalnız bazı kimseler bu hususta kanaatimi sordukları için kısa da olsa bir şeyler söylemeye mecbur kaldım Evlenmek, Peygamber (sav)'in sünnetlerinden biridir Onunla ilgili çok hadis varid olmuşturEz cümle şöyle buyuruyor: "Nikah benim sünnetimdir" (İbn Mace) Evlenmenin birçok hikmetleri vardır
1- Fıtratın ihtiyacını karşılamaktır Kur'an-ı Kerim şöyle buyuruyor: "Huzur bulasınız diye cinsinizden sizin için eşler yaratması Allah'ın büyük ayetlerinden biridir" (er-Rum)
2- Neslin devamı ve beşeriyeten çoğalmasıdır Peygamber şöyle buyurur: "Evleniniz Çünkü ben sizin çoğalmanızla iftihar ediyorum" (Buhari, Müslim)
3- Şerefi muhafaza edip ahlaksızlığa düşmekten korumaktır Peygamber (sav) şöyle buyuruyor: "Ey gençler evlenmeye gücü yeten evlensin Çünkü o, gözü –harama bakmaktan- korur, zinadan da muhafaza eder (Müslim)
Durum böyle olmakla beraber iradesi kuvvetli olup gayr-i meşru hayata yaklaşmayacağını bilen kimsenin evlenmeyebileceği gibi, evlenen kimse de azl gibi bir yol ile çocuk yapmamak için tedbir alabilir Cabir bin Abdullah (ra) dan şöyle rivayet edilmiştir:"Kur'an-ı Kerim nazil olurken biz azl ederdik Bu durum Peygambere (sav) ulaştığı halde bizi men etmedi" (İbn Mace)
Azl'ın manası: meniyi dışarıya akıtmaktır Azl ile ilgili çok hadis vardır Bir kısmı onu hoş görmemiş ise de, kesin olarak yasaklayan bir hüküm de getirmemiştir Bunun için Cumhur-u ulemaya göre, kadının rızasıyla azl mübah kabul edilmiştir Hatta Şafii ulemasının birçokları kadının rızasını almak söz konusu değildir, diyorlar Fakat tamamaıyla tenasül cihazının görevine son vermek için ilaç kullanmak veya ameliyata başvurmak kesinlikle haramdır Bu husus için asla cevaz olmamıştır
Sa'd bin Ebi vakkas'dan rivayet edilmiştir: "Peygamber (sav), Allah'a kulluk etmek maksadıyla daimi surette evlenmeyi terketmek isteyen Osman bin Ma'zun'un dileğini reddettiİzin verseydi biz de kendimizi iğdiş edecektik"
Meni rahimde yerleştikten sonra nutfe ve alaka –kann pıhtısı- halinde iken herhangi bir ilaç ile onu düşürmenin caiz olup olmadığı hususunda ihtilaf vardır
Hanefi ulemasından meşayıh-i maveraünnehir, Cevahir al-Ahlati ve al-Nehr ile Şafii ulemasından Abu İshak el-Merzedi ve Remli'nin sözünden anlaşıldığına göre ma'zeret olmasa da caizdir (al-Fetava'l-Hindiyye, Şebramilisi) Gazali, İbn Hacer, la-Bahr ve Hanefi mezhebinde racıh kavle göre ma'zeret olmazsa caiz değildir (İbn Abidin)
Ama meşru bir ma'zerete binaen onu aldırtmak veya ilaç ile onu düşürmekte beis yoktur Meşru mazerete birkaç misal:
1- Hamile kadının hastalığını artıracak veya helakine vesile olacak hastalığın bulunması
2- Çevrenin çok bozuk olup, fitne ve fesadın azgın halde olması, yani doğacak çocuğun ahlakını bozacak mahiyette olması,
3- Fakr ve zaruretin hüküm sürmesi, ibn Vehban şöyle diyor: Hamile kadının hamlı alınmadığı takdirde, emzikli çocuğunun sütü bozulup babasının da fakir oluşu yüzünden kendisine süt verecek bir kadın bulamamış olması bir mazerettir (İbn Abidin)
__________________
Cevap: İSLAM FIKHI ANSiKLOPEDiSi
DOĞUM KONTROLÜ CAİZ MİDİR? 1 Günümüzde insanlar, fakirlik gibi ekonomik gerekçelerle çocuk sahibi olmaktan alıkonulmak isteniyor Dinimiz açısından biz bu konûya nasıl yaklaşabiliriz?
Önce son cümlenizden başlamama izin verin lütfen Bizim zaten "dinimiz açısından" başka bir açımız yoktur İslamın kapsamlılığını iyi kavrarsak, bu açının herşeye bakılabilecek kadar geniş olduğunu görürüz Aksi, çifte standardın doğmasına sebep olur ki, bunun da ne demek olduğu açıktır Şimdi sorunun esasına gelelim: Ali Efendimizin "batıl için söylenmiş hak bir söz" diye bir ifadesi vardır Yani doğru olan bir hüküm, bâtılı ve yanlışı desteklemek için de söylenmiş olabilir Batı, kendi doğal kaynaklarını bitirmek üzere Yüzyıllardır sömürmekte olduğu doğuya uzanan hortumları, çogalan nüfus sebebiyle kesilme tehlikesiyle karşı karşıya gelince, doğudaki nüfus artışını önlemek istiyor Özellikle Türkiye için bir başka sebep de, yarın Avrupa Topluluğunda temsilcilerin nüfusa göre tesbit edileceği gerçeği Onlar kendi içlerinde nüfusu çoğaltıcı tedbirler alıyor, bir yönden de on milyonlarca insanı bir anda öldürebilecek nükler silâhlar geliştiriyorlar, sonra da "biz gelecekte insanları açlıktan öleceğinden korkuyoruz" diyerek, bizdeki ağızlarıyla nüfus planlaması edebiyatı yaptırıyor ve aç insanımıza prezervatif dağıtıyorlar Bize de "Islâm şöyle demiş, böyle demiş" dedirtilerek buna çanak tutuluyor Tıpkı, plajların haram yönleri söz konusu edilmeden, "denize girmek orucu bozar mı" diye sorulduğu gibi Halbuki, doğum kontrolü câiz olsa dahî, böyle bir durumda: "Islâmda, aslında caîz olan bir şeyi Islâm düşmanları istismar etmeye kalkarlarsa ne yapmak gerekir?" diye sormalıdır Şimdi bu noktayı hep göz önünde bulundurarak diyebiliriz ki: Islâm fıtrat dinidir Fıtrat, kadını erkeğe, erkeği kadına çeker Birleşmelerinin zorunlu sonucu ise, neslin türemesidir Dolayısıyla tabii ve fitrî bir olguyu genel anlamda engellemek (devlet politikası olarak demek istiyorum) insâni ;ve Islâmî değildir Rızkın kısalacağı korkusunun şeytandan kaynaklandığını, Allah'ın her canlının rızkını vereceğini Kur'ân-ı Kerîm haber verir Bu konuda çok âyet-i kerîme ve hadîs-i şerifler vardır Işin fert düzeyinde olması ise ayrı bir konudur
2 Doğum kontrol metodlarını ve bunların fıkhî hükûmlerini tek tek ele almadan, genel olarak "çocuk sahibi olmamaya çalışmanın"hükmünü sorabilir miyiz?
Dediğimiz gibi Islâm fıtrat dinidir Bu noktayı her halükârda göz önünde bulundurmak gerekir Fıtrîliğin tabiî sonucu çocukların doğmasıdır ve fıtrata (doğal oluşa) müdahale ise hoş karşılanmamış, ancak "kimse çocuk yapmâyı engelleyici davranışlarda bulunmayacak" diye de tenbih edilmemiş, hatta "azıl"e, hoş görünmese dahi, müsaade edilmiştir Azılde aslolan korunmadır Dolayısıyla bunun su ya da bu yöntemle olması, tıbbî sakınca ve başka haramlar içermedikçe, birşey değiştirmez Yani onlar da azıl gibidirler Ancak bu fertler için söylenebilecek bir olaydır Bir "azîmet" (yani zor olmakla birlikte işin en iyisi, en uygunu) değil, bir "ruhsat" (yani bir tolerans, zayıflara bir izin)tır Korunmanın hiçbir şekli zararsız değildir Bu bile tek başına onun hoş bir şey olmâdığını gösterir Hattâ materyalist bir tıp doktorunun şu ifadeleri ilginçtir "Çocuk olmaması yolunda alınan tedbirlerin hemen hiçbiri tehlikesiz değil gibidir Herhalde bu, çocuk istemeyenlerden tabiatın öç almasıdır" Bu yüzden fıkıhçıların bazıları; meşru bir mazeret olmaksızın korunmanın, yani doğum kontrolününün câiz görülemeyeceği kanaatindedirler Mazeretler arasında da "salt aç kalma endişesi" bulunmamaktadır Ancak dediğimiz gibi, mazeret olmaksızın korunmanın, hoş olmamakla birlikte, câiz olduğunu söyleyenler de vardır
3 Kullanılan metodlardan ikisi de spiral gibi rahim içi âletler ve haplar Bunların zararlı yönlerinin bulunduğunu da düşünürsek, fıkhî hükümleri ne olabilir?
