-
üstadımız Süleyman Hilmi Tunahan (k.s) H.z Hayatı Kendisi Hakkında Birçok Konu
HAYATI:
Adı Süleymân Hilmi, soyadı Tunahan'dır.
Babası zamânın müderrislerinden Hâfız Osman Efendidir. Soyu FâtihSultan Mehmed Hanın "Tuna Hanı" olarak tâyin ettiği ve kendi kızkardeşi ile evlendirdiği İdris Beye dayanmaktadır. 1888 (H.1306)senesinde Silistre'nin Ferhatlar köyünde doğdu. 1959 (H.1379) senesindeİstanbul'da vefât etti. Karacaahmed Kabristanındadır.
Babası Osman Efendi tahsîliniİstanbul'da tamamladıktan sonra Silistre'ye giderek meşhûr Satırlı Medresesindeyıllarca müderrislik yaptı.
İlim ehli ve fazîlet sâhibibir âiledendünyâya gelen SüleymânHilmi Tunahan, ilk tahsîlini SilistreRüşdiyesinde ve Silistre Satırlı Medresesinde yaptı. Bilâhare tahsîlinitamamlamak için İstanbul'a gelerek Sahn-ı Semân (Fâtih) Medresesinekaydoldu. Fâtih dersiâmlarından ve o devrin meşhûr âlimlerinden BafralıAhmed Hamdi Efendi (BüyükHamdi Efendi)nin ders halkasına devâm etti.Zamânın usûlüne göre aklî ve naklî ilimleri tahsîl ettikten sonra 1916senesinde Ahmed Hamdi Efendiden birincilikle icâzet, diploma aldı. Dahasonra o zamanki tâbiri ile dersiâm (profesör) olarak yetişmek üzereSüleymâniye Câmii medreselerinden Medresetü'l-Mütehassısînin tefsîr vehadîs kısmına devâm etti.
Son derece parlak bir zekâya sâhib olanSüleymân Hilmi Tunahan, 1919 senesinde Medresetü'l-Mütehassısîn'denbirincilikle mezûn oldu. Aynı yıllarda Medresetü'l-Kuzâtı (HukukFakültesini) da üstün bir derece ile bitirdi. Böylece bir taraftan dersiâm diğer taraftan da kâdılık rütbelerine ulaşarak devrinin zâhirîilimlerini tamamladı. Mezûniyetini müteâkip İstanbul'da dersiâm olarak vazîfeye başlayan Süleymân Hilmi Tunahan bir müddet sonra medreselerinkapatılması üzerine vâizliğe tâyin edildi. Uzun müddet İstanbul'unSultanahmet, Süleymâniye, Yeni Câmi, Şehzâdebaşı ve Piyâle Paşa gibibüyük câmilerinde halka vâz ederek insanlara İslâmiyetin emir veyasaklarını anlattı.
Aşağıdakibölümler Evliyalar Ansiklopedisinde yer almamaktadır, farklıkaynaklardan temin edilmiştir.
SÜLEYMANHİLMİTUNAHAN (K.S.) HAZRETLERİ’NİN KRONOLOJİSİ (3)
1888/ 1304 - Miladi/ Rumi Süleyman Hilmi (k.s.)Efendi, Silistre’nin Hezergrad kasabasının Ferhatlar köyünde dünyayageldi.
1913 / 1329 -Darü’lHilafeti’l Aliyye MedreseleriKısm-ı Ali (Sahn) Medresesine girdi.
1915 / 1331 - 3.sınıf 1. şubesini 90 üzerinden 88puanla bitirdi.
Eylül 1916 / Eylül 1332 -4. sınıfı 80 üzerinden 76puanla bitirdi.
30 Eylül 1916 / 17 Eylül1332 –Medresetü’l-Mütehassisin’in (Süleymaniye Medresesi) Tefsir-Hadisbölümüne girerek Hafız Ahmet Paşa Medresesine kaydoldu.
1918 İstanbulMüderrisliği Ruûsuna tayin edildi.
27 Mayıs 1919 SüleymaniyeMedresesininTefsir-Hadis şubesinden mezûn oldu.
1926 Köyü olanFerhatlar’ı son defa ziyaret ederek40 gün kaldı.
1927 BabasıO smanEfendi vefat etti.
1936 Mürşid-iKamil olarak vazifeye başladı.
1939 İlk defa tevkifedilerek, birinci şubenin tabutluklarında işkence ve hakaretle dolu 3 gün geçirdi.
1941 Bulabildiği birkaç talebeye ilim öğretmeyebaşladı.
1944 İkincidefatevkif edildi. Birinci şubetabutluklarında, 8 gün işkenceye tabi tutuldu.
1949 Kur’ân kurslarının açılmasına, sınırlı daolsa müsâade eden kanunun yürürlüğe girmesiyle, Süleyman Efendi Hazretlerinin ilim öğretme faaliyeti bir nebze rahatladı.
1950 Vaizlikbelgesiiade edildi.
1951 SüleymanEfendi(k.s.), Şehzadebaşı’ndanKısıklı’ya taşındı ve Avrupa yakasındaki talebelerin tedrisini damadı Kemal Kacar’a bıraktı.
1951 Çamlıca’da,Konya Lezzet Lokantası sahibiMustafa Bey’in köşkünün birinci katında ilk düzenli Kur’ân Kursufaaliyeti başladı.
1952 Çamlıca’da AzizMahmud Hüdayi Hazretlerinin Çilehanesinin yanında ilk resmi Kur’an Kursu, Üsküdar müftülüğüne bağlı olarak açıldı.
1956 CezâyirMüslümanlarının Fransız sömürgeciliğiyle mücadelesi esnasında, vaazlarında "Müslüman kardeşlerimize duâ edelim" dediği için, defalarca karakola çağrıldı veifadesi alındı.
1957 Bursa’datertiplenen mehdilik hâdisesi üzerine tutuklandı ve Kütahya Hapishanesi’nde, 69 yaşında olmasına rağmen 59 gün hapsedildi. İdam talebiyle yargılandı, berâat etti.
16 Eylül 1959 İstanbul Kısıklı’daki Hâne-i Seâdetlerinde, 72 yaşında ahirete intikâl ettiler.
Tasavvufyolunda Selâhüddîn ibni MevlânâSirâcüddîn Efendinin sohbetlerine devâm ederek yetişti. Süleymân HilmiTunahan'ın tasavvufî yönüyle ilgili olarak, dâmâdı ve bağlısı KemâlKaçar tarafından Necip Fâzıl Kısakürek'e verdiği notlardan birbölümüşöyledir:
"Süleymân Efendinin bâtın ilmine yâni tasavvuftaki mânevî cephesine gelince, şüphesiz bu husus ehlinemâlumdur. Zâhirî akıl ve zekâ ile idraki mümkün olamaz. Öyle ki, birinsan müslüman olabilir, tahsilli ve akıllı olabilir. Hattâ iç hayâtı münkir olamaz da yine tasavvuf ve irşâda ehil bir zât ile karşılaştığıhalde, o zât ilâhî irâdeyle kendisini ona bildirmezse, dünyâlar biraraya gelse onun feyzlerinden haberdâr olamazlar. Bizim ise kendisininmânevî cephesi üzerinde zerrece tereddüdümüz yoktur. Biz bu noktayı ilmelyakîn biliyoruz. Kendisinin tasarrufunu ve rûh melekeleriüzerindeki tesirini öz rûhumuzda ve vücûdumuzda hissetmiş, enfüsî vekevnî kerâmetlerinin üstün irşâd hârikalarını fiil hâlinde ve hakkıylamüşâhede etmiş bulunuyoruz. http://www.yesilforum.com/Smileys/de...icon_allah.gif'ın bu husustaki inâyet ve lütfunamazhar olduğumuza, kendilerinin kâmil ve mükemmel mürşid olduğuna Silsile-i sâdâd=Büyükler zinciri kolundan otuz ikinci ferdi Selâhüddînibni Mevlânâ Sirâcüddîn hazretlerinin cismânî nisbet, İmâm-ı Rabbânîhazretlerinin de rûhânî nisbetle vârisleri bulunduğuna îmânımız tamdır. Kendisinin bu cephesini anlamayanların, hiç olmazsa aksini iddiâetmemelerini ve kendisinde bir mürşid hâli görmediklerini söylemekten çekinmelerini, dünyâ ve âhiret yıkımına uğramamaları bakımından tavsiyeederiz."
Zâhirî ve bâtınî yönden yüksekderecesâhibi olan SüleymânHilmi Tunahan, îtikâdda Ehl-i sünnet, amelde Hanefî mezhebine, tasavvufta Nakşibendiyye yoluna mensûb idi. Ehl-i sünnetvel-cemâate son derece bağlıydı. Kendisinden feyz alan talebeleri ilevâz ve sohbetlerine devâm eden kimselere en büyük tavsiyesi; "Ehl-isünnet vel-cemâat" akîdesine ihlâs ve samîmiyetle bağlı olmalarıydı.
Yetmiş iki senelik ömrü boyunca İslâmiyetin emir ve yasaklarını öğrenmek, öğretmek ve insanlaraanlatarak onların dünyâ ve âhiret saâdetine kavuşmalarına vesîle olanSüleymân Hilmi Tunahan 16 Eylül 1959 senesinde İstanbul'da Kısıklı'daki evinde vefât etti. Karacaahmet Kabristanlığına defnedildi.
-
Cevap: üstadımız Süleyman Hilmi Tunahan (k.s) H.z Hayatı Kendisi Hakkında Birçok Konu
Mehmed Kırkıncı Hocaefendi şöle anlatıyor:
"Bu zat daha ne yapsın ki? Almanya’da ve yurtta her vilayette bu kadar Kur’an kursları var. Her çocuğu Kuran’a bağladı. Arapça’yı sevdirdi. Tedrisatı sevdirdi. Bu kadar insanin kalbini Kuran’a bağlamak Hilmi Tunahan’a nasip oldu. http://www.yesilforum.com/Smileys/de...icon_allah.gif ondan razı olsun.
Mehmed Kırkıncı Hoca, dersiamlardan Dursun efendi’nin Süleyman efendi hakkındaki bir sözünü de şöyle anlatmaktadır:
“1970’li yıllarda dersiâmlardan ve Mahmud Efendi’nin hocası olan Of’lu Hacı Dursun Efendi, Erzurum’daki Kümbet Medresemizi ziyaret etmişti. Her yönüyle büyük bir alim olan Dursun Efendi’ye herkesi sordum ve o da anlattı. Mesele Silistre’li Süleyman Efendi’ye gelince aynen şu cümleleri söyledi: “Süleyman Efendi de dersiâmdır; ancak o http://www.yesilforum.com/Smileys/de...icon_allah.gif’ın hususi bir inayet ve ihsanına mazhardır ve akranlarından farklı bir simadır. Başından beri onun böyle olduğunu hissediyorduk.”(Ahmed Akgündüz.age.)
Süleyman Hilmi Tunahan (k.s.) Efendi Hazretleri ezelî takdir olarak, seyyidler zincirinin 33. halkası kendilerinin nasibi olduğundan, bâtınları da ilâhî füyüzât ile alâkalanarak, seyyidler zincirinin 32. halkası ve bu zincirin 9. büyük rütbesi olan Salâhuddin ibn-i Mevlânâ Sürâcüddin (k.s) Hazretleri'nden seyr-u sulûklerini tamamladılar. Kendilerine vâki tecelliyatın büyüklüğünden üstâzları tarafından İkinci bin yılın Müceddidi İmâm-ı Rabbâni Hazretleri'nin rûhânî nisbetlerine teslim edildiler. Bu sûretle Altın Silsile'nin 33.’üncü ve son halkasını teşkil ederek; dünyanın şu zamanlarında İlahi feyizden nasipleri bulunan insanları yüksek himmetleriyle küfr-ü dalâl çukurundan imân ve ihlâs sahasına çıkarmışlar ve halen de çıkarmağa devam etmektedirler. Mürşid-i kâmillerin mânevi tasarrufları âhirete irtihallerinden sonra da ber-devamdır. Belki ceset hapsinden kurtulan rûhâniyetleri, kınından çıkmış keskin kılıç gibi olup, daha müessir ve tasarrufludurlar. Tasavvuf ilminde meşhûr olan bu hakikat, O mübârek zâtın irtihâlinden sonra da bütün şumûlüyle tezâhür etmiştir.
Süleyman Efendi Hazretleri, hayatını Kur’ân öğretimine vakfetmiş, Kur’ân’ı bilen ve yaşayan öğrenciler yetiştirmiştir. Yetiştirdiği talebeleri itikadda ve amelde sünnî’dirler. Amelde büyük ekseriyetle Hanefî mezhebine, itikadda İmam Mansur Matüridî Hazretleri'ne mensupturlar. Meşreben Nakşidirler. Süleyman Efendi, Nakşilîğin en büyük mümessili olan İmâm-ı Rabbânî Hazretleri'ne bağlı ve onun yolunda irşada izinli bir mürşid-i kâmilü mükemmildir. Şu halde Süleymancılık diye Süleyman Efendi'nin icad ettiği ne bir mezheb, ne de bir tarikat mevcuttur.
Süleyman Efendi Hazretleri'nin faaliyet ve hizmetlerinden bazılarını şöyle sıralamak mümkündür:
• Hayatının gayesi; unutulan sünnetleri ihyâ ve dîni tecdid, kaybolan İslâmî ilimleri Ehl-i sünnet ve’l-Cemâat tarz ve uslûbu üzere tâlim ve bid’atlarla mücâdele olmuştur. Bütün talebelerini de Ehl-i Sünnet inancına eksiksiz bağlı olarak yetiştirmiştir. Okuttuğu “Emâlî” ve “Nesefî” adlı metin kitaplarla İslam itikâdının temelini öğretirken “Şerh-i Akâid” ile de günümüzdeki ve tarihdeki sapık fırka ve mezhepleri talebelerine tanıtmış ve dalâlet fırkalarına düşmekten korumuştur. İnanç sapıklığı içerisinde bir tek talebesi yoktur.
• Hz. ALLAH tarafından kendisine ihsan edilen, maddi ve mânevî tasarrufların neticesidir ki eskiden 20-30 senede tahsil edilen ilimleri, 2 sene gibi çok kısa bir zamana sığdırarak; ilmin ve âlimin yok olmak üzere olduğu bir zamanda, yüzlerce, binlerce din âlimi yetiştirmiş ve vatan sathına yaymışdır. Kur’ân Kursları ve Talebe Yurtları açtırmış; okutup, okutturmak suretiyle mânevi susuzluktan ölmek üzere olan bir milletin âb-ı hayatı olarak imdadına yetişmiştir.
• İslâmiyyeti tercüme kitaplardan öğretmek yerine, Osmanlı medreselerinin takip ettiği temel ders kitaplarından, orijinal ilim dili olan Arapça’dan okutmuş ve öğretmiştir.
• Kur’ân-ı Kerim’i en kısa zamanda okumayı öğreten “Elif Cüzü” en mühim matbu' eseridir.
• Cemiyetten uzakta yaşamak yerine, cemiyet içinde müslümanlığı yaşatmayı tercih etmiş ve “Dışımız halk ile, içimiz Hak ile” usûl ve esasını düstûr kabul etmiştir.
• Dünya hâdiselerini yakından takip eder. Her sabah bir “Yeni Sabah” gazetesi aldırıp, dış politika yazarının yorumlarını ve önemli haberleri muntazaman okuttururlardı. Bu mevzûda İmâm-ı Rabbânî Hazretleri'nin “Zamanının gidişâtını bilmeyen ârif-i billah olamaz” sözünü şiâr etti.
• Günlük hâdiseleri ve dünyadaki müslümanların meselelerini yakından takip eder, yerine göre câmi kürsüsünden dile getirirdi. O devirde bir çok vâizler günlük hâdiseleri câmi kürsüsüne getirmeye cesaret edemezken; O, zaman zaman devlet adamlarını ikaz ederdi. 1956’da Cezâyir Müslümanları Fransızlar'a karşı istiklâl mücâdelesi verirken, Türkiye hükümeti, Birleşmiş Milletlerde Fransızlar'ı desteklemişti. Bu icraatı isabetli bulmayan Süleyman Efendi, va'zlarında “Cezâyirli kardeşlerimize hiç olmazsa duâ edelim” dediği için defalarca ifade vermek zorunda kalmıştı.
• Dinî neşriyata ehemmiyet vermiş, Necip Fazıl'a “Büyük Doğu” mecmuasını çıkarmasında mânevi teşvikleri yanında, maddî yardımları da büyüktür. Hatta mevcut bir tek evini sattı ve mecmuaların yayınlanmasında harcadı.
• Türkiye’de Mason ve Siyonizm tehlikesine karşı milletimizi uyarıcı eserler neşreden Cevat Rıfat Atilhan’ın hizmetlerine en büyük yardımı Süleyman Efendi yaptı. Onun kitaplarını tavsiye etmiş ve yaymıştır. Kezâ o günün şartlarında İslâm mefkûresinden yana neşredilen her eser ve mecmua onun tarafından az veya çok desteklenmiştir: Abdurrahim Zapsu merhumun “Ehl-i Sünnet” mecmuasından, Sinan Omur'un “Hür Adam” mecmuasına kadar…
• Zamanının, ilim ve irfanda temâyüz eden dersiâm ve ilim adamlarına, talebelerini gönderir; talebelerini onların imtihan etmelerini, din ilimlerinin yeniden ihyâ edilmekte olduğunu görerek sevinmelerini arzu ederdi. Nitekim dersiâmlardan Ali Haydar Efendi ve Hasan Basri Çantay gibi pek çok zevâta, bu vesile ile talebelerini göndermiştir.
• Said Nursi Efendi ile haberleşmiş ve Onu hizmetlerinden haberdâr etmiştir. Said Nursi Efendide Onun hizmetlerini takdirle karşılamış ve şöyle demiştir: “Bizim bugün başlıca vazifemiz; imanı muhâfazaya çalışmaktır. Bunu yapıyoruz. Biz tedris yapmıyoruz. İslamın esâsı, maddî ve mânevî kurtuluşun kaynağı olan Kur’ân’ı Kerim’in okutulup, öğretilmesi ve yalnız Türkiye’ye değil, bu yolla bütün dünyaya yayılması işini, biraderim Süleyman Efendi ve onun tesis eylediği Kur’ân Kursları yapıyor. Hem de çok kısa zamanda yapıyorlar. Eskiden 10-15 senede öğrenilen İslamî ilimleri, şimdi Kur’ân Kursları 1-2 sene içinde öğretiyor. Âlim yetiştiriyorlar, fakîh yetiştiriyorlar, müfessir yetiştiriyorlar. Bu hal bir mucize-i Kur’âniyyedir.”
• Türkiye’de İmam-ı Rabbanî Hazretlerini tanıtmıştır. Onun, Kur’ân ve hadîs-i şerîflerden sonra en muteber kitab olan “Mektûbat” isimli eseri, ilk defa iki cilt halinde Süleyman Efendi Hazretleri'nin talebeleri tarafından bastırılmıştır.
• Tarikatı, sadece “hoş sohbet vasıtası” haline getiren son devrin tembelliğini yıkmış, onu kitleleri harekete geçiren heyecan vasıtası kılmıştır.
• Kerâmete asla itibar etmemiş, kerâmet izhârından kaçındığı gibi talebelerine de aynı yolu tavsiye etmiş, “En büyük kerâmet, insanlara hak yolu telkin etmektir” buyurmuştur.
• Öşür farizasını Türkiye’de yeniden ihyâ için çalışmıştır.
ALLAH ŞEFAATLERİNE NAİL EYLESİN..
-
Cevap: üstadımız Süleyman Hilmi Tunahan (k.s) H.z Hayatı Kendisi Hakkında Birçok Konu
1949’da resmi Kur’an kurslarının açılmasına izin veren kanunla, nizamlı, intizamlı, yerleşik olarak başlayan teşkilatlanmalar, 1950 Demokrat Parti iktidarının getirdiği nispeten rahat ortamda hızlı inkişaf etti.
1950’lere gelindiğinde oluşan serbestlik havası içinde, dînî faaliyetler kısmen rahatladı. Ve 1951’de Konya Lezzet Lokantası sahibi Mustafa Bey’in Çamlıca’daki evinin birinci katında ilk Kur’an kursu açıldı. İlk resmi Kur’an kursu ise 1952’de Aziz Mahmud Hüdayi Hazretleri’nin çilehanesinin yanında bulunan bir binada Üsküdar Müftülüğüne bağlı olarak faaliyete geçti.
Devlet tarafından açılmasına izin verilen bu Kur’an kurslarında Kur’an’ın sadece yüzünden okutulmasına müsaade edilmişti. Ancak Süleyman Efendi bu isim altında bütün dini ilimleri tam ve kamil şekilde öğretiyor, talebelerini gayet iyi yetiştiriyordu.
