Cevap: Kırık mızrap 1 – 2
ÇEKİŞEN DÜNYALAR
Acıyan O, gözeten O, gerisi hep hissiz,
Yaratan merhametli, gerisi merhametsiz.
Kalbler derin bir şevkle O’nu hecelemekte..
İnançsız dimağlarsa, ömür boyu hayrette:
Yapayalnızlar, beşikten tâ mezara kadar,
Bilsen bu kara yalnızlıkta ne ızdırap var..?
Dünyası derin kuyu, sonu ölüm çukuru,
Yollar zaman tüneli, boru içinde boru.
Önde karadelik, arkada ölüm ejderi,
Ne bir adım ileri, ne de bir adım geri...
Ufku şafak bilmez, hazan sarmış baharını,
Bedbinlik, ümitsizlik karartmış her yanını.
* *
Bizim dünyamız tül pembe: Mavi, kırmızı, mor,
Her yerde renkten cümbüşler O’nu heceliyor.
Çevremiz pırıl pırıl nûr, buğu buğu huzûr,
Yer-gök tam armoni, her yanda ayrı bir sürûr!..
Kevserler çağlıyor, kevserler etrafında biz,
Suyu kesilmez çeşme akıyor sessiz sessiz...
Hiç durma sen de yürü bu iklime ve kurtul..!
Kulluklardan sıyrıl, sadece Allah’a kul ol!
Her şeyde bir ölgünleşme, her şeyde tükeniş,
Tek çare; koş ölümsüzler kervanına yetiş!
Cevap: Kırık mızrap 1 – 2
İNANCIN AK İKLİMİNDE
Kuşlar gibi pervâz etmekte sonsuzluğa rûh;
Gönlündeki o iç içe sırlı menfezlerden.
Her taraf aydınlık, her yanda ayrı bir vuzûh;
Bin bir çeşit ışık dalgasıyla ötelerden.
Önünde sonsuzluk, ilerde nûrdan ırmaklar;
Burada rûhânîler ebedî sükûna dalmış.
Asla hazan görmeyen zümrüt gibi yapraklar;
Bu ölümsüz ülkede olduğu gibi kalmış...
Hiçbir karanlığın uğramadığı bu yerde,
Ukbâya uzayıp gidiyor apaydınlık yollar;
Dostun cemâline erildikçe perde perde,
Vuslat şevkiyle yaylar gibi gerilen kullar..
Dalgalanır ve denizler gibi köpürürler;
Binlerce mevce kovalar binlerce mevceyi.
Yok olarak gelenler varlığa bürünürler,
Çözülmüş bulurlar o çözülmez bilmeceyi...
Yıldızlarla diz dize.. rûhsa o Bilinmez’le,
Başlar; hayal edilen âlemler belirmeye.
İç içe girer artık “sezilen” “sezilmez”le;
Rûhlar ezelden teşne bu menzile ermeye.
Hülyâ bu âlemlerin altın kanatlı kuşu,
Engelleyemez onu ne deniz ne de kara;
Kanat çırpar yükselir ve sürdürür uçuşu,
Gün gelir sığmaz olur o sonsuz ufuklara...
Cevap: Kırık mızrap 1 – 2
HAYALLERDEKİ MÂNÂLAR
Şevkle şahlanmış rûhların gezdiği yerlerde,
Gördümdü yıldızlar arası taht kuranları.
Her gece bir başka visal ile perde perde,
Girip Dost harîminde mahrem dolaşanları.
Aşkın “hay-hûy”uyla inleyen sînelerinde,
Bir ebedî sükûnun nağmeleri duyulur;
Bin bir güneşin kol gezdiği iklimlerinde,
Her gün yıldızlardan ayrı bir otağ kurulur.
Bu mavilik içinde uzayıp gider yollar..
Ve ışığın ilk kaynağı, herkesin maksadı,
Her lâhza vuslat arzusuyla gerilen kullar,
“Hayret”e ermekti hemen hepsinin muradı.
Şimdi üstûre sayılan o renkli levhalar,
Tarihsiz nesillere göre birer ham hayal..
Ey hayallerde hâlâ parıldayan mânâlar;
Yetişir, gelin! Gelin, artık bitsin bu melâl!