Bunların birer korunma yöntemi olmaları açısından bir önceki soruda söylediklerimizi tekrarlamış olalım Tıbben zararlı oluşları, Islâmi açıdan en azından teşvik edilen ve "lekesiz helâl ve hoş" bir şey olmadıklarını gösterir Çünkü hakkında nas olmayan konularda islâm "âdil tıb"bı hakem sayar Ancak hoş olmasalar dahî, açıkça haram ilan kılınmamışlardır Hatta Ibn Âbidîn: "Kocanın izni ile kadının, rahminin ağzını kapatma hakkıvardır" diye bir ifade nâkleder ki bu, spiralden başka bir şey değildir Ancak bir mazeret olmadan spiral taktırmak için kadın, avretini bir başka kadına dahî gösteremez
4 Azlin hükmü nedir?
Genellikle câiz görülmüştür: Mazeret olmadan câiz olmaz diyenler de vardır Ancak câiz diyenler de bir ruhsat olduğunu, iyi olanın azıl dahi yapmamak olduğunu ve kadının izni olmazsa câiz olmayacağını da kabul ederler
5 Sözünü ettiğiniz mazeretler, ya da doğum kontrolünü câiz kılan haller nelerdir?
Özet olarak söylersek: Kadın emzikli olup yeniden hamile kalmasıyla bebeğine zarar gelecekse, ortam kesinlikle edepli bir çocuğun yetiştirilemeyeceği kadar bozuksa, hamile kalması tıbben sakıncalı görülürse, hattâ Gazâli'ye göre erkek; eşinin formasyonunun ve güzelliğinin bozulmasından endişe ederse, helâl olan korunma yolları uygulayabilir Ama bu sonuncusunu herhalde sadece kadına düşkün ve bu yüzden fitneye düsebilecek erkekler için söylemek gerekir
__________________
DOĞUM KONTROLÜ
Doğumun kontrol altına alınması, nüfusun çoğalmasının sınırlandırılması, istenmeyen gebeliğin önlenmesi amacıyla uygulanan ve siyasî, iktisadî, demografik, tıbbî, ahlâkî, sosyal ve dinî yönleri bulunan bir kavram Aile plânlaması, nüfus plânlaması gibi yaygın adlandırmalarla yapılan doğum kontrolü, eski çağlardan beri uygulanmasına rağmen, esas olarak ondokuzuncu yüzyılda Batı Avrupa'da doktrin olarak ortaya atılmış ve hızla bütün dünyaya yayılmıştır En eski eserlerde bile bu konuya dair bilgiler bulunmaktadır Tarih boyunca hangi millet veya dinden olursa olsun insanlar, "gebeliği önleme metodları" üzerinde durmuşlardır Ancak yirminci yüzyılda dînî ve ahlâkî bakış açılarının değişmesi, ve teknolojinin ilerlemesi sayesinde, doğum kontrol yöntemleri ve araçları bütün kitlelere yaygın bir hareket haline gelmiş; serî ve çok sayıdaki doğum kontrol aracı üretimi ve bunların serbestçe satılması ve alınması, koruyucu hekimliğin gelişmesi, doğum kontrol ilâçlarının çoğalmasıyla, bu hareket geniş çapta uygulanır olmuştur
Çeşitli doğum kontrol yöntemleri gelişip yaygınlaşmadan önce dinlerde "azl" metoduyla gebeliği önleme bilinmekteydi Yahudiler ve hristiyanlar ve sonra da müslümanlar, istenmeyen gebeliklerin önlenmesinde azl metodunu uyguluyorlardı Doğu dinlerinde de azl metodu uygulanıyordu (Encyclopedia Britannica, "Birth control", III, 705; Moye W Freymann, Encyclopedia Americana, "Birth control", mad, IV/4-7; Eski Ahit, Tekvin, 22/15-17; Ebu'l-Ala Mevdudi, İslâm Nazarında Doğum Kontrolü, İstanbul 1967; M Esad Kılıçer, "İslâm'da Aile Planlaması", AÜİF Dergisi XXIV, Ankara 1981, 494 vd; Halil Gönenç, Günümüz Meselelerine Fetvalar, İstanbul 1983, 176-178)
İslâm dini, kürtajı kesinlikle cinayet olarak kabul etmiştir Aynı şekilde, insana zarar verici her çeşit tıbbî müdahaleyi, kısırlaştırmayı doğum kontrolünün dışarıdan zorla yaptırılmasını da yasaklamıştır Doğum kontrolü uygulanmasının çeşitli sebepleri vardır:
1 Güvenlik endişesi, gelecek korkusu, açlık ve yoksulluk sorunu
2 Devletin, nüfusun artması veya azalması üzerine, doğumları teşviki veya sınırlandırılmasını sağlaması
3 İstenmeyen gebelikler
4 Doğumu mümkün en iyi şartlara ertelemek arzusu
5 Çok çocuğun rahat yaşamayı engelleyeceği, ancak ekonomik yönden rahatladıktan sonra çok çocuk yapmayı istemek
6 Hastalıklar Hastalıkların çocuğa da geçeceği düşüncesi AIDS, Verem vs
7 Cariyenin çocuğu olursa, azad edileceği yani satılamaması düşüncesi (Bu sebep, İslâm hukukunun uygulandığı zamanlarda geçerlidir)
8 Fazla çocuğun, ibadete ve ilme engel olacağı fikri
9 Yeni bir gebeliğin kadın için tehlikeli olması veya memedeki çocuğuna zarar verme durumu İslâmî anlayışa göre, zaruretler ve hastalıklar dışındaki diğer sebepler anlamsız bulunmaktadır
Çeşitli doğum kontrol yolları ve araçları bulunmaktadır, ancak bunların birçoğu kesin olarak gebeliği önlememektedir:
1 Azl, yani erkeğin, cinsî ilişkiyi yarıda kesmesi
2 Ritm (takvim) usûlü Bu usulde, kadının doğurgan olmadığı tehlikesiz dönemlerinde cima yapılması gerekmektedir
3 Ağızdan alınan ilaçlar Bunların çeşitli yan etkileri vardır
4 Prezervatif (kondom, kaput) Spermatozoidlerin dölyatağı boşluğuna inmesini önlemek içindir Aynı zamanda son yıllarda resmen propagandası yapılmış ve çağın en korkunç hastalığı olan AIDS'e karşı en iyi korunma aracı olarak sunulmuştur Ayrıca kadın kondomları da vardır
5 Rahim içine konulan aygıtlar Diyafram, kremler, süpozituarlar, tamponlar, spiraller
6 Kürtaj
7 Kısırlaştırma 8 Lavaj 9 Laparoskopi
Başta azl olmak üzere, bütün bu doğum kontrol araçlarının çeşitli yan tesirleri ve tehlikeleri mevcut bulunmaktadır Hepsi de fıtrata ters olup, doğal birleşmeyi engellemektedir Bunlar, orgazmı (doyumu) önlemekte, psikolojik sinirsel rahatsızlıklara yol açmakta, imtizaçsızlığa sebep olmakta ve bunalım çıkarmaktadır
Bunlar, kadının isteği dışında yapıldığında onun çocuk sahibi olmasını engellemekte ve tatminsizliğe neden olmakta; nasıl olsa çocuk olmayacak fikri yaygınlaşarak kadını fuhşa teşvik etmektedir
İslâm dininde "azl" vasıtası ile doğum kontrolü meselesinde dört büyük imam, cevaz yanlısıdırlar Yine de fukaha arasında azl meselesi ihtilâflıdır Çeşitli mezheplerde azl için mekruh, caiz, mübah, helâla yakın mekruh, haram gibi hükümler verilmiştir Kürtaj ve çocuk düşürmek cinayet olarak görülmüş; ancak gebeliğin ilk yüzyirmi günü içerisinde, cenin henüz canlı bir varlık haline gelmeden çocuğun düşürülebileceğini de caiz görmüşlerdir (İbn Âbidin, Terc A Davudoğlu, İstanbul 1983, VI 32 vd; Yusuf Kerimoğlu, Emanet ve Ehliyet, İstanbul 1985, 116; Melâhat Aktaş, İslâm Toplumunda ve Çağımızda Kadın, İstanbul 1982, 67)
Azl (kesik cima, meninin kadından uzaklaştırılması), hakkında Kur'ân-ı Kerim'de bir beyan yoktur Hz Peygamber (sas)'den bize gelen rivayetlerde de azl konusunda O'nun açık bir yasaklaması bulunmamaktadır (bk Azl mad) Bu sebeple azli, cumhur, mübah olarak görmüştür Azli mübah görenler onu, zarûrî hallerde caiz bulmuşlardır Azle karşı olan alimler ise, ashabın çoğunluğunun ve bizzat Peygamber'in azle karşı olduğunu, Peygamber'in azl konusunda soru soranlara "isterseniz yapmayın" demesinin yasaklamaya daha yakın olduğunu söylemişlerdir Kıyas yoluyla bazı ulema da doğum kontrolü için şunları söylemiştir: Gazâlî, "Azl, nikâhı terketmek gibidir" der (Gazâlî, İhyâu Ulûmid-Din, II, 41 vd) Caferiye mezhebi, çocuğun millet ve ana-babanın ortak bir malı olduğunu belirtmiş zarûret sebebiyle doğum kontrolünde azl yolunu câiz görmüştür Dürzîler, ailelerin özellikle fakirlerin az sayıda çocuk sahibi olmalarının iyilik ve takvaya daha yakın olduğunu söylemişlerdir İbn Kudâme, azlin mekruh olduğunu, onun darü'l-harb'te caiz olacağını belirtir İmam Nevevî de, azli ved'e benzeterek, mekruh olduğunu söyler İbn Hazm da aynı görüştedir Mevdûdi doğum kontrolünün İslâm'la bağdaşmadığını savunur O, doğum kontrolünün ümmet çapında bir hareket olmadığını; birkaç sahabînin bu yola başvurduğunu; büyük çapta bir hareket olsaydı Hz Peygamber (sas)'in bunu yasaklamış olacağını belirterek, ancak zarûrî hallerde, kadının gebe kalmasının onun ölümüne yol açması ihtimali veya memedeki çocuğun ardından hemen ikinci bir doğumun memedeki çocuğa zarar vermesi durumu gibi zarûret(erde tedbir alınabileceğini söylemektedir (Mevdûdî, İslâm Nazarında Doğum Kontrolü, İstanbul 1967) O, fakirlikten dolayı ailelerin çocuktan kaçınmalarını suç olarak telâkkî eder Delîl olarak İsrâ Sûresinin "Fakirlik korkusuyla çocuklarınızı öldürmeyiniz Sizi de onları da biz besliyoruz Onları öldürmeniz büyük günahtır "(el-İsrâ, 17/31) âyetini getirir ve En'âm Sûresinin 140 âyetine dayanarak helâli haramlaştırmamak gerektiğini