Süleyman Efendi talebenin her türle derdiyle bizzat meşgul oluyordu. Bir gün talebe başkanını çağırmış, yemeklerinin durumunu sormuşlardı. Talebe başkanı, “İyi efendim, aramızda biraz para da topladık. Onunla sirke aldım, yemeklerin yaninda domates salatası yapıp yiyoruz.” deyince, Süleyman Efendi iç cebinden çıkardığı dörde katlanmış bir 50 lirayı başkana uzatarak, “Bir daha aranızda para toplamayın, ihtiyacınız olunca bana haber verin” buyurmuştu.
O, daha önce de ifade edildiği gibi “talebeden para alınmaz, talebeye para verilir” düsturunun ve böyle bir merhametin sahibiydi. Talebenin ihtiyacını bizzat kendisi temin ederdi. Vaizlik maaşı dahil, devletten aldığı ücrete hiç dokunmayıp, talebelerine sarf etmişti.
<>Süleyman Efendinin bütün faaliyetleri tarassut altındaydı. Sık sık takibatlara uğruyor fakat o, bunlara fazlaca ehemmiyet vermiyor, ders okutmaktan ve http://www.yesilforum.com/Smileys/de...icon_allah.gif’ın dinine hizmet etmekten bir an bile geri durmuyordu. Bütün bunları yaparken ciddi sağlık problemleri de vardır. Yıllarca soğuk camii müezzinlikleri ve apartman bodrumlarında ders okuta okuta romatizmaya yakalanmıştır.Ayrıca bir şekerden rahatsızlığı vardır. Bir gün bir talebesi “Efendim! Herkesin rahatsızlığıyla meşgul oluyor, iyileşmelerine vesile oluyorsunuz. Biraz da kendi rahatsızlığınız ile meşgul olsanız” dediğinde o şunları söylemiştir:“Evladım! Kendime yirmi dakika ayırabilsem hiçbir rahatsızlığım kalmayacak. Fakat onu bile ayıramıyorum.
Bu arada Süleyman Efendi Anadolu ve İstanbul’da yetişen talebeleri vatanın çeşitli yerlerine hizmete, talebe okutma ve halkı irşad etmeye gönderiyordu. Onlardan aldığı hizmet haberleri, en sevdiği şeylerdendi. Hepsini tek tek dinler, onları teşvik ederdi. Bir gün Prof. Dr. Asaf Ataseven, Süleyman Efendi’yi ziyarete gittiğinde, Süleyman Efendinin arkasında bazı yerleri işaretlenmiş bir harita görerek mahiyetini sormuş, o da bunların, açılan Kur’an kurslarının yerleri olduğunu ifade etmişti.
Talebelerinin hizmete şevkle gitmesi onu sevince garkederdi. Bolu’da bir gün sonra hizmete dağılacak talebelere yaşlıca bir zat: “- Nereye gönderilse gider misiniz?” diye sormuş, talebelerin hepsi ayni cevabi vermişti: “- Nereye olsa gideriz çünkü Hz. Üstad bizi yalnız bırakmaz.” “- Siz Hz. Üstad’ı annenizden babanızdan daha mı çok seviyorsunuz?” “-Evet, biz Hz. Üstad’ı annemizden, babamızdan daha çok seviyoruz.” Bunun üzerine o zat, hadiseyi Efendi Hazretlerine anlatır. Efendi Hazretleri de: “- Tabii... Anne babaları onların bu denî dünyaya gelmelerine vesile olmuştur. Biz ise onları lem-i ervahtan alıyoruz, dünya, kabir, mahşer ve sualden geçirip, cennet ve cemal-i İlahiye kadar götürüyoruz” buyururlar. 1951 yılında Süleyman Efendi, Şehzadebaşı’dan Kısıklı’ya taşındı ve Avrupa yakasındaki talebelerin tedrisini damadı Kemal Kacar’a bıraktı. Bütün bu zorlu yıllar boyunca, Valide Sultan, Efendi Hazretleri’ne destek oluyor, sıkıntıları, zorlukları paylaşıyordu.
Sıkıntıların çok olduğu senelerin birinde Valide Sultan, “60 talebenin bir arada, huzur içinde, sıkıntısız olarak ders okuduğunu görürsem 60 kurban keseceğim” diye nezretmişti. 1955’lerde sadece bir kursta 160 talebe bir arada huzur içinde ders okuyordu. Valide Sultanımız da her hafta bir kurban kestirip talebeye ikram ettirmek suretiyle nezrini yerine getiriyordu.
Süleyman Efendi, Anadolu’da kurs açma faaliyeti üzerinde çok titiz duruyor, bu işin manevi mesuliyetini de hesaba kattığı için hiç gevşeklik göstermiyordu. Yeni bir Kur’an kursunun açıldığı haberi geldi mi sanki dünya onun oluyordu. Ders okutuyor veya sohbet ediyor olsa bile ara verip hemen şükür namazı kılıyordu. Yetiştirmiş olduğu talebesini Anadolu’ya göndermek istediği zaman talebeleri de şevkle o hizmete talip olurlardı. Çünkü onlar üstadlarının gittikleri her yerde kendileriyle beraber olduğuna ve kendilerini yalnız bırakmayacağına inanırlardı. Onu annelerinden ve babalarından daha çok seviyorlardı. Bunun hikmetini Süleyman Efendi’ye soran Hacı Ahmet Şen’e Efendi Hazretleri’nin verdiği cevap gayet manidardır: “Anne ve babaları onların dünyaya gelmelerine sebeb-i zahiri oldu. Biz ise onları bu alemden aldığımız gibi alem-i berzahtan, mahşerden, sırattan geçirip cennet ve cemal-i İlahiye kadar götüreceğiz.”
Talebelerinin zevkle hizmete talip olmaları onu ziyadesiyle sevindiriyor, onlara dünya ve Ahiret saadeti için dualar ediyordu. Hizmete gönderdiği talebelerinin hepsi de üzerlerine düşen vazifeleri eksiksiz olarak yerine getiriyordu. Dine, Kur’an’a, ezana susamış olan halka hemen bir bütünlük içine girmişlerdi. Halk bu din, ilim, hizmet aşıklarını en samimi duygularla bağrına basmıştı.Aynı zamanda da hayrete düşüyorlardı.
Çünkü bu talebelerin yaşları çok genç, hepsi de delikanlı çağında insanlar ama tabir-i caizse her biri bir iman kalesi ve ilim deryası idiler. Nasibi olan Müslümanlar “Sizin hocanız kim? Sizleri yetiştiren zat kim? Beni ona götürür müsün” gibi ifadeleri sarf etmekten kendilerini alamıyorlardı. Bu hal clib-i dikkattir. Çünkü daha emsalleri sokaklarda oynarken bu talebeler hakikat-i Muhammedi kürsüsünden insanlığı hidayete erdirmek için inciler saçıyor, vaaz ediyorlardı.Ne hazindir ki, diyanet camiasında bazıları bu din alimi ordusundan rahatsız olmuş ve onları diyanetten tasfiye etmek için değişik iftira ve bühtanlar ortaya atarak kasıtlı senaryolar hazırlayıp kendilerine kamuoyu oluşturmaya çalışmışlardır. Üzülerek belirtmek gerekir ki her devirde böyle iftiralara ve iftiracılara inanan ve ona taraftar olanlar çıkmıştır. Bu ve buna benzer iftiralarla kamuoyu karıştırılmış ve bu genç hizmet ordusunu diyanetten tasfiye işi başlamıştır.
Yine Necip Fazılbu tür insanların maksatlarını şöyle dile getirmektedir:
“Herkes pireler gibi deliklerine saklanır ve ortaya çıkmazken tam 33 yıl bu davanın çilesini çekmiş ve büyük meselenin nirengi noktalarını göstermiş biri olarak kaydedeyim ki; din öğreticiliği bahsinde Süleymancılar diye yaftalanan topluluğa dil uzatanlar ve onları köstekleyenler hakikatten uzak, sadece çekememe duygusuna bağlı, nefsine emin olmama uhdesinden gelen tepkilerden ibarettir. Bu da pek çoklarınca gayenin İslam değil, şahıs ve zümre hırsı olduğunun şaşmaz ifadesidir.
-
Cevap: üstadımız Süleyman Hilmi Tunahan (k.s) H.z Hayatı Kendisi Hakkında Birçok Konu
İlk Müderrisliği ve Tevhid-i Tedrisat Kanunu’nun Kabulüyle Gelişen Hadiseler
Süleyman Efendi, 1 Haziran 1920 tarihinde Daru’l-Hilafeti’l-Aliyye Medresesinde müderrisliğe başlamıştır. Ancak onun müderrislik hayatı fazla uzun sürmemiş 3 Mart 1924 yılında tevhid-i tedrisat kanunu gereğince medreseler kapatılınca müderrisliği bırakmak zorunda kalmıştır.
Medreselerin kapatılması haberi İstanbul’daki medreselerin müderrislerinin cemiyetinde hararetli tartışmalar sebep olmuştur. O dönemde bu müderrislerin sayısı 500-520 civarındadır. Bu kanunla hepsinin asil vazifesi olan müderrisliklerine son verilecek, kendileri de hükümetin uygun göreceği imamlık, vaizlik veya emeklilik gibi yeni vazifelere tayin edileceklerdir. Müderrislerin hemen hepsi bu fiili durumu kabullenmiş gibi görünüyorlardır. Yalnız Süleyman Efendi, bu hadisenin din ilimlerinin ve Kur’an ilimlerinin kaybolmasına sebep olacağını düşünmüş ve diğer arkadaşlarına şu ikazları yapmıştır:
“Ey dersiamlar! Sizler bu memlekette, bugün için dinin teminatlarısınız. İkişer, üçer kişi oturup, onlara dini öğretirseniz asgari 50 sene bir-iki nesil boyu İslam’ın ömrünü uzatmış olacaksınız. Bunu yapmazsanız, huzur-u İlahide mesuliyetten yakanızı kurtaramazsınız.”
Fakat zamanın idaresinin dine bakış açısını bilen müderrisler, hiç de istekli görünmemişlerdir. Süleyman Efendi sonunda arkadaşlarının bazılarını, “Biz, aşağıda isim ve imzaları bulunan dersiamlar, hükümetimizin hara-i umumi gibi büyük bir felaketten çıkması dolayısıyla, mali müzayaka içinde bulunduğunu dikkate alarak, dini ve İslami ilimleri fahriyen okutmaya hazır olduğumuzu bildirir..” şeklinde devam eden telgraf çekmeye ikna edebilmiştir. Fakat cevaben gelen telgrafta şöyle denmektedir: “Memlekette, tevhid-i tedrisat kanunu yürürlüktedir, hilafına hareket eden şiddetle cezayı müstelzimdir.”
Böylelikle Süleyman Efendinin müderrisliği sona ermiş ve kendisi İstanbul vaizliğine atanmıştır. Bu durum karşısında hemen teslim bayrağını çeken diğer müderris arkadaşları ona şu öğütte bulunmuşlardır: “Artık hocalıkta bize ekmek kalmadı. Bize tevdi edilecek yeni mesleklere gidelim.” O ise bu sözlere şu cevabi vermiştir: “Efendiler! Hocalık bir meslek, bir ekmek teknesi değildir. Hocalık, http://www.yesilforum.com/Smileys/de...icon_allah.gif’ın, Rasulullah’ın, Kitabullah’ın ve din-i mübin-i İslam’ın tebliğ memurluğudur.”
Süleyman Efendi İstanbul vaizliğine tayin edilmiştir ve önünde iki yol vardır: O da diğer arkadaşları gibi ya vaizlik yapıp köşesine çekilecek, hiçbir şeye karışmayacak ve yahut da dedelerinin uğrunda oluk oluk kan döktüğü Kur’an’ı ve ondan neşet eden ilimleri, o şehitlerin torunlarına da öğretme davasını omuzlamak suretiyle ruhundan, özünden koparılmaya çalışılan yeni İslam ve Türk nesline feyz-i İlahi’yi, nur-u İlahi’yi aşılama davasını üstlenecekti. Birinci yol ne kadar rahat ve kolaysa ikinci yol da o kadar meşakkatli ve zordu. O ikinci yolu tercih etmiş ve o günden sonra talebe okutmayı hayatinin bir davası olarak görmüştür.
-
Cevap: üstadımız Süleyman Hilmi Tunahan (k.s) H.z Hayatı Kendisi Hakkında Birçok Konu
Talebelik yapmak için Anadolu’dan çarıklarını sürüyerek gelen köylü çocukları izinli olarak veya Ramazan ayı münasebetiyle evlerine İstanbul beyefendisi olarak dönüyorlardı. Bunların bu giyim kuşamı, edepli halleri ve hepsinden önemlisi küçücük çocukların kürsülerden halka vaaz etmesi milleti hayretler içinde bırakıyordu.
Ders okuturken çok sıkı takibat altında olduğu zamanlarda bile hiçbir şekilde http://www.yesilforum.com/Smileys/default/m05.gif etmemiş, bunun için değişik metodlar uygulamıştır
1) Sık sık yer değiştirme: Süleyman Efendi bir gün Şehzadebaşı’ndaki caminin müezzin odasında, diğer gün Erenköy’de bir talebesinin evinde, öbür gün bir apartmanın bodrumunda, bir sonraki gün bir başka yerde olmak üzere sık sık yer değiştirerek dersler okutmuştur. Bu sayede polislerin takibatından da kısmen kurtulmuştur. Bu arada vaazlarını hiç ihmal etmemiş, akşam namazının haricindeki her vakitte etrafındaki cemaate nasihatler etmiştir.
2) Çiftlikler kiralama:1930-36 yılları arasında Çatalca’da kiraladığı Halit Paşa’nın Kabakça Çitliğinde o gün bulabildiği birkaç talebe ile derse başlamıştı. Bir taraftan ders okutuyor, diğer taraftan da Sirkeci’ye gelerek, Anadolu’dan çalışmak için gelen gençlere birer lira vererek okutmak için yanına alıyordu. Kabakça çitliğinde 5 ayrı değirmende talebe okutup derse devam ederken bu durumdan şüphelenen polisler bu kadar gencin çalışmasında bir iş var diyerek takibe alıyorlar. Çünkü Süleyman Efendi, talebeleri işçi olarak gösteriyordu. Süleyman Efendi bu takipten kurtulabilmek için talebeleriyle oraya 20 km uzakta olan Kuşkay dağına gitmek zorunda kalıyor, eşya ve kitaplar sırtlarında oldukları halde orada bir kulübede derse yine devam ediyorlar. Ancak bunu haber alan jandarmalar Süleyman Efendi’yi orada Kur’an öğretirken yakalıyorlar. Karakola götürülürken Hazret jandarma yüzbaşısına şöyle diyor:
“Ben hocalığı bir tarafa bırakayım. Sen de komutanlığı bir tarafa bırak. Seninle bir konuşalım.”
Komutan: “Buyur hocam” deyince, Süleyman Efendi;
“Hayır, hocam demeyeceksin. Şimdi sen komutanlığı bir tarafa bırak, ben de hocalığı bir tarafa bıraktım. Birer vatandaş olarak konuşuyoruz” diyor.
Komutan da “peki buyurun” deyince, Hazret komutana;
“http://www.yesilforum.com/Smileys/de...icon_allah.gif iyi ki seni bir tazı olarak yaratmamış. Eğer öyle olsaydı, şu ormanlarda yakalamadık tavşan bırakmazdın. Şu dağların tepesinde http://www.yesilforum.com/Smileys/de...icon_allah.gif’ın kitabını okutuyor diye geldin beni karakola götürüyorsun değil mi?” diyor.
Bunun üzerine komutan başını yere eğip hiçbir cevap vermiyor.
Yine Süleyman Efendi Lüleburgaz’da pancar çiftliği kiralamış, çapa adı altında talebe okutmuştur. Aynı maksatla Anadolu’ya geçmiş, Konya Ereğlisi kırlarında ve yolu olmayan ancak aşiretlerin çadır kurup hayvan otlattığı Toros dağlarının tepelerinde mandıracılık yapmış, onu vesile kılarak talebe okutmakla meşgul olmuştur. Kazancını ise hep bu uğurda sarf etmiştir.
Süleyman Efendi her türlü sıkıntılara rağmen hizmetini devam ettiriyordu. Ancak maddi tazyikler ve tecritlerle bu büyük dava adamını yıldıramayanlar, bu sefer takip ve tevkiflerle ona baskı yapmaya başladılar. 1939 yılında bir gün evinden alınarak İstanbul Emniyeti Birinci Şubeye getirilir. Oradaki üç günlük çilesine dostları ve yakınları da ortak edilir. Fakat mahkemeye çıkarıldığında bütün tertipler boşa çıkar. Birinci Ağır Ceza Mahkemesi tarafından salıverilir. Tutuksuz olarak aylarca devam eden mahkeme sonunda da beraat eder. Ancak o bulabildiği birkaç talebeye, başta çocukları olmak üzere ders vermeye devam etmektedir.
<>1936 yılı yaz mevsiminde kendisiyle tanıştığını ifade eden talebesi ve damadı Kemal Kaçar Efendinin anlattıklarına göre bu dönem Süleyman Efendi Hazretleri için bir çile dönemidir. Evine sayısız denecek kadar polisler gelmiş,kendisi Emniyet Müdürlüğüne getirilip tazyik edilmiş ve özel eşyaları bile didik didik edilmiştir.
1939 yılında beraatle sonuçlanan tevkiften dört yıl sonra 1943 yılında başka bir engel daha çıkarırlar. Tevkiften de bir şey çıkaramayanlar 1943 yılında Diyanet İşlerindeki bazı insanları da kullanarak vaizlik yetkisini elinden alırlar ve camilerde vaaz etmekten ali koyarlar. Süleyman Efendi bir yıl sonra 1944 yılında ikinci bir takip ve arkasından da tevkife uğrar. Sulh Ceza Mahkemesi tutuklanmasına karar verir. Bu defa tabutluklardaki işkence 8 gün sürer. Burada binlerce mumluk ampuller altında uykusuz günler geçirir. Arkasından Asliye Ceza Mahkemesi tarafından yine kefaletle tahliye ve sonuçta da yine suçsuz görülerek beraat eder.
Evet işte Süleyman Efendi böyle bin bir ızdırap ve çile ile talebeler okutup yetiştirmiş ve yetiştirdiği bu talebelerine “Evlatlarım! Görüyorsunuz dinin en garip olduğu bir devirde geldik. Ben sizi bunca zor şartlar altında okuttum. Sizden para istemiyorum. Sizden istediğim tek şey şudur: Siz de gidip Anadolu’nun her yerine kurslar, yurtlar açın ve ümmet-i Muhammed’in evlatlarına dininizi ve kitabınızı öğretin.” şeklinde vasiyetlerde bulunmuştur.
-
Cevap: üstadımız Süleyman Hilmi Tunahan (k.s) H.z Hayatı Kendisi Hakkında Birçok Konu
Adapazarılıbir zât olan Osman Eslek, Ziraat Fakültesine devam ettiği yıllarda,Süleyman Efendi (K.S.) Hazretlerinin yanında ve himâyesindebulunuyordu. Süleyman Efendinin, akrabalarından olan bu genç talebeye,beş maddelik bir nasihatı vardır ki, bütün üniversite talebelerinindikkatle öğrenmesi ve uyması gereken düsturları ihtivâ etmektedir.
Süleyman Efendi Hazretleri (K.S.), nasihatları sıralamadan önce deEvlâdım, bu beş hususa riâyet edersen, hem cemiyette îtibarın hem deâhirette yerin iyi olur buyurmuşlardır. Bu nasihatlere muhatap olanOsman Eslek tarafından Hasan Arıkan Hoca efendiye ve ondan da bizeintikal etmiştir. Beş maddede toplanan bu güzel nasihatlar, şöyledir:
1) http://www.yesilforum.com/Smileys/de...icon_allah.gif yolunda ol, dosdoğru ol,verdiğin sözün eri ol. Evlâdım, ağzın laf ediyorsa dilinle doğru ol,sözünle doğru ol. Sana inanan kişilere karşı sözünden cayma. Eğersözünü tutarsan söz olur ve seni Cennete götürür, tutmazsan közolur. Elinle doğru ol. Kolunu, muzırda değil yardım işinde kullan.Tartıyla iş yapıyorsan terazinde, ölçüyle iş yapıyorsan metrende velitrende doğru ol. Doğrunun doğruluğu bütün sülâlesine akseder, hepsinihayra götürür.