Cevap: Kırık mızrap 1 – 2
BİR KAŞIK İRFAN
Haberi yok çoğunun bu yaşanan dünyadan,
Hezeyanla geçiyor sabahlar ve akşamlar.
Seyrediyor varlığı sisli-paslı bir camdan,
Dolaba bağlı yolda, yolunu kesmiş yollar...
Birşey gördüm sanıyor, gördüğü sis ve duman,
Zannınca yol alıyor, mesafeler ayarsız;
Bir ömür boyu alıp satıyor hiç durmadan;
Ama, kantarlar vefâsız, kıstaslar vefâsız...
Hakikata kapalı, rüyâlarla avunur,
Büyüklüğü sadece ikindi gölgesinde;
Çukur yanında, düz yerdeki çalım ve gurur,
Sanıyor kendini zirvelerin zirvesinde...
Âlemi hor görme, bencillik, kibir ve caka,
Küçüklüğe emâre ne varsa hepsi onda.
Ne halka yararlı bir işi var ne de Hakk’a;
Bir pesbayağı rûh ki görünme sevdâsında.
Çehresine bakarsan kömür elenmiş gibi,
Mânâsız bakışlarında mecnûnca gülüşler;
Bir kaşık çalsan irfanına görünür dibi,
Sırf bir aldatmaca o aydınca görünüşler.
Cevap: Kırık mızrap 1 – 2
GENÇLİĞİM
Dalmıştım rengârenk hülyâlara bir dönemde,
Dinleyerek rûhumda sonsuzluk mûsıkîsi;
Coşmuş ve haykırmıştım çelikten sadâ ile..
Bir sürü düşünce tüllenirken benliğimde;
Ama bilmem ki kaçının duyulmuştu sesi,
Hâlâ bir sır yumağı sanki o günkü çile.
Görmüştü o günleri bir bir idrak edenler,
Hayalin kollarında şimdiyi kucaklarken;
Doğrusu o gün bir rüyâ sanıyordu bunu,
İnsiyaklarına bağlı hareket edenler.
Henüz âlem uykudayken; hatta daha erken,
Göremezdik onlar ve ben bu rengârenk sonu.
Kutlu horoz ötüyordu bir ezan sesiyle
Ve sadâsı çarpıyordu mezar taşlarına;
Bir karanlıklar yumağı içindeydi eşyâ,
Hayat üflüyordu ilham kokan nefesiyle;
Işık ordusundan nûrlu arkadaşlarına.
Artık diriliş solukluyordu bütün dünyâ...
Cevap: Kırık mızrap 1 – 2
DÜŞÜNCE TOKMAĞI
Düşünce bir tokmak, dövülen rûhum,
Tıpkı mercanlar gibi sînemde kan..
Yutkunup yutkunup hep inliyorum,
Dudağım buruk, rûhumda heyecan.
İçimde tasa, şakaklarımda ter,
Bir çıldırtan dert ki her dertten beter:
Bunu anlamak için idrak ister..
Ve ızdıraptan şerha şerha vicdan...
Gamsıza hâl anlatmak zorlardan zor,
Bedenin kulları bitevî mahmur..
Çakırkeyf, serâzat, gamsız ve mağrur,
Gülüp geçiyorlar sana arkadan.
Çileyle başbaşa sonsuza kadar,
Kal ki “ateş düştüğü yeri yakar”
Varsın anlamasın derdini ağyâr,
Meydanlar er ister, erler de meydan.
Cevap: Kırık mızrap 1 – 2
SOYUMUN ŞARKISI
SOYUMUN ŞARKISI
Soyumun gezdiği bahçede güller açarmış,
Dudağında kıpkızıl kan, yanağında jâle;
Sabâyla salınan zülüfler koku saçarmış,
Alev alev yanan sînelerdeki âmâle...
Yaprak sesleri arasında bülbül nağmesi,
Gelip kulaklara çarpan mâhûr âhengiyle;
Âdetâ Cennetin akseden latif ma’kesi,
Ölümsüz güzelliği ve solmayan rengiyle...