söyler Mevdûdî, doğum kontrolün,ün İslam'ın temel ilkelerine ve özüne aykırı olduğunu, bunun nüfus azalması ve fuhşa teşvik yolu olduğunu da belirtmektedir TC Diyanet İşleri Başkanlığı, devletin resmi politikasına uydurmak maksadıyla 1960'da başkan Ömer Nasuhi Bilmen'in uygun bulmasıyla "ilkaha mâni tedbir almakta kadının rızası şart olup, zaman gereği çocuğun kötü yetişeceği, harp veya seferde bulunulması ve benzer sebeplerle bu şartın da sâkıt olacağı ve dolayısıyla azlin, bir kısım ashab ve ulemanın kerih görmelerine rağmen, yine bir kısım ashab ve cumhûr-ı ulemaca caiz görüldüğünü" savunmuştur Çeşitli fetvalarda, ulema, zarûret yoksa herhangi bir şekilde gebeliği önlemenin câiz olmadığını, ancak tehlikeli hallerde azlin de, ilaç almanın da caiz olduğunu söylemiştir Ancak hiçbir zaman "devamlı doğum kontrolü"nden yana olunmamıştır Hz Peygamber'in "Azl yapılsa da, yapılmasa da; Allah'ın dilediği her canlının kıyamete kadar dünyaya geleceğini" söylemesini (Buhârî, Nikâh, 42; Müslîm, Nikâh, 1438; Neseî, Nikâh 107/6; Ebû Dâvud, Azil, 2170-2173; Tirmizî, Bâbu Kerâhiyeti'l-Azli, 1138) kaynak olarak alan ve doğum kontrolüne istisnai hallerde cevaz veren İslâm uleması, genel olarak şu delillerle doğum kontrolüne karşı çıkmaktadırlar: Fakirlik korkusu için: Allah, kadınları sadece hoşça vakit geçirmek için yaratmamıştır Kadınla erkek arasındaki ilişki, tarla ile çiftçi arasındaki ilişki kadar ciddîdir Çiftçi tarlasına sadece hoşlandığı için değil, onu ekmek ve ürün almak için gider Aynı şekilde bir erkeğin de karısına çocuk üretmek amacıyla yaklaşması gereklidir Bu, sünnettir ve çocuk, ailenin esas amacıdır Allah, "Kadınlar sizin tarlanızdır, o halde tarlanıza nasıl dilerseniz öyle varın" buyurur (el-Bakara, 2/223; Ebû'l-Âlâ Mevdûdi, Tefhimû'l-Kur'ân, İstanbul 1986, I, 151) Rızık korkusu, basit bir iddiadır Allah, milyonlarca canlının rızkını vermektedir; O, Hâlik ve Rezzâk'tır İnsan, Allah'ın denge ve düzenine, açlık korkusuyla müdahale etmemeli, fıtrî yapıyı, tabiî cinsî yakınlaşma yolunu ve çocuk edinme nimetini kendine kapamamalıdır Özellikle, kısırlaştırma kesinlikle düşünülmemelidir Allah'ın yarattığını değiştirenler müslüman olamaz (en-Nisâ, 4/119) Ancak Allah dilediğini kısır kılar (Şûrâ, 42/49-50) Fazla çocuk istenmemesi gerekçesini de İmam Şâfiî şöyle tenkid etmiştir: Allahü Teâlâ'nın Nisâ sûresinde "Aralarında adalet yapamamaktan korkarsanız bir kadınla yetininiz" şeklindeki beyanı, fazla çocuk olup, aile efradınız ve sıkıntınız artmasın anlamındadır
İslâm Peygamberi (sas), ümmetinin çokluğuyla övüneceğini, doğurgan kadınlarla evlenmelerini ve sünnetinden yüz çevirenlerin müslüman olmadıklarını, ümmetine öğütlemiştir (İbn Mâce, I, 592)
Doğum, bebeğin dünyaya gelişi, olağanüstü bir olaydır Âyetlerde buyrulduğu üzere herşey bir ölçüye göredir, ve insan dokuz ay ana karnında ve memede bu evreyi geçirir (Lokman, 31/14)
Hz Peygamber sevdiklerine "mal ve evlad bolluğu" için dua ederdi Amellerde esas Allah rızasıdır Birşey ya helâldir, ya haramdır Evliliğin iki ana hikmeti vardır: fıtraten kadın ve erkek olarak yaratılmış iki karşı cinsin birbirini tatmini ve bu yolla neslin devamı Zaten insanlar her ne yapsalar, "O'nun bilgisi olmadıkça ne meyveler kabuklarından çıkar, ne bir dişi gebe kalır ve ne de doğurur " (Fussilet, 41/47) şeklindeki ilâhî hükümden uzak değildirler İnsanlar kendi kendilerine azab ve zulüm ederler Meni rahme boşaltılsa bile bazen çocuk olmaz; meniyi rahimden kaçırmak isteyenin ise çocuğu olabilir Bu, eninde sonunda Allah'ın kudretinde olan bir olgudur Doğal cinsî yakınlaşmayı bozmayan müslüman, çocuk talep etme niyeti ve eylemi ile ayrıca sevap da kazanmakta; oysa doğum kontrolü yapan, en azından bir sevaptan mahrum olmaktadır Doğum kontrolü yapanlar, fıtrî yapıyı bozmakta, değiştirmekte, iptal etmektedir ki; eğer zarureti yoksa bu, açıkça sünnete karşı gelmek anlamını da taşımaktadır Kaldı ki, Rasûlullah, "Nikâh benim sünnetimdir; kim benim sünnetimi yerine getirmezse, benden değildir Evlenin; zira ben diğer ümmetlere sizin çokluğunuzla iftihar edeceğim " (bu hadisi değişik lâfızlarla Buharî, Müslim, Ahmed b Hanbel, Taberani, Hakim ve Beyhaki, İbn Mace kitaplarında yazmışlardır) Evlenme, bir ibadet, bir sünnet olduğuna göre; Şeriata bir bütün olarak bakıldığında, evlenmiş olanların, doğum kontrolü yapmaları bekârlığın bir başka türü, veya sünnete karşı çıkış olarak değerlendirilmektedir İster ana rahmine çocuk düşmesini engellemek, isterse rahimde teşekkül etmiş cenînin yaşamasına mani olmak olsun, her ikisinde de ana amaç, istenmeyen bir gebelik veya istenmeyen bir çocuk ise, bunun çelişik, bir müslümandan zaten beklenmeyecek bir hareket olduğu açıktır
Hz Peygamber, emzikli bir kadının yeniden gebe kalmaması için onunla ilişkiyi ertelemek veya ilişkide kontrol uygulamak konusunda da ümmetini serbest bırakmıştır Gîle, Gayl, Gıyal şeklinde geçen meselede, bugün tıp, memedeki çocuğun sütünün sonraki çocuk için zararlı olduğunu söylemiştir Ancak bu konuda, "Anneler çocuklarını iki bütün yıl emzirirler (Bu hüküm), emmeyi tamam yaptırmak isteyen(ler) içindir" (el-Bakara, 2/233) şeklindeki Kur'ân âyetini, iki çocuk arasında iki yıl müddet bırakılmalıdır şeklinde yorumlayanlar da olmuştur Bu çevreler üst üste yapılan doğumlarda gebe annenin çok yıprandığını, kendisini toparlayamadığını; memedeki çocuğa gereken önem verilemeden diğer bir çocuğun ardından gelmesiyle, ek yardım yollarından yararlanmayan çağdaş karıkocadan ibaret olan çekirdek ailenin, ekonomik açıdan da çok zor durumlarda kaldığını; gelir düzeyi düşük bu ailelerde, kadının, "çocuk üretim fabrikası" gibi ardı ardına çocuk doğurmasının başka bir azab olduğunu ileri sürerler Demek ki, her çocuk arasında en az iki yıl bırakılmalıdır Bu mesele her ne kadar erkek ile kadın arasında bir mesele gibi görünüyorsa da; doğum kontrolü, yani çocuk yapmayı önleyici düşünce ve uygulamalar, sosyal adalet, İslâm ülkesi, çocukların bakım ve eğitimi, çevre şartları gibi etkenlerle de yakından ilgilidir
Sonuç olarak, "Allah'ın kaderi olmaksızın cinsî münasebetin çocuğa götürmemesi veya çocuk olması mümkün olmadığına göre, korunma niye?" diye düşünülsün; isterse doğum kontrolü yapan hakkında, "tarlayı sürmekten yüz çevirdi, tohumunu zâyi etti, yaratılışı âtıl bıraktı, sünneti terketti, zürriyetini kuruttu" tarzında hüküm verilsin; veya doğum kontrolü kavramı, çağdaş bir zorunluluk ve dayatma şeklinde algılansın, bu kabul edilmesi mümkün olmayan bir düşüncedir Ama, İslâm'da doğum kontrolü konusu için ictihad gereklidir İsteyen müctehid azl veya başka yöntemlerle doğum kontrolü hakkında caizdir veya değildir gibi ictihad edebilir Bu da aslında İslâm devleti âlimlerinin vereceği karara ve ictihada dayalı bir husustur Çünkü gebeliğin veya doğum kontrolünün sebep ve sonuçlarına katlanacak olan, aile fertleridir
Cevap: İSLAM FIKHI ANSiKLOPEDiSi
DOĞUMUNUN TEHLİKELİ OLMASI GİBİ BİR DURUMDA ANNE KÜRTAJ YAPTIRABİLİR Mİ? Cenine ruh üflendikten sonra (yüzyirmi gün) kürtaj ya da düşük yapma annenin hayat tehlikesi dışında hiçbir sebeple câiz değildir Hayat tehlikesini de ancak âdil (yani Islâmi her şeyiyle düstûr seçmis ve farz ibadetlerini yapan) bir doktor tesbit edebilir Ruh üfleninceye kadar ise kürtaj ve düşürmenin sebepsiz yere yapılması yine haramdır, ya da bazılarına göre mekruhtur Sebep varken yapılmasm ise bazı âlimler câiz görmüşlerdir Ortamın bozuk olup çocuğun Islâm terbiyesiyle yetiştirilememe ciddi endişesi ve gebeliğin, emzirmekte olan kadının sütüne zarar vermesi bu tür sebeplerden sayılmıştır Doğumun zor olması, hayatî tehlikeye dönüşmedikçe, kürtaj ve düşürme için bir sebep sayılamaz Becerikli ebeler doğumu belli ölçüde kolaylaştırabilirler
__________________
DOLAR FARKI VE FAİZ Dört yıl öncesine kadar Libya'da Çalışan kardeşim, çalıştığı firmadan alacağı olan 5500 doları, uzun mahkemeler sonucu, doların o zamanki fiyatı üzerinden (600TL) Türk Lirası olarak, ,şu anda %30 faiziyle birlikte alıyor Faiziyle beraber Dolar 900 TLna gelmiş oluyor Halbuki şu anda Dolar yaklaşık 1600 TL Aldığıbu fark faiz olur mu?