2) İnsanları sev ve kimseyi kendindenalçak görme. Tevâzu sahibi ol, zîra en hâlis ziynet alçakgönüllülüktür. Mütevâzi olan kimse, en güzel ziyneti takınmıştır.Kimseyi kendinden aşağı görme. Hayatta haset etmeden say, kıskanmadansev. Bazı insanlar, başkasındakini istemez. Öyle olma. Gıpta et, fakathaset etme. Zira http://www.yesilforum.com/Smileys/de...icon_allah.gifın huzuruna fesatla çıkılmaz.Memur olduğunzaman, sana gelen vatandaşlara sakın yüksekten bakma, yanına geleniayakta bekletme. Yanında, daimâ bir sandalye bulundur ve oturtuver.Biraz dinlendirdikten sonra hâlini sor, işini hallet. Sakın ha, bugüngit yarın gel deme! İşini, o gün bitir. Eğer öyle yapmazsan onparmağım yakanda olacaktır.Eğer memursan ve başında müdürün varsa,haset etmeden say, kıskanmadan sev.İnsanlar muhteliftir. Bazısı dahakabiliyetli, bazısı daha yakışıklıdır. Ben niye onun yerindeolmayayım deme, elindekinden de olursun. http://www.yesilforum.com/Smileys/de...icon_allah.gif bana bir verirse,arkadaşıma, komşuma iki versin diye düşünürsen, seninki üç olur. Eğerarkadaşın veya komşun böyle düşünmüyorsa, onunki ikide kalır.Sendendaha iyi hizmet edecek olan varsa, makâmını ona ver. İştevatanperverlik budur.
3) Çalışkan ol, üretici ol. ZîraPeygamber Efendimiz çalışmak ibâ dettir buyuruyor. Evlâdım, alınteriolmadan hiçbirşeyin kıymeti bilinmez. Tarlanı ek, mahsülünü al, komşunaver, ağaç dik... Sadaka-i câriye, iyi evlat yetiştirmek, ilmi eserbırakmak ve ağaç dikmektir ki, ağaç dikmek en efdalidir. Bunun içinbiz, heykel dikmeyeceğiz, yeşil ağaç, yeşil âbide dikeceğiz.Bir dutağacı 400 sene, ceviz ağacı 700 sene, kestane ağacı 900 sene, çınarağacı 1500 sene yaşar. Ihlamur ağacı dik, çiçeği şifalıdır. BursadaOsman Gazinin ve Orhan Gazinin diktiği bin senelik çınarlar var. Benbekarken, her sene bir ağaç dikerdim. Şimdi evliyim ve yengen için deher sene bir ağaç dikiyorum. Ben reklam sevmiyorum, kendini methetmekgibi oluyor. Bu yüzden herkese söylemedim, fakat sen bil. Benim Fatihve Beyazıt Camii yanında birer tane çınar ağacım var.
4) Bildiğini öğret, temiz ol vetemizliğinle örnek ol. Münevver kişi, münevvir kişi demektir. Öylelerivar ki, üç fakülte bitirir de, hasedinden, kıskançlığından (dolayı)hiçbir şey öğretmez. Gerçek münevver, bildiğini yapan ve öğretenkişidir. Temizlik, ibadettir ve imanın yarısıdır. Eğer sokakta birisihata yapmışsa (yola pislik atmışsa) sen, onu ayağının ucu ileörtüver...
5) Günde en az bir kişiye iyilik et,gönlünü al. Çünkü cennetin yolu, gönül almaktan geçer. Gönül almak,Cennetin Firdevs kapısını açmaktır. Bu beş maddenin en kolayı, fakat eniçten geleni de budur. Bir gönül kazanmak, 40 vakit namaza bedeldir.Bir gönül kırmak ise, 40 vakit namazın sevabını kaybettirir. Bensabahları kalkarken, Ey http://www.yesilforum.com/Smileys/de...icon_allah.gifım, bana, bugün bir kişiye iyilik yapmaknasip eyle diye dua ederim. Evden çıktığında veya eve dönerkenkarşından gelen ilk kişiye selam ver. Onun vermesini beklersen olmaz,evvela sen ver. İşte o zaman, o da sana karşılığını verecektir. Verenel, alan elden, sunan gönül, alan gönülden azizdir...
-
Cevap: üstadımız Süleyman Hilmi Tunahan (k.s) H.z Hayatı Kendisi Hakkında Birçok Konu
AZİZ ÜSTÂZIM
Ey güzeller güzeli, ey gönüller kıblesi,
Aslı, Altın silsile, Peygamberin vârisi.
Sensin mürşid-i kâmil, sensin ilmin hâmisi,
Sensin dertlere devâ, zamanın bir dânesi...
Görmeyip bu ledünni, iyi anlamayanlar,
Bu bulunmaz pınardan içip te kanmayanlar,
Aşkiyle tutuşup da, yanıp kavrulmayanlar,
Ne büyük zarardadır, nasibi olmayanlar!
Bakmamak ne mümkün! nur akan sîmanıza,
Nasipliler kavuşur, hizmete zâtınıza.
Bilsek ki mukâbildir, bizdeki hakkınıza,
Cana minnet bilirdik, hizmeti kapınıza.
Duymakla tenvir oldu, mübârek isminizi,
Kalbimizin dileği, gönlümüzün sevgisi.
Kurtarır layık olsak, teveccühünüz bizi,
Neler kazanmazdık âh! tanıyabilsek sizi.
Doğrusu bu cihanda, başkaca ışık yoktur,
Olsa bile sönüktür, ziyâsız ve donuktur.
Sizi bilenler bilir, bilmeyene söz yoktur,
Bu nâdide sofrada, tefeyyüz eden çoktur.
Bizden sâdır olanlar, sizi senâ edemez,
Boş laftan, yanlış sözden, daha öte gidemez.
Hakîre sükut düşer, asla nağme edemez!
Sizi medh-ü senâya, diller kâfi gelemez.
Bizimki övmek değil; nâfile bir gayrettir,
Belki birkaç söz ile, şems’i tarif etmektir.
Aşığa gönül gerek, bizlerdeki yürektir,
Bu yolda makbul olan, kendini hiç bilmektir.
Senin ismin Süleyman, nâm-ı diğer Tunahan
Yolun Kur’an yoludur sensin sâhib-i zaman
Senden feyiz almayan binlerce insan pişman
Üstâzım himmet eyle, muhtâcız sana her an
-
Cevap: üstadımız Süleyman Hilmi Tunahan (k.s) H.z Hayatı Kendisi Hakkında Birçok Konu
Süleyman Efendi fazlaca kitap telif etmemiştir. Kendisine neden kitap yazmıyorsun diyenlere ise şu cevabı vermiştir:
“Selefin mum ışığında yazdığı baha biçilmez hazine misali eserlerin toprağa gömülerek çürüdüğünü, bakkallara satılarak çöplüklerde çiğnendiğini, bir kısmının da kütüphane raflarında tozlanmış ve çürümeye terk edilmiş olduğunu gördüm. Medreseleri kapanmış, yazısı değiştirilmiş, din ilimleri yok olmaya yüz tutmuş olan bir zamanda, kitap yazmaktansa, yazılan ilmî eserleri anlayarak anlatacak ve ilmi satırdan sadra intikal ettirip yaşatacak talebe yani canlı kitap yetiştirmeyi daha lüzumlu buldum.”
Bununla birlikte Süleyman Efendinin kaleme aldığı eserleri şunlardır:
A) Kuran Harf Ve Harekeleri:Kuran-ı Kerimi öğrenmede yepyeni bir tertip ve usül olan bu Elif cüzüaltı sahifeden oluşmaktadır. Efendi Hazretleri bu eseriyle kubbeyihabbe yapmış, yani hazmı, yutulması zor olan şeyi küçültmüş ve hazmıyutulması kolay hâle getirmiştir. Böylece Kuran-ı Kerim-i öğrenmeyibirkaç güne hatta saate sığdıran bir iksir olmuştur.
Diğer Elifcüzleri ile uzun zaman, hatta bazıları aylarca okuduktan sonra Kuran-ıKerim-i okumayı öğrenebilirken bu elif cüzü ile birkaç günde Kuran-ıKerim-i okumak mümkündür. Bu elif cüzünün de kendine has bir okutmausulü vardır. İnanılmayacak bir şey değildir. Kendimiz öğrendiğimizgibi yaz tatillerinde, sıbyan mekteplerinde, küçücük yavrulara dahi birhaftada öğretiyoruz.
B) Risâle-i Kibrit-i Ahmereyr-u sülûk için bâzı ehemmiyetli mevzuları ihtiva eden bir risâledir.Ehillerinin ziyâdesi ile müstefid olabileceği bir eserdir.
C) Mektuplar Risâlesi: (Bazı mesâil-i mühimme):Yine bunda da tarikat erbâbının hallerinden, sohbet ve âdâbındantarikat ehlinin ictinâb etmesi gereken şeylerden bahseden, hacimli birkitaptır. İçindeki mâlumatlar hakikaten sadra şifadır. Okuyan kimseyiderin derin düşündürecek olan fâideli bir eserdir.
D) Hepsinden önemli olan CANLI ESER diye hitap ettiği talebeleridir.Eser müessirine delâlet eder. Kaidesince talebelerine bakarakSüleyman efendi nin zâhiri ve bâtınî cephesini bir nebze olsun anlamaimkanı buluruz. Bin bir sıkıntılarla yetiştirilen bu iman nesli bugünaynı saflığı, aynı kararlılığı muhafaza etmektedir. Tasavvufi inançlarıgereği; sanki efendi hazretleri aralarındaymış gibi daima onun rûhâniterbiyesindedirler. Bu anlayış onları hizmet hususunda hep dinamiktutuyor. Onun en büyük kerâmetlerinden birisi ,öyle bir devirde tekbaşına o kadar talebe yetiştirmesi ve kalıcı bir kuruluş olan KuranKurslarını tesis etmesidir. Onun yetiştirmiş olduğu talebeleri,yıllarca bu milletin mânevi susuzluklarını gidermiş ve geçmişlerindenve dinlerinden kopmalarını önlemişlerdir.
Süleyman Efendi deoturup ciltler dolusu eser yazabilirdi, bunu yapmaya kapasitesi yokdeğildi. Bilakis muâsırlarından daha yetenekliydi. Ancak o, bazısebeplerden dolayı eser yazmaktan kaçınmıştır. Kendisine niçin eseryazmadığını soranlara bir defasında şöyle cevap vermişti. Biz kitapyazıp eserlerimizin raflarda çürümesini arzu etmedik. İlmimizi yaşayannesillere aktarıyoruz ki, onlar eser yazarlar, biz eser yazacakeserleri yetiştirdik
-
Cevap: üstadımız Süleyman Hilmi Tunahan (k.s) H.z Hayatı Kendisi Hakkında Birçok Konu
PEYGAMBER EFENDİMİZDEN GELEN MÜBAREK SOY
Fâtih Sultan Mehmed Hân (k.s.), Resûl-i zîşân (s.a.v.) Efendimize büyük muhabbetinden olacak ki, yeryüzünde evlâd-ı Resûl’den kimler kalmış diye araştırmışlar. Anadolu’da şeceresine hiç şâibe karışmamış olduğunu tesbit ettiği evlâd-ı Resûl’den İdris Bey’i bulunca, kız kardeşiyle onu evlendirip Tuna havâlisinin hânı olarak nasb etmişler... Ve o havâlinin idaresini ve sair mükellifiyetelerini tedvîr için onu vazifelendirmişlerdir. Bu durum Süleyman Hilmi Tunahan Efendi hazretlerinin babası Osman Bey’e kadar böylece devam edegelmiştir.
-
Cevap: üstadımız Süleyman Hilmi Tunahan (k.s) H.z Hayatı Kendisi Hakkında Birçok Konu
Oğlum! İlimsiz ibadetin tadı olmaz. Tek kanatlı kuş uçmaz. İnsanların dünyaya dalıp, istikbal sevdasına düştükleri şu günde, Mevla'nın ilmini okuyacağız. O, insana iki cihanda izzet ve şeref veren âli (yüksek) bir iştir.
* http://www.yesilforum.com/Smileys/de...icon_allah.gif yolunda ol, dosdoğru ol, verdiğin sözün eri ol.
* Evladım, ağzın laf ediyorsa dil ile doğru ol, sözünle doğru ol. Sana inanan kişilere karşı sözünden cayma. Eğer sözünü tutarsan "söz" olur ve seni cennete götürür; tutmazsan "köz" olur.
* Elinle doğru ol. Kolunu muzırda (zararlı şeyde) değil, yardım işinde kullan.
* Tartıyla iş yapıyorsan terazinde, ölçüyle iş yapıyorsan metrende ve litrende doğru ol.
* Doğrunun doğruluğu, bütün sülalesine akseder, hepsini hayra götürür.
* İhlas ve samimiyet http://www.yesilforum.com/Smileys/de...icon_allah.gif ve Resûlüne yönelen kimse, gölge gibi dönen dünyayı ve her hayrı kendine tabi kılar. Ahirete çalışan dünyayı elde eder. Dünyaya çalışan ise ahireti kazanamaz. Zira ahiret, hakikat, dünya haleftir. Ağacı kökünden götürürsen, gölge de beraber gider. Ahirette ne varsa, dünyada onun misali vardır. Eğer olmazsa dünya yalan olur. Teyemmüm abdestin halefidir, dünya da ahiretin.
* İnsanları sev ve kimseyi kendinden alçak görme. Tevazu sahibi ol, zira en halis niyyet alçak gönüllülüktür. Mütevazi olan kimse en güzel zineti takınmıştır. Kimseyi kendinden aşağı görme.
* Hayatta haset etmeden say, kıskanmadan sev. Bazı insanlar başkasındakini istemez. Öyle olma. Gıpta et, fakat haset etme. Zira http://www.yesilforum.com/Smileys/de...icon_allah.gif'ın huzuruna fesatle çıkılmaz.
* Şöyle düşünmeli; Ya Rabbi, aciz kulunu ümmet-i Muhammed'e hizmet etmeye muktedir kıl. Eğer "Yâ Rabbi, bana ilim ihsan et." denirse, şahsi menfaate taalluk edeceğinden (şahsi istek olacağından) rıza-yı ilahiye muvafık (uygun) olmaz. Zira her ilim sahibi; bu ümmete hizmet etmiş değildir, edemez. Bu itibarla da rıza-yı Bâri'yi bulamaz, ilim ve cennet istemek menfaat-ı şahsiyedir. Gaye ise rıza-yı Bârî'dir. (http://www.yesilforum.com/Smileys/de...icon_allah.gif'ın rızasıdır.)
* Memur olduğun zaman, sana gelen vatandaşlara sakın yüksekten bakma. Yanına geleni ayakta bekletme, yanında daima bir sandalye bulundur ve oturtuver. Biraz dinlendirdikten sonra halini sor, işini hallet. Sakın ha, "Bugün git, yarın gel" deme. İşini o gün bitir. Eğer öyle yapmazsan, on parmağım yakanda olacaktır.
* Senden daha iyi hizmet edecek olan varsa, makamını ona ver. İşte vatanperverlik budur. Başında müdürün varsa, haset etmeden say, kıskanmadan sev.
* Hak'tan korkan, halktan korkmamalı. İşini düzgün yapanın içi de düzgün olur.
* İnsanlar muhteliftir. Bazısı daha kabiliyetli, bazısı daha yakışıklıdır. "Ben niye onun yerinde olmayayım." deme, elindekinden olursun.
* "http://www.yesilforum.com/Smileys/de...icon_allah.gif bana bir verirse arkadaşıma, komşuma iki versin." diye düşünürsen, seninki üç olur. Eğer arkadaşın veya komşun böyle düşünmüyorsa, onunki ikide kalır.
* Vasiyetim olsun, tefrikaya düşmeyiniz, kavmiyet gütmeyiniz. Ehl-i sünnetin gayri olan yanlış yollara sapmayınız. Her yerde birlik ve beraberlik lazımdır. Muvaffak olmak için her hususta ittifak etmeli ve dayanışmayı asla elden bırakmamalıdır. Çünkü http://www.yesilforum.com/Smileys/de...icon_allah.gif'ın nusreti, maddi ve manevi yardımı cemaat ile beraberdir. Toplu çalışanlar bunun semeresini kısa zamanda elde ederler.
* Çalışkan ol, üretici ol. Zira Peygamber Efendimiz, "Çalışmak ibadettir" buyuruyor. Evladım, alın teri olmadan hiç bir şeyin kıymati bilinmez. Tarlanı ek, mahsulünü al. Komşuna ver, ağaç dik.
* "Her koyun kendi bacağından asılır" sözü yanlıştır. Dinimizde "neme lazım" demek yok. "Bana lazım" demek vardır.
* Macaristan vaktiyle Müslümandı. Fakat bir gün geldi, orada yalnız zahiri ulema kaldı. Zahiri ulema, maneviyattan mahrum olduğu için dengeyi tartamadı. Ve işte gördüğünüz gibi Hristiyan olup gittiler. Bu din maneviyatsız muhafaza edilemez.
* Bizim; para pul, mevki, makam, siyaset, politika, kavga ve gürültüyle işimiz yok. İsnatsız her Müslümanın çocuğunu da okuturuz. Bir tek fert geri dönmüşse haber versinler.
* Temizlik ibadettir ve imanın yarısıdır. Eğer sokakta birisi hata yapmışsa, (pisletmişse) sen onu ayağının ucuyla örtüver.
* Din asıl, dünya ve siyaset feri'dir. (ayrıntıdır) Dünya ve siyaset dinin inkişafına alet olabilir. Fakat din, dünya ve menfaat ve siyasetine alet olamaz. Alet edenlere lanet vardır.
* Evden çıktığında veya eve dönerken karşından gelen ilk kişiye selam ver. Onun vermesini beklersen olmaz; evvela sen ver. İşte o zaman o da sana karşılığını verecektir. Veren el alan elden, sunan gönül alan gönülden azizdir.
* Ya Rabbi! Dünyayı kalbime koyma, elimden de alma.
* İlim, nûr-i ilahidir; insan ise kovan. Kirli bir kovanda arının durmadığı gibi, isyan ve zulmetle kirlenmiş vücut ve kalpte de ilim durmaz.
* İnsan gibi, ilmin de anâsır-ı erbaası (dört unsuru) vardır. Ağızdan öğrenmek ve anlatmak, gözüyle görmek, kulağıyla işitmek, eliyle yazmak. Bununla beraber, kalbiyle de feyz-i ilahiyi çekecek.
* Günde en az iki kişiye iyilik et, gönlünü al. Çünkü cennetin yolu gönül almaktan geçer. Gönül almak cennetin Firdevs kapısını açmaktır.
* Ben sabahları kalkarken, "Ey http://www.yesilforum.com/Smileys/de...icon_allah.gifım, bana bugün bir kişiye iyilik yapmak nasip eyle" diye dua ederim.
* Sırf batınla meşgul olanlar mülhiddir. Sırf zahirle meşgul olanlar gafildir. Kemalat, her ikisinin birleşmesindedir.
* Yemek yerken, su içerken "İbadet için kuvvet olsun yâ Rabbi" diye, Mevla'nın huzurunda olduğunu düşünmek lazım.
* Bildiğini öğret. Temiz ol ve temizliğinle örnek ol. Münevver kişi, münevvir (nurlandırıcı) kişi demektir. Öyleleri var ki, üç fakülte bitirir de, hasedinden, kıskançlığından, hiç bir şey öğretmez. Gerçek münevver, bildiğini yapan ve öğreten kişidir.
* Emir vermeye alışmayın. Ben, validenizden su dahi istemem. Emir vermekle sözün ruhu ölür. İhbar, emirden daha müessirdir (tesirlidir.) Misal, (Sigara içme! demek yerine) "Benim oğlum sigara içmez değil mi?" demek gibi.
-
Cevap: üstadımız Süleyman Hilmi Tunahan (k.s) H.z Hayatı Kendisi Hakkında Birçok Konu
Hazret-i İmam-ı Azam’a sordular:
-Bu kadar ilmi nasıl tahsil ettin?
-Kitaplardan ta’zim ederdim. Onlar da bana ilmini teslim ettiler, buyurdu.
Kur’an-ı Kerim başta olmak üzere, eşya-i mukaddese’ye ta-zim etmek zarureti vardır. Lakin bir çok hoca ve talebeler, alıp koyarken, okurken dahi, ta’zime dikkat etmedikleri gibi, kitabın elbisesi olan cild kısmına dahi ehemmiyet verip itina etmiyorlar. Halbuki kendileri yamalı elbise, ütüsüz pantolon giymedikleri halde, bir kendisine bir de kitabına verdiği kıymeti kıyas etmeli. Milyonlarca lira ile yapılan Kur’an kurslarında dahi ilk itina edilecek şey de kütüphanedir.
Geçmişte Türkiye’ye Kabe örtüsü getiren vazifeli biri, hürmetsiz davrandığından çarpılıp, cezaya uğradığı ve akibet-i hali hakkında, bir veliyi muhteremin beyanları mevcuttur.
En güzeli, Hz. İmam-ı Ali (r.a.) tarafından “bir harf öğreten beni köle kılar” sözleriyle, üstaza ve hocaya karşı lazım gelen ta’zimin ehemmiyetine de dikkatli olmalı.
