-
Mu'cizat ı AHMEDİYE'den (S.A.V)
Senin ağzın bozulmasın!’
Hem meşhur şair Nâbiğa'nın kıssa-i meşhuresidir ki, Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın yanında bir şiirini okumuş. Şu fıkra: "Şerefimiz göğe çıktı; biz daha üstüne çıkmak istiyoruz." Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, mülâtafe sûretinde ferman etti. Yani, Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, lâtife olarak dedi: "Gökten öbür tarafa nereyi istiyorsun ki, şiirinde orayı niyet ediyorsun?" Nâbiğa dedi: "Göklerin fevkinde Cennete gitmek istiyoruz." Sonra bir mânidar şiirini daha okudu. Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm dua etti: "Senin ağzın bozulmasın." İşte, o dua-yı Nebevînin bereketiyle, o Nâbiğa, yüz yirmi yaşında bir dişi noksan olmadı. Hattâ bazı bir dişi düştüğü vakit, yerine bir daha geliyordu.
Mektubat, s. 145
-
Cevap: Mu'cizat ı AHMEDİYE'den (S.A.V)
Duâsının kabulü için duâ
Hem başta İmam-ı Tirmizî aduâ etmiş: “Allahım, onun duâsını kabul eyle” demiş. Sa’d’ın duâsının kabulü için duâ etmiş. O asırda Sa’d’ın bedduâsından herkes korkuyordu. Duâsının kabulü de şöhret buldu.
***
Hem meşhur Ebu Katâde’ye ferman etmiş: “Allah yüzünü ak etsin. Allahım, onun tenini ve tüyünü mübarek kıl” diye, genç kalmasına duâ etmiş. Ebu Katâde yetmiş yaşında vefat ettiği vakit, on beş yaşında bir genç gibi olduğu, nakl-i sahihle şöhret bulmuş.
Mektubat, s. 145
-
Cevap: Mu'cizat ı AHMEDİYE'den (S.A.V)
Toprağı eline alsa, kazanç olurdu’
Hem İmam-ı Buharî başta, râviler naklediyorlar ki: Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, Urve bin Ebî Ca’de’ye, ticarette kâr ve kazanç için bereketle duâ etmiş. Urve diyor ki: “Ben bazı Kûfe çarşısında duruyordum. Bir günde kırk bin kazanıyordum, sonra evime dönüyordum.” İmam-ı Buharî der ki: “Toprağı da eline alsa onda bir kazanç bulurdu.”
Mektubat, s. 145
-
Cevap: Mu'cizat ı AHMEDİYE'den (S.A.V)
Hz. Peygamber’in (asm) duâsının tesiri
Başta Buharî ve Müslim haber veriyorlar ki, İbni Abbas’a şöyle duâ etmiş: “Allahım! Onu dinde fakîh kıl ve ona tefsir ilmini öğret.” Duâsı öyle makbul olmuş ki, İbni Abbas “tercümanü’l-Kur’ân” ünvan-ı zîşânını ve “habrü’l-ümme,” yani “allâme-i ümmet” rütbe-i âlisini kazanmış. Hattâ çok gençken, Hazret-i Ömer onu ulema ve kudema-yı Sahabe meclisine alıyordu. Mektubat, s. 144
***
Hem başta İmam-ı Beyhakî, ehl-i hadis haber veriyorlar ki: Aşere-i Mübeşşereden Abdurrahman bin Avf’a, Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm kesret-i mal ve bereketle duâ etmiş. O duânın bereketiyle o kadar servet kazanmış ki, bir defa yedi yüz deveyi yükleriyle beraber fî sebîlillâh tasadduk etmiş. İşte, duâ-yı Nebeviyenin bereketine bakınız, “Bârekâllah” deyiniz.
Mektubat, s. 145
-
Cevap: Mu'cizat ı AHMEDİYE'den (S.A.V)
Hz. Peygamber’in (asm) duâsının tesiri
Başta Buharî ve Müslim haber veriyorlar ki, İbni Abbas’a şöyle duâ etmiş: “Allahım! Onu dinde fakîh kıl ve ona tefsir ilmini öğret.” Duâsı öyle makbul olmuş ki, İbni Abbas “tercümanü’l-Kur’ân” ünvan-ı zîşânını ve “habrü’l-ümme,” yani “allâme-i ümmet” rütbe-i âlisini kazanmış. Hattâ çok gençken, Hazret-i Ömer onu ulema ve kudema-yı Sahabe meclisine alıyordu. Mektubat, s. 144
***
Hem başta İmam-ı Beyhakî, ehl-i hadis haber veriyorlar ki: Aşere-i Mübeşşereden Abdurrahman bin Avf’a, Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm kesret-i mal ve bereketle duâ etmiş. O duânın bereketiyle o kadar servet kazanmış ki, bir defa yedi yüz deveyi yükleriyle beraber fî sebîlillâh tasadduk etmiş. İşte, duâ-yı Nebeviyenin bereketine bakınız, “Bârekâllah” deyiniz.
Mektubat, s. 145
-
Cevap: Mu'cizat ı AHMEDİYE'den (S.A.V)
‘Onun malını ve evlâdını çoğalt!’
Hem başta İmam-ı Buharî, ehl-i kütüb-ü sahiha haber veriyorlar ki: Enes’in validesi, Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâma niyaz etmiş ki, “Senin hâdimin olan Enes’in evlât ve malı hakkında bereketle duâ et.” O da duâ etmiş, “Allahım! Onun malını ve evlâdını çoğalt. Ve ona ihsan ettiğin nimetlere bereket ver” demiş. Hazret-i Enes, âhir ömründe kasemle ilân ediyor ki: “Ben kendi elimle yüz evlâdımı defnetmişim. Benim malım ve servetim itibarıyla da, hiçbirisi benim gibi mesut yaşamamış. Benim malımı görüyorsunuz ki pek çoktur. Bunlar bütün duâ-yı Nebevî bereketindendir.”
Mektubat, s. 144
-
Cevap: Mu'cizat ı AHMEDİYE'den (S.A.V)
Onun (asm) duâsıyla yağmurun yağması
Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın envâ-ı mu’cizâtından bir nev-i azîmi, duâsıyla zâhir olan harikalardır. Evet, şu nevî, katî ve hakikî mütevâtirdir. Cüz’iyat ve misâlleri o kadar çoktur ki, hesap edilmez. Misâllerin çokları var ki, onlar da mütevatir derecesine çıkmışlar. Belki tevatüre yakın meşhur olmuşlar. Bir kısmını öyle imamlar nakletmiş ki, meşhur mütevatir gibi katiyeti ifade eder. Biz şu pek çok misallerinden, tevatüre yakın ve meşhur derecesinde münteşir bazı misalleri, numune olarak ve her misalin de birkaç cüz’iyâtını zikredeceğiz.
Birinci Misâl: Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın yağmur duâsı tevatür derecesinde ve çok defa tekrar ile, daima sür’atle kabul olması, başta İmam-ı Buharî ve İmam-ı Müslim, eimme-i hadis nakletmişler. Hattâ bazı defa, minber-i şerif üstünde yağmur duâsı için elini kaldırıp, indirmeden yağmış.
Sabıkan zikrettiğimiz gibi, bir iki defa ordu susuz kaldığı vakit bulut geliyordu, yağmur veriyordu. Hattâ, nübüvvetten evvel, cedd-i Nebî Abdülmuttalib, Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın küçüklük zamanında mübarek yüzüyle yağmur duâsına giderdi. Onun yüzü hürmetine gelirdi ki, o hadise Abdülmuttalib’in bir şiiriyle iştihar bulmuş.
Hem vefat-ı Nebevîden sonra, Hazret-i Ömer, Hazret-i Abbas’ı vesile yapıp demiş: “Yâ Rab, bu Senin habibinin amcasıdır. Onun yüzü hürmetine yağmur ver.” Yağmur gelmiş.
Hem İmam-ı Buharî ve Müslim haber veriyorlar ki: Yağmur için duâ talep edildi. Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm duâ etti. Yağmur öyle geldi ki, mecbur oldular: “Aman duâ et, kesilsin.” Duâ etti, birden kesildi.