Anlaşılan kardeşiniz Dolar karşılığı çalışmış, firma da kendisine dolar borçlamıştır Öyleyse alacağı da dolardır Firma eğer mevcut sistemlerin açığından yararlanıp bunu borçlandığı zaman itibariyle Türk Lirasi olarak ödemeye kalkışıyorsa haksızlık ediyor ve borcunun bir kısmını vermiyor demektir O zamanki hesapla mahkemece terettüp ettirilen faiz aslında pozitif (gerçek) bir fazlalık olmadığından faiz sayılmaz, alabilirsiniz Hatta herhangi bir yolla kalan farkı da alabilirsiniz Böyle konularda Hanefi Mezhebindeki fetva Ebu Yusuf'un görüşüne göredir Ona göre borçlu borcunu öderken, borçlandığı (yani borcun zimmetine yüklendigi) gündeki değeri öder(Ibn Abidin, Tenbîhu'r-Rukûd, N/60, 61)
Cevap: İSLAM FIKHI ANSiKLOPEDiSi
DOMUZ TİCARETİNİN, AVLAYIP SATMANIN HÜKMÜ NEDİR? Domuz eti ve şarap gibi, bize göre mal olmayan, fakat hiristiyanlara göre mal olan şeyleri para karşılığında değil de, mal karşılığında onlara satmak, bâtıl değil, fâsittir Yani haram olan bir davranışta bulunmuş olmakla beraber, karşılığında alınan mala sahip olunur Para karşılığında satmakta, değer verilen taraf para değil, eşya olduğundan, halbuki, bu tür şeylere Islâm değer vermemizi emrettiğinden, parayla satışları bâtıldır, hiçbir sonuç doğurmaz Yani alınan paraya mâlik olunmaz ( Merginânî, Hidaye NI/42; Dürrü'I-Müntekâ N/54; el-Inâye alelHidâye VI/405-406; Zeyla'î, Tebyîn ve Hâsiyesi; Selebî IV/44) Fakat fâsiti câizle karıştırmamak gerekir Yani bir müslümânın, eliyle boğazlamış olsa bile domuz etini satması câiz değildir Halbuki" domuz dışındaki vahşî ve eti yenmeyen hayvanları inek boğazlar gibi boğazlarsa etlerini satabilir( Hindiyye N/115)
_______________
DÖRT MEZHEB'DEN BAŞKA BİR MEZHEBİ TAKLİD ETMEK CAİZ DEĞİLDİR Aslında Kur'an ve sünnetin terbiyesi altında; bildiğimiz dört müctehid'den başka; Sa'id bin al-Muşeyeb, Ata, Sufyanal-Sevri, Sufyan bin Uyayne, Evza'i ve Davud gibi birçok müctehid yetişmiştir Ama bunların mezhebleri zamanında tedvin edilmediği için yayılma isti'dadı göstermediler Ancak Zeyd bin Ali ile Ca'fer al-Sadık'ın mezhebleri, zamanında tedvin edilmediği halde onların mezhebinde bulunduklarını iddi'a eden Zeydiye ve Ca'feriye fırkaları vardır İbn Salah dört mezheb'den Başka mezhepleri taklid etmenin caiz olmadığına dair icma'ı nakletmiştir
Bu hakk mezheplerden birisini taklid eden kimse hayatı boyunca o mezhebde kalması gerekmez İstediği zaman tamamen veya kısmen başka bir mezhebi taklid edebilir
İbn Hacer şöyle diyor: Bir kimse bir mes'elede tabi olduğu mezhebden başka bir mezhebi taklid ederse o mes'eleye bağlı olan şeylerde de taklıd etmesi gerekir Mesela namazda Hanefi mezhebini taklıd ederse abdest ve gusulde de taklid etmesi lazımdır
İbn Ziyad ise diyor ki: Namaz ayrı, abdest ayrıdır Namazda Hanefi mezhebini taklid eden kimse abdestte de onu taklid etmesi gerekmez Yani abdesti Şafii'ye göre alır, namazı Hanefi'ye göre kılarsa beis yoktur
Ulema'nın çoğu bu dört mezheb'den birisini taklid etmenin lazım olduğunu söylüyor
Bazıları da mu'ayyen bir mezhebe bağlı olmak gerekmez diyor
Herhangi bir mezhebi nazar-ı i'tibara almadan bilen kimseye, bilinmeyen mes'ele sorulabilir Al-'izz bin 'Abdüsselam ve al-Şeref el-Barizi böyle fetva vermişler Gazali de bu kana'attedir Binaenaleyh bir kimse bir mezhebe bağlı kalmadan Allah'a kulluk ederse dinsiz değildir Ancak mu'ayyen bir mezhebe bağlı kalarak Allah'a te'abbud etmek daha iyidir Gerektiği zaman başka mezhebi taklid etmek de caizdir
Cevap: İSLAM FIKHI ANSiKLOPEDiSi
DÖVİZE ENDEKSLİ TAHVİL Örnek: Dövize Endeksli PTT Tahvilleri
a) 104 milyon DM ve 56 milyon dolar tutarında tahvil ihraç edilmiştir
b) Tahvil sahipleri, Batı Alman Markı'na endeksli tahviller için yıllik %5, ABD, Doları'na endeksli tahviller için yıllik % 8 faiz alacaklardır Ayrıca Dolar ve Mark'ın kur değişmeleri de tahvil gelirlerine aynen yansıyacaktır
c) Tahvil satışları, satış gününde Dolar ve Mark'ın TC Merkez Bankası'nca uygulanan "Efektif Alış Kuru" üzerinden Türk Lirası olarak yapılacaktır
d) Tahviller 6 yıl vadeli olup faiz ödemeleri 6 ayda bir yapılacaktır
e) Anapara ödemesi ise, son yıla ait 12 faiz kupon ödemesi ile birlikte ve 6 yıllık vadenin son gününde TC Merkez Bankası'nca uygulanan "Efektif Alış Kuru" üzerinden "TL"e yapılacaktır
Faizli bir muamelenin Islâm'ca onaylanmayacağı açık Ancak bir müessesenin faizle iş yapıyor olması, onunla kurulacak meşru bir şirkete ortak olunamaz anlamına da gelmez Elverir ki, kurulacak şirket faiz esasına dayalı olmasın ya da daha başka haram unsurlar ihtiva etmesin Herhangi bir şirkete hisse senediyle ortak olma söz konusu olunca Islâm hukuku açısından "Şirket-i Inan" karşımıza çıkar Ya da mürekkep bir şirket çesidiyle karşılaşırız Bunun gerek kurucularında, gerekse işleyişinde aranan şartlar fıkıh kitaplarında detaylıca anlatılır Sizin sorunuz açısından önemli olabilecek şartını belirtmemiz cevap için yeterli olur sanıyorum Bundan sonraki araştırmamızda da daha geniş cevap arayacağız: Ortaklardan birine belirli bir kâr garanti edilmesi caiz değildir Çünkü ticarette kazanmama, hatta kaybetme ihtimalı de vardır Böyle bir şartın bulunması, şirketi batıl ve hükümsüz kılar Kaybetme, kârdan olabileceği gibi sermayeden de olabilir Öyleyse sermayenin garanti edilmesi de akdin batıl olması için yeterlidir Binanaleyh asgari bu şartlara riayet etmeyen bir müessesenin ihraç ettiği tahviller Islâm hukuku açısından su götürür