Hz. İmam-ı Azam, ayağını muayene ettirirken, biraz ters tarafa çekmesinin sebebi tabib tarafından sorulunca:
-O tarafta hocam Hz. Hammad’ın evi var, demek suretiyle, hocasına karşı olan riayet ve ta’zimin en güzel misalini vermiştir.
Kendi devrinde İmam Ebu Yusuf gibi müctehidler ve daha bir çok alimler yetiştiren Hz. İmam’ın (r.a.) yatsı abdesti ile sabahı kıldığı ve buna benzer büyüklüğünden bahsedilince, şeriki olan İmam-ı Mis’ar inanmaz. Kontrol için, yatsıyı beraber cemaatle kıldıktan sonra caminin bir yerinde geç saatlere kadar saklanır. Çıkarken de İmam-ı azam’ın pabuçları üzerine kum taneleri ile işaret koyar ve sabah erken geldiğinde, işaretleri ve Hz. İmam-ı Azam’ı yerinde görür. Böylece üç gün aynı hali görüp Hz. İmam-ı Azam’a:
- Ya İmam,ben sana suizan ettim, beni affet, hakkını helal et deyince, Hz. İmam:
- Sen bana suizan etmedin, http://www.yesilforum.com/Smileys/de...icon_allah.gifü Teala’ya suizan ettin. Kendini O’na affettir. Zira bu emanetullahtır, taşıyoruz...
Bir çok http://www.yesilforum.com/Smileys/de...icon_allah.gif dostlarındaki anlaşılamayan haller de böyledir.
*******
Talebelerine ders okuturken, İmam Ebu Yusuf’un anası sık sık gelir Hz. İmam-ı Azam’a:
-Benim çocuğumu burada tutuyorsun. Biz fukarayız, iaşe temin edeceğiz... ilh. gibi sözlerle sitem ederdi. Hz. İmam ise mülayim lisanla:
-Valide sen sabret. Bu çocuk sana ilmin kerametiyle, badem yağından pilav yedirecek... buyurarak ilerde zengin olacağını işaret ettiğinde kadın ümitsiz haliyle:
-Ey ahali! Bu şeyh oynatmış, diyecek kadar ileri giderdi.
HİKAYE 1
Fatih Medreseleri’nden, kaabiliyeti kısa olduğu halde, tevazu ve teslimiyetine binaen ittifak ve iltimasla icazet alan Bektaş Hoca namıyla maruf bir zat, Edirne taraflarında beş sene kadar imamet ettikten sonra, hocasını ziyarete gelir. Sabah vakti kapıyı çalar. Hocası sabah kıyafeti ile açtığı zaman, Bektaş Hoca’yı karşısında aynı sadelik ve safiyetiyle görüp iltifat ederken, hocanın köpeği de Bektaş Hoca’ya saldırmaya devam eder. Bektaş Hoca köpeğe:
-Sus be, ne oluyorsun. Beş sene evvel ben de bu kapının köpeği idim, senden eskiyim, demesi üzerine, hocası orada secdeye kapanıp üç defa:
-Ya Rabbi benim ilmimi de buna ver, diye etmesinden sonra, iltimasla icazet alan Bektaş Hoca imtiyazlı alim sınıfına geçip kitaplar te’lif etmiştir. Hocaya ta’zimin kerameti.
Himmet büyük şey.
HİKAYE 2
İstanbul Karagümrük’te “Üç Baş” ismiyle maruf zat tarafından yaptırılıp ve kendi ismini taşıyan medresenin açılış merasiminde Hz. Halid’i (r.a.) ziyaretten gelen Padişah II. Mustafa da iştirak eder. Ve merasimden sonra; banisi olan zata hitaben:
-Herkes dört başı bir kuruşa traş ederken, senin cimrilik yaparak üç başı bir kuruşa traş ettiğin ve bahilliğin, bana kadar ulaştı. Şu hale göre, bu kadar parayı buraya nasıl harcadın sualine:
-Şevketlim, paralarımı çok sevdiğimden ahirette de benimle beraber olsunlar diye, burada harcadım, demiştir.
Bu zat-ı şerif, medrese, mescid ve selvili avlusuyla güzel külliyenin inşası esnasında, usta ve amelelere, inşaatın sahibini söylememeleri için sımsıkı tembih eder, kendi yaptırdığını gizli tutardı. Hatta Padişah dahi, kendini bildirdikten sonra öğrenmiştir. İşte bu ihlasın tesirinden dolayı, en çetin günlerde de kapanmayıp, içinde Kur’an-ı Kerim ve diğer derslerin okunmasına devam edildiği gibi mescidinde de namaz kılınmıştır. İhlas ne güzel şey... (Rahmetullahi Aleyh.)
HİKAYE 3
Hoca, medresede ders verirken talebenin biri arasıra ayağa kalkar. Hoca sebebini sorar.
Talebe:
-Efendim Hızır geliyor da ondan.
Hoca:
-Ben niçin görmem?
Talebe:
-Sorayım efendim, deyip tekrar geldiğinde sorar.
Hızır Aleyhisselam’ın:
-Hocan süsü ile çok uğraşıyor. Medreseye gelirken ayna önünde, cübbe sarık şöyle mi yakıştı, böyle mi yakıştı, diye fazla meşgul oluyor. Bu gibi haller manevi terakkiye manidir, buyurduğunu hocaya bildirdiği günden itibaren, ayna karşısına geçmeyi terkedip, süslenmekten uzak kalan hocaefendinin, sarığı eskiyip sallanmaya başladığından “Saçaklı Hoca” ismi verilmiştir. (Rahmetullahi Aleyh.)
Terakki-i maneviye mani olan zinetten uzak kalmalı.
HİKAYE 4
(Server Baba) namında bir velinin yaşadığı zamanda devlet maliyesi çok sıkışık duruma düşer. Padişah şöhretini duyduğu veliye haber gönderir. Veli de bir miktar iksir tozu gönderir, bakır eritilen kazanlara atılmasını söyler. Yalnız aynı kazandan bir kepçe kendisine verilmesini ister. Kendisine verileni de fakirlikten şikayet eden dervişine aynen verir. Bir müddet sonra padişah bu sırrın kendisine öğretilmesini Server Baba’dan ister ve ısrar eder. Server Baba, “bu mümkün değil, lakin bir kolayı var. Ben bu sırrı yazar dilimin altına koyarım. Siz de beni idam eder alırsınız. Başka çare yok” der. İdam edilir. Dili altından alınan kağıtta sade şu söz yazılıdır: “Ser verip sır vermeyen Server Baba”. Eyvah ser de gitti sır da gitti, derler. (Ser ver, sır verme) demektir.
HİKAYE 5
Fatih dersiamlarından biri, münasebeti olmayan bir müesseseye, münasip olmadığı halde ders verdiği için, ariflerden “Deli Hafız” namıyla maruf bir zat, kendisine, yaptığı işin ihanet olduğunu, emaneti ehlinin gayriye verdiğini ihtar ederse de hoca kabul etmez ve biraz kırılır. Ertesi sabah erken, hocanın kapısını çalan hafız, pencereden kendisine bakan ve özür dileyecek zanneden sözde alim kişiye şöyle der:
“Dün size söylemeyi unutmuşum; onun için geldim. Bugün sana, sade bu deli Hafız kafir diyor. Bundan elli altmış sene sonra herkes kafir diyecek” der ve döner.
- Emaneti ehline vermeli...
-
Cevap: üstadımız Süleyman Hilmi Tunahan (k.s) H.z Hayatı Kendisi Hakkında Birçok Konu
Keramet göklerde uçmak, suda yürümek midir? Bunu denizdeki balıklar, gökteki kargalar bile yapıyor. Esas keramet, Ümmet–i Muhammed'in hidayetine vesile olmaktır."
"Bizim bu âlemde bir tek işimiz var. O da yavrularımızın kalplerine http://www.yesilforum.com/Smileys/de...icon_allah.gif (c.c.) ve Peygamber (s.a.v.) sevgisi ile iman ve İslâm nurunu yerleştirmektir.
"Bu dinin garip anlarında hizmet gören, saltanatını sürmeden ölmez."
"Dışımız halk ile, içimiz Hak ile..."
"Her yerde birlik ve beraberlik lâzımdır. Muvaffak olmak için her hususta ittifak etmeli ve dayanışmayı asla elden bırakmamalıdır. Çünkü http://www.yesilforum.com/Smileys/de...icon_allah.gif'ın nusreti, maddî ve mânevî yardımı cemaat ile beraberdir. Toplu çalışanlar bunun semeresini kısa zamanda elde ederler."
"Ağaç nasıl ki, gövdesinden değil de meyvesinden iyi anlaşılırsa, mürşid–i kâmil olan kişiler de gösterişli zâhir hâllerinden değil; meyvelerinden yani yetiştirdikleri mensuplarının güzel hâllerinden anlaşılırlar. Şöhreti arşa çıksa, hakikî mürşidin misali meyvesidir."
"Hizmet muvaffak olsun da, varsın bizim yerimiz caminin pabuçluğu olsun."
"Efendiler! Hocalık bir meslek, bir ekmek teknesi değildir. Hocalık http://www.yesilforum.com/Smileys/de...icon_allah.gif'ın, Resûlullah'ın, Kitabullah'ın ve din–i mübin–i İslâm'ın tebliğ memurluğudur.
"İnsan bilmediğinin düşmanıdır. Nurdan haberi olmayan, ondan zevk almayan insan, nurun düşmanı olur."
"Kâinatı saran karanlığı kaldırma zamanı gelip de, ezelî hüküm icâbı ins–ü cinnin nebîsi, Habîbü Rabbi'l–âlemîn, Kur'an–ı Kerîm'le gönderilip âleme safa verdiği gibi o Resûlullah'ın hususî yaratılmış vârisleri de, ilâ yevmi'l–kıyame devam edecek olan din–i mübini, binlerce belâya katlanarak yılmadan yürütecekler."
"Süleyman Aleyhisselâm, "Yalnız başına bir orduyu mağlup etmek ne kadar zor ise, nefs–i emmâreyi mağlup etmek ondan daha zordur." buyurdular."
Yıl 1959, Efendi Hazretleri dünya hayatındaki son günlerini yaşamakta; fakat hâlâ koşuşturmaktadır. Sohbetler, vaazlar, dersler, talebelerin ihtiyaçları vs… Şeker hastalığına ve o yaşına rağmen hizmetten ve talebelerinden bir an olsun ayrılmıyor. Her gün dört vasıtayla Çamlıca'dan Topçular'a Tekâmül Talebelerini okutmaya gidiyor.
Küçük Çamlıca, Kısıklı neresi, Eyüp Topçular neresi!… O zamanlar bu ulaşım imkânları da yok. Tramvayla Kısıklı'dan Üsküdar'a iniyor, Üsküdar'dan vapurla karşıya Eminönü'ne geçiyor, oradan da başka bir vasıtayla Edirnekapı'ya, oradan da Topçular'a…
İşte o son günlerinde ve yine Tekâmül Talebelerinin yanında, onlarla birlikte Kur'an hatmi yaptıktan sonra sohbet etmekte:
"Evlatlarım! Buraya kadar getirdiğimiz din hizmetleri, bundan sonra sizlerin omuzlarındadır. Şu anda Ümmet–i Muhammed'in evlatları sizlerin imdadını bekliyor. Bu işin ihmâl edilecek tarafı yoktur. Bu hakikati anladıktan sonra hizmet etmeyen iyi bilsin ki, kıyamet gününde on parmağım onun yakasında olacaktır. Kıyamet günü değil huzur–u ilahî'ye, değil huzur–u Resûlullah'a; benim huzuruma bile çıkamayacaktır." dedikten sonra gözyaşları içerisinde dua edip:
"Evlatlarım! Tekrar geleceğim; ama ders için değil. Artık o iş tamamdır. Lâkin bir defa daha gelip size bir hadis–i kutsî bir de hadis–i şerif yazdıracağım. İnşallah Âlem–i Berzah'ta ve Livâü'l–Hamd sancağı altında yine böyle birlikte olacağız." der.
Ertesi gün yine o yorgun ve hasta haline rağmen Kısıklı'dan Topçular'a kadar gelir ve talebeleriyle tek tek vedalaştıktan sonra, o mezkûr hadisleri yazmalarını ister:
1. Hadis–i Şerif:
"Yâ Ebû Rafi! http://www.yesilforum.com/Smileys/de...icon_allah.gif'a yemin ederim ki, senin iki elinle (yani maddî ve mânevî gayretin ve çalışman neticesinde), bir şahsa Cenab–ı Hakk'ın hidayet nasip etmesi, güneşin üzerinde doğduğu ve battığı her şeyden daha hayırlıdır."
2. Hadis–i Kutsî:
Cenab–ı Hak, Davud Aleyhisselâm'a hitâben: "Ey Davud! Benden kaçan bir kulumu, tekrar bana getirmen tüm insanların ve cinlerin ibadetinden bana daha sevimli gelir." Bu talebeleriyle dünya hayatındaki son görüşmesidir ve son nasihatleridir. Çıkarken tekrar "Evlatlarımı bir kere daha görmüş olayım." diyerek onlara bakar ve oradan ayrılır. Bu hâdiseden kısa bir müddet sonra da ebedî âleme irtihal etmişlerdir. Tarih: 16 Eylül 1959.
-
Cevap: üstadımız Süleyman Hilmi Tunahan (k.s) H.z Hayatı Kendisi Hakkında Birçok Konu
Bu selden kaç kütük kurtarırsak,
kârdır?
"Bu dünyanın cefasından sefasına nöbet gelmez.
Gâfil olma ilme çalış, geçen zaman geri gelmez."
İlk olarak bu sözle tanımıştım Süleyman Hilmi Tunahan Efendi Hazretlerini. Sonradan öğrenecektim, onun bir peygamber vârisi, mürşid–i kâmil olduğunu…
Yukarıda zikrettiğimiz sözünde de olduğu gibi ilme, özellikle Kur'an ilmine çok büyük bir önem veren, itina gösteren Efendi Hazretleri'nin hayatına baktığımızda tüm ömrünün bu gâye için geçtiğini görmekteyiz. Bu nedenle burada onun hayatı boyunca Kur'an ve Sünnet için verdiği mücadeleyi anlatmaya gayret göstereceğiz. Kendisini http://www.yesilforum.com/Smileys/de...icon_allah.gif'a ve İslâm dinine adayan bir insanı, Kur'an ahlâkını yaşamak ve yaşatmak isteyen, Resûl–i Zîşân Efendimiz'in Sünnet–i Şerifelerinden ayrılmayan ve bunun dışında hiçbir düşüncesi olmayan Silistreli Süleyman Hilmi Tunahan Efendi Hazretleri'ni vefatının 45. yılında rahmetle anmaya çalışacağız.
Kendisinden feyz alan talebeleri ile sohbetlerine devam eden kimselere en büyük tavsiyesi;
"Ehlisünnet ve'l–cemaat" akidesine, ihlâs ve samimiyetle bağlı olmalarıydı." Süleyman Hilmi Tunahan Hazretleri:
"Evlatlarım! Bugün insanların pek çokları vadilerden akan sel gibi cehenneme doğru hızla akmaktadırlar. Nasıl ki bir afet olur ve dağda derede sel ne bulursa alıp götürürse, dinsizlik, ahlâksızlık ve cehalet de insanları böylesine cehenneme götürüyor. İnsanlar bu selden kendilerine lâzım olanları kurtarmak için nasıl çırpınırlarsa, biz ve benim evlatlarım, ilim ve cihadla cehenneme gitmekte olan bu insanlardan elimizden geldiği kadar kurtarmaya çalışacağız." diyerek vazifelerinin ne olduğunu evlatlarına hatırlatıyor ve bu vazifeyi ömür boyu kendisine düstur ediniyordu.
İnsanların sel gibi cehenneme aktığı, fitne–fesadın kor gibi yükseldiği bir devirde "Bu selden kaç kütük kurtarırsak kârdır." diyen Efendi Hazretleri, bunun yolunu da göstermektedir: İlim ve cihad. İlim: Kur'an ilmi… Cihad: Peygamber Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in Uhud savaşından dönerken, "Küçük cihaddan büyük cihada dönüyoruz." diyerek anlatmak istediği nefis ile olan cihad.
"Süleyman Efendi Hazretleri, hayatını Kur'an öğretimine vakfetmiş, Kur'an ahlâkını yaşayan ve İslâm'ı çok iyi tanıyan Müslümanlar yetiştirmiştir. Dinden uzaklaşıldığı ve http://www.yesilforum.com/Smileys/de...icon_allah.gif'ın inkâr edildiği bir dönemde, insanları İslâm'a davet etmiş ve samimî gayreti neticesinde http://www.yesilforum.com/Smileys/de...icon_allah.gif birçok insanı onun etrafında toplamıştır.
-
Cevap: üstadımız Süleyman Hilmi Tunahan (k.s) H.z Hayatı Kendisi Hakkında Birçok Konu
Her şeyden evvel Süleyman Efendi gerek tertemiz ve şerefli nesebi itibariyle gerek zamanındaki geçerli ilimlerin tamamını biliyor olması ve gerekse de şeriat-ı garca-i Muhammedi’yeydi harfiyken yaşama gayreti sebebiyle, ulum-u diniyeyi öğretmeye tam ehil bir zattı. İşte bu ehliyet ve dirayet, ilmiye sınıfını yeniden diriltme ve yeşertme sevdasında onu israrli kildi.
O, talebe okutmayı seçmişti fakat talebe bulunmuyordu. O günkü idarenin din üzerine uyguladığı baskı ve zulümden korkan, sinen insanlar, bırakın okuyup yazmayı, “http://www.yesilforum.com/Smileys/de...icon_allah.gif” demekten bile korkuyorlardı. İslam’ın 5 temel şartının bile yerine getirilemediği, hatta bir hatim, bir yağmur duası merasiminin bile tertiplenemediği, kişinin kendi evlatlarını bile okutamadığı bir hürriyetsizlik ortamıydı. Hocalar hocalıklarını, Müslümanlar Müslümanlıklarını gizlemek zorundaydı.
Süleyman Efendi http://www.yesilforum.com/Smileys/de...icon_allah.gif’ın dinini öğretme işinin kendisine yüklendiğini ve bu işin mesuliyetinin ne demek olduğunu biliyordu. Çünkü kendisi ilim tahsil etmişti ve bildiği şeyleri başkalarına öğretmesi gerekiyordu. Öğretmez ise http://www.yesilforum.com/Smileys/de...icon_allah.gif indinde mesul olacağını da biliyordu. Kendisine “kendini niçin bu kadar yıpratıyorsun?” diyenlere şu cevabı veriyordu:“Yarın hesap günü var. http://www.yesilforum.com/Smileys/de...icon_allah.gif Teali “Süleyman! Verdiğim ilimle ne hizmet ettin, onu sana bu kara topraklara getir de göm diye mi verdim?” derse ne cevap veririm. Zamane alimlerinin bu husustaki gafletleri büyüktür. Sözde varis-i enbiyayız derler. Nebilerin bıraktığı miras şeriat-ı Ahmediye’ye hizmettir. Onlar kendi evlatlarını dahi öğretmiyorlar.”
Evet onlar okutmuyor, Süleyman Efendi ise okutmak istediği halde talebe bulmakta güçlük çekiyordu. Hatta bu meyanda bazen dersiam arkadaşlarını ziyaret eder, torunlarını okutup okutmadıklarını sorardı. Onlardan, “Nerede.. böyle bir devirde nasıl okutabiliriz ki...” cevabını alınca çok üzülür ve kendisine verilmesi halinde okutabileceğini söylerdi. Ancak bu da kabul görmezdi.
O zor günleri Süleyman Efendinin kendi ifadelerinden okuyalım:
“Okutma imkanı yoktu fakat okuyan dahi bulamadım. Bir zaman geldi, mebus maaşı kadar para verip talebe okutmak istedim bulamadım. Parayı alıp kaçıyorlardı, çünkü korkuyorlardı. O zaman ümidim kırıldı. Bu ilimler yeryüzünden kaybolacak diye korkuyordum. Bunun üzerine kızlarımı okutmaya başladım. İleride torunlarım olursa onlara öğretirler ve böylece bu ilimler yeryüzünden kaybolmaz dedim. Fakat sonradan Cenaba-ı Hake sebepler halketti ve talebe okutma imkanı buldum. Yaşlılardan başladık, gençler daha sonra geldi. Ve şimdi yürüyor... Bütün bunlar, Cenaba-ı Hakk’ın bize lütfudur.”
Süleyman Efendi bir yandan İstanbul’un değişik camilerinde vaaz ediyor, bir yandan da camilerin müezzinliklerinde, apartman bodrumlarında, bulabildiği her yerde talebe okutmaya çalışıyordu. İlmiye sınıfının ilk tohumları şekillenirken, aynı zamanda vaazlarıyla ve hususi sohbetleriyle, ilmiye sınıfını maddeten ve manen destekleyecek gönüllüler halkasını teşkil etmeye çalışıyordu. Önce yaşlılar gelmişti. Gedikpaşa’daki Azakzade apartmanının bodrumunda, Avukat Osman Bey, Hacı Refik, Mehmet Efendi’yle oluşan halkaya, daha sonra Biletçi Hüseyin Efendi, Tüccar Çırpanlı Mustafa Efendi, Beypazarlı Terzi Ali Bey, Kalaycı Hocalar dahil oluyor...