Mektûbât, s. 143-44
-
Cevap: Mu'cizat ı AHMEDİYE'den (S.A.V)
Urdan eser kalmadı
Şürehbilü’l-Cu’fî’nin meşhur kıssasıdır ki:
Avucunda etten bir ur vardı ki, kılıcı ve atın dizginini tutamıyordu. Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm eliyle avucundaki uru meshetti ve mübarek eliyle oğdu. O urdan hiçbir eser kalmadı. Mektubat, s. 141
-------------------------------------------------------------------
“Mübarekü’l-Yemâme”
Âlem-i yakazada Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm ile mükerrer sûrette müşerref olan Celâleddin Süyutî ve asrın imamı, tahriç ve tashihle Mübarekü’l-Yemâme ismiyle meşhur bir zâtı, daha yeni dünyaya geldiği vakit, Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın yanına getirmişler. Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm ona müteveccih olmuş. Çocuk tekellüme başlamış, “Eşhedü enneke resûlullah” (Senin Allah Resûlü olduğuna şehadet ederim) demiş. Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm “Bârekâllah” demiş. Çocuk ondan sonra büyüyünceye kadar daha konuşmamış. O çocuk, bu mucize-i Ahmediyeye ve “Bârekâllah” duâ-yı Nebevîsine mazhar olduğundan, “Mübarekü’l-Yemâme” ismiyle şöhret bulmuş.
Mektûbât, s. 142
-
Cevap: Mu'cizat ı AHMEDİYE'den (S.A.V)
Duâ etti, gözleri açıldı
Başta Neseî olarak, erbab-ı siyer, Osman ibni Huneyf’ten haber veriyorlar ki:
Osman diyor ki: Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın yanına bir âmâ geldi, dedi: “Benim gözlerimin açılması için duâ et.” Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm ona ferman etti: “Şimdi git, abdest al. Sonra iki rekât namaz kıl ve de ki: ‘Allah’ım! Hâcetimi sana arz ediyor ve nebiyy-i rahmet olan Peygamberin Muhammed ile Sana teveccüh ediyorum. Yâ Muhammed! Gözümden perdeyi kaldırması için senin Rabbine seninle teveccüh ediyorum. Allahım, onu bana şefaatçi kıl.’”
O gitti, öyle yaptı, geldi. Gözü açılmış, güzel görüyormuş, gördük.
Mektûbât, s. 140
---------------------------------------------------------
Ayağını meshetti, şifa buldu
İmam-ı Bağavî, tahrici ve tashihiyle haber veriyor ki:
Aliyyi’bni’l-Hakem’in, gazve-i Hendek’te, küffârın darbesiyle ayağı kırıldı. Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm meshetti; dakikasında öyle şifa buldu ki, atından inmedi.
Mektubat, s. 141
-
Cevap: Mu'cizat ı AHMEDİYE'den (S.A.V)
Işık veren değnek
Hazret-i İmam-ı Ahmed ibni Hanbel, Ebu Saidi’l-Hudrî’den tahriç ve tashih eder ki:
Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, Katâde ibni Numan’a, karanlıklı, yağmurlu bir gecede bir değnek verir ve ferman eder ki: “Sana, lâmba gibi, onar arşın her tarafta ışık verecek. Evine gittiğin zaman bir siyah şahıs gölge göreceksin. O şeytandır. Onu hanenden çıkar, tard et.”
Katâde değneği alır, gider. Yed-i beyzâ gibi ışık verir. Evine gider, o siyah şahsı görür, tard eder. Mektubat, s. 138
-----------------------------------------------------------------------
Şifa mucizelerinden
Başta Buharî ve Müslim, kütüb-ü sahiha haber veriyorlar ki:
Gazve-i Hayber’de, Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, Aliyy-i Haydarî’yi bayraktar tayin ettiği halde, Ali’nin gözleri hastalıktan çok ağrıyordu. Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm tiryak gibi tükürüğünü gözüne sürdüğü dakikada şifa bularak hiçbir şey kalmadı. Sabahleyin Hayber Kalesinin pek ağır demir kapısını çekip, elinde kalkan gibi tutup Kale-i Hayber’i fethetti.
Hem o vakıada, Selemet ibnü’l-Ekvâ’nın bacağına kılıç vurulmuş, yarılmış. Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm ona nefes edip, birden ayağı şifa bulmuş.
Mektûbât, s. 140
-
Cevap: Mu'cizat ı AHMEDİYE'den (S.A.V)
Dağlar onu (asm) tanır ve severler
Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, Ebu Bekri’s-Sıddık, Ömerü’l-Faruk ve Osman-ı Zinnureyn ile Uhud Dağının başına çıktılar. Cebel-i Uhud, ya onların mehabetlerinden veya kendi sürur ve sevincinden lerzeye geldi, kımıldandı. Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm ferman etti ki: “Dur ey Uhud! Şüphesiz üzerinde bir peygamber, bir sıddık ve iki tanede şehid var.”
Şu hadis, Hazret-i Ömer ve Osman şehid olacaklarına bir ihbar-ı gaybîdir....
Bu misâlden anlaşılır ki, o koca dağlar birer müstakil abddir, müsebbihtir ve vazifedardırlar. Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâmı tanır ve severler; başıboş değillerdir.
Mektubat, s. 134
---------------------------------------------------------------------------
“Attığında sen atmadın”
“Attığın zaman sen atmadın; ancak Allah attı.” (Enfâl Sûresi, 6:17) nass-ı katîsiyle ve ehl-i tahkik umum müfessirlerin tahkikiyle ve umum ehl-i hadisin ihbarıyla, gazve-i Bedir’de, şu âyet haber veriyor ki:
Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm bir avuç toprakla küçük taşları aldı, küffar ordusunun yüzüne attı, “Bu yüzler kahrolsun!” dedi. “Bu yüzler kahrolsun!” kelimesi bir kelâm iken onların herbirinin kulağına gitmesi gibi, o bir avuç toprak dahi herbir kâfirin gözüne gitti. Herbiri kendi gözüyle meşgul olup, hücumda iken, birden kaçtılar.--------------------------------------------------------------------
Hem Gazve-i Huneyn’de, başta İmam-ı Müslim olarak ehl-i hadis haber veriyorlar ki:
Gazve-i Huneyn’de, Bedir gibi, küffar şiddetle hücum ederken, yine bir avuç toprak atıp, “Bu yüzler kahrolsun!” diyerek, herbirinin kulağına bir “Bu yüzler kahrolsun!” kelimesi girdiği gibi, biiznillâh herbirinin yüzüne bir avuç toprak gitti, gözleriyle meşgul olup kaçtılar. İşte, Bedir’de ve Huneyn’deki harika olan şu hadise, esbab-ı âdi ve kudret-i beşer dahilinde olmadığından, Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan “Attığın zaman sen atmadın; ancak Allah attı.” (Enfâl Sûresi, 6:17) ferman eder. Yani, “O hadise kudret-i beşer haricindedir. Kuvve-i beşeriye ile değil, belki fevkalâde bir sûrette, kudret-i İlâhiye ile olmuştur.”
Mektubat, s. 136
-
Cevap: Mu'cizat ı AHMEDİYE'den (S.A.V)
Taamın tesbihleri
Hâdim-i Nebevî Hazret-i İbni Mes’ud der ki: Biz Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın yanında taam (yemek) yerken, taamın tesbihlerini işitiyorduk.
Mektûbât, s. 133
-----------------------------------------------------------
“Onları örterek ateşten koru!”
Nakl-i sahihle Hazret-i Abbas'tan haber veriyorlar ki:
Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, Abbas ve dört oğlunu (Abdullah, Ubeydullah, Fazl, Kusem) beraber, "mülâet" denilen bir perde altına alarak üzerlerine örttü. Dedi: "Yâ Rabbi! Bu benim amcamdır ve babam hükmündedir. Bunlar da onun çocuklarıdır. Ben abâmla onların üzerlerini örttüğüm gibi, sen de onları örterek ateşten koru" deyip duâ etti. Birden, evin damı ve kapısı ve duvarları "Âmin, âmin" diyerek duâya iştirak ettiler.