Sözü edilen PTT tahvillerindeki muamelenin gayr-i Islâmiligi oldukça açıktır sanıyorum Öncelikle ortada ortak olunan hiçbir şey yoktur Bize gösterilen tahvil örneğine göre konuşacak olursak: PTT herhangi bir isletmesini tahvil sahiplerine satıyor değildir Yapılan şey; su anda kâr getiren bir KIT olarak PTT'nin sözü edilmek suretiyle istikraza teşvik ve garanti sağlamadan ibarettir Ayrıca bir taraftan %5 ya da %8 faizden açıkça söz edilmekte, diğer taraftan da tahviller dövize endekslenerek bu faizin pozitif ya da reel bir faiz olduğu vurgulanmakta, zimnen de ana para garanti edilmektedir Eğer dövize ya da bir başka şeye endeksleme söz konusu olmasaydı enflasyon yüzdesi gözönünde bulundurularak bir "negatif faiz" den söz edilir ve hiç olmazsa Ebu Yusuf'un görüşüne istinaden bunun Islâm'a göre faiz olmayacağı söylenebilirdi O takdirde böyle bir ortaklığın anlamsızlığı da ayrı bir konudur Bana öyle geliyor ki, köprü ya da baraj satışlarındaki durumun PTT tahvillerindekinden farkı, sadece onlardaki faizin sabit oranlı olmaması ve köprü ya da barajın kârına endeksli olmasından ibarettir Yine ortada satılan ya da gerçek anlamda ortak olunan bir şey yoktur Bilebildiğim kadarıyla yine ana para -ma belki endekslemeden- garanti edilmektedir Yani olay, orada da burada da bir iç istikrar olayıdır, faiz olayıdır
Ne var ki, kanaatime göre bu tahviller ya da hisse senetlerinin cevazı söz konusu olduğunda bazı alimlerimizi müsbet doğrultuda düşünmeye götüren şey, alternatif teklif bulma zorluğudur Öyle ya, müslüman bu ortamda parasını oraya vermesin, buraya vermesin hatta son zamanlarda bazı ciddi itirazların doğurduğu şüphelerden ötürü faizsiz finans kurumlarına yatırmasın, peki ne yapsın? Enflasyon canavarına mı kaptırsın ve böylece ekonomik hayattan mı silinsin Işte -eğer varsa- cevaza götüren saik bu olmaktadır Öyleyse bu probleme başka çözüm yolları aranmalı ve müslümanlar, en azından şüpheli bir muameleye bulaşmaktan kurtarılmalı deriz Çünkü caizdir, deyivermek bu arayışın da kapısını kapamak anlama gelebilir Yine de biz meselenin hisse senedi yönünü bir sonraki soruya vereceğimiz cevapta biraz daha kurcalayacağız Çünkü tahvil meselesi açıktır ve bir faiz muamelesidir
__________________
DÖVME
İnsan vücudunun muhtelif yerlerine yüze, kola, ele, göğse, derinin iğne vb sivri âletlerle şekle uygun olarak delinip, üzerine mürekkep, çivit vs dökülmek sûretiyle yapılan nişan ve resim hakkında kullanılan bir tabir
Dövme süs olarak yapılırdı Câhiliye Arapları arasında yaygın bir âdetti Bilhassa Arap kadınları dövme hususunda çok ileri gitmişler, vücutlarının birçok kısımlarını nakışlarla doldurmuşlardı Hattâ bazıları vücutlarına, tapındıkları put şekillerini kazımışlardı
Eski Trakyalılarda dövme asalet nişanesi, eski Yunanlılarda da ahlâksızlık damgası sayılırdı Hristiyanlar'da da vücutlarına dövme usulüyle haç resmi kazıtanlar vardı Kudüs'e hacca giden hristiyanlar, kol ve ellerine dövme yaptırırlardı Osmanlılar'da yeniçeriler arasında dövme çok yaygındı (Tecrid-i Sarih Terr, 351, 381)
Eski çağlardan türlü şekillere bürünerek zamanımıza kadar gelen dövme geleneği bugün bile garip şekillerde sürmektedir Cahiliye devirlerine ait ilkel bir süs halinde kalması yirminci yüzyıl mantığına daha çok yakışacak dövme; Mısırlılar'ın mumyası, Asurlular'ın örgü sakalı gibi, tarih yapraklarında birer hatıra gibi kalmamış, garip bir ilgi ile günümüze kadar gelmiştir Dövmecilikte Japonlar oldukça ileridirler Onlar bu işi güzel sanatların bir dalı olarak kabul etmişlerdir
Dövme, domuz yahut balık ödü, is karası, susam yağı gibi ilaçlarla yapılır İşlem sırasında kişi büyük bir ızdırap duyar Büyük boyda dikiş iğneleri yanyana dizilerek bir deste halinde bağlanır Beğenilen resim ve şekil çizilir, sonra bu iğne destesi o şekil üzerine bastırılarak zımbalanır Bu cılk yaranın üstüne renk verici madde sürülüp bezle sarılır Renk maddesi yukarıda saydıklarımızın dışında normal boya veya kara barut olabilir Genellikle barut ve çin mürekkebi kullanılır Dövme iğnelerinin acısı bittikten sonra yaranın acısı başlar İğnelenen yer şişer, iltihap yapar, tıpkı normal bir yara gibi işler ve kabuklanır Bir de cilt altına yabancı bir cisim gömerek yapılan dövme vardır ki, buna en fazla Eskimolar'da, Çukçiler'de Gurdenlandlılar'da ve İtalya'nın bazı bölgelerinde rastlanır
Veşm; hem eziyet, hem de Allah'ın yarattığı güzel sûreti değiştirip bozmak olduğu için çirkin bir harekettir İnsanları bu kötü işe teşvik eden şeytandır Cenâb-ı Hak bu durumu şöyle özetliyor: "Şeytan dedi ki: Elbette senin kullarından belli birtakımı alıp onları saptıracağım Onlara kuruntu kurduracağım, develerin kulaklarını yarmalarını emredeceğim, Allah'ın yarattığını değiştirmelerini emredeceğim " (en-Nisâ, 4/119) Hz Muhammed (sas) "Allah'u Teâlâ dövme yapan ve yaptırana kaşlarını incelten ve güzellik için dişlerini törpüleyip Allah'ın yarattığı şekli değiştiren kadınlara lânet etmiştir " (İbn Hacer el-Heytemî, ez-Zevacir, Mısır 1970, I, 141) demiştir
Bazı âlimler dövme yaptırmayı büyük günahlardan saymışlardır Lânet edilen bir hareketin ne derece kötü olduğu ortadadır Hadis-i şerifte sadece kadınların zikredilmesi, bu hareketin bilhassa kadınlar arasında yaygın olmasından dolayıdır Kadınlar için yasak olunca erkekler için de yasak olacağı tabiidir Yasağın bu derece şiddetli olması özellikle Allah'ın yarattığı tabii güzelliği beğenmeyip bozmaya kalkışmaktan dolayıdır İslâmiyet insan tabiatına en uygun din olduğu için insanların her hal ve hareketlerinden daima tabii olmalarını, sun'i ve sahte hareket ve fiillerden sakınmalarını istemektedir İnsanın şekli fıtrîdir Allah'ın bahşettiği bu tabiî şekil ve güzelliğin üstünde bir güzellik var mıdır? Şayet daha güzel bir şekil olsaydı meselâ Allah dudaklarımızı, kırmızı yaratırdı (Tecrid-i Sarih Trc V, 351-352)
Dövme günümüzde birçok ülkelerde bilhassa Afrika'da yaygın haldedir İnsanın tabii halini bozup zaman zaman çok gülünç ve iğrenç hallere girmesi günümüzde çokça görülmektedir Ruh ve ahlâk güzelliğinin değerini kavrayamayanlar, kendilerini iman, ilim ve edeple süsleyecekleri yerde, çürüyüp toprak olacak fâni vücutlarını süslemekle meşguldürler
Cevap: İSLAM FIKHI ANSiKLOPEDiSi
DUA, ZİKİR,NAFİLE TESBİHİ SESLİ OKUMA
Bugün camilerimizde "tesbihat" namazdan sonra ve müezzinin önderliginde topluca yapılmaktadır Bu, sünnete uygun mudur? Peygamberimiz devrinde nasıl yapılırdı? Yine bugün camilerimizde namazdan önce ihlasların okunması sünnete uygun mudur? Bir de müezzinin görevleri hakkında bilgi verir misiniz?