Yeni yeni tutuşan kandillerin etrafında yeni halkalar oluşuyordu. Topçular’da, Kısıklı’da, Şehzadebaşı’nda. Bu arada gizli polis teşkilatının amansız takipleri sürüyordu. Tutuklamalar, nezaretler, sorgular, işkenceler, zulümler, onun azimli ve şerefli direnişi karşısında eriyip gidiyordu. İstanbul’da bunalttılar, Kabakçı’ya oradan Kuşkaya mağarasına...
Yine yakaladılar, Toroslar’a gitti. Yıldıramadılar, durduramadılar. “Bizim hiç duracak zamanımız yok. Ümmet-i Muhammed’in evlatları cehenneme birsel gibi akıp giderken, biz onlara seyirci kalamayız. Bu selden ne kütük kurtarırsak kardır”diyordu. Vaizlik belgesini iptal ettiler. Hiç oralı olmadı. Güya maddi imkansızlıklarla yoracaklar, ona rahatsızlık vereceklerdi. “Biz, değil yorgunluk, rahatsızlık, mezara gidiyor dahi olsak, okumak, okutmak ve hizmet denince koşarız”demişti.
FPRIVATE "TYPE=PICT;ALT="
Halisane niyetle yola çıkıldığı için halka yavaş yavaş genişliyordu. Küçük de olsa bu sevindirici manzara 1943 yıllarına tekabül ediyordu. Süleyman Efendi 1924 yılından bu yıllara kadar çalışıp didinmiş, gözyaşları dökmüş ve bunların bir semeresi olarak bu sevindirici tabloların ilk temelleri teessüs etmişti.
İlk zamanlar talebe bulma sıkıntısı çeken Süleyman Efendi elindeki talebelere hem ders okumanın faziletlerini öğretiyor, hem de talebeliği sevdiriyordu. Onlara bir anne ve babanın çocuklarına gösteremeyecekleri ilgi ve şefkati gösteriyordu. Talebe onun velinimetiydi. Süleyman Efendi talebenin her şeyiyle ilgileniyor, her türlü sıkıntılarını gideriyor ve onlarla hemhal oluyordu.
Bir gün bir zat Süleyman Efendi’ye müracaatla, “Efendi hazretleri oğlumu okutmak istiyorum ne ücret alıyorsunuz?” diye sordu. Süleyman Efendi ise “Sen çocuğunu hemen getir, talebeden para alınmaz. Talebeye para verilir. Okusun da, dinine, kitabına, milletine hizmet etsin” buyurdular. O, eski bir adeti değiştirip yerine bu usulü ihdas etmiştir
Süleyman Efendi talebenin iaşesini kendi karşılıyordu. Memuriyetten aldığı paranın bir kuruşunu bile kendisi için harcamamıştır. Hatta bu hususta şahsi mülklerini bile satarak talebelere harcamıştır. Her gün derse başlamadan önce talebelerinin halini hatırını sorar, bir sıkıntıları varsa onu elinden geldiğince halleder, bazen de latifeler yapar ve bu şekilde derse başlayacak olan talebeyi psikolojik yönden zinde tutardı. Bu sayede talebeler onu bir hocadan ziyade kendileri üzerine titreyen merhametli bir baba olarak görürlerdi.
Talebelerine maişet endişesi içinde olmamalarını tavsiye eder, http://www.yesilforum.com/Smileys/de...icon_allah.gif için okuyan kimsenin dünyalığının da iyi olacağını söylerdi. Talebelerine “Oğlum ilimsiz ibadetin tadı olmaz. Tek kanatlı kuş uçmaz. İnsanların dünyaya dalıp istikbal sevdasına daldıkları şu günlerde Mevla’nın ilmini okuyacağız. O, insana iki cihanda izzet ve şeref veren li bir iştir. İhlas ve samimiyetle http://www.yesilforum.com/Smileys/de...icon_allah.gif Rasulü’ne yönelen, gölge gibi dünyayı elde eder. Dünyaya çalışan ise ahreti kazanamaz. Zira Ahiret hakikat, dünya haleftir. Eğer ağacı kökünden götürürsen gölge de beraberinde gelir.” diye malumat ve tavsiyelerde bulunurlardı. Bu yumuşak muameleden talebeleri fevkalade memnun olup etkileniyorlar ve hocalarının istediği gibi bir talebe olmaya çalışıyorlardı.
Talebelik yapmak için Anadolu’dan çarıklarını sürüyerek gelen köylü çocukları izinli olarak veya Ramazan ayı münasebetiyle evlerine İstanbul beyefendisi olarak dönüyorlardı. Bunların bu giyim kuşamı, edepli halleri ve hepsinden önemlisi küçücük çocukların kürsülerden halka vaaz etmesi milleti hayretler içinde bırakıyordu.
-
Cevap: üstadımız Süleyman Hilmi Tunahan (k.s) H.z Hayatı Kendisi Hakkında Birçok Konu
Süleyman Efendi ders okutma metodu olarak medreselerden farklı bir metod uygulamıştır. O, bugün eğitimcilerin ısrarla uygulanmasını istediği“talebeyi faal hale getiren, uygulama metodunu”kullanmıştır. Zira bu metod daha kalıcı olmakta ve daha kısa sürede daha yüksek verim vermektedir. Medreselerde takrir metodu uygulanıyor, hoca dersi anlatıyor talebe de hocasını dinliyor ve bütün kitapları kuru kuruya ezberliyordu. Dolayısıyla beyinlere aşırı yük yükleniyor ve talebe yıllarca ders okuyordu. Süleyman Efendi ise bazı dersler hariç ezberletme yapmıyor, dersi talebenin kendisini okutturuyor ve onun eksikliklerini tamamlıyordu. Bu sayede hem talebeye değer verildiği için güven geliyor, hem de dersler uygulamalı olduğu için daha kalıcı oluyordu.
Süleyman Efendi, dersleri tercüme kitaplardan öğretmek yerine emsileden başlayarak bütün büyük ulemanın bilhassa Osmanlı medreselerinde takip edilen temel kitaplar vasıtasıyla İslamiyet’i kaynağından orijinal dili olan Arapça’dan okutmuş ve öğretmiştir. O, eser yazmak ile vakit geçirmektense, yazılı olan eserleri okutup, insan yetiştirmeyi, onlara ruh vermeyi tercih etmiştir. Osmanlı medreselerini kendine numune olarak almış ve talebelerine Osmanlı’yı misal olarak göstermiştir. Yok olmaya yüz tutan, iman, itikat ve ibadetleri tekrar yeşertip yaşartmak ve muhafaza edebilmek için İslam akaidinin ve ehl-i sünnet düşüncesinin temeli yani usul-ü dinde asil olan tahkiki, füru-u dinde asil olan taklidi öğretirken şerh-i akaidi günümüzdeki ve tarihteki sapıklıkları tanıtmış ve dalalet fırkalarına düşmekten muhafaza etmiştir.
Süleyman Efendi, medreselerde 15-20 senede ancak okutulup öğretilen kitapları azami 3-5 senede okutmaya muvaffak olmuştur. Bunun sebebi elbette ihlaslı zahiri gayretleri yanında manevi tasarruflarıydı. Onun “Cenaba-ı Hakk’ın yüz esmasının tasarrufları bize çevrildi. Biz bunlardan ancak bir tanesini kullanıyoruz. O da talebelerimizi çabuk yetiştirmektir.” ifadeleri bu hakikati bildirmektedir.
Onun ilim öğretme hususunda talebe ile nasıl meşgul olduğunu, onlara nasıl ders anlattığını Hacı Ali Şeker şöyle anlatmaktadır:
“Bir gün Konyalı Hacı Mustafa Efendi ile Kısıklı’daki kursa gitmiştik. Efendi Hazretleri sohbet ederken bir ara talebeleri çağırdı. Nasıl ders okuttuğunu ve niçin çabuk meyveler alındığını bize şöyle gösterdi: Efendi Hazretleri gayet mülayim bir tavır ve kendine mahsus bir eda ile;
“- Oku bakayım evladım” dedi. En baştaki talebe de kitaptan ibare okumaya başladı. Ve kendi bildiği kadar mana verdi. Eksiklerini Efendi Hazretleri tamamladı. O mevzuda ilave bilgiler verdi. Sıra ikinci talebeye gelmişti. Müteakip ibareyi o da okudu. Verebildiği kadar mana verdi. Talebeye yardımcı olabilmek için bazı hatırlatıcı sorular sordu. Talebe o soruların cevabını verdikten sonra önündeki ibareyi daha kolay çözmeye başladı. Talebe bir taraftan da hocasının önünde kendi bilgilerini hatırlayarak ibareyi çözünce, iştiyaka geliyor ve daha ilerisini okumak istiyordu. Bu esnada Efendi Hazretleri’nin mülayim bir baba gibi okşayıcı sesi yetişiyordu:
“Sen oku evladım.. zamire dikkat et.. ikinci baçtan okuyacaksın.. naib-i faili unutma...”Biz bu ders okuma şekline hayran olmuştuk. O yaşıma rağmen bende ders okuma iştiyakı doğdu.”
Süleyman Efendi talebelerinin ezbercilik yerine dersin özünü kavramalarına önem verirdi. İbarenin bütünü ve anlatmak isteneni anlayabilmişlerse telaffuz ve irab hatalarına kızmaz, “dumanı doğru çıksın yeter” derdi. Halkadaki bütün talebeye ibare okuturdu. Bu yüzden talebeler dersten önce derse hazırlanmış olarak gelirlerdi.
Onun en önemli eğitim metodlarından biri de sevgidir. O, talebelerine bir ana-baba şefkatiyle yaklaşıyor, onların her türlü dertleriyle dertleniyor ve çaresi için maddi-manevi elinden gelen bütün fedakarlıkları gösteriyordu.
Süleyman Efendi, bu şekilde Osmanlı’da koskoca bir müessese olan medreseyi tek başına yaşatmış ve halen talebeleri de onun bu usulünü devam ettirmektedirler. Onun vefatıyla bu hizmetlerde ve ders okutma şekillerinde aksama olmamış ve bunlar ondan alınan manevi terbiye ve feyzle sanki bugün ihdas edilmiş gibi tazeliğini ve orjinalligini korumaktadır.
-
Cevap: üstadımız Süleyman Hilmi Tunahan (k.s) H.z Hayatı Kendisi Hakkında Birçok Konu
Oğlum! ilimsiz ibâdetin tadı olmaz. Tek kanatlı kuş uçmaz. İnsanların dünyaya dalıp, istikbâl sevdasına düştükleri şu günde, Mevlâ’nın ilmini okuyacağız. O, insana iki cihanda izzet ve şeref veren âli bir iştir. İhlâs ve samimiyetle http://www.yesilforum.com/Smileys/de...icon_allah.gif ve Rasûlune yönelen kimse, gölge gibi dönen dünyayı ve her hayrı kendine tabi kılar. Âhirete çalışan, dünyayı elde eder. Dünyaya çalışan ise Âhireti kazanamaz. Zira âhiret hakikat, dünya haleftir. Ağacı kökünden götürürsen, gölgede beraber gider. Âhirette ne varsa, dünyada onun misâli vardır. Eğer olmasa dünya yalan olur. Teyemmüm abdestin halefidir, dünya da ahiretin.
Bizim vazifemiz aşı yapmaktır. Zorla ağaç meyve vermediği gibi insan da zorla irşâd olmaz. Zorla yapılan iş semere vermez. Aşı ise iki kısımdır. 1-Nûr, 2-Zulmet. Zulmetin aşısıyla meşgul olanlar çok. Neticesi vahim olan bu işle başlarına bela bulanlar, sayılara sığmıyor. Biz nûr aşısıyla meşgûlüz. Ağacı, güzel meyve vermeye zorlayıp sopa ve balta ile vurulsa, altına ateş yakarak tehdit edilse, bozuk meyvelerini iyi yap, iyi çıkar, tenbih ve tehdidinde bulunulsa, hiç kâr etmez. Ancak aşılamak suretiyle meyvesi değişip, menfaat hasıl olur.
Şöyle düşünmeli: Ya Rabbi! Âciz kulunu Ümmeti Muhammede hizmet etmeye muktedir kıl. Eğer "Yâ Rabbi bana ilim ihsan et" denirse, şahsi menfaate taalluk edeceğinden, rızâyı ilâhiye muvâfık olmaz. Zira her ilim sahibi bu ümmete hizmet etmiş değildir, edemez. Bu itibarla da rızâ-yı Bâriyi bulamaz. İlim ve cennet istemek menfaati şahsiyedir. Gaye ise rızâ-yı Bâridir.
Bizim yolumuz, imân, İslâm ve Ahlak-ı Muhammediyeyi aşılamaktan ibarettir.
Bizim para, pul, mevki, makam, siyaset, politika, kavga ve gürültüyle işimiz yok. İstisnasız her müslümanın çocuğunu da okuturuz. Bir tek fert geri dönmüşse haber versinler.
Biz akla ve zekâya kıymet vermeyiz. Salıverdin mi evinin yolunu bulabilecek kadar aklı olsun kâfidir.
Hak’tan korkan, halktan korkmamalı. İşini düzgün yapanın, içi de düzgün olur.
Vasiyetim olsun: Tefrikaya düşmeyiniz. Kavmiyet gütmeyiniz. Ehl-i Sünnetin gayri olan yanlış yollara sapmayınız.
Her yerde birlik ve beraberlik lazımdır. Muvaffak olmak için her hususta ittifak etmeli ve dayanışmayı asla elden bırakmamalıdır. Çünkü http://www.yesilforum.com/Smileys/de...icon_allah.gifın nusreti, maddi ve manevi yardımı cemaat ile beraberdir. Toplu çalışanlar bunun semeresini kısa zamanda elde ederler.
Dini dünyaya âlet eden hocalar, halkı kendilerinden soğuttular. Bir şeyler alır da vermez diye, esnaf bunlara yüz vermez ve kaçar hale geldi. Siz öyle olmayın. Maddeyi maneviyata karıştırmayın.
"Her koyunu kendi bacağından asarlar" sözü yanlıştır. Dinimizde neme lazım demek yok. Bana lazım demek vardır.
Bu dünyanın cefâsından sefâsına sıra gelmez, gâfil olmayın, ilme çalışın, geçen günler geri gelmez.
İlim, nûr-ı ilâhidir. İnsan ise kovan. Kirli bir kovanda arının durmadığı gibi, isyan ve zulmetle kirlenmiş vücud ve kalbde de ilim durmaz.
İnsan gibi, ilminde anâsırı erbaası vardır; ağızdan öğrenmek ve anlatmak, gözünden görmek, kulağından işitmek, eliyle yazmakla beraber, kalbiyle de feyzi ilâhiyi çekecek.
Ben size "eceztü" dediğim zaman sizler alim olmadınız, ilmin anahtarlarını almış oldunuz. Bu aldığınız anahtarla Anadolu’ya gidecek, büyük büyük kitapları açacaksınız ve onun içindeki hakikatleri Ümmet-i Muhammedin evladına anlatacaksınız.
Ders okuturken takıldığınız bir yer olursa, orada fazla durmayın. Nasıl ki etrafı kazılan bir ağaç kolayca devrilirse, evveli ve âhiri anlaşılan kitabında ortasını anlamak kolaylaşır.
Şimdiye kadar müslümanları hakir görmüşler; üstü başı pejmürde, kirli, paslı insanlar olarak millete tanıtmaya çalışmışlardır. Benim evladlarım tertemiz giyinip gezecekler, yolda, sokakta yürürken gayet vakûr bir şekilde ilerleyecekler. Müslümanlığın şahsiyetini, bu millete tanıtacaklar, onu hakkı ile temsil edeceklerdir.
Macaristan vaktiyle müslümandı. Fakat bir gün geldi orada yalnız zâhiri ulemâ kaldı. Zâhiri ulemâ maneviyattan mahrûm olduğu için dengeyi tartamadı. Ve işte gördüğünüz gibi hıristiyan olup gittiler. Bu din maneviyatsız muhâfaza edilemez.
Sırf bâtınla meşgul olanlar mülhiddir. Sırf zâhirle meşgul olanlar gâfildir. Kemâlat her ikisinin birleşmesindedir.
İnsanlarla iyi geçininiz. Kimseyi darıltmayınız. Günün birinde araba kaldırmaya olsun, yarar.
Din asıl, dünya ve siyaset fer’idir. Dünya ve siyaset dinin inkişâfına alet olabilir. Fakat din, dünya menfaat ve siyasetine âlet olamaz. Âlet edenlere lanet vardır.
Yemek yerken, su içerken "ibadet için kuvvet olsun yâ rabbi" diye, Mevlâ’nın huzûrunda olduğunu düşünmek lazım.
Emir vermeye alışmayın. Ben vâlidenizden su dahi istemem. Emir vermekle sözün rûhu ölür. İhbar, emirden daha müessirdir. Misâl: "Benim oğlum sigara içmez değil mi?" gibi.
"Yâ Rabbi! Dünyayı kalbime koyma, elimden de alma!"
-
Cevap: üstadımız Süleyman Hilmi Tunahan (k.s) H.z Hayatı Kendisi Hakkında Birçok Konu
KÜNYESI
Ebu’l-Fârûk Süleyman Hilmi Tunahan (K.S.) Hazretleri, yakin tarihimizde, zamaninin Islâmî ilimlerini tahsil ederek, ilimde en ileri noktaya varmis; müderris, dersiâm, hukûkçu, hadîs ve tefsîrde mütehassis bir Islâm âlimi, tasavvufta Naksibendî silsilesinin 32. halkasi Buhârali Salâhuddin Ibn-i Mevlânâ Sirâcüddin Hazretleri'nin en büyük halîfesi, vekîli, bu silsilenin 33. ve son halkasidir.
SECERESI
Süleyman Hilmi Tunahan (k.s.) Efendi Hazretleri, Rûmî 1304 (Mîlâdî 1888) yilinda -bugün Bulgaristan sinirlari içinde kalan- Silistre’nin, Hezargrad kasabasinin, Ferhatlar köyünde dünyaya gelmistir. Pederi, tahsilini Istanbul’da tamamlamis, Satirli Medresesin'de yillarca müderrislik yapmis, Hocazâde Osman Efendi'dir.
Osman Efendi, gençlik yillarinda Istanbul’da tahsilde iken bir rüya görür. Rüyâsinda vücûdundan kopan bir parça gökyüzüne yükselmis, oradan dünyaya isik saçmakta… Osman Efendi, bu rüyayi kendi sulbünden dünyaya gelecek hayirli bir evlat mânâsina yorar ve Silistre’ye döndügünde evlenir. Dünyaya gelecek çocuklarindan hangisinin rüyâda gördügü, isik saçan evlada uygun düsecegini takibe baslar. Fehim, Süleyman Hilmi, Ibrahim, Halil isimli dört erkek ve Zâhide isminde bir kiz evladi dünyaya gelir.
Bu çocuklarinin içinden Süleyman Hilmi dünyaya gelip de, yetismeye baslayinca, tespit ettigi alâmetlere göre bütün ümidini ona baglar. O kadar ki; Süleyman Efendi Silistre’de Satirli Medresesi'nin ilk siniflarinda iken, babasinin huzûruna her çikisinda onun ihtirâmla ayaga kalktigina ve “Buyurun Süleyman Efendi oglum…” diye fevkalâde bir iltifat ve alâka gösterdigine sâhit olur. Süleyman Efendi, bu halden o kadar mahcûptur ki, babasinin huzûruna girmek için, onun basini egerek kitap okudugu, mangala cezve sürdügü veya baska bir isle mesgul bulundugu anlari seçer olmustur.
Süleyman Efendi Hazretleri'nin dedeleri, Kaymak Hâfiz diye taninan Mahmut Efendi isimli bir zât olup, 110 yaslarina dogru vefat etmistir. Büyük dedeleri, Seyyid Idris Bey'dir. Idris Bey, Fâtih Sultan Mehmed Han tarafindan Tuna hâni nasbedilmis ve kendisine kiz kardesi tezvic edilmis bir zâttir. Fâtih Sultan Mehmed Hazretleri padisahligi zamaninda, Peygamber Efendimiz (s.a.v)'e olan sevgilerinden dolayi “Yeryüzünde evlâd-i Resûlden kimler kaldi” diye arastirmis, seceresine hiç sâibe ve süphe karismamis oldugunu tespit ettigi Seyyid Idris Bey’i bulmus ve kizkardesi ile evlendirerek, Tuna havalisine hân tâyin etmis; o bölgenin vergi ve sair mükellefiyetlerini tedvir için vazifelendirmistir. Bu vazife, Süleyman Efendi'nin babasi Osman Efendi’ye kadar devam etmistir.