Her yanı “Bağ-ı İrem” bu bahar ülkesinde,
Tıpkı buhurdan gibi tütüp-durdu sîneler,
Solukladıkları ölümsüzlük bestesinde,
Hep huzûr mırıldandılar aylar ve seneler.
Güneş bir başka duyulurdu onun bağrında;
Goncalarla baş başa çiçekler arasında,
Her gün bir başka fasıl bahçesinde, bağında,
Renk atmayan ovası, obası ve dağında...
Böyle bir dünya bugün hayal sayılsa bile,
Ölümsüz sesler duymuştuk o altın günlerden,
Geçerken evlâd-ı fâtihân debdebesiyle,
Tarih ürpererek ayağa kalkmıştı birden.
Harıl harıl at üstünde bir karanlık gece,
Uçmuştuk üveyk gibi ışıktan kanatlarla..
Işığımızla aydınlanmıştı her bilmece,
Yıllarca savaşmıştık köhne kanaatlarla...
Cevap: Kırık mızrap 1 – 2
HÂTIRALAR
Yine kendimi eski hatıralara saldım;
Bir tatlı çağıltıyla yerimde kalakaldım.
Her devri ayrı bir ihtişam ve ayrı bir şan,
Bir hamlede dünyayı saran ışıktan tûfan...
Birkaç düzine çadırken devrinde Osman’ın;
“Devlet-i âliye oldu” elinde Orhan’ın.
Yürüdü garbın karanlık âfâkına emîn,
Gürledi gülbanklarla her yanda “feth-i mübîn”...
Derken her yerde tek yürek evlâd-ı fâtihân,
Yürüdü dört yana önünde Yavuz Selim Hân...
Çağlar ve çağlar boyu böyle kükreyip durduk,
Dünyada tıpkı bir uhrevî saltanat kurduk.
Hülyâm hâlâ meshûr cedlerin velvelesiyle,
Ve meydanları dolduran at kişnemesiyle...
Her taraf Bağ-ı İrem’di o kutlu devirde,
Âdeta Cennetler tüllenirdi perde perde.
Meğer kadrini bilmişler zamanın çok erken,
Henüz hiçbir yerde onun sırrı bilinmezken.
Nûrdan ırmaklar gibi akmışlar çağlar boyu,
Çağıltılarla her yanda; Cennetlerden suyu...
Cevap: Kırık mızrap 1 – 2
ESKİ GÜNLER
Hep eski yamaçlarda yeni güller,
Arayıp durmuştun bir ömür boyu..
Çiçeklerde geçmiş günlerin bûyu,
Mâziden renkleri, mâziden suyu,
Gelir sanmıştın o masmavi dünler...
Mecnun gibi hep bir âhû peşinde,
Çölden çöle koştun tâ doğuşundan,
Çıkmadı asla hayalinden cânân;
Hayatın bir nişan, ölümün bin şan,
Varı atıp hep yoku seçişinde...
Sessizdi rûhun derinliklerinde,
Hayalindeki o mavi dünyalar,
Yol gösteriyordu sana semalar,
Ya o rûhunu haykıran sadalar,
Ne ra’şeler vardı akislerinde..!
Sen coşkun, mevsim de tam müsaitti,
Çiçek koklamak için her bucakta..
Ve ak horoz ötüyordu şafakta,
Yankılandı nağmesi her dudakta,
Gökler de bu armoniye şâhitti...
Bilmedin hayatta baharı-güzü,
Zevk u safâ bir yanda, sen bir yanda,
Herkes serâzâd olduğu zamanda,
Âdeta esir yaşadın cihanda,
Gece gibi geçirmiştin gündüzü...
Cevap: Kırık mızrap 1 – 2
ŞİMŞEKLER GİBİ
Şimşekler gibi zuhur etmiştik bir devirde,
Her yanda karanlığı delerek perde perde...
Işıktan dünyalar kurmuştuk çok ötelerde,
Tuna boylarında ve daha bir sürü yerde.
Her bucakta bir zafer tâkı, bizler de şendik,
Yıldırımlar gibi dünyanın bağrına indik..
Allah’a tevekkül olup hep O’na güvendik..
Zâlimleri te’dip için gönderilen bizdik...