Bütün hadis ve fıkıh kitaplarımızın "Salat" yani namaz bölümlerinde "Namazın arkasından Dua" bahsine bakıldığında şu anda yapılmakta olan duaların hemen hemen hepsinin aslının bulunduğu görülür "Istiğfar" (üç kere), "Allahümme entesselam", "Ayetülkürsî", tesbih, tahmîd, tekbîr, tehlil, elleri kaldırmak ve dua bunların en meşhur olanlarıdır Bizim sözünü ettiğimiz kitaplardan gördüğümüz kadarıyla Resûlüllah Efendimiz namazların arasında cemaate dönmüş ve duada bulunmuşlardır Ancak "tesbihât" müezzin ya da bir başkasının öncülüğünde yapılmamıştır Efendimizin, "Kim namazdan sonra şu kadar tesbih söylerse" şeklindeki hadislerinden şu olmalıdır Bunları herkesin kendi başına, düşünerek ve hatta en iyisi gizlice söylemesi istenmiştir Sonraları Kur'ân diliyle dua vs okumayı beceremeyen yabancıların müslüman olmasıyla alimlerimiz, cemaate öğretme gayesiyle imamın bu tesbihati seslice söylemesinde beis olmadığını söylemişlerdir Ancak bu dua ve tesbihatin her birilerini herkesin söylemesi müstehap olduğundan, günümüzde uygulanan biçimiyle cemaatin sadece tesbihleri okuyup diğerlerini müezzinin söylemesi sünnete uygun değildir Herkes, söyleyebiliyorsa müezzine uymayı gerekli görmeden, söyleyemiyorsa müezzinle beraber ve de düşünerek bu duaları okumalıdır Müezzinin yaptığı sırf bir hatırlatmadır ve bunu aslında imamın yapması daha uygundur Müezzinlerin tesbihattan önce ilave ettikleri "bi kemâli zâtihi" vb sözlerse sünnette aslı olmayan lüzûmsuz ve bid'at sözlerdir Özellikle Ramazan'da bazı Istanbul camilerinde yapıldığı gibi müezzinlerin bir sürü gazel okuyup "ses şovları" yapmaları ve tesbihati koro halinde okumaları, ihlâsı ve duanın ruhunu öldürücü tezahürlerdir Bunda en büyük etken; mevlütçülüge pazar arama sevdası olmalıdır Namazdan önce "ihlas" okumaya gelince: Ihlâs suresi Kur'ân'dan bir parça olmakla pis olmayan her yerde okunabilir Namazdan öncesi de bu yerlerdendir Ancak sanki namazı ikmâl eden ve namazın gereklerinden olarak görülüp, kabul edilirse; yani günümüzde olduğu gibi; okunması sünnete aykırıdır, bid'attır Üstelik bunda sünnet kılanları teşvik kerahati de vardır Ancak "'namazın bir parçası gibi görülmesi" meselesine çok dikkat etmek gerekir Yoksa dediğimiz gibi "ihlâs" okumakta haddi zatında bir beis yoktur Ihlas gibi olan şeyleri de buna kıyas etmek gerekir Bu yüzden Ibn Abidîn: "Herhangi bir mübahın yapılması, cahil halk tarafından sünnet ya da vacipgibi görülecekse onu yapmak mekruh (haram) olur" (Ibn Abidin el-Ukudü'd-dürriyye, N/304) demiştir Bende canlı bir misalini kendi hayatımdan vereyim Erzurum'da ezanların ardından, ezanın bir devamı imiş gibi "Salat-ü selâm" okunur Bendeniz bir defasında muhterem hocamın ders okuttugu Gez camiinde ezan okumak zorunda kalmış ve beceremeyeceğim için de "salât-ü selâm" ı bırakmıştım Namazdan sonra bir zat beni cemaatin içerisinde "Sen bizim dinimizi yıkamazsın! Salât-ü selâmı niçin terk ediyorsun?!" diye azarlamıştı Bu, bu uygulamanın o yörede gerekli görüldüğünün bir delilidir ve Ibn Abidin'e göre terk edilmesi gerekmektedir Müezzinin vazifesine gelince, isminden de anlaşılacağı gibi ezan okumaktan ibarettir Sahih örfün yüklediği görevler de şer'an görev sayılır Mevcut kanunların yüklediği görevleri ise DIB mevzuatindan öğrenmek gerekir (Namazlardan sonraki dua adabı konusunda söylediklerimiz ve daha başka bilgiler için bk Nevevi, el-Ezkar, 57 vd; Tahtavî, 252-260; Fetavây-i Bezzazıyye, VI/378; Heysemî, E1-Fetave'1-hadîsiyye, 53,80,82, 109,115; Fetavây-i Kâdihan, NI/424; En-Namenkânî, E1-Fethnr-Rahmanî I/204 vd; Halebi Kebir, 340 vd; Halebisağir, 236 vd; Vehbe ez-Zuhaylî, el-Fıkhu'1-Islâmî, I/800 vd)
__________________
DÜĞÜN ÖNCESİ NİKÂH Zaman zaman olacak buluşmalarda haram bir davranışta bulunmuş olmamak için nişanla beraber dinî nikâh da yaptırmak istiyoruz Bunun hükmü nedir? Ya da tavsiye olunur mu?
Bilindiği gibi Islâm'da nikâh; "evlendim", "kabul et-‚ tim", gibi icab ve kabul ile kolayca oluşan bir akiddir Akid oluştuktan sonra da her türlü hukukî sonucu sabit olur Düğün öncesi nikâha bu açıdan baktığımızda şunları söyleyebiliriz: Öncelikle bu, İslamın ne tavsiye ettiği ne de saf dönemlerinde uyguladığı bir tatbikattır
Böyle bir uygulamaya götüren sebeplerin ekonomik, sosyolojik ve psikolojik yönleri vardır Söz ya da nişanın yapıldığında kızın emsali kadar çeyiz dizememiş olması ile, bunu tamamlamak için süre kazanmak istemesi ekonomik, çeyizi az olanları çevrenin kınamasından çok, çok olanları takdir etmesi sosyal, kızın çeyizde huzur arayıp emsalinden az çeyizle evlenmesi halide aşağılık duyması da psikolojik etkendir
Bu tür bir uygulamanın peşinden getirecegi sonuçlara gelince: Kadın şer'an erkeğin tam anlamıyla karısıdır ve daha önce de söylediğimiz gibi karşılıklı olarak, nikâh akdinden doğacak her türlü hakka sahip ve vazife ile mükelleftirler Erkeğin, yatağına davet etmesi halinde kadının bunu, ebeveyninin izin vermemesi bahânesiyle terketmesi mümkün değildir Aksi halde kocalık hukukuna saygısızlık (nüsûz) etmiş olacaktır Çünkü ebeveyninin bunu artık reddetme yetkisi yoktur Bu akitle birlikte kadının nafakası (yeme-içme, giyme ve mesken) erkeğin omuzlarındadır ve kadının bunu istemek hakkıdır Vermese erkek, hukuku çiğnemiş, verse bir yarara (istimta'a) sahip olmadan vermiş olur Buluşmaları ve çok uzak olmayan ihtimalle zevciyyet ilişkisinde bulunmaları halinde sonuç, çok daha kötü olabilir Kadın şer'an erkeğin nikâhlısıdır Bu durumda azımsanmayacak oranlarda vuku bulan ayrılma ihtimalinde, ayrılma isteği ya da sebebi erkekten ise, bugünkü kanunlara göre kadın hiçbir hak iddia edemeyecek ve bu durum onun, hayatı boyunca sürecek bir maduriyetine sebep olacaktır Islâmî müeyyidelerin bulunmamasından yararlanan (!) erkek ise, bir yönden hukuku çiğnemiş ve büyük bir günah işlemiş olacak, diğer yönden, yaptığı yanına kâr kalacaktır Ayrıca "duhulle" kanunî bir hak halini alan mihrini de, zorlayıcı bir kanun bulunmadığından, kadına vermemekle, onu ikinci bir maduriyete uğratacaktır Aslında imanı tam bir erkek, bu şartlar altında da bunları yapamaz, ancak dinî gayreti bu konulardâ kendisine engel olabilecek erkek henüz çok azdır Ayrılma isteği ya da sebebi kadından gelmişse ve erkek de bunu istemiyorsa, bu defa da yürürlükteki kanunlardan yararlanma yoluna kadın gidecek ve henüz resmen nikâhsız olduklarından, erkekle hayatlarını birleştirmeyi kabul etmeyebilecek ve bir yönüyle bu defa da erkek gadre ugrayacak; diğer yönüyle de kadın cezalandırma yoluna gidecek, onu boşamayacak ve kadın buna rağmen başkası ile evlenmesi halinde, şer'an ömür boyu zina hayatı yaşamış olacaktır Konunun bir başka yönü: Bu uygulama ile; belirli gayelere hizmet eden yayın organları ve çevreler tarafından ısrarla propagandası yapılıp teşvik edilen, evlilik öncesi flörte, şer'î bir kılıf uydurulmuş olacaktır
Peki ne yapmak gerekir? Önce bu uygulamanın sebeplerine inilmeli ve bunların Islâmî olmadığı görülmelidir Rasûlullah Efendimiz tarafından "En hayırlı evlilik" diye nitelendirilen, külfeti en az evlilik gündeme getirilmeli ve özellikle doğuda ve hasseten de Erzurum ve çevresinde uygulanan ve damadın artık ömür boyu belini doğrultamamasına sebep olan ağırlıklı düğünlerin gayr-i Islâmî ve ilkel olduğu vurgulanarak anlatılmalıdır Bu, meselenin ekonomik sebebinin çaresidir Bu şekilde, külfetli düğün yapan aileler kınanmak ve kızları için de, damatları için de, veliler için de hayırlı bir iş yapmadıkları takbîh ile kendilerine duyurulmalıdır Bu da sosyolojik sebebin çarelerindendir Müslümanca yaşamak isteyen aileler kızlarını Islâmi kültürle yetiştirmeli ve tam bir şahsiyet kazandırarak onları çeyizi ve mobilyası çok olan hemcinslerine karşı aşağılık duyacak seviyeden kurtarmalı, tığla atılan milyonlarca ilmek ve buna dökülen göz nuru yerine, bu yolda harcanan yüzbinlerce parayla yapabilecekleri ve bu ilmeklere verilen zamanın onda biri ile iki dünyalarına yetecek kadar kültür elde edebilecekleri, yani kitap okuyabilecekleri, kalan zamanlarını da daha hayırlı işlerde kullanabilecekleri kendilerine anlatılmalıdır Oğlan velileri böyle kızlâr aramalı, kız velileri de bu şuur düzeyinde oğlanlar bulmalıdırlar Bu ise, meselenin psikolojik sebebinin çaresidir Ancak çevre faktörünün bunda tesirli olduğu ve köylerde ya da muhafazakâr çevrelerde bu uygulamanın sonuçlarının, böyle olmayan yerlerde ve şehirlerdeki kadar menfi olmayacağı da kabul edilmelidir Her şeye rağmen böyle bir uygulamaya gidiliyorsa, şer'î nîkahla beraber resmî nîkâhın yaptırılması da tavsiye edilebilir Böylece şer'î müeyyidelerin bulunmadığı bir ortamda, şer'î olmayan yollarla da olsa kuvvet dengesi sağlanmış olacaktır Bu marazı belirti için kısmı tesir gösterecek bir çareden daha söz edilebilir Eskiden olduğu gibi evlenemeyecek çiftlere maddi yardım sağlayan vakıflar kurmalı ve evlilik için çeyiz gibi bir problemin kafalarda artık problem olmaktan çıkmasını sağlamâ yoluna gidilmelidir, gidilebilir
Cevap: İSLAM FIKHI ANSiKLOPEDiSi
DÜĞÜNDE AŞIRIYA KAÇMADAN OYUN OYNAMAK CÂİZ MİDİR? Rasûlullah Efendimiz, nikâhın duyurulması için def çalınmasını öğütlemiştir(Tirmzî, nikâh 6) Sahabeden: "Allah Rasûlü bize düğünde oyuna izin verdi" dedikleri nakledilmiştir(Nasâî, nikâh 80) Muhammed b Hâtip el-Cumahî : Allah Rasûlü (Dügünde) helâlla haramın arasm ayıran şey, def çalmak ve ses çıkarmak (agit dökmek)tir" buyurdu (Tirmizî, nikâh 6; Nesaî, nikâh 72; Ibn Mâdce, nikâh 20; Müsned NI/418) diye rivayet etmiştir Allah Rasûlü düğününde Rubayyi'nin evine gitmiş ve def çalıp türkü söyleyen câriyelere, buna devam etmelerini söylemiştir (Buhârî, nikâh 48) Bir bayram günü Hz Aişe'nin yanında def çalıp türkü söyleyen iki cariyeye"Bırakın, bugün bayramdır" diye müsaade etmiştir
(Müslim, îdeyn 16; Müsned VI/33, 84, 99, 359, 360) Bütün bunları göz önünde bulunduran fıkıhcılar düğünlerde ve bayramlarda, kadınların kendi aralarında, erkeklerin de kendi aralarında, haram sözler söylemeden ve haram şeyler yapmadan def çalıp, türkü söyleyip; oynaya bileceklerini ve eglenebileceklerini söylemişlerdir(195 Bk Aynî XX/135-136; Ibn Âbidîn, Fetâvâ N/298-99; Sevkânî, Neyl VI/210-213 DihIevî, Huccetullah N/192) Ancak; sağ olan bir kadın tasvir, içki ve meyhaneleri övme, müslümanı yerme anlamını taşıyan türküler, yanık nazımlar, (Davudoğlu V/26-36) kadınların da erkekleri tasvir etmesi, kadın kadına, erkek erkeğe de olsa, cinsel duyguları tahrik eden, haramları güzel gösteren sözler ve hareketler, hemcinsine karşı da olsa mahremlik kurallarına riayetsizlik, dans ve oryantal gibi hemcinsine karşı ilgi uyandıran davranışlar haramdır Fakat Rasûlüllah Efendimiz'in şu sözlerini de bu bağlamda göz önünde bulundurmak gerekir: "Üçü hariç, müslümanın her türlü eglencesi haramdır: Hanımıyla oynaşması, atnı eğitmesi ve atış yapması" (197 ibn Âbidîn VI/395; krs Tirmizî, fedailü'I-cihad 11; ibn Mace, cihad 19; Dârimî cihad 14; Müsned IV/144,148) "Melekler atıcılıktan başka hiçbir eğlencede hazır bulunmazlar" (198 ibn Âbidîn, VI/404) "Allah'a tâattan alıkoyan her eğlence batıldır" (199 Buhârî, Isti'zân 52) Bunlar elbette daha önce verdiğimiz hadîslerin geçersiz olduğunu anlatmaz Bunlar genel durumu, diğerleri ise düğün ve bayramlara ait özel durumu anlatırlar
__________________
DÜĞÜNLERDE ERKEKLERİN VE KADINLARIN AYRI AYRI KENDİ ARALARINDA ŞARKILI VE TÜRKÜLÜ OLARAK OYNAMALARI CAİZ MİDİR?