Mektubat, s. 134
-
Cevap: Mu'cizat ı AHMEDİYE'den (S.A.V)
Şeytanlardan daha şeytan olmak!
Altıncı Misal: Hazret-i Ya’le, tarîkinde nakl-i sahihle haber veriyor ki:
Bir seferde, “talha” veya “semure” denilen bir ağaç geldi, Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın etrafında tavaf eder gibi döndü, sonra yine yerine gitti. Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm ferman etti ki: “O ağaç Cenâb-ı Hak’tan istedi ki, bana selâm etsin.”
Yedinci Misâl: Muhaddisler, nakl-i sahihle İbni Mesud’dan beyan ediyorlar ki:
İbni Mes’ud dedi: Batn-ı Nahl denilen nam mevkide, Nusaybin ecinnîleri ihtidâ için Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâma geldikleri vakit, bir ağaç o ecinnîlerin geldiklerini haber verdi.
Hem İmam-ı Mücahid, o hadiste İbni Mes’ud’dan nakleder ki: O cinnîler bir delil istediler. Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm bir ağaca emretti; yerinden çıkıp geldi, sonra yine yerine gitti. İşte, cin taifesine birtek mucize kâfi geldi. Acaba bu mucize gibi bin mu’cizât işiten bir insan imana gelmezse, cinnîlerin “Bizim akılsızlarımız ise Allah hakkında yalan yanlış şeyler söylüyorlar.” (Cin sûresi, 72:4) tabir ettikleri şeytanlardan daha şeytan olmaz mı?
Mektûbât, s. 128-29
-
Cevap: Mu'cizat ı AHMEDİYE'den (S.A.V)
Kuru ağaç kadar olamamak!
Sahih-i Tirmizî, nakl-i sahihle Hazret-i İbni Abbas’tan haber veriyorlar ki:
İbni Abbas dedi ki: Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm bir a’râbîye ferman etti:
“Ben bu ağacın şu dalını çağırsam, yanıma gelse, iman edecek misin?”
“Evet” dedi. Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm çağırdı. O urcun, ağacının başından kopup, Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın yanına atladı, geldi. Sonra emretti, yine yerine gitti...
Acaba, o Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâma ağaçlar, misallerde göründüğü gibi, onu tanıyıp, risâletini tasdik edip, ona selâm ederek ziyaret edip emirlerini dinleyerek itaat ettiği halde, kendilerine insan diyen bir kısım câmid, akılsız mahlûklar onu tanımazsa, iman etmezse, kuru ağaçtan çok ednâ, odun parçası gibi ehemmiyetsiz, kıymetsiz olarak ateşe lâyık olmaz mı?
Mektubat, s. 129
-
Cevap: Mu'cizat ı AHMEDİYE'den (S.A.V)
Ağaçlar birleşti, taşlar duvar oldu
Nakl-i sahihle, Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın cesur kumandanlarından ve hizmetkârlarından olan Üsâme bin Zeyd der ki:
Bir seferde, Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm ile beraberdik. Kaza-yı hacet için, hâlî, settareli bir yer bulunmuyordu. Ferman etti ki:
“Ağaç veya taş gibi bir şeyler görüyor musun?” Dedim: “Evet, var.” Emretti ve dedi:
“Ağaçlara de ki: ‘Resulullahın haceti için birleşiniz.’ Ve taşlara da de: ‘Duvar gibi toplanınız.’” Ben gittim, söyledim. Kasem ediyorum ki, ağaçlar birleştiler ve taşlar duvar oldular. Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, hacetinden sonra yine emretti: “Onlara söyle, ayrılsınlar.” Benim nefsim kabza-i kudretinde olan Zât-ı Zülcelâle kasem ederim, ağaçlar ve taşlar ayrılıp yerlerine gittiler.
Şu, Hazret-i Câbir ve Üsâme’nin beyan ettiği iki hadiseyi, aynen Ya’le ibni Murre ve Gaylan ibni Selemeti’s-Sakafî ve Hazret-i İbni Mes’ud, gazve-i Huneyn’de aynen haber veriyorlar.
Mektubat, s. 128
------------------------------------------------------------------------
Ağaç ikiye ayrıldı
İmam-ı İbni Fevrek ki, kemâl-i içtihad ve fazlından kinaye olarak “Şâfiî-yi Sânî” ünvanını alan allâme-i asır, katî haber veriyor ki:
Gazve-i Taif’te, Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm gece at üstünde giderken uykusu geliyordu. O halde iken bir sidre ağacına rast geldi. Ağaç ona yol verip atını incitmemek için iki şak oldu; Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm hayvan ile içinden geçti. Tâ zamanımıza kadar o ağaç iki ayak üstünde, muhterem bir vaziyette kaldı.
Mektubat, s. 128
-
Cevap: Mu'cizat ı AHMEDİYE'den (S.A.V)
Bir işaretle ağaç yerinden oynadı
Hazret-i Büreyde, İbni Sahibi’l-Eslemî tarikinde, nakl-i sahihle, Büreyde dedi ki: Biz Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın yanında iken, bir seferde bir a’râbî geldi. Bir âyet, yani bir mucize istedi. Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm ferman etti: “Şu ağaca, ‘Resulullah seni çağırıyor’ de.” Bir ağaca işaret etti. Ağaç, sağa ve sola meylederek köklerini yerden çıkarıp huzur-u Nebevîye geldi, “Es-selamu aleyke ya Resûlallah” dedi. Sonra a’râbî dedi: “Yine yerine gitsin.” Emretti, yerine gitti. A’râbî dedi: “İzin ver, sana secde edeyim.” Dedi: “İzin yok kimseye.” Dedi: “Öyleyse senin elini, ayağını öpeceğim.” İzin verdi. Mektubat, s. 127
‘Üstüme birleşiniz!’
Başta Sahih-i Müslim, kütüb-ü sahiha haber veriyorlar ki:
Câbir diyor: Biz bir seferde Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm ile beraberdik. Kaza-yı hacet için bir yer aradı. Settareli bir yer yoktu. Sonra gitti iki ağaç yanına, bir ağacın dalını tuttu, çekti. Ağaç itaat ederek beraber gitti; öteki ağacın yanına getirdi. Mutî devenin yularını tutup çekildikte geldiği gibi, o iki ağacı o sûretle yan yana getirdi. Sonra dedi: “Üstüme birleşiniz.” İkisi birleşerek settare oldular. Arkalarında kaza-yı hacet ettikten sonra onlara emretti, yerlerine gittiler.
İkinci bir rivayette, yine Hazret-i Câbir der ki: Bana emretti ki: “O ağaçlara de: Resulullahın haceti için birleşiniz.” Ben öyle dedim, onlar da birleştiler. Sonra ben beklerken, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm çıkageldi. Başıyla sağa sola işaret etti; o iki ağaç yerlerine gittiler.
Mektubat, s. 127
-
Cevap: Mu'cizat ı AHMEDİYE'den (S.A.V)
Ordunun ihtiyacı kadar yağmur
Başta İmam-ı Beyhakî ve Hâkim olarak, kütüb-ü sahiha, Hazret-i Ömer’den haber veriyorlar ki:
Hazret-i Ömer, Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmdan yağmur duâsını niyaz etti. Çünkü ordu suya muhtaçtı. Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm elini kaldırdı. Birden bulut toplandı, yağmur geldi, ordunun ihtiyacı kadar su verdi, gitti. Âdetâ, yalnız orduya su vermek için memurdu; geldi, ihtiyaca göre verdi, gitti.