Süleyman Efendi Hazretleri'nin seceresi, Peygamber Efendimiz (s.a.v.)'in pâk nesline dayanmaktadir. Pederleri tarafindan Hz. Hüseyin (r.a.)'a nisbeti olup “Seyyid”, anneleri cihetinden Hz. Hasan (r.a.)'a nisbetleri bulunmakla “Serîf”tirler.
-
Cevap: üstadımız Süleyman Hilmi Tunahan (k.s) H.z Hayatı Kendisi Hakkında Birçok Konu
Buhara’lıdır. Nemengan’ın Tus bölgesinde dünyaya gelmiş bir Özbek türküdür. Şeyh Mazhar İşan Can-i Canan k.s. Hz. lerinin en büyük halifesi idiler. Altun Silsilenin büyük rütbesi ve 32’inci halkasıdır.
Devamlı istiğrak halinde, zamanın kutbu ve tayyi mekan sahibi idiler. Sabah namazlarının ekserisini bu suretle, yani tayyi mekan ile Kabe-I Muazzama’da kılarlardı.
Mekke Şerifi Hüseyin in İngilizlerle anlaşarak Osmanlı Devletine ihanet ettiği 1. Dünya Harbi yıllarında Şeyh Salahuddin İbn-i Mevlana Siracuddin k.s. son haclarını da ifa etmek üzere Mekke-I Mükerreme de bulunuyorlar idi. Şeriflik iddiasındaki bu hain kendilerinin pek çok kerametlerini duymuş ve itibar edilir bir zat olarak tanımıştır.
Bu münasebetle kendisinden korkarak hapis ettirdi. Kapılara kalın zincir vurdurdu. Şeyh Salahuddin İbn-i Mevlana Siracüddin k.s. kalın zincirleri kırmak suretiyle hapishane kapılarını açıp kaçma kerametini gösterdiler. Ve ertesi gün Altun oluk üzerine çıkıp ‘Evradı Fethiye’yi ‘Okumaya başladılar. Şerif Hüseyin tekrar yakalatarak bu defa çok daha sıkı tedbirler aldırdı ve tekrar hapishaneye koydurttu.
Şeyh Salahuddin Ibn-i Mevlana Siracuddin k.s. zincirleri tekrar parçalayıp hapishaneden çıktı.
Bunu duyan Şerif Hüseyin memlekete kaçmaması için çok sıkı tedbirler aldırdı. Bütün yollar tutuldu. Bütün bunlara rağmen Şeyh Salahuddin Ibn-i Mevlana Siracuddin k.s. Cidde’ den hareket eden bir gemiye aile efradı ile birlikte binerek memleketine dönmek üzere yola çıktı. Bu haber duyulunca gemi tepeden tırnağa arandı fakat buna rağmen gemide bulunamadı.
Hz. Pir k.s. baştan sona kadar aranan gemi ile memleketine sağ Salim döndüler. İngilizler tarafından geminin yanaşacağı limana bulunup yakalanması için telgrafla emirler verildi ise de yine bulunamadı. Şerif Hüseyin kendilerini buldurmak için bütün Hicazı alt üst etti. Bunu bildikleri için ona su manalı telgrafı çektiler.
- sağ salim memleketime döndüm, boşuna zahmet çekmeyiniz.
Kerametleri sayılamayacak kadar çoktur. Sultan II. Abdulhamid Han zamanında İstanbul’u teşrif ettiler ve Sultan tarafından bizzat Kabul edilerek sarayın müsafiri oldular. Sultan II. Abdulhamid Han Hz. İle birlikte o zamanın henüz medresede talebe olan Ebu-l Faruk Süleyman Hilmi Silistrevi Hz. lerine, Nakşibendi yolunu talim buyurdular ve bir müddet İstanbul da kaldılar.
Ezeli takdir icabı kendisinden sonra Altun Silsilenin halkasını teşkil edecek olan Ebu-l Faruk Süleyman Hilmi Silistrevi Hz. lerinin terakki ve talimini temin ettiler.
20.inci asrin baslarında bu ziyaretler esnasında Osmanlı Devletinin basına gelen felaketler ve ileride gelmesi mukadder büyük dertler sebebiyle pek çok dua ve ilticalarda bulundular. Defalarca Erbain çıkardılar, Cenabı hakka yalvardılar, fakat bütün bunlara rağmen Ümmet-I Muhammed’in, üzerine gelmekte olan belaları hak ettiğinden Kader-i İlahi’nin tahakkuk edeceğini ve bunun önüne geçilmesinin mümkün olmayacağını Sultana izah buyurdular. Bu sebepledir ki Sultan Abdülhamit Han Hz. leri bir ihtilal ile tahttan indirildiğinden ihtilalcilere karsı koymamış “Zalike takdiirul Azilil Alim” ayetini okumakla iktifa etmişlerdir.
Şeyh Salahuddin İbn-i Mevlana Siracuddin k.s. Saraya müsafir olduğu günler İstanbul un en mühim ziyaret yerlerinden biri olan Ebu Eyyub Sultan Hz. lerinin kabrini ziyaret ettiler. Emrine Saray tarafından tahsis edilen araba ile Eyyüb Sultan’a giderken Haliç kenarında “Ya Vedud Baba” nin türbesini ve türbeye inen Fuyuzati İlahiyeyi görünce hayretlerini ifade ettiler.
- Bu zat kimdir? Diye sordular. Kendilerine,
- Evliyadan. ( Ya Vedud Baba’dır) cevabi verildi.
Ziyaretten dönüşlerinde tekrar ayni yerden geçerken yeniden ayni soruyu sordular. Bunun üzerine Maiyetindekiler ‘Efendi Hz. İhtiyarlığından galiba az önce sorduğunu ve bizim söylediğimizi unuttu’ diye içlerinden geçirdiler.
Selahüddin Hz. İse onların iç hallerine vakıf oldular. Bunun üzerine bindiği arabanın tekerleğinden bir miktar toprak alarak:
- Su sizin dünyanızdan gözlerime biraz toprak serpeyim de bari gördüklerimi bir daha unutmayayım, buyurdular.
Salahuddin Hz. Devamlı istiğrak halinde “Musteğrakiine fi zatillah makamında” oldukları için bu sözleri ile insanlarca mühim görülen pek çok şeye ehemmiyet vermediğini izah buyurmuş oluyorlar.
Halifelerinden Mirza Abdurrahim efendiyi (Tesbihçi Baba’yı) İstanbul da Ebul Faruk Süleyman Hilmi Silistrevi Hz. lerinin yanına bırakarak Buharay a donen Salahuddin Hz., ömrünün son yıllarını Buhara da geçirmiş ve burada da vefat etmiştir.
Kabri Şerifleri Buhara da yüksek bir tepe üzerindedir.
Kaddesellahü Sirrahülaziz. AMIN
-
Cevap: üstadımız Süleyman Hilmi Tunahan (k.s) H.z Hayatı Kendisi Hakkında Birçok Konu
Süleyman Efendi (k.s.) hazretlerinin babası ve dedelerinin hemen hepsi meşâyıhtandır. Kendileri, daha sonra intisab edeceği üstâzı Salâhuddîn İbn-i Mevlâna Sirâcüddin (k.s.) hazretleri ile tanışmadan önce, babasının tarif ettiği bazı tasavvufi derslerle meşgul olurken bir gece şöyle bir rüya görürler:
Şâh-ı Nakşibend Muhammed Bahâuddîn, İmâm-ı Rabbânî Müceddid-i Elf-i Sânî hazerâtı ve Nakşibendî yolunun Müceddidiye kolu büyüklerinden (k. esrârahüm) bir grup zevât-ı kiram halka tertip etmişler. Fakat aralarında bir kişilik boş yer bırakmışlar. Süleyman Efendi hazretleri bu boş yeri görünce, kendisi için oturmaya müsaade ederler mi diye düşünmüş... Tam bu esnada, Şâh-ı Nakşibend hazretleri buyurmuşlar ki:
“Oğlum, bu boşluk sana bırakıldı. Fakat seni Müceddidîn kolundan bir zât terbiye edecek, ondan sonra sen buraya oturacaksın.”
Bunun üzerine Süleyman Efendi hazretleri, “Efendim ben o zâtı nerede ve nasıl bulabilirim” diye sorunca; “O seni bulur” cevabını almıştır.
Aradan uzun yıllar geçmiş, Süleyman Efendi hazretlerinin talebeliği sona ermiştir. O devirlerde bazı İstanbul zenginleri ramazan-ı şerifte, hocalara ve talebelere ayrı ayrı iftar yemeği verirler, hatta ramazan ayı boyunca kazanlar kaynarmış.
Bir gün hocalara ziyafet veren bir zenginin evinde Süleyman Efendi hazretleri de bulunmuş. Yemekler yenilmiş, akabinde tanımadığı bir hoca Süleyman Efendi’ye, “Oğlum Süleyman, Evrâd-ı Şerifi oku da duâmızı yapalım” demiş.
Süleyman Efendi hazretleri, hiç tanımadığı, fakat kendisini tanıyan bu zatın isteğini yerine getirerek, Evrâd-ı Bahâiye’yi okumuş. O zat da akabinde duasını yapmış. Ellerini yıkamak için sofradan kalkınca, o zat, Süleyman Efendi hazretlerinin ellerinden tutarak bir kenara çekmiş ve demiş ki:
“Oğlum, sen filan zaman bir rüya gördün. Sana, Müceddidiye kolundan bir mürşid terbiye verecek demişlerdi. Sonra sen, halkadaki boş yere oturacaktın, hatırladın mı?”
Süleyman Efendi, “Evet efendim” demiş.
Bunun üzerine o zât, “Ben Salâhuddîn İbn-i Mevlâna Sirâcüddîn, Cenâb-ı Hakk’ın ve rûh-i Resûlüllâh’ın emri ile Türkistan’dan seni yetiştirmeye geldim” demişler.
Süleyman Efendi hazretleri, işte tam o andan itibaren teslîm-i küllî ile onun hizmetine girmiş ve bir süre beraber kalmışlar. Bilâhare Mevlâna Sirâcüddîn hazretleri yine Türkistan tarafına dönmüşler. Bu arada mektuplaştıkları olmuş.
Bir müddet sonra tekrar İstanbul’a dönen Mevlâna Siracüddin hazretleri, Süleyman Efendi hazretleri ile beraber Bursa’ya giderler. Orada “Erbaîn” çıkarırlar. Süleyman Efendi hazretleri, erbaîn çıkardıktan sonra, hiç okumayı bilmeyen bir çocuğa, bir saat kadar kısa bir zaman içinde Kur’an okumasını öğretivermiş.
Süleyman Efendi hazretlerine verilen bu salahiyeti müşâhede eden üstâzı Mevlâna Sirâcüddin (k.s.), heyecanla Uludağ’a hitâben; “Ey Keşiş dağı!(2) Cenâb-ı Hak evlâdımıza öyle bir salahiyet verdi ki; isterse sana da, kımıldata kımıldata Kur’an okutur” demiş.
Yukarıda Kemal Kacar Bey’in (r.aleyh) yazısında da çok vecîz bir şekilde ifade edildiği üzere, Süleyman Efendi hazretlerine seyr u sülûk merhalalerini ikmâl ettirmişlerdir. Sonra da, “Oğlum, bizimki buraya kadar; artık bundan sonra sen, ma‘nen İmâm-ı Rabbânî (k.s.) hazretleri ile ierlemeye devam edeceksin. Buradan ileriye ben de sana ittiba‘ edeceğim” diye buyurarak, Süleyman Efendi hazretlerini İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin rûhâni nisbetine teslim etmişlerdir
-
Cevap: üstadımız Süleyman Hilmi Tunahan (k.s) H.z Hayatı Kendisi Hakkında Birçok Konu
Ahmet Davudoğlu Hz. Üstazımızın hemşehrisi Balkanlar'dan gelmiştir. Hz. Üstazımız kendisine okuması için çok yardım etmiştir. Bu zat bir süre İstanbul İslam Enstitüsü başkanlığında bulunmuştur. Bir defasında Konya'ya müftüler toplantısına konuşmacı olarak davet etmişler.
Oradaki konuşmasından sonra kendisine müftüler tarafından bazı sualler yöneltildi. Bu suallerden birisi olan " belediye nikahı caiz midir?" sualine caiz değildir. Asıl nikah dini nikahtır. Belediye nikahı sadece kayıttan ibarettir diye cevapladığı için ne yazıktır ki kendi talebeleri tarafından şikayet edilerek iki sene hapse mahkum ettirilmiştir.
Abimiz de kendisine hapiste yattığı süre içerisinde yardım bulunmuştur. Hüseyin DÖNMEZ Abi bir defasında ziyaretine geldiğinde şu hatırasını nakletmiştir. "Bir gün Efendi Hazretleri Kamil Bey ile beraber evime geldiler. Hocaefendi bu kim? diye sordum. Damadım Kamil dedi. Ne iş yapar dedim. Hem mimardır hem mühendistir. Müteahhitlik yapar dedi. Sonradan öğrendim ki Kamil Bey ne mimar ne mühendis imiş.
Şöyle düşümdüm Kamil Bey mimar ve mühendis değil bu açık. Efendi Hazretlerinin yalan söylemesi mümkün değil damadının ne iş yaptığını da bilir. Yıllarca bunu kafamda çözemedim. Ancak otuz yıl sonra Kamil Bey bir gün ziyaretime geldi. Yanında iki genç vardı. Bunlar kim diye sordum. Bunlar benim evlatlarım Ahmet ve Mehmet 'tir. Ne iş yaparlar diye sordum. Biri mimar birisi mühendistir dedi. Otuz yıl çözemediğim meseleyi o gün çözdüm. ALLAH MÜBAREĞİN ŞEFAATLERİNE NASİL EYLESİN İNŞALLAH.
-
Cevap: üstadımız Süleyman Hilmi Tunahan (k.s) H.z Hayatı Kendisi Hakkında Birçok Konu
Silsile-i Zeheb / Altun Silsile
1. Ebu Bekri’s-Sıddiyk (r.a.)
2. Selman-ı Farisi (r.a.)
3. Kasım bin Muhammed (k.s.)
4. Cafer-i Sadık (k.s.)
5. Bayezid-i Bestami (k.s.)
6. Ebu’l-Hasan Harkani (k.s.)
7. Ebu Ali Farimidi (k.s.)
8. Yusuf Hemedani (k.s.)
9. Abdu’l-Halık Gucdüvani (k.s.)
10. Hace Arif Rivgiri (k.s.)
11. Mahmud İncir Fag’nevi (k.s.)
12. Hace Arif Ramitini (k.s.)
13. Muhammed Baba Semasi (k.s.)
14. Seyyid Emir Kilal (k.s.)
15. Muhammed Bahaüddin Nakşibend (k.s.)
16. Hace Alaaddin-i Attar (k.s.)
17. Yakub Çerhi (k.s.)
18. Hace Ubeydullah Ahrar (k.s.)
19. Hace Muhammed Zahid (k.s.)
20. Derviş Mehmed (k.s.)
21. Muhammed Hacegi Emkengi (k.s.)
22. Hace Muhammed Bakibillah (k.s.)
23. İmam-ı Rabbani Ahmed-i Faruk-i Serhendi (k.s.)
24. Hace Muhammed Masum (k.s.)
25. Şeyh Seyfüddin Arif (k.s.)
26. Muhammed Nurü’l-Bedvani (k.s.)
27. Şemsüddin Habibullah İbn-i Mirza Can (k.s.)
28. Abdullah-ı Dehlevi (k.s.)
29. Hafız Ebu Said Sahib (k.s.)
30. Habibullah Can-ı Canan (k.s.)
31. Muhammed Mazhar İş’an Can-ı Canan (k.s.)
32. Selahüddin İbn-i Mevlana Siracüddin (k.s.)
33. Ebu’l Faruk Süleyman Hilmi Silistrevi (k.s)
-
Cevap: üstadımız Süleyman Hilmi Tunahan (k.s) H.z Hayatı Kendisi Hakkında Birçok Konu
Tevhid-i Tedrisat kanunu 1927'de çıkmıştır. Kanun çıktıktan sonra bütün medreseler kapatılmış. Devletin dışında öğretim yapmak yasaklanmıştır. Bunun üzerine kapatılan medreselerin müderrisleri İstanbul Şehzadebaşı Camiinde ne yapacaklarına karar vermek için toplanmışlar.
Sonunda şu karara varmışlar. "Artık bundan sonra bizim talebe toplayıp Ulum-u İlahiyyeyi okutmamız imkansızdır. Bütün imkanlar elimizden alınmıştır. Hz. http://www.yesilforum.com/Smileys/de...icon_allah.gif Kur'an-ı Keriminde ( ; ; ) buyurmuştur. bizim tekrar talebe toplayıp Ulum-u Diniyyeyi öğretmemiz vus'atımızın dışındadır".
Yani herkesin kendi işine çekilmesine karar vermişler. Hz. Üstazımız o zaman söz alıyor ve şöyle diyor " Efendiler bu bizim vus'atımızın dışında değildir. Herkes kendi evinde iki çocuğunu okutsa, çocuğu yoksa iki çocuk bulup okutsa 1110 yapar. Onlar da ikişer kişi okutsa 4440 yapar. Türkiye' de 4440 alimin bulunması Türkiye'de ilmin yokolmasına mani teşkil eder. Bu da bizim vus'atımızın dışında değildir" buyuruyor.
O zamanın müderrisleri zengin ve oldukça yaşlı imişler. Hz. Üstazımız ise daha genç 39 yaşlarında imiş. Tabi diğer alimler şaşırmışlar. Bakıyorlar kendilerine nazaran oldukça genç ancak fikirleri ve cesareti oldukça yüksek bir zat var karşılarında. Tabi bu fikre katılmak şöyle dursun "Bu gayretli genç de kim acaba" , Gönenli bir müderris şöyle seslenmiş "Senin bu aşkın nereden geliyor. Sen kimin oğlusun" diyor.
Efendi Hazretleri cevap vermiyor. Hulasa kararlarından vazgeçmiyorlar. Bizim vus'atımız dışında diyerek kelle korkusuyla talebe okutmaktan firar ediyorlar. Hz. Üstazımız daha sonra şu mealde bir söz irad ediyorlar "Ölümden korkup kaçanların hepsi ölüp gittiler, bir biz sağ kaldık".ALLAH ŞEFAATLERİNE NAİL EYLESİN İNŞALLAH
-
Cevap: üstadımız Süleyman Hilmi Tunahan (k.s) H.z Hayatı Kendisi Hakkında Birçok Konu
TÜRKİYE YE KURAN OKUTAN MÜBAREK ÜSTAZIMIZ
"Aman Müslümanlık unutulup münkarız olmasın. Ehl-i Sünnet ve'l Cemaat ruh ve akidesi sönüp, Müslüman çocukları bu meşaleden mahrum kalmasın."
İşte bütün hayatı bayunca bu iki cümlede özetlediği endişe ile hareket ederek büyük bir mücadele vermiştir Hilmi Tunahan Hazretleri
İşçi, personel adı altında okutmaya çalıştıklarıma zaman oldu vali maaşı kadar para verdim, yine de okumadılar. Hatta parayı alıp kaçanlar oldu. Bir ara acaba http://www.yesilforum.com/Smileys/de...icon_allah.gif'ın ilmini okuyacak insanlar bulamayacak mıyım diye ye'se düştüm. Bütün gayretimi kendi kızlarımı okutmaya verdim. Düşünüyordum ki onlar http://www.yesilforum.com/Smileys/de...icon_allah.gif'ın dinini, ilmini öğrenirlerse, hiç değilse kendi çocuklarını okutup yetiştirirler de bu hizmetler ila yevmi'l kıyame devam eder. '
Süleyman Hilmi Tunahan Hazretleri'nin bu ye'si kısa sürdü. Bir yandan binlerce tabele ile uğraşırken diğer yandan kızlarını da en iyi şekilde din eğitimi ile donattı. Bunlardan biri Ferhan i Hanımefendi'ydi. Şartların elvermeme- i si ve talebe bulamaması durumunda ilmine varis bırakmayı düşündüğü şu~ hayattaki tek evladı Ferhan Hanımefendi, ölüm yıldönümünde muhterem pederinin hayatını ve mücadelesini Aksiyon Dergisi'ne anlattı.
Süleyman Efendi, 16 Eylül 1959 yılında vefat ettiğinde arkasında iki kızı ile birlikte binlerce iyi yetişmiş öğrenci bıraktı. Fatih Sultan Mehmed Han'ın yanına defnedilme arzusu Bakanlar Kurulu'nun oluruna rağmen dönemin İçişleri Bakanı Namık Gedik'in tavrıyla engelıenince, Karacaahmet Mezarlığı'nda polisin açtığı kabre defnedildi.
Süleyman Hilmi Tunahan Hazretleri'nin bütün amacı, Türk insanının, dinini en iyi şekilde öğrenmesiydi. Makam mevki peşinde olmadığını tarihe geçen şu sözüyle anlatırdı: "Hizmet muvaffak olsun da varsın bizim yerimiz caminin pabuçluğu olsun. "
Ferhan Hanımefendi de tıpkı pe deri gibi hayatını Kur'an hizmetine adadı. Bugün bütün zamanını hizmet dolduran Ferhan Hanımefendi'nin oğlu aracılığıyla pederi hakkında anlattıkları şöyle:
- Süleyman Hilmi Tunahan Hazretleri, hayatını, ilmini miras bırakacağı talebeler yetiştirme üzerine kurmuştu. Bu konudaki çalışmalan hakkında bilgi verir misiniz?
Talim ve tedriste Osmanlı medrese usulünü hızlandırmış, çok süratli bir şekilde talebe yetiştirmede kendine mahsus usuller vaz etmiştir. Zamanın şartlarını değerlendirmek bakımından devrin maddi gelişmelerine uygun olarak 'Maddede sürat olur da manevi hizmetlerde olmaz mı?' anlayışını getirerek, eski usullere göre çok kısa zamanda bütün fenler, alet ve ali ilirnlerle donanmış talebe yetiştirmiştir. Talebeleri Diyanet İşleri Başkanlığı'nın müftülük ve vaizlik imtihanlarında üstün başarılar kazanarak aldıkları eğitimin değerini ortaya koyuyorlar ve hizmet yarışında yerlerini alıyorlardı. Süleyman Hilmi Tunahan Hazretleri, İslam ilimierini ihya hareketini İslam'ın tecdidi hamlesi saymış, hayatlarını ilme ve ilim ehli yetiştirmeye vakfetmi§ti. Ve 'flmin tasfiye edildiği bir cemiyette Islam ve iman yaşamayacağı için, böyle bir ortamda camiierin mevcudiyeti, suları kesilmiş, menbalan kurumuş, kurutulmuş çeşmelerden farksızdır' diyerek bu konudaki gayretlerini devam ettirmişti.
DÜNYAYA MÜJDEYLE GELIŞ
-Kökeninin Osmanlı Sarayı 'na kadar uzandığı biliniyor. Nesebi hakkında detaylı bilgi verir misiniz? Soyadındaki Han kelimesinin, nesebi ile ilişkisi var mıdır?
Neseben Fatih Sultan Mehmed Han'ın ' Tuna Han'ı' olarak tayin ettiği ve kızkardeşi ile evlendirdiği İdris Bey'e dayanmaktadır. Ve soyadını buna nispetle almıştır. Babası Hafız Osman Efendi, tahsilini devri n ilim merkezi olan İstanbul'da tamamlamış, sonra da bugün Bulgaristan sınırları içinde olan Silistre'nin meşhur Satırlı Medresesi'nde yıllarca müderrislik yapmıştır. Dönemin tanınan simalarındandır. İstanbul'da eğitimine devam ettiği bir sırada rüyasında, vücudundan kopan bir parçanın göğe yükselip ışık saçmakta olduğunu görür. Uyandığında son derece heyecanlıdır. Çünkü bu rüya Osman E fendi için bir işarettir. Sulbünden hayırlı bir evlat gelecek, dünyayı aydınlatacaktır. Aradan yıllar geçer. Osman Efendi evlenir. Rüya hiç hatırından çıkmaz.
1888 yılında Silistre'nin Ferhatlar Köyü'nde sıradan bir evde hiç de sıradan olmayan bir çocuk dünyaya gelir. İlk bakışta hane reisi Osman Hocaefendi'nin dört erkek evladından biridir bu çocuk. Yıllar önce görülen rüya tecelli etmiştir. Bütün Türk ve Müslüman ailelerinde olduğu gibi adı Ezan-ı Muhammedi ile konur: Süleyman Hilmi... Osman Efendi, Süleyman Hilmi'de daha ilk yetişme çağlarında gördüğü alametler tecelli ettiğinden bütün ümidini ona bağlar. Gözbebeği gibi baktığı oğlu yetişecek, tıpkı rüyada gördüğü gibi dünyaya ışık saçacaktır.
- Bugünkü Bulgaristan sınırlan içinde doğan Süleyman Efendi Hazretleri'nin yetişme serüveni hakkında bilgi verir misiniz?
Hilmi Efendi, Silistre Rüşdiyesi ve Satırlı Medresesi'nde başladığı tahsil hayatına İstanbul'da devam etmek, ilmini kemale erdirmek için medreselerin bulunduğu İstanbul'a koşar. O zamanki adı Sahn-ı Seman olan Fatih Medresesi'nde eğitime başlar. Fatih dersiamlarından ve devrin büyük alimi Bafralı Ahmed Hamdi Efendi'den ders alır. Burayı birincilikle bitirir.
Süleyman Efendi ilim öğrenmek hususunda öylesine gayretlidir ki daha da i leriye gitmek ve zamanın tabiriyle dersiam, yani profesör olarak yetişrnek üzere Süleymaniye'de Medresetü'l Mütehassisin'in tefsir ve hadis bölümüne devam eder ve 1919 yılında buradaki eğitimi de birincilikle tamamlar.
Aynı yıllarda Medresetü'l Kuzat'ı yani bugünkü tabiriyle Hukuk Fakültesi'ni de bitirerek dersiam ve kadııık unvanlarını alır. Hayatının ilerleyen yıllarında uğruna büyük mücadeleler vereceği ilim hayatının öğrenme safhasından, öğret me safhasına geçer. Mezuniyetini müteakip İstanbul'da dersiam olarak vazife alır. Yıllarca hocalarından aldığı ilim emanetini talebelerine devretme zamanı gelmiştir. Bu onun hayat mücadelesinin temel düsturunu oluşturur.
- Tevhid-i Tedrisat Kanunu 'nın yürürlüğe girmesiyle medrese geleneği ortadan kalktı ve din eğitimi ağır yara aldı. Süleyman Efendi'nin tutumu nasıloldu?
1924 yılında Tevhid-i Tedrisat Kanunu'nun yürürlüğe girmesiyle medreseler kapatılır. Süleyman Efendi de bir çok meslektaşı gibi vaizliğe tayin edilir. Talebeye hasret böylece başlar. İlim öğretme aşkını, ilmine varis bırakma mü cadelesini, İstanbul'un Sultanahmet, Beyazıt, Süleymaniye, Yenicami, Kasımpaşa Cami-i Kebiri gibi büyük camiIerde vaaz verip dinimizin emir ve yasaklarını öğreterek sürdürür.
- Tasavvujla ilişkisi nasıl başladı?
O bir din alimi olmakla beraber hala bir talebedir ve Selahaddin ibn-i Mevlana Siracüddin Efendi'nin sohbetlerine devam ederek tasavvuf yolunda yetişir. Silsile-i Sadad'ın 32. halkası olan Siracüddin Efendi'nin cismani nisbetle, İmam-ı Rabbani Müceddid-i Elf-i Sani Hazretleri'nin de ruhani nispetle bağlısıdır.
"AMAN MÜSLÜMANlıK UNUTULMASıN"
- Talebe yetiştirme faaliyetine nasıl başladı? Bu husustaki gayretleri konusunda neler anlatırsınız?
1924 senesinde medreseler kapatılıp dini öğreten müessese kalmayınca, Süleyman Efendi'nin hayatında da sıkıntılı dönem başlar. O günlere ait en büyük endişesini şöyle dile getirir: "Aman Müslümanlık unutulup münkarız olmasın. Ehli Sünnet ve'l Cemaat ruh ve akıdesi sönüp, Müslüman çocukları bu meşaleden mahrum kalmasın." İşte bütün hayatı boyunca bu iki cümlede özetlediği endişe ile hareket ederek büyük bir mücadele vermiştir. Onun yegane gaye ve gayreti İslam'ı öğretmek, ilmini miras bırakabileceği talebeler yetiştirmekti. Ta Selçuklu Türkleri'nden beri Müslüman Türk milletinin en büyük ideali olan Ehl-i Sünnet ve'l Cemaat akidesinin muhafaza ve ilası onun de en büyük emeli idi. Zira kendileri, bu ruh ve akideyi milli beka davamızın yegane teminatı olarak kabul ve tavsif ederlerdi. Talebeleri onun vazife anlayışını şöyle anlatırlar: Unutulan sünnetleri ihya, kaybolmaya yüz tutan İslam ilimieri ve iman hakikatlerini Ehli Sünnet ve'l Cemaat usulü ve üslubu üzerine tecdid, batıllar, bidatlar, http://www.yesilforum.com/Smileys/de...icon_allah.gif ve din düşmanı zalimlerle mücadele onun başlıca vazifesi olmuştur. Talebelerinit verdiği vazife şuuru da bu cümlelerle özetlenebilir.
- Medrese arkadaşları Süleyman Efendi'ye faaliyetlerinde nasıl yardımcı oldular? Resmi makamlarla ilişkilerini nasıl yürüttü?
Süleyman Efendi medreselerin kapatıldığı günlerde Dersiamlar Cemiyeti Umumi Katibi'dir. 520 dersiamın üye olduğu cemiyet son kez toplanır. Süleyman Efendi azalara hitaben bir konuşma yapar. Kendisi o günleri şöyle anlatırdı: " Medreselerin kapatıldığı günlerde Dersiamlar Cemiyeti Umumi Katibi idim. Bu cemiyete üye yüzlerce dersiam vardı. Hepsine haber gönderdim, bir kısmını da topladım. Kendi imkanlarımızIa üçer-beşer talebe 0kutmaya devam edelim, böylece binlerce talebe olur dedim. Kimisi korktuğundan kimisi de 'Bu iş artık bitmiştir. Biz ne yapabiliriz' diyerek yanaşmadılar. Bazısı da açıkta kalıp geçim darlığından perişan oldu. İsten~ len gayret gösterilemedi ve gereken hizm~ J" yapılamadı.
Korkmayanlar öldü de, korkanlar sanki çok mu yaşadılar? Korku fayda yerine zarar getirir. Hem bizler, şartlar ne olursa olsun din hizmetiyle memuruz. Hizmet bizden, muvaffakıyet ve hidayet http://www.yesilforum.com/Smileys/de...icon_allah.gif 'tan. http://www.yesilforum.com/Smileys/de...icon_allah.gif yolunda cihad ve takva kurtuluşa ve beklenmedik yerden rızka vesiledir.
İşte bütün bunlar olup biterken medreselerin kapatıldığı günlerde yüzlerce üyesi bulunan dersiamlar cemiyetinin mes'ul-ümurahhası idim. Dersiamları toplamaya çalıştım ve onlara şöyle dedim: Sizler bu memlekette dinin bir nesil boyu garantilerisiniz. Her birimiz köyümüzden, kasabamızdan getireceğimiz hısım, akraba çocuklarından birer, ikişer kişiyi müstahtiem namı altında dahi olsa okutabiIir, hiç değilse bir nesil daha İslam ilimIerininin devamını sağlayabiliriz. Bu maksatla müşterek bir telgrafla merkezi hükümete başvuralım. "
- Resmi makamların Süleyman Efendi'nin gayretleri karşısındaki tutumu nasıldı?
Dersiamlardan bazılarının imzaladığı, bazılarının da korkup imzalayamadıkları müracaat metninde 'Devletimiz harbi umumiden yeni çıkmıştır. Mali durumu maaş vermeye elverişli değildir. Ancak biz isim ve imzaları bulunan dersiamlar hiçbir ücret talep etmeden Müslüman çocuklarından arzu edenlere din dersi vermeye hazırız' denilmekteydi. Cevap tez gelir ve olumsuzdur: 'Memlekette Tevhid-i Tedrisat Kanunu yürürlüktedir. Hilafina hareket şiddetle ceza-i müstelzimdir. '
Bütün bu olumsuz şartlara rağmen Süleyman Efendi boş durmaz. Bir taraftan Istanbul'un selatin camilerinde vaaz ve sohbetleriyle halkı irşada gayret eder, diğer taraftan da etrafına topladığıtalebelerine kah evinde, kah bir cami cresinde, kah bir ahbabının evinde ders okutarak talebe yetiştirmeye gayret eder. Bir müddet okuttuklarını derhal Anadolu'ya gönderir, onların da aynı minval üzere, yerine göre köyde, yerine göre dağ başında bir çalı dibinde Müslüman çocuklarına dinini, diyanetini öğretmelerini temine çalışır. İleride müesseseleşerek memleketşümul hiBe gelen Kur'an kurslarındaki hizmet kadrosunu ilk mayalama devresi işte o devredir.
Süleyman Efendi, http://www.yesilforum.com/Smileys/de...icon_allah.gif'tan başka kimseden korkmadı. En büyük endişelerinden biri de "Talebe yetiştirmeden vefat edersem Rabbim bana 'İlmine kimi varis bıraktın' diye soracak olursa ne cevap vereceğim?" olmuştur. Bu hizmetleri ifa amacıyla Çatalca'nın ..ı.nan köylerinden Toros~'a kadar memleketi adım adım dolaşarak dini öğretmiştir. Hatta Çatalca'da Kabakça Çiftliği, Toroslar'da da mandıra kiralayıp talebelerini de işçi göstererek derslerine devam etmiştir. Onun için ilmini miras bırakacağı kişiler çok önemliydi. Çünkü onlar Islam'ı yaşayıp yaşatacaklardı. Ve bu ilim ancak yine talebeleri vasıtasıyla kıyamete kadar devam edecekti.
Çatalca'nın ormanlık bölgesinde Kabakça, İnceğiz köylerinde çiftlikler kiralamış, işçi görünümü altında dini ilimler tedris edilmiş ya da başka ticari faaliyetler altında din ilimierine hadim olabilecek insanlar yetiştirmeyi hedeflemişlerdir.
Bu hizmetlerde kendisine maddi, manevi en büyük destek, refikası Hafize Sultan Hanımefendi'den gelmiştir.
Maddeten çok varlıklı bir aileye mensup olan Valide Sultan, ebeveyninden kendisine intikal eden bütün servetlerini http://www.yesilforum.com/Smileys/de...icon_allah.gif yolunda hizmetlere harcaması için daima yardımcı olmuşlardır.
DiN-DÜNYA BÜTÜNLÜGÜ
- Hayatını vakfettiği talebelerine bakışı nasıldı?
Süleyman Efendi için talebeleri çok kıymetliydi. Onlardan 'Evladlarım' di ye sözederdi. Evladlarının din ilimIeri sahasında yetişmelerini arzu ettiği gibi dünya işlerine de vakıf olmalarını isterdi. Talebelerinin yabancı dil öğrenmelerini teşvik eder, devrinin bütün ilim ve fennine vakıf olmalarını arzu ederdi.
- Günlük gelişmeleri takip eder miydi?
Yurtta ve dünyada gelişen olayları titizlikle takip ederdi. Her türlü sapık cerayanlarla mücadele ve dini, tarihi hakikatlerin kitlelere duyurulup öğretilmesi için çıkan kitap, gazete ve mecmua gibi yayın vasıtalarını aldırırdı. Bunların ya şayıp gelişmesi için her türlü maddi manevi fedakarlığı yapardı.
- Nasihatlerinde, üzerinde en çok durduğu nokta ne idi?
Talebelerine yaptığı nasihatlerde şöyle derdi: Evladlarım; duracak, kaybedecek zamanımız yok. Vazifemiz bataklığa düşmüş Ümmet-i Muhammed'in evladlarını ellerinden tutup bu bataklıktan çıkarmaktır. İlk talebeleri tüccar, esnaf, demirci, kalaycı, dülger gibi çoluk çocuk sahibi yaşlı insanlardı. Zamanla yaş ortalaması gençleşti ve cami kürsüleri onun talebeleriyle, saçı sakalı ağarmışların yerine daha bıyığı bile terlememişgencecik hatiplerle tanıştı.
- Çeşitli kerametleri dilden dile dolaşıyor. Kendisinin kerametlere bakışı neydi?
O büyük bir gönül ve dava adamıydı. Onun azmi karşısında dünyevi hiç bir güç duramazdı. Nitekim dine daha 1924'lerde başlayan zulme rağmen 1934'de teşkilatlanan kurslar yurdun dört bir yanında hizmet vermeye başladı. Büyük bir veliydi. Ama asla enfüsi ve afaki kerametlere önem vermezdi. Evladlarına; "Zinhar keramete talip olmayın. Bizim ve sizin talip olacağınız tek keramet vardır. O da Ümmet-i Muhammed'in evlatlarına Füyuzat-ı Muhammediye'yi aşılamak ve din-i İslamı öğretmektir. Bizden keramet istiyorlar; bizden keramet istemek, ağacın kökünden meyve istemeye benzer. Ağacın kökünden meyve istenir mi? Meyve dallarında olur" derdi.
- Süleyman Efendi 'nin matbu eseri pek bilinmiyor. Bunun sebebi konusunda ne söylemek istersiniz?
Süleyman Efendi'nin hayattayken yazıp bastırdığı matbu tek eseri 'Yepyeni Usullerle Kur'an Harf ve Harekeleridir'. Okuma yazma bilen herkesin tek başına Kur'an okuyup öğrenmesini sağlayan bu pratik eserden bugüne kadar milyonlarca nüsha basılmıştır. Niçin kitap yazmadığını soranlara şu cevabı vermiştir: "Selefin mum ışığında yazdığı paha biçilmez hazine misali eserlerin toprağa gömülerek çürüdüğünü, bakkallarda satıldığını, çöplüklerde çiğnendiğini, bir kısmının da kütüphane raflarında tozlanıp küflendiğini gördüm. Medreseleri kapatılmış, yazısı değiştirilmiş, din ilimieri yok olmaya yüz tutmuşzamanımızda, kitap yazmaktansa, yazılan eserleri anlayıp, anlatacak ve ilmi satırdan sadra intikal ettirip yaşatacak talebeler yetiştirmeyi daha lüzumlu buldum.
-
Cevap: üstadımız Süleyman Hilmi Tunahan (k.s) H.z Hayatı Kendisi Hakkında Birçok Konu
BediüzzamanSaid Nursiyle ilgili olarak Yeni Asya Gazetesinde 3 Mayıs 1976tarihinde Av. Abdurrahman Şeref Laçla yapılan mülâkattan iktibasedilmiştir.
Bizim bugün başlıca vazifemiz; îmanı muhafazayaçalışmaktır. Bunu yapıyoruz. Biz tedrîsat yapmıyoruz. İslâmın esâsımaddi ve mânevi kurtuluşun kaynağı olan Kuran-ı Kerimin okutulupöğretilmesi ve yalnız Türkiyeye değil, bu yolla bütün dünyayayayılması işini birâderim Süleyman Efendi ve Onun tesis eylediğiKuran Kursları yapıyor. Hem de çok kısa zamanda yapıyorlar. Eskiden0-5 senede öğrenilen İslâmi ilimleri şimdi Kuran Kursları -2 seneiçinde öğretiyorlar. Âlim yetiştiriyorlar. Fakih (Fıkıh âlimi)yetiştiriyorlar. Müfessir yetiştiriyorlar. Bu hâl bir mûcize-ikurâniyyedir.
Bugünkü bu şaşılacak hal hakkında ben küçük yaşlarda iken; benimgözlerime doğru bir ışık çakmış ve beni ikaz eylemek istemişti. O zamanher halde tekâmül etmemiş olduğum için anlayamamışım. Şimdi anlıyorum,îzah edeyim. Ben 6 yaşında iken Şirvandan Siirte gittim. Bir çokİslâmi ilimleri, Kuran-ı Kerimin mûcizesi olarak çok kısa zamanda vesüratle tahsil eylemiş bulunuyordum Siirtteki büyük Müslümanâlimlerle münâzaraya girdim. Hepsini mağlup ettim. O büyük âlimlerhayret içinde kaldılar ve beni takdir eylediler. Ben bu hâlime çocukluksâikası (hevesiyle) ile mağrur oldum.
İşin esâsını o zaman anlayamamışım. Halbuki bu hâl bana birişâretmiş. Sanki Rabbim bana demek istemiş ki: Ey Said, ileride birzaman gelecek İslâmiyet sıkışacak neşr-i Kuran, neşr-i İslâm için uzunseneler bulunmayacak. Bunları bir senede, iki senede öğrenmek veöğretmek ihtiyacı hâsıl olacak. İşte o zaman nasıl ki, şimdi sen; kısabir zamanda büyük âlimlerle münâzaraya tutuşacak kadar ilim kudretiiktisap ettin. Seninkinden çok daha kısa zamanlarda, İslâm âlimleriyetişecek ve ehl-i küfür ile mücâdele edecek sevgili kullarım ortayaçıkacak. Ben o zaman bu işareti anlayamamışım. Amaşimdi hakikat tezahür etmiş bulunuyor. Biraderim Süleyman Efendiişâret buyurulan zâttır. Büyük tedris işi ile meşgul oluyor. OnunKuran Kursları; Neşri Kuran ve Neşri İslâmı bütün dünyâyı hayretleregark edecek çok kısa zamanda başarıyor.
İşte o zamanın din mazlumlarından birisi olan Said-i Nursî, Süleyman Efendi Hazretleri hakkında bu sözleri söylemiştir.
SüleymanEfendi, tarikatı sadece hoş sohbet vâsıtası hâline getiren son devrintembelliğini yıkmış onu, kitleleri harekete getiren, şeriat içinçalışan insanların hareket ve heyecan vâsıtası kılmıştır. Bu yüzdenkerâmete itibar etmemiş kendisi kerâmet izharından müstağni davrandığıgibi talebelerine de aynı yolu tâlim etmiş. En büyük kerâmet ümmetiMuhammede Hakk yolu telkin etmektir. Buyurmuştur. Kendisine mâneviselâhiyet verildiği andan itibaren hem Kâdirî hem de Nakşî tarikatıylavazife tarif etmiş, zamanında şeyh olarak tanınanlara haberlergöndererek onları kendisinin varlığından ve selâhiyetinden haberdâretmiştir. Said-i Nursi, Abdülhakim Arvâsi,ve Adanalı Sâmi Efendi dedâhil bir çok zâtlarla muhâbere etmiştir. Süleyman Efendi cemiyettenuzakta yaşamak yerine, cemiyetin içinde Müslümanlığı yaşatmayı tercihetmiş ve dışımız halk ile, içimiz Hak ile buyurmuşlardır.
-
Cevap: üstadımız Süleyman Hilmi Tunahan (k.s) H.z Hayatı Kendisi Hakkında Birçok Konu
Hz. Üstazımız birgün çocuk yaştaki iki evladına "Yeni Cami imamına gidin benim gönderdiğimi söyleyin size İlm-i Meaniden sual sorsun" buyuruyor. Sebep eski medrese arkadaşlarına tasarrufunu göstermek onların da hidayetine vesile olmak. O iki Abimiz Üstazımızın medrese arkadaşı olan Yeni Camiin imamının yanına geliyorlar. "Efendim bizi Hocamız Süleyman Hilmi Tunahan Efendi Hazretleri gönderdi. Size ilm-i meaniden sual sorsun dedi".
İmam bakıyor karşısında iki çocuk. (Eskiden ilm-i meani okumak için medreselerde en az 20-30 yıl okumak gerekiyormuş ve ilm-i meani okuyan kişinin yaşı oldukça büyük olurmuş). Tabi imam karşısında iki çocuk görünce "gidin" demiş. "Siz benimle dalga mı geçiyorsunuz. İlm-i Meani kim siz kim" diyerek onları yanından kovmak istemiş.
O abilerimiz ısrar etmişler "mutlaka sorun" demişler. Bunun üzerine İmam şöyle demiş, şöyle bir sual tevcih ediyor: "Game tahtındaki zamirle cümle oluyor da Gaimun tahtındaki zamirle cümle olmuyor. O keratanın suçu ne" demiş. Bunun üzerine Abilerimi ikisi bir ağızdan cevabın Arapça ibaresini okuyarak vermişler. ( ; ; ; ; ) Bu cevap karşısında İmamın gözleri faltaşı gibi açılır.
-
Cevap: üstadımız Süleyman Hilmi Tunahan (k.s) H.z Hayatı Kendisi Hakkında Birçok Konu
Dersiamlardan Dursun efendi’nin Üstazımız Süleyman efendi hakkındaki bir sözünü de şöyle anlatmaktadır:
“1970’li yıllarda dersiâmlardan ve Mahmud Efendi’nin hocası olan Of’lu Hacı Dursun Efendi, Erzurum’daki Kümbet Medresemizi ziyaret etmişti. Her yönüyle büyük bir alim olan Dursun Efendi’ye herkesi sordum ve o da anlattı. Mesele Silistre’li Süleyman Efendi’ye gelince aynen şu cümleleri söyledi: “Süleyman Efendi de dersiâmdır; ancak o http://www.yesilforum.com/Smileys/de...icon_allah.gif’ın hususi bir inayet ve ihsanına mazhardır ve akranlarından farklı bir simadır. Başından beri onun böyle olduğunu hissediyorduk
-
Cevap: üstadımız Süleyman Hilmi Tunahan (k.s) H.z Hayatı Kendisi Hakkında Birçok Konu
Dua; kulun http://www.yesilforum.com/Smileys/de...icon_allah.gif 'tan yardim istemesi, iyilik ve rahmet dilemesi demektir.
Bilindigi gibi insani yaratan ve yasatan http://www.yesilforum.com/Smileys/de...icon_allah.gif'tir. Her an http://www.yesilforum.com/Smileys/de...icon_allah.gif'a muhtaç olan insan, sikintiya düstügü zaman da yine ona siginir , arzu ve isteklerini ona arzeder. http://www.yesilforum.com/Smileys/de...icon_allah.gif'in büyüklügü ve sonsuz kudreti karsisinda kendi güçsüzlügünü idrak ederek, O'nun her seyi kusatan engin rahmetine olan ilitiyacini samimi duygularla dile getirir .
Dua, insanin gönülden http://www.yesilforum.com/Smileys/de...icon_allah.gif'a yönelmesi, hem kalbi hem de dili ile dileklerini O'na sunmasidir .
Bir kulun kendi acizligini itiraf ederek bütün benligi ile http://www.yesilforum.com/Smileys/de...icon_allah.gif'a yönelmesi ve kalbinin derinliklerinden gelen temiz duygularla ona dua etmesi ayni zamanda bir ibadettir .
Nitekim Peygamberimiz (s.a.s.) ''Dua, ibadettir .'' (1) sözü ile bunu en güzel sekilde ifade etmistir.
Duada ellerin sekli
Dua yaparken Elleri Birleştirmek bir Parola değil, Unutulmuş bir Sünnetin İhyasıdır.
Dua yaparken elleri birleştirmek de, bazı maksatlıların dediği gibi Süleyman efendi bağlılarının parolası değildir. Eğer bu Süleyman efendi bağlılarının parolası olsaydı, Türkistan, Pakistan, Hindistan, Arabistan ve mağrib ülkelerinde birçok müslümanın da Süleyman efendi bağlısı olması gerekirdi. Çünkü onlarda ellerini birleştirerek dua yapıyorlar. Merak edenler değişik tarihlerdeki gazete küpürlerinden, televizyon kanallarından görebilirler. Onlarında hepsi Süleyman efendi bağlısı olmayacağına göre bu Süleyman efendi bağlılarının da bir parolası değildir. Bu bir Sünneti Rasul olduğu için yapılıyor. Unutulmuş olan bir sünnetin ihyasıdır. Güvenilir kaynaklarda ( Fıkıh, meviza ve Hadis kitapları) duada ellerin nasıl tutulması konusunda bilgi vardır. İsteyen istediği şekilde dua edebilir. Mühim olan, duada kalbin safiyeti ve uyanık bulunmasıdır. Duada dedesinden ve babasından gördüğü gibi ellerini açık tutan veya sünnet şekliyle kapalı tutan müslümanların yaptıkları halisane duaları kabul buyurmasını ALLAH’ü Tealadan niyaz ederiz.
Yalnız, dünya ve ahiret yıkımına uğramamak için; bir sünnetin ifasından asla başka bir şey olmayan “Duada ellerin bitişik tutulmasına” bin bir mana vermek bir müslümanın yapmaması lazım gelen fiillerdendir. Bütün delil ve vesikalara rağmen yine de duada elleri bitişik tutma mevzuunda menfi fikir ileri sürenler çıkabilir. Böyle düşünenlere karşı ısrara da hacet yoktur.
Zira her şey bir nasip işidir. İman etmek, namaz kılmak, zikirle meşgul olmak ve bir sünneti ifa ve ihya etmek... Bunların hepsi ezelden bunlara layık olan, kalbi ve niyyeti müsait olanlara nasib olmaktadır.
Peygamberler (Aleyhimüsselam), yüzlerce delil ve mucizelerle tebliğde bulundularsa da kavimlerinden çok kimseler Hakkı teslim etmediler. Halbuki onlar, en iyi ikna kaabiliyetine sahip seçkin zatlardı. Fakat inanmayanların kalpleri, imana ve itaate layık değildi.
Dua ile alakalı hadiselerin hiçbirinde “açtı, açılacak, açık tutulacak” manalarını ifade eden kelimeye rastlanamamıştır.
Hadis-i Şeriflerde ellerle birlikte zikredilen kelimeler “zamme: Yapıştırdı, Cemaa: Topladı, Rafea: kaldırdı, Bıhızae vechihi: yüzünün hizasına” kelimeleridir.
Cenab-ı Hakk Peygamberimizin yolundan Ümmeti Muhammedi ve Ümmeti Muhammedin evladını ayırmasın,amin.http://www.yesilforum.com/Smileys/de...icon_allah.gif Rasulü (sav) hayat-ı seniyeleri içinde dua esnasında ellerini farklı farklı şekillerde tutmuştur. Mesela; Bedir'de ellerini koltuk altları gözükecek derecede kaldırmış, gece yatarken döşekte ellerini birleştirmiş, namazların arkasında yaptığı dualarda omuz aralığı ölçüsünde ellerinin aralarını açmış, yağmur duası ya da bela ve musibetlerin def'i için yaptığı dualarda da avuç içlerini aşağıya doğru çevirmiştir.
Dua esnasında ellerin alacağı şeklin hükmü ne farz, ne vacib ne de müstehaptır. Fukaha buna âdab hükmünü vermiş ve hadis kitaplarında da bu mesele âdâb bölümünde yer almıştır. Bu sebeple kim ne şekilde ve nasıl dua ederse etsin ya da bunlardan sadece bir tanesini benimsesin, netice itibariyle http://www.yesilforum.com/Smileys/de...icon_allah.gif Rasulünün sünnetine ittiba etmektedir. Onun için bunların hepsini saygı ile karşılamalıdır. Dinin aslına rücu etmeyen böyle bir meseleyi vesile yaparak Müslümanlar birbirleri ile kavga etmemelidir.
- Resulü Efendimiz her gece yatmadan evvel iki elini açarak birleştirir, ihlas, felak va nas surelerini okuyarak ellerinin içine üfler sonra başından ve yüzünden başlayarak üç defa elinin eriştiği kadarıyla bütün vücudunu sıvazlar ondan sonra yatardı. Hz Aişe Validemiz Efendimizin bunu her gece üç defa yaptığını rivayet etmektedir.
-
Cevap: üstadımız Süleyman Hilmi Tunahan (k.s) H.z Hayatı Kendisi Hakkında Birçok Konu
Üstazımız SÜLEYMAN HİLMİ TUNAHAN (K.S) H.Z Eskiden 10–15 senede tahsil edilen ilimleri, 2 sene gibi çok kısa bir zamana sığdırarak, ilmin ve âlimin yok olmak üzere olduğu bir zamanda yüzlerce, binlerce din âlimi yetiştirmiştir. Talebelerin kalabileceği yurtlar açtırmış ve yüzlerce insanın maddî–mânevî eğitimine vesile olarak büyük bir hizmet yapmıştır. Sık sık Müslümanların içinde bulunduğu zor duruma dikkat çekerek, tüm mü'minleri uyarmış ve İslâm ahlâkının insanlar arasında yayılması için büyük gayret sarf etmiştir.
Süleyman Hilmi Tunahan(K.S)H.Znin İslâm vecd ve şevki dışında 71 senelik ömrüne nispetle 24 saatlik bir başıboşluk hayatı olmamıştır. Kendini bir dâvâya vakfetmiş ve onun dışında hayat ve faaliyet kabul etmemiş olmanın tam misali… Böyle olduğu için de tesir ve sirayet kabiliyeti pek büyük…"
Hz. Üstazımız, "Bizim bu âlemde bir tek işimiz var; o da yavrularımızın kalplerine http://www.yesilforum.com/Smileys/de...icon_allah.gif ve Peygamber sevgisiyle iman ve İslâm nurunu yerleştirmektir." diyerek son nefesine kadar bunun mücadelesini vermiş, bir sel gibi cehenneme akan insanları bataklıktan kurtarmanın gayretini göstermiştir.
Tarih 16 Eylül 1959'u gösterdiğinde her insan gibi o da bu fânî hayata veda etmiş; fakat tasarrufları ve hizmetleri bir çığ gibi büyüyerek miras bıraktığı Kur'an ve Sünnet hizmetleri bugünlere kadar gelmiş veALLAHIN izni ve o mübarek zatın himmetiyle günümüzde de son sürat devam etmektetir veALLAHIN izniyle kıyamet gününe kadarda devam edecektir.ALLAH MÜBAREĞİN ŞEFAATLERİNE NAİL EYLESİN,İNŞALLAH
-
Cevap: üstadımız Süleyman Hilmi Tunahan (k.s) H.z Hayatı Kendisi Hakkında Birçok Konu
Süleyman Efendinin dersine bir hafta kadar devam etmiştim, Şehzadebaşındaki evinde bir hafta kadar ondan ders okuduk. Bir hafta sonra takibat başlayınca- o zaman takibat çoktu- o, dersi kesti. Ben de burada Gümülcineli Mustafa Lütfü Efendinin dersine katıldım. Fakat ben onu da daima hayırla anarım. Fatih’in son mücaz(icazet verilmiş hoca) dersiamlarındandı. İbadet ü taatına daim, İslami ilimlerin okutulmasının zaruri olduğuna itikad eden çok gayretli bir kimsedir. “İslami ilimleri ihya etmezse bu memleket tehlikededir” diye bu tehlikeyi hisseden bir kimseydi.
Devrin ehl-i küfrüne karşı nefreti vardı. Hangi hoca ki, küfrün ele başlarına nefreti vardır, ben o zatın sâlih ve kâmil olduğuna itikad ederim. Onun da zamanın ehl-i küfrüne nefreti çok şiddetliydi. Hele o azimet, o hapse girip de yine devam etmek ne demektir biliyor musun? O, polat gibi iman ve azimet sahibi olmaktır..ALLAH MÜBAREĞİN ŞEFAATLERİNE CÜMLEMİZİ NAİL EYLESİN İNŞALLAH.
-
Cevap: üstadımız Süleyman Hilmi Tunahan (k.s) H.z Hayatı Kendisi Hakkında Birçok Konu
Büyük muharrir Necip Fazıl, bu talebeleri “Son Devrin Din Mazlumları” isimli eserinde şöyle destanlaştırmaktadır:
“Süleyman Efendi, beni bu gençlerle temasa geçirmiş ve bahçemizde yattığı halde farkında olmadığımız bir hazinenin keşfi gibi, hayretle karşılık bir takdir duygusuna boğmuştur. Evet, o zamana kadar cansız bir ezber zemini üzerinde öne arkaya sallantılı, papağanvri bir tekrarlama işinden ibaret zannettiğim ve İslam’ın, fezayı milyonlarca projektörle delici kainat görüşlerine yabancı saydığım Kur’an kursları faaliyeti hayret ve saadetle gördüm ki: Gökten necaset yağan bir devirde üzerlerine tek kir bulaşmamış, zeka ve irfanları her inceliğe ulaşmış güdücüler elindedir. Ve bu genç güdücüler mevki ve istikamet tayini noktasından bütün dost ve düşman kutupları, doktorların sıhhat ve marazı tanıdıkları gibi teşhis ehliyetindedir. Diyebilirim ki, Türkiye’de, Kur’an kursları topluluğu ayarında vahdet, merkeziyet ve davalarında salabet belirtici ikinci bir teşekkül mevcut değildir. Bu topluluk, terbiyesini Silistreli Süleyman Hilmi Tunahan’dan alanların veya alanlardan alanların tablolaştırdığı kadrodur ve bu tabloda şahıs, fikir, ilim, usul, her unsurun doğrudan doğruya bağlı olduğu tek mihrak, tek kelimeyle şeriattır. İşte bağlılıklarındaki kuvvete bu manayı verdiğim, bütün gençliğe tavsiyem gibi şeriatı bu manada idealleştirmelerini ve şeriat aşkını bu manada şuurlaştırmalarını beklediğim ve kendilerini yeni iman neslinin en saf ve en temiz damarlarından biri saydığım Kur’an kursları topluluğuna yakınlığım buradan geliyor.”
-
Cevap: üstadımız Süleyman Hilmi Tunahan (k.s) H.z Hayatı Kendisi Hakkında Birçok Konu
Cenab-ı Hak mahlukatı birbirine muhtaç olarak yaratmıştır. “Kainatta her ne varsa manen birbirine bağlıdır. Şayet bunlardan biri bağını koparsa herşey birbirine çarpar ve mahvolur. Nizam ve intizam tamamen bozulur.1
Bütün mahlukat bir vücut ise, Peygamberler ve onların varisleri olan alimler, o vücudun kalbidir. Cenab-ı Hak Kur’an-ı Keriminde şöyle buyururlar:
“’tan kulları, içinde, ancak âlimler korkar.”2
ALLAHÜ Tealadan en çok korkan da Onu en iyi bilendir. Hadis-ı kudside:
“Ben gizli bir hazine idim, bilinmemi sevdim ve bilinmem için mahlukatı yarattım”,buyrulmaktadır.ALLAH Ü Tealayı hakkıyla bilen Peygamberler ve onların varisleri olduğuna göre, onlar bütün mahlukatın yaratılma vesilesidir.
Peygamber Efendimiz Alimlerin fazileti hakkında şöyle buyurmaktadır:
“Dört şeye bakmak ibadettir. Anne babanın yüzüne, Ka’be-i muazzamaya, mushafa, ve alimin yüzüne. Kim bir alimi ziyaret ederse, beni ziyaret etmiş olur. Kim bir alim ile musafaha ederse sanki benimle musafaha etmiş gibi olur. Kim de bir alim ile oturursa, benimle oturmuş gibi olur. Dünyada benimle oturan kimseyi ALLAHÜ Teala ahirette de benimle beraber kılar.”3
Hakiki alimlerin birtakım alamet ve vasıfları vardır. Bunların beş tanesi bizzat Kur’an-ı Kerim ile tesbit olunmuştur. Bunlar : Haşyet, huşu’ tevâzu’, ahlak ve zühddür.4
İmam-ı Rabbani hazretleri ise hakiki alimlerin vasıflarını şöyle izah buyurur: “Baş olmak, mal toplamak, yücelik ve dünya muhabbeti gibi şeylerden uzak olan alimler, ulemâ-i ahirettir ve Enbiya Aleyhimüsselam’ın varisleridirler. Yaratılmışların hayırlısı onlardır. Kıyamet günü onların mürekkebi, şehitlerin kanı ile tartılır da, mürekkep kefesi ağır gelir. “Alimin uykusu ibadettir.”, hadis-i şerifi ile, onların şanına işaret edilmiştir.
Ahiretin güzellğini anlayan yine onlardır. Dünyanın çirkinliğini ve aşağılığını onlar bildirmiştir. Onlar, ahiretin bâkî, dünyanın fânî olduğuna inanıp, kendilerini Ahirete hazırlar, dünyadan yüzçevirirler. Dünya ve içindekileri zelil tutup, ahireti yüce görürler. Zira dünya aziz görülürse, ahiret hakir, dünya hor tutulursa ahiret aziz olur. İkisinin birleşmesi mümükün değildir.” 5
Akıl Cenab-ı Hakkı bulmak ile mükelleftir. Ancak aciz olarak yaratılan insan akılla her şeyi bilemez. Bunun sebeple, Cenab-ı Hak, sıratı müstekıme hidayet için, Peygamberlerini göndermiştir. Alimler de bu vazifeyi verâseten ifa etmektedirler.
Bu hususta Peygamber Efendimiz şöyle buyurmaktadırlar:
Yer (yüzün) de alimlerin benzeri, yıldızlar gibidir. Kara ve denizin karanlıklarında, onlar(a bakmak)la yol bulunur. Yıldızlar sönerse hidayette olanların sapıtması çok sürmez.” 6
Hasan-ı Basri hazretleri de:
“Alimler olmasa insanların diğer canlılardan farkı kalmazdı. Çünkü onların öğretmesi ile insanlar insanlık seviyesine ulaşır.” 7
Hadis-i şerifte: “Muhakkak ki , bu ümmet için her yüz senenin başında dinini tecdid edecek bir müceddid gönderir”8 ,
buyrulduğu üzere, insanlık rehbersiz kalmamıştır.
Ümmet-i Muhammed’in evladına, dinlerini ve Kur’anlarını öğretmekten başka hiçbir maksadı olmayan dostları, nice sıkıntılara maruz kalarak kendilerine verilen bu vazifeyi en güzel şekilde ifa etmişlerdir.
Efendi! Bu kadar üzülme, biraz istirahat buyur.”, denildiğinde