İslam dininde düğün gibi şenlikler için erkeklerin ve kadınların ayrı ayrı olmak şartıyla kendi aralarında İslam'ın yasaklamadığı şarkı, türkü ve şiir söyleyip oynamalarında bir sakınca yoktur Hazreti Aişe (ra) şöyle anlatıyor:
"Benim yanımda iki cariye şarkı söylerken Ebu Bekir (ra) eve girdi "Resulüllah'ın evinde şeytan çalgısı olur mu?" diyerek kızdı Bunun üzerine Allah'ın Resulü buyurdu ki: "Onları bırak, bu günler bayramdır"
Peygamber (sav) bir hadiste de şöyle buyurur:
"Nikahı ilan edip onun için def çalınız"
Başka bir hadiste şöyle buyuruyor:
"Şiir normal söz gibidir İyisi iyi, çirkini çirkindir" (el-Mühezzeb)
Şarkı tanbur ve du gibi çalgılarla beraber veya fahiş ve gayr-i ahlaki olursa haramdır
Cevap: İSLAM FIKHI ANSiKLOPEDiSi
DÜGÜNÜN YAPILMASI İÇİN DİNİMİZCE TEŞVİK EDİLEN BELİRLİ BİR AY YA DA GÜN VAR MIDIR, YOKSA BÜTÜN GÜNLER DÜGÜN İÇİN EŞİT MİDİR? Her konuda olduğu gibi bu konuda da müslümanların "en güzel örneği" (üs ve hasene) olan Rasûlüllah'ın (sas) evliliklerine baktığımız zaman, evlenme, ya da düğün veya zifâf(binâ) için bir gün ya da ay gözetilmediğini, işin son derece tabiî seyrine ve şartların elvermesine bırakıldığını, şu gün ya da filân ay yapın, diye bir tavsiyenin bulunmadığını görürüz Meselâ Rasûlüllah Efendimiz (sas); Ümmü'I-Mü'minîn Meymûne vâlidemizle Hicretin yedinci yılında kazâ umresini bitirdiği Zilkâde ayında(Zehebi, siyer N/239) evlendiler Ümmü Seleme vâlidemizle Şevval ayında nikâhlandı ve Şevval ayında zifâfa girdiler(Ibn Mâce, nikâh 53; Ibn Sâd VNI/86-87) Zeyneb bt Huzeyme ile Hicretten otuzbir ay sonra evlendiği, onunla sekizay kadar beraber yaşayıp, evlendikten sekizay sonra ve Rabîul-âhir'in sonunda vefat ettiği rivâyetine(Kaynaklar için bk Ebu'nnur, Menhec 253) bakılırsa" Ramazan'ın başları, ya da daha büyük bir ihtimalle Şaban'ın sonlarında evlenmiş olmaları gerekir Sevde bt Zem'a ile Sevvâl'de evlendikleri rivâyeti vardır(Ebunnûr, age 102) Âise validemizle evliliklerini ondan gelen sahîh rivâyetle bilmekteyiz O diyor ki: "Rasulüllah (sas) benimle Sevval'de nikâhlandı ve yine Sevvâl'de zifafa girdi Artık Rasûlüllah'ın hanımlarından hangisi onun katında benden daha bahtlı olabilir?"(Müslim, nikâh 73; Tirmizî, nikâh l0; Nesâî, nikâh l8, 77; Ibn Mâce, Nikâh 53; Dârimî, nikâh 28; Müsned VI/ 54, 206) Bu ifâdede nikâhın Şevvâl ayında olması faziletli gösteriliyor gibidirHattâ Urve der ki: Âişe, akrabası olan kadınları Şevvâl'de zifâfa girdirmeyi severdi( agy) Ama bu, bunun vâcip, hattâ sünnet olduğunu göstermez Çünkü, görüldüğü üzere, Rasulüllah'ın (sas) başka uygulamaları da vardır O da bunu sırf Rasûlüllah'ın (sas) kendisiyle olan evliliğine uyulmuş olacağı için hoş görüyordu Yoksa -Allahu a'lem- Şevvâlde evlenmek eşler arasında sevgi ve muhabbet doğurur gibi bir inanca sahip olduğundan ötürü değil (Ahmet el-Bennâ, el-Fethurrabbânî XVI/214 ) Bunun bir sebebi de câhiliyyet âdetlerini yıkmış olmak olabilir "Fil-vâkî câhiliyet devrinde Araplar Şevvâl ayında evlenmeyi kerih görürlerdi Bu gün dahî bazı câhiller, iki bayram arasında nikâh olmaz, diyerek bu âdeti yaşatmak isterler Aksine bu hadîs-i şerîf, Şevvâl'de evlenmenin ve Şevvâl'de zifâfa girmenin müstehâp olduğuna delildir"(Davudoğlu, VN/269) Düğün günü ve ziyâfet süresi konusu da aynen böyledir Yani Rasulüllah'tan (sas) filân gün, ya da şu kadar süre düğün yapın, ziyâfet (velîme) verin diye bir şey bilmemekteyiz Kendi evliliklerine baktığımızda da, bu gün münasip değil, filân günü bekleyelim, dediği, ya da evliliği söz konusu olduğunda, bu gün günlerden nedir, diye sorduğu bilinmemektedir Aksine bu bir ihtiyaçsa, ihtiyaçların günlerle ya da aylarla ilgisi yoktur Varolmaları ve varoldukları an önemlidir: Efendimiz'in, Zeynep bt Cahş'la evlendiklerinde bir gün ve bir defa(bk Müslim, nikâh 15 bab) Safiyye bt Huyey ile evlendiklerinde ise üç gün "velîme" verdiği(Buhâri VN/388) rivâyetleri sahihtir Buhârî Rasûlüllah'ın "velîme" için bir, ya da iki gün diye bir şey belirtmediğini söyler( BuhârîIX/198; Ancak zayıf bir hadîste: "Velime birinci gün bir hak ikinci gün bir marûf (iyi bir davranış), üçüncü gün ise gösteriş ve riyâdır' buyurulmuştnr (Ahmed, Ebû Dâvud ve Nesâî'den, Suyûtî el-Câmius-sağîr, Feyz ile, VI/378)) Buna göre dügün süresi de şartlara ve örfe göre değişebilecek bir durumdur
__________________
DUHA NAMAZI
Duha, Arapça bir kelime olarak lûğatte, "güneş isabet etmek, terletmek, kuşluk yemeği yemek" manalarına gelir "Dahvetün" kelimesi günün ilerlemesi, güneşin biraz yükselmesi manasına; duhâ kelimesi ise kuşluk vakti, gün aydınlığı manalarına gelir Bu anlamıyla duhâ, aşağıda sıralayacağımız Kur'ân âyetlerinde de geçmektedir
1- "Yahut kasabaların halkı duha (kuşluk) vakti eğlenirken azabımızın kendilerine gelmesinden güvende miydiler?" (el-Â'râf, 7/98)
2- Hz Musa: "Buluşma zamanınız sizin bayram gününüzde insanların toplandığı duha (kuşluk) vaktidir" dedi (Tâhâ, 20/59)
3- "Kuşluk vaktine andolsun " (ed-Duha, 93/1)
4- "Kıyameti gördükleri gün dünyada ancak bir akşam yahut bir duhâ (kuşluk) vakti kalmış olduklarını sanırlar " (en-Naziat, 79/46)
Fıkhî ıstılahta duhâ vakti güneşin doğuşundan takriben iki saat sonra giren zamana denir Bu zaman güneşin batıya meyletmesinden az öncesine kadar devam eder Bu zamana Türkçe'de kuşluk vakti denir İslâm'da işte bu zaman dilimine mahsus mendup olan duhâ (kuşluk) namazı vardır Kur'ân-ı Kerim'de duhâ namazı diye bir namazdan bahsedilmemektedir Bu namaz bazı Hadislerde konu edilmektedir Taberânî Mu'cemü'l-Kebir adlı eserinde Ebu'd-Derdâ yoluyla Peygamber Efendimizin (sas) şöyle dediğini naklediyor: "Kim iki rekât duhâ namazı kılarsa o kimse gafil kimselerden olmaz Kim duhâ namazını dört rekât kılarsa Allah'a ibadet eden kimselerden olur Kim bu namazı altı rekât kılarsa o gün ona duhâ namazı olarak kâfi gelir Kim yine bu namazı sekiz rekât kılarsa, Allah o kimseyi kendisine itaat eden kimselerden kabul eder Ve kim ki bu duhâ namazını oniki rekât kılarsa Allah ona Cennet'te bir köşk yapar " (et-Tahtavî, 321)