Mektubat, s. 125
--------------------------------------------------------------------------------
Ağaç ona (a.s.m.) şahit oldu
Bir seferde Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın yanına bir bedevî geldi. Ferman etti: “Nereye gidiyorsun?” Bedevî dedi: “Ehlime.” Ferman etti: “Ondan daha iyi bir hayır istemiyor musun?” Bedevî dedi: “Nedir?” Ferman etti: “Allah’tan başka hiçbir ilâh olmadığına, Onun bir olduğuna, hiçbir şeriki bulunmadığına ve Muhammed’in, Onun kulu ve resulü olduğuna şehadet etmendir.” Bedevî dedi: “Bu şehadete şahit nedir?” Ferman etti: “Vadi kenarındaki ağaç şahit olacak.” İbni Ömer der ki: O ağaç yerinden sallanarak çıktı, yeri şak etti, geldi, tâ Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın yanına. Üç defa Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm o ağacı istişhad etti, ağaç da sıdkına şehadet etti. Emretti, yine yerine gidip yerleşti.
Mektubat, s. 126
-
Cevap: Mu'cizat ı AHMEDİYE'den (S.A.V)
Kırbanı sakla!’
Yine Müslim ve İbni Cerîr-i Taberî gibi, hadisin dâhi imamları başta olarak, kütüb-ü sahiha, nakl-i sahihle, meşhur Ebu Katâde’den haber veriyorlar ki:
Ebu Katâde diyor: Mûte gazve-i meşhuresinde, reislerin şehadeti üzerine, imdada gidiyorduk. Bende bir kırba vardı. Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm bana ferman etti: “Kırbanı sakla; onun büyük işi var.” Sonra susuzluk başladı. Yetmiş iki kişi idik. (Taberî’nin nakline göre, üç yüz idik.) Susuz kaldık. Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm dedi: “Kırbanı getir.” Ben getirdim. O da aldı, ağzını ağzına getirdi. İçine nefes etti, etmedi, bilmem. Sonra yetmiş iki kişi geldiler, içtiler, kaplarını doldurdular. Sonra ben aldım; verdiğim gibi kalmıştı.
İşte, şu mucize-i bâhire-i Ahmediyeyi (a.s.m.) gör.
Allahım, suyun damlaları adedince ona (asm) ve âline salât ve selâm et.
Mektûbât, s. 123
-
Cevap: Mu'cizat ı AHMEDİYE'den (S.A.V)
Arafat çeşmesi
Meşhur Abdullah ibni Amr ibni’l-Âs’ın hafidi ve dört imamın ona itimad edip ve ondan tahric-i hadis ettikleri Amr ibni Şuayb’dan, nakl-i sahihle haber veriyorlar ki:
Demiş: Nübüvvetten evvel, Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, amcası Ebu Talip ile deveye binip, Arafe civarında Zilhicaz nam-mevkie geldikleri vakit, Ebû Talip demiş: “Ben susadım.” Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm inmiş, yere ayağını vurmuş, su çıkmış, Ebu Talip içmiştir. Muhakkikînden birisi demiş ki: Şu hadise nübüvvetten evvel olduğundan, irhasat kabilinden olmakla beraber, bin sene sonra aynı yerde Arafat çeşmesi çıkması, o hadiseye binaen bir kerâmet-i Ahmediye (a.s.m.) sayılabilir.
Mektubat, s. 124
-
Cevap: Mu'cizat ı AHMEDİYE'den (S.A.V)
Çeşmenin suyu arttı
Başta İmam-ı Mâlik, Muvatta’ kitab-ı muteberinde, Muâz ibni Cebel gibi meşâhir-i Sahabeden haber veriyor ki:
Hazret-i Muâz ibni Cebel dedi ki: Gazve-i Tebük’te bir çeşmeye rast geldik; sicim kalınlığında, güçle akıyordu. Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm emretti ki: “Bir parça o suyu toplayınız.” Avuçlarında bir parça topladılar. Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, onunla elini yüzünü yıkadı. Suyu çeşmeye koyduk. Birden çeşmenin menfezi açılıp kesretle aktı, bütün orduya kâfi geldi. Hattâ bir râvî olan İmam İbni İshak der ki: Gök gürültüsü gibi, toprak altında o çeşmenin suyu gürültü yaparak öyle aktı. Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm Hazret-i Muâz’a ferman etti ki: “Bu eser-i mucize olan mübarek su devam edip buraları bağa çevirecek; ömrün varsa göreceksin.” Ve öyle olmuştur.
Mektubat, s. 122-123
------------------------------------------------------------------------
Kuyu coştu, kaynadı
Başta Buharî, Hazret-i Berâ’dan ve Müslim, Hazret-i Selemet ibni Ekvâ’dan ve sair kütüb-ü sahiha başka râvilerden müttefikan haber veriyorlar ki:
Gazve-i Hudeybiye’de bir kuyuya rast geldik. Bin dört yüz kişiydik. O kuyunun suyu elli kişiyi ancak idare ederdi. Biz suyu çektik, içinde birşey bırakmadık. Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm geldi, kuyunun başına oturdu. Bir kova su istedi; getirdik. Kovanın içine mübarek ağzının suyunu bıraktı ve duâ etti, sonra o kovayı kuyuya döktü. Birden kuyu coştu ve kaynadı, ağzına kadar doldu. Bütün ordu, kendileri ve hayvânâtı doyuncaya kadar içtiler, kaplarını da doldurdular.
Mektûbât, s. 123
-
Cevap: Mu'cizat ı AHMEDİYE'den (S.A.V)
‘Daha elini indirmeden bulut toplandı’
Başta meşhur İbni Huzeyme, Sahih’inde, râviler Hazret-i Ömer’den naklediyorlar ki:
Gazve-i Tebük’te susuz kaldık. Hattâ bazılar devesini keser, susuzluktan içini sıkar, içerdi. Ebû Bekri’s-Sıddık, Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’a duâ etmek için rica etti. Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm elini kaldırdı; daha elini indirmeden bulut toplandı, yağmur öyle geldi ki, kaplarımızı doldurduk. Sonra su çekildi. Ordumuza mahsus olarak, hududumuzu tecavüz etmedi. Demek, tesadüf içine karışmamış, sırf bir mucize-i Ahmediyedir (asm).
Mektubat, s. 124
-
Cevap: Mu'cizat ı AHMEDİYE'den (S.A.V)
Allah, Hasan ile barıştıracak!’
Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, nakl-i sahihle ve mütevatir bir derecede bize vasıl olmuş ki, minber üstünde, cemaat-i Sahabe içinde ferman etmiş ki:
“Şu benim oğlum Hasan, seyyiddir. Allah onun vasıtasıyla Müslümanların iki büyük ordusunu barıştıracaktır.” (Buharî, Fiten: 20)
İşte, kırk sene sonra İslâmın en büyük iki ordusu karşı karşıya geldiği vakit, Hazret-i Hasan Radıyallahü Anh, Hazret-i Muaviye (r.a.) ile musalâha edip, cedd-i emcedinin mucize-i gaybiyesini tasdik etmiştir.
Mektûbât, s. 98
-
Cevap: Mu'cizat ı AHMEDİYE'den (S.A.V)
“Siz umum düşmanlarınıza galebe edeceksiniz!”
İşte, nakl-i sahih-i kati ile, Ashabına haber vermiş ki: “Siz umum düşmanlarınıza galebe edeceksiniz. Hem feth-i Mekke, hem feth-i Hayber, hem feth-i Şam, hem feth-i Irak, hem feth-i İran, hem feth-i Beytü’l-Makdise muvaffak olacaksınız. Hem o zamanın en büyük devletleri olan İran ve Rum padişahlarının hazinelerini beyninizde taksim edeceksiniz.” Haber vermiş. Hem “Tahminim böyle” veya “Zannederim” dememiş. Belki, görür gibi katî ihbar etmiş, haber verdiği gibi çıkmış. Halbuki haber verdiği vakit, hicrete mecbur olmuş, Sahabeleri az, Medine etrafı ve bütün dünya düşmandı.
Mektûbât, s. 101
------------------------------------------------------------
‘Benden sonra Ebû Bekir ve Ömer’in yolu üzere gidin’
Hem, nakl-i sahih-i kati ile, çok defa ferman etmiş:
“Benden sonra Ebû Bekir ve Ömer’in yolu üzere gidin.” (Tirmizî, Menâkıb: 16, 37) deyip, “Ebû Bekir ve Ömer kendinden sonraya kalacaklar, hem halife olacaklar, hem mükemmel bir sûrette ve rıza-i İlâhî ve marzî-i Nebevî dairesinde hareket edecekler. Hem Ebû Bekir az kalacak, Ömer çok kalacak ve pek çok fütuhat yapacak.”
Mektubât, s. 102
-
Cevap: Mu'cizat ı AHMEDİYE'den (S.A.V)
Şarktan garba kadar, ümmetimin eline geçecek’
* Hem ferman etmiş ki: “Şarktan garba kadar benim ümmetimin eline geçecektir. Hiçbir ümmet o kadar mülk zaptetmemiş.” (Müslim, Fiten: 19, 20) Haber verdiği gibi çıkmış.
* Hem, nakl-i sahih-i kati ile, gazâ-i Bedir’den evvel ferman etmiş: “Burası Ebû Cehil’in katledileceği yer, burası Utbe’nin katledileceği yer, burası Ümeyye’nin katledileceği yer ve burası da falan ve falanın katledileceği yerlerdir.” (Müslim, Cihad: 83) deyip, müşrik-i Kureyş’in reislerinin herbiri nerede katledileceğini göstermiş ve demiş: “Ben kendi elimle Übeyy ibni Halef’i öldüreceğim.” Haber verdiği gibi çıkmış.
Mektûbât, s. 102
-------------------------------------------------------------------
Savaştaki sahabelerini görür gibi anlatması
Hem, nakl-i sahih-i kati ile, bir ay uzak mesafede, Şam etrafında, Mûte nam mevkideki gazve-i meşhurede muharebe eden Sahabelerini görür gibi ferman etmiş: “Sancağı Zeyd aldı ve vuruldu. Sonra Câfer aldı, o da vuruldu. Sonra İbni Revâha aldı, o da vuruldu.. Ve sonra onu, Allah’ın kılıçlarından bir kılıç eline aldı...” (Buharî, Mağâzî: 44) deyip, birer birer hâdisâtı ashabına haber vermiş.
İki üç hafta sonra Ya’le ibni Münebbih meydan-ı harpten geldi; daha söylemeden Muhbir-i Sadık (a.s.m.) harbin tafsilâtını beyan etti. Ya’le kasem etti: “Dediğin gibi, aynen öyle oldu.”
Mektûbât, s. 102
-
Cevap: Mu'cizat ı AHMEDİYE'den (S.A.V)
Hilâfet benden sonra otuz sene sürecek’
Hem, nakl-i sahih-i kati ile, ferman etmiş:
“Hilâfet benden sonra otuz sene sürecek, ondan sonra da saltanat şeklini alacaktır.” (Müsned, 5:220, 221.)
“Bu iş nübüvvet ve rahmetle başladı, sonra rahmet ve hilâfet halini alacak, sonra saltanat şekline girecek, sonra da ceberût ve fesâd-ı ümmet meydan alacak.” (Kadî İyâz, eş-Şifâ, 1:340; Müsned, 4:273.)
deyip, Hazret-i Hasan’ın altı ay hilâfetiyle, Cihar-ı yâr-ı Güzînin (Hulefâ-i Râşidînin) zaman-ı hilâfetlerini ve onlardan sonra saltanat şekline girmesini, sonra o saltanattan ceberut ve fesad-ı ümmet olacağını haber vermiş. Haber verdiği gibi çıkmış.
Mektubat, s. 103
-----------------------------------------------------------------
Hz. Osman'ın şehid edileceği haberi
Hem, nakl-i sahih-i katî ile, ferman etmiş: “Osman, Mushaf okurken şehid edilecek.” “Muhakkak ki Cenâb-ı Hak Osman'a halife gömleğini giydirecektir; fakat onlar bu gömleği çıkartmak isteyecekler” deyip, Hazret-i Osman halife olacağını ve hal'i istenileceğini ve mazlum olarak, Kur'ân okurken katledileceğini haber vermiş. Haber verdiği gibi çıkmış. Mektûbât, s. 103
Emevi ve Abbasileri haber vermesi
Hem, nakl-i sahih-i katî ile, Emeviye devletinin zuhurunu ve onların padişahlarının çoğu zalim olacağını ve içlerinde Yezid ve Velid bulunacağını ve Hazret-i Muaviye, ümmetin başına geçeceğini, “Başa geçtiğin zaman affedici ol ve âdil davran” fermanıyla rıfk ve adaleti tavsiye etmiş. Ve Emeviyeden sonra “Abbas’ın oğlu siyah bayraklarla zuhur eder ve uzun müddet saltanat sürerler” deyip, devlet-i Abbasiyenin zuhurunu ve uzun müddet devam edeceğini haber vermiş. Haber verdiği gibi çıkmış.
Mektûbât, s. 104
-
Cevap: Mu'cizat ı AHMEDİYE'den (S.A.V)
Hem, nakl-i sahih-i kati ile, Sa’d ibni Ebî Vakkas gayet ağır hasta iken ona ferman etmiş:
“Ola ki sen daha çok yaşayasın; tâ ki, bir kısım milletler senden faydalanır, bir kısmı da zarar görürler...” deyip, ileride büyük bir kumandan olacağını, çok fütuhat yapacağını, çok milletler ve kavimler ondan menfaat görüp, yani İslâm olup ve çoklar zarar görecek, yani devletleri onun eliyle harap olacağını haber vermiş. Haber verdiği gibi çıkmış. Hazret-i Sa’d, ordu-yu İslâm başına geçti, devlet-i İraniyeyi zir ü zeber etti, çok kavimlerin daire-i İslâma ve hidayete girmelerine sebep oldu.
Mektubat, s. 104
----------------------------------------------------------------------
Necâşî’nin vefatını haber vermesi
Hem, nakl-i sahih-i kati ile, imana gelen Habeş Meliki olan Necâşî hicretin yedinci senesinde vefat ettiği gün Ashabına haber vermiş, hattâ cenaze namazını kılmış. Bir hafta sonra cevap geldi ki, aynı günde vefat etmiş.
Hem, nakl-i sahih-i kati ile, Ciharyâr-ı Güzîn ile beraber Uhud veya Hira Dağının başında iken dağ titredi, zelzelelendi. Dağa ferman etti ki: “Sâkin ol! Zira senin üstünde bir peygamber, bir sıddık ve iki de şehid vardır” deyip, Hazret-i Ömer ve Osman ve Ali’nin şehid olacaklarını haber vermiş. Haber verdiği gibi çıkmış.
Mektûbât, s. 104
-
Cevap: Mu'cizat ı AHMEDİYE'den (S.A.V)
Âl-i Beytimden herkesten evvel vefat edeceksin!’
Nakl-i sahih-i katî ile, Hazret-i Fatıma’ya (r.a.) ferman etmiş ki: “Âl-i Beytimden, herkesten evvel vefat edip bana iltihak edeceksin” diye söylemiş. Altı ay sonra, haber verdiği gibi aynen zuhur etmiş.
Hem Ebû Zer’e ferman etmiş:
“Buradan çıkarılacak, tek başına yaşayacak ve tek başına öleceksin” deyip, Medine’den nefyedilip, yalnız hayat geçirip, yalnız bir sahrâda vefat edeceğini haber vermiş. Yirmi sene sonra, haber verdiği gibi çıkmış.
Mektubat, s. 105
-------------------------------------------------------------
Muhtar’ı ve Haccac-ı Zalimi haber vermesi
Hem, nakl-i sahih-i katî ile, ferman etmiş ki:
“Sakif kabilesinden biri dâvâ-yı nübüvvet edecek ve biri hunhar zalim zuhur edecek” deyip, nübüvvet dâvâ eden meşhur Muhtar’ı ve yüz bin adam öldüren Haccac-ı Zalimi haber vermiş.
Hem, nakl-i sahih-i katî ile,
“İstanbul fethedilecektir. Onu fethedecek olan kumandan ne güzel kumandan ve onun ordusu ne güzel ordudur” deyip, İstanbul’un İslâm eliyle fetholacağını ve Hazret-i Sultan Mehmed Fatih’in yüksek bir mertebe sahibi olduğunu haber vermiş. Haber verdiği gibi zuhur etmiş.
Mektûbât, s. 106
-
Cevap: Mu'cizat ı AHMEDİYE'den (S.A.V)
Ebû Hanife ve İmam-ı Şafiî’ye işaret etmesi
* Hem, nakl-i sahih-i kati ile, ferman etmiş ki:
“Eğer din, Ülker Takımyıldızında bile olsaydı, Fars’tan bazı kimseler ona ulaşıp alabileceklerdi” deyip, başta Ebû Hanife olarak, İran’ın emsalsiz bir sûrette yetiştirdiği ulema ve evliyaya işaret ediyor, haber veriyor.
* Hem ferman etmiş ki:
“Kureyş’in âlimi yeryüzünün tabakalarını ilimle dolduracaktır” deyip, İmam-ı Şâfiî’ye işaret edip haber veriyor.
Mektubat, s. 106
----------------------------------------------------------------------
‘Ümmetim yetmiş üç fırkaya ayrılacak’
* Hem, nakl-i sahih-i kati ile, ferman etmiş ki:
“Ümmetim yetmiş üç fırkaya ayrılacaktır. İçlerinden birisi fırka-i nâciyedir.”
“Onlar kimdir?” dediler. Buyurdu ki:
“Bana ve Ashabıma tâbi olanlardır” deyip, ümmeti yetmiş üç fırkaya inkısam edeceğini ve içinde fırka-i nâciye-i kâmile, Ehl-i Sünnet ve Cemaat olduğunu haber veriyor.
* Hem ferman etmiş ki: “Kaderiye fırkası, bu ümmetin mecûsîleridir” deyip, çok şubelere inkısam eden ve kaderi inkâr eden Kaderiye taifesini haber vermiş. Hem çok şûbelere inkısam eden Râfızîleri haber vermiş.
* Hem, nakl-i sahih-i katî ile, İmam-ı Ali’ye (r.a.) demiş: “Sende, Hazret-i İsâ (a.s.) gibi, iki kısım insan helâkete gider: Birisi ifrat-ı muhabbet, diğeri ifrat-ı adâvetle. Hazret-i İsâ’ya, Nasrânî, muhabbetinden, hadd-i meşrudan tecavüzle—hâşâ—’ibnullah’ dediler. Yahudi, adâvetinden çok tecavüz ettiler, nübüvvetini ve kemâlini inkâr ettiler. Senin hakkında da, bir kısım, hadd-i meşrûdan tecavüz edecek, muhabbetinden helâkete gidecektir. Onların bir lâkabı vardır ki, onlara Rafizî denir” demiş. “Bir kısmı, senin adâvetinden çok ileri gidecekler. Onlar da Havâriçtir ve Emevîlerin müfrit bir kısım taraftarlarıdır ki, onlara ‘Nâsibe’ denilir.”
Mektûbât, s. 106-107
-
Cevap: Mu'cizat ı AHMEDİYE'den (S.A.V)
Hz. Ali'nin eliyle fetih
* Hem, nakl-i sahih-i kati ile, ferman etmiş ki:
"Ne vakit size Fars ve Rum kızları hizmet etti; o vakit belânız, fitneniz içinize girecek, harbiniz dahilî olacak, şerirleriniz başa geçip hayırlılar ve iyilerinize musallat olacaklar" haber vermiş. Otuz sene sonra haber verdiği gibi çıkmış.
* Hem, nakl-i sahih-i kati ile, ferman etmiş ki:
"Hayber Kalesinin fethi Ali'nin eliyle olacak." Me'mulün pek fevkinde, ikinci gün bir mucize-i Nebeviye olarak, Hayber Kalesinin kapısını Hazret-i Ali çekip kalkan gibi istimal ederek fethe muvaffak olduktan sonra kapıyı yere atmış. Sekiz kuvvetli adam o kapıyı yerden kaldıramamış. Bir rivayette, kırk adam kaldıramamış.
Mektûbât, s. 107-108
-
Cevap: Mu'cizat ı AHMEDİYE'den (S.A.V)
İki büyük topluluk
* Hem ferman etmiş ki: "Müslümanlardan aynı dâvâya sahip iki büyük topluluk birbiriyle savaşmadıkça kıyamet kopmaz" diye, Sıffin'de Hazret-i Ali ile Muaviye'nin harbini haber vermiş.
* Hem ferman etmiş ki: "Bâği bir taife Ammâr'ı katledecek." Sonra, Sıffin harbinde katledildi. Hazret-i Ali, onu Muaviye'nin taraftarları bâği olduklarına hüccet gösterdi. Fakat Muaviye tevil etti. Amr ibnü'l-Âs dedi ki: "Bâği yalnız onun katilleridir; umumumuz değiliz."
Mektubat, s. 108
-
Cevap: Mu'cizat ı AHMEDİYE'den (S.A.V)
Süheyl ibni Amr'ın hutbesi
Hem Süheyl ibni Amr daha imana gelmeden esir olmuş. Hazret-i Ömer Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâma demiş ki: "İzin ver, ben bunun dişlerini çekeceğim. Çünkü o fesahatiyle küffâr-ı Kureyş'i harbimize teşvik ediyordu." Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm ferman etmiş ki: "Yâ Ömer! Gün gelir, bu adam seni sevindirecek bir duruma gelir" diye, Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın vefatı hengâmında olan dehşet-engiz ve sabır-sûz hadisede, Hazret-i Ebû Bekri's-Sıddık nasıl ki Medine-i Münevvere’de kemâl-i metanetle herkese tesellî verip mühim bir hutbe ile Sahabeleri teskin etmiş; aynen onun gibi, şu Süheyl, o hengâmda, Mekke-i Mükerreme’de, aynı Ebû Bekri's-Sıddık gibi Sahabeye teskin ve tesellî verip, malûm fesahatiyle Ebû Bekri's-Sıddık'ın aynı hutbesinin meâlinde bir nutuk söylemiş. Hattâ iki hutbenin kelimeleri birbirine benzer.
Mektubat, s. 108
------------------------------------------------------------------
Kisrâ’nın ölümünü haber verdi
* Hem Sürâka’ya ferman etmiş ki: “Kisrânın iki bileziğini giyeceksin.” Hazret-i Ömer zamanında Kisrâ mahvedildi; ziynetleri ve şahane bilezikleri geldi, Hazret-i Ömer Sürâka’ya giydirdi. Dedi: “Bu iki bileziği Kisrâ’dan alıp Sürâka’ya giydiren Allah’a hamd olsun.” İhbar-ı Nebevîyi tasdik ettirdi.
* Hem ferman etmiş ki: “Kisrâ-yı Fars gittikten sonra daha kisrâ çıkmayacak.” Haber vermiş; hem öyle olmuş.
* Hem Kisrâ elçisine demiş: “Şimdi Kisrânın oğlu Şirviye Perviz, Kisrâyı öldürdü.” O elçi tahkik etmiş; aynı vakitte öyle olmuş. O da İslâm olmuş. Bazı ehâdiste o elçinin adı Firuz’dur.
Mektûbât, s. 109
-
Cevap: Mu'cizat ı AHMEDİYE'den (S.A.V)
Süheyl ibni Amr'ın hutbesi
Hem Süheyl ibni Amr daha imana gelmeden esir olmuş. Hazret-i Ömer Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâma demiş ki: "İzin ver, ben bunun dişlerini çekeceğim. Çünkü o fesahatiyle küffâr-ı Kureyş'i harbimize teşvik ediyordu." Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm ferman etmiş ki: "Yâ Ömer! Gün gelir, bu adam seni sevindirecek bir duruma gelir" diye, Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın vefatı hengâmında olan dehşet-engiz ve sabır-sûz hadisede, Hazret-i Ebû Bekri's-Sıddık nasıl ki Medine-i Münevvere’de kemâl-i metanetle herkese tesellî verip mühim bir hutbe ile Sahabeleri teskin etmiş; aynen onun gibi, şu Süheyl, o hengâmda, Mekke-i Mükerreme’de, aynı Ebû Bekri's-Sıddık gibi Sahabeye teskin ve tesellî verip, malûm fesahatiyle Ebû Bekri's-Sıddık'ın aynı hutbesinin meâlinde bir nutuk söylemiş. Hattâ iki hutbenin kelimeleri birbirine benzer.
Mektubat, s. 108
------------------------------------------------------------------
Kisrâ’nın ölümünü haber verdi
* Hem Sürâka’ya ferman etmiş ki: “Kisrânın iki bileziğini giyeceksin.” Hazret-i Ömer zamanında Kisrâ mahvedildi; ziynetleri ve şahane bilezikleri geldi, Hazret-i Ömer Sürâka’ya giydirdi. Dedi: “Bu iki bileziği Kisrâ’dan alıp Sürâka’ya giydiren Allah’a hamd olsun.” İhbar-ı Nebevîyi tasdik ettirdi.
* Hem ferman etmiş ki: “Kisrâ-yı Fars gittikten sonra daha kisrâ çıkmayacak.” Haber vermiş; hem öyle olmuş.
* Hem Kisrâ elçisine demiş: “Şimdi Kisrânın oğlu Şirviye Perviz, Kisrâyı öldürdü.” O elçi tahkik etmiş; aynı vakitte öyle olmuş. O da İslâm olmuş. Bazı ehâdiste o elçinin adı Firuz’dur.
Mektûbât, s. 109
-
Cevap: Mu'cizat ı AHMEDİYE'den (S.A.V)
Allah’ın bir iti onu yiyecek”
* Hem, nakl-i sahih-i kat’î ile, Hâtıb ibni Ebî Beltea’nın, gizli Kureyş’e gönderdiği mektubu haber vermiş. Hazret-i Ali ile Mikdad’ı göndermiş, “Filân mevkide bir şahısta şöyle bir mektup var; alınız, getiriniz.” Gittiler, aynı yerden aynı mektubu getirdiler. Hâtıb’ı celb etti. “Neden yaptın?” demiş; o da özür beyan etmiş, özrünü kabul etmiş.
* Hem, nakl-i sahih-i kat’î ile, Utbe ibni Ebî Leheb hakkında ferman etmiş ki: “Allah’ın bir iti onu yiyecek” diye, Utbe’nin âkıbet-i feciasını haber vermiş. Sonra Yemen tarafına giderken bir arslan gelip onu yemiş, Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâmın hem bedduâsını, hem haberini tasdik etmiş.
Mektubat, s. 109
---------------------------------------------------------------------------
“Batha’nın taşları ona (asm) haber verecek”
* Hem, nakl-i sahih ile, feth-i Mekke vaktinde, Hazret-i Bilâl-i Habeşî Kâbe damına çıkıp ezan okumuş. Rüesa-yı Kureyş’ten Ebû Süfyan, Attab ibni Esid ve Hâris ibni Hişam oturup konuştular. Attab dedi: “Pederim Esid bahtiyardı ki bugünü görmedi.” Hâris dedi ki: “Muhammed bu siyah kargadan başka adam bulmadı mı ki müezzin yapsın?” Hazret-i Bilâl-i Habeşî’yi tezyif etti.
Ebû Süfyan dedi: “Ben korkarım, birşey demeyeceğim. Kimse olmasa da, şu Batha’nın taşları ona haber verecek, o bilecek.” Hakikaten, bir parça sonra Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm onlara rast geldi, harfiyen konuştuklarını söyledi. O vakit Attab ile Hâris şehadet getirdiler, Müslüman oldular.
İşte, ey biçare mülhid! Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâmı tanımayan kalbsiz adam! Bak, Kureyş’in iki muannid büyükleri, birtek ihbar-ı gaybî ile imana geldiler. Ne kadar kalbin bozulmuş ki, mânevî tevatürle, bu ihbar-ı gaybî gibi binler mu’cizâtı işitiyorsun, yine kanaat-i tâmmen gelmiyor.
Mektubat, s. 109
-
Cevap: Mu'cizat ı AHMEDİYE'den (S.A.V)
Hazret-i Abbas’ın Müslüman olması
Hem, nakl-i sahih ile, gazve-i Bedir’de, Hazret-i Abbas Sahabelerin eline esir düştüğü vakitte, fidye-i necat istenilmiş. O da demiş: “Param yok.” Hazret-i Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm ferman etmiş ki: “Zevcen Ümmü Fadl yanında bu kadar parayı filân yere bırakmışsın.” Hazret-i Abbas tasdik edip, “İkimizden başka kimsenin bilmediği bir sır idi.” O vakit kemâl-i imanı kazanıp İslâm olmuş.
Mektubat, s. 110
----------------------------------------------------------------------------
Kendisine yapılan büyüyü bozdu
Hem, nakl-i sahih-i kat’î ile, muzır bir sâhir olan Lebid-i Yahudi, Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmı rencide etmek için acip ve müessir bir sihir yapmış. Bir tarağa saçları sarmış, üstünde sihir yapmış, bir kuyuya atmış. Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, Hazret-i Ali’ye ve Sahabelere ferman etmiş: “Gidiniz, filân kuyuda bu çeşit sihir âletlerini bulup getiriniz.” Gitmişler, aynen öyle bulup getirmişler. Herbir ipi açıldıkça, Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm dahi rahatsızlığından hiffet buluyordu.
Mektubat, s. 110
-
Cevap: Mu'cizat ı AHMEDİYE'den (S.A.V)
Uhud dağından büyük olacak diş
Hem, nakl-i sahih ile, Ebû Hüreyre ve Huzeyfe gibi mühim zatlar bulunduğu bir heyette Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm ferman etmiş ki: “Birinizin dişi, Cehennemde Uhud Dağından daha büyük olacaktır” diye, birinin irtidadıyla müthiş âkıbetini haber vermiş. Ebû Hüreyre dedi: “O heyetten, ben bir adamla ikimiz kaldık. Ben korktum. Sonra öteki adam Yemâme Harbinde Müseylime tarafında bulunup mürted olarak katledildi.” İhbar-ı Nebevînin hakikati çıktı.
Hem, nakl-i sahih ile, Umeyr ve Safvan Müslüman olmadan evvel, mühim bir mala mukabil, Peygamberin (a.s.m.) katline karar verip, Umeyr ise Peygamberin (a.s.m.) katlini niyet ederek Medine’ye gelmiş. Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm Umeyr’i gördü, yanına çağırdı. dedi: “Safvan ile maceranız budur.” Elini Umeyr’in göğsüne koydu; Umeyr “Evet” dedi, Müslüman oldu.
Mektubat, s.110
--------------------------------------------------------------
‘Üç günde yetmiş bin vefat’
* Hem, nakl-i sahih ile, Hazret-i Hâlid’i, harp için Düvmetü’l-Cendel reisi olan Ükeydir’e gönderdiği vakit ferman etmiş ki: “Onu yabânî öküz avlarken bulacaksın” diye, bakar-ı vahşî avında bulacağını, kavgasız esir edileceğini ihbar etmiş. Hazret-i Hâlid gitmiş, aynen öyle bulmuş, esir etmiş, getirmiş.
* Hem, nakl-i sahih ile, Kureyş Benî Hâşimî aleyhinde yazdıkları ve Kâbe’nin sakfına astıkları sayfa hakkında ferman etmiş ki: “Kurtlar yazılarınızı yemiş; yalnız sayfadaki esmâ-i İlâhiyeye ilişmemişler.” Haber vermiş. Sonra sayfaya bakmışlar; aynen öyle olmuş.
* Hem, nakl-i sahih ile, “Beytü’l-Makdisin fethinde büyük bir tâun çıkacak” ferman etmişti. Hazret-i Ömer zamanında Beytü’l-Makdis fetholundu. Ve öyle bir tâun çıktı ki, üç günde yetmiş bin vefiyat oldu.
Mektubât, s. 111
-
Cevap: Mu'cizat ı AHMEDİYE'den (S.A.V)
Basra ve Bağdat’tan haber vermesi
Hem, nakl-i sahih ile, o zamanda vücudu olmayan Basra ve Bağdad’ın vücuda geleceklerini ve Bağdad’a dünya hazinelerinin gireceğini ve Türkler ve Bahr-i Hazar etrafındaki milletlerle Araplar muharebe edeceklerini ve sonra onlar çoklukla İslâmiyete girecek, Araplara Araplar içinde hâkim olacaklarını haber vermiş. Demiş ki: “İçinizde Arap olmayan milletlerin çoğalacağı günler yakındır. Onlar sizin malınızı ve herşeyinizi gözünüz önünde yiyecekler ve ensenize tokat indirecekler..
-
Cevap: Mu'cizat ı AHMEDİYE'den (S.A.V)
Bereketle ilgili Mucizeleri
Berekete Dair Mu'cizât-ı Katiyenin
Birinci Misali: Başta Buharî ve Müslim, Kütüb-ü Sitte-i sahiha müttefikan haber veriyorlar ki:
Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın Hazret-i Zeynep ile tezevvücü velîmesinde, Hazret-i Enes'in validesi Ümmü Süleym, bir iki avuç hurmayı yağla kavurarak bir kaba koyup Hazret-i Enes'le Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâma gönderdi. Enes'e ferman etti ki: "Filân, filânı çağır. Hem, kime tesadüf etsen davet et." Enes de kime rast geldiyse çağırdı. Üç yüz kadar Sahabe gelip suffe ve hücre-i saadeti doldurdular.
Ferman etti:http://www.risaleinurenstitusu.com/t.../mekt/b306.gifYani, "Onar onar halka olunuz." Sonra, mübarek elini o az taam üzerine koydu, dua etti, "Buyurun" dedi. Bütün o üç yüz adam yediler, tok olup kalktılar. Enes'e ferman etmiş: "Kaldır." Enes demiş ki: "Bilmedim, taam kabını koyduğum vakit mi taam çoktu, yoksa kaldırdığım vakit mi çoktu, fark edemedim."
-----------------------------------------------------------------------------
İkinci Misal:
Mihmandâr-ı Nebevî Ebu Eyyubi'l-Ensârî hanesine teşrif-i Nebevî hengâmında Ebu Eyyüb der ki:
Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm ve Ebu Bekr-i Sıddık'a kâfi gelecek iki kişilik yemek yaptım. Ona ferman etti:"Ensar'dan otuz kişi çağır."
Otuz adam geldiler, yediler. Sonra ferman etti: "Altmış kişi çağır."
Altmış daha davet ettim. Geldiler, yediler. Sonra ferman etti: "Yetmiş kişi çağır."
Yetmiş daha davet ettim. Geldiler, yediler. Kaplarda yemek daha kaldı. Bütün gelenler o mucize karşısında İslâmiyete girip biat ettiler. O iki kişilik taamdan yüz seksen adam yediler.
-
Cevap: Mu'cizat ı AHMEDİYE'den (S.A.V)
Üçüncü Misal:Hazret-i Ömer ibnü'l-Hattab ve Ebu Hüreyre ve Selemetübnü'l-Ekvâ ve Ebu Amratü'l-Ensarî gibi, müteaddit tariklerle diyorlar ki:
Bir gazvede ordu aç kaldı. Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâma müracaat ettiler. Ferman etti ki: "Heybelerinizde kalan bakıye-i erzakı toplayınız." Herkes azar birer parça hurma getirdi. En çok getiren, dört avuç getirebildi. Bir kilime koydular.
Seleme der ki: "Mecmuunu ben tahmin ettim, oturmuş bir keçi kadar ancak vardı." Sonra Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm bereketle dua edip ferman etti: "Herkes kabını getirsin." Koşuştular, geldiler. O ordu içinde hiçbir kap kalmadı, hepsini doldurdular. Hem fazla kaldı.
Sahabeden bir râvi demiş: "O bereketin gidişatından anladım: Eğer ehl-i arz gelseydi, onlara dahi kâfi gelecekti."
-----------------------------------------------------------------------
Dördüncü Misal: Başta Buharî ve Müslim, kütüb-ü sahiha beyan ediyorlar ki:
Abdurrahman ibn-i Ebî Bekr-i Sıddık der: Biz yüz otuz Sahabe, bir seferde Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm ile beraberdik. Dört avuç miktarı olan bir sâ' ekmek için hamur yapıldı. Bir keçi dahi kesildi, pişirildi; yalnız ciğer ve böbrekleri kebap yapıldı. Kasem ederim, o kebaptan, yüz otuz Sahabeden herbirisine bir parça kesti, verdi. Sonra Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm pişmiş eti iki kâseye koydu. Biz umumumuz tok oluncaya kadar yedik; fazla kaldı. Ben fazlasını deveye yükledim.
-
Cevap: Mu'cizat ı AHMEDİYE'den (S.A.V)
Beşinci Misal: Kütüb-ü sahiha katiyetle beyan ediyorlar ki:
Gazve-i Garra-i Ahzabda, meşhur Yevmü'l-Hendek'te, Hazret-i Câbiru'l-Ensârî kasemle ilân ediyor: O günde, dört avuç olan bir sâ' arpa ekmeğinden, bir senelik bir keçi oğlağından bin adam yediler ve öylece kaldı.
Hazret-i Câbir der ki: O gün yemek, hanemde pişirildi. Bütün bin adam o sâ'dan, o oğlaktan yediler, gittiler. Daha tenceremiz dolu kaynıyor, daha hamurumuz ekmek yapılıyor. O hamura, o tencereye mübarek ağzının suyunu koyup bereketle dua etmişti.
İşte, şu mucize-i bereketi, bin zâtın huzurunda, onları ona alâkadar göstererek Hazret-i Câbir kasemle ilân ediyor. Demek şu hadise, bin adam rivayet etmiş gibi kati denilebilir.
------------------------------------------------------------------
Altıncı Misal: Nakl-i sahih-i kati ile, hâdim-i Nebevî Hazret-i Enes'in amcası meşhur Ebu Talha der ki: Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, yetmiş seksen adamı, Enes'in koltuğu altında getirdiği az arpa ekmeğinden tok oluncaya kadar yedirdi. "O az ekmekleri parça parça ediniz" emretti ve bereketle dua etti. Menzil dar olduğundan, onar onar gelip yediler, tok olarak gittiler.
-
Cevap: Mu'cizat ı AHMEDİYE'den (S.A.V)
Beşinci Misal: Kütüb-ü sahiha katiyetle beyan ediyorlar ki:
Gazve-i Garra-i Ahzabda, meşhur Yevmü'l-Hendek'te, Hazret-i Câbiru'l-Ensârî kasemle ilân ediyor: O günde, dört avuç olan bir sâ' arpa ekmeğinden, bir senelik bir keçi oğlağından bin adam yediler ve öylece kaldı.
Hazret-i Câbir der ki: O gün yemek, hanemde pişirildi. Bütün bin adam o sâ'dan, o oğlaktan yediler, gittiler. Daha tenceremiz dolu kaynıyor, daha hamurumuz ekmek yapılıyor. O hamura, o tencereye mübarek ağzının suyunu koyup bereketle dua etmişti.
İşte, şu mucize-i bereketi, bin zâtın huzurunda, onları ona alâkadar göstererek Hazret-i Câbir kasemle ilân ediyor. Demek şu hadise, bin adam rivayet etmiş gibi kati denilebilir.
------------------------------------------------------------------
Altıncı Misal: Nakl-i sahih-i kati ile, hâdim-i Nebevî Hazret-i Enes'in amcası meşhur Ebu Talha der ki: Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, yetmiş seksen adamı, Enes'in koltuğu altında getirdiği az arpa ekmeğinden tok oluncaya kadar yedirdi. "O az ekmekleri parça parça ediniz" emretti ve bereketle dua etti. Menzil dar olduğundan, onar onar gelip yediler, tok olarak gittiler.