Ayrıca yine duhâ namazı konusunda Ummu Hâni'den; "Rasûlullah (sas) Mekke'nin fethi gününde sekiz rekât namaz kıldı Bu namaz duha namazıydı" hadisiyle yine Ebu Hüreyre'den; "Dostum Rasûlullah (sas) bana üç şeyi tavsiye etti; onları ölünceye kadar bırakmam: Her aydan üç gün oruç tutmak, duhâ (kuşluk) namazı kılmak, vitir namazı kılıp da uyumak" (Tecrid-i Sarih Tercümesi, IV, 151) Ve Hz Âişe'den "Rasûlullah (sas) duhâ namazını dört rekât kılar ve dilediği kadar da artırırdı" şeklinde hadisler de varid olmuştur
Duhâ (kuşluk) namazının fıkhî hükümlerine gelince: Bu namazı dört rekât ve daha fazla kılmak menduptur Bu namaz oniki rekâta kadar kılınabilir Ayrıca en azı iki rekat, en fazlası on iki rekât, ortası ve en faziletli olanı sekiz rekâttır, diyen âlimler de vardır Büyük muhaddis Hâkim bu konuda şöyle demiştir "Ben hadis hafızı olan, kuvvetli ilim sahibi hadis imamlarıyla arkadaşlık ettim Onların, bu konudaki haberlerinin sıhhatli olması sebebiyle duhâ namazını dört rekât kıldıklarını gördüm Ben de aynı görüşteyim" (Tahtavî, 321) Öte yandan âlimler duhâ namazını devamlı kılmanın mı, yoksa zaman zaman kılmanın mı faziletli olduğu konusunda değişik görüşler beyan etmişlerse de, tercih edilen görüş, devamlı kılmanın faziletli olduğudur
Duhâ (kuşluk) namazının vaktine gelince; bu vakit güneşin doğuşundan, yaklaşık iki saat sonra başlar ve güneşin semanın ortasından batıya hafif yönelmesinden az önceki zamana kadar devam eder
Cevap: İSLAM FIKHI ANSiKLOPEDiSi
BİR KİMSE BİR DÜKKAN KİRALAR, SONRA KİRALADIĞI DÜKKANI BAŞKASINA DEVRETMEK İSTER BÖYLE BİR MU'AMELE CAİZ MİDİR? Belli bir süre için bir dükkanın kiralanıp, sonra da başkasına devredilmesi iki şart ile caizdir
Birinci şart: Yeni kiracı ilk kiraya veren adam olmayacak Mesela Hasan Efendi dükkanını Ali Efendiye kiraya verdi Ali Efendi kiraladığı dükkanı kiraya vermek isterse Hasan Efendiden başka bir adama vermesi gerekir
İkinci şart: Kiraladığı dükkan için verdiği ücretten fazla bir ücretle kiraya vermeyecek Yalnız altın ile kiraladığı dükkanı başkasına gümüş ile devreder, gümüşün değeri daha fazla tutarsa da caizdir Ev, tarla ve bahçe de dükkan gibidir (El fıkhu alel mezahibil-Erbaa) Yalnız elbise, hayvan ve çadır gibi kullanışı şahıslara göre değişen eşya kiraya verilirse kiracı onu başkasına kiraya veremez Mesela Hasan Efendi atını Ali Efendiye kiraya verirse Ali Efendi onu başkasına kiraya veremez Çünkü ikinci kiracı daha ağır olabilir (El fıkhu ale'l mezahibil-Erbaa)
Şafii mezhebine göre kiracı, kiraladığı şeyi sahibine kiraya verebildiği gibi başkasına da kiraya verebilir Fakat kiralanan şey at ve benzeri bir şey olursa yeni kiracı daha ağır olmayacak, dükkan olursa, onun düzenini bozmayacak, tahrip etmeyecek bir şey için kiralanacaktır (El Mühezzeb)
DÜKKANIMI BANKAYA YA DA İÇKİ SATACAK OLAN MARKETÇİYE KİRAYA VEREBİLİR MİYİM? Mes'elenin maslah'at-i âmme ve insan iradesine ve hürriyetine saygı gibi iki önemli yönü vardır Ebu Hanife tek başına kaldığı bu konuda daha çok hür iradeye, ama bir yönüyle de maslahata ağırlık veriyor gibidir Ona göre:Bir müslüman arabasını ve hayvanını kilise tamiri için zimmîye (hiristiyan ve yahudi azınlığa) kiraya verebilir, kendisi ücretle çalışabilir, bunu ona içki taşımak için de yapabilir Çünkü bu durumda yapacağı işin bizzat kendisi ma'siyet değildir Meselâ taşımaya ücret ma'siyet değildir Bu, ma'siyete sebep de değildir Ma'siyet, içenin ihtiyarı ile oluşur Zira taşımak bazan dökmek ya da sirke yapmak için de olabilir Ama şarap için üzümü sıkmanın bizzat kendisi haramdır Yine Imam Azam'a göre halkının çoğu zimmî olan bölgelerde müslümanın binasını kilise olarak ya da içki satılmak üzere kiraya vermesi de caizdir Çünkü icare (kiralama akdi) evin menfaati üzerine yapılmıştır: Böyle olduğundandır ki, sırf teslimle ücret gerekli olur Bunda bir masiyet yoktur Ma'siyet kiralayanın fiilindedir ve o da kendi fiilinde ihtiyar sahibidir Ama halkının çoğu müslüman olan bölgede bunlar caiz değildir Çünkü böyle olan yerlerde zimmilerin kilise bina etmelerine, açıktan içki satmalarına imkân verilmez: Binasını bankaya kiraya vermek de içki satışına kiraya vermek gibidir(Vehbe, NI/581-82) Ibn Kudâme, Imam Azam'ın bu görüşünü naklederken, halkının çoğu zimmî olan bölge yerine, kırsal kesimi zikreder ve kırsal kesimde caiz olupta diğer yerlerde olmayacağının izahında Ebu Hanife'nin arkadaşları da anlaşamamıştır der ve bu meyanda havra ve kumarhaneyi de zikreder(Ibn Kudâme, E1-Mugriî, V/552)
Imam-ı Azam'ın bu görüşünün Hanefi usûlüne yansımasına bakılırsa bu konuda kırsal kesim, ya da halkının çoğu zimmî olan bölge diye bir ayırım yapmak bile zordur Çünkü bunun usüldeki dayanağı şu esastır: Sebeple hüküm arasındaki illet, ihtiyarı bir fiil olursa bu sebep hakiki sebeptir ve hüküm, yani fiilin sonucu ona nisbet edilmez, hükümle sebep arasındaki illete nisbet edilir Bu yüzden meselâ, hırsıza çalacağı malın yerini gösterenden o mal tazmin edilmez(bk Menâfiu'd-Dekâik, 270; Mir'ât (Izmirî kenarında), N/406-407) Burada "tazmin" bir hükümdür Illeti hırsızlık, sebebi ise malın yerinin gösterilmesidir Hükme, yani tazmine gerekçe olan hırsızlık tamamen en muhtar birisinin fiili olduğundan hüküm sebebe, yani malın yerini göstermeye nisbet edilemez
Diğer iki imamımıza ve üç büyük imama göre binasını kilise, havra, içki dükkanı, kumarhane (banka) vb işler yapmak isteyene kiraya vermesi caiz değildir(Ibn Kudâme, EI-Mugni, V/552) Çünkü bu,ma'siyete yardımdır Allah Rasûlü'de içki konusunda on kişiye lânet etmiştir, biri de taşıyıcısıdır(bk Ebu Davûd, Esribe 2; Müsned, I/316, N/97) Ebu Hanife'nin bu konudaki görüşü kıyasa, Imameynin ki istihsana dayanır Bu türden çoğu yerde itimad istihsanadır
Görüldüğü gibi dükkânını içki satıcıya ya da bankaya kiraya vermek Imam Azam'ın dışındaki cumhûra (fıkıhçı çoğunluğuna) göre mutlak anlamda caiz değildir Imamı Azam'da bunun için bir takım şartlar ileri sürmüştür ki, onun nokta-i nazarına göre de bu gün için buna fetva verilemeyeceği kanaatindeyiz Ihtiyata, cumhurun görüşüne, maslahat-i âmmeye uygun olan ve seddü'z-zerâyi'in gereğide caiz olmamasıdır (Allah'u a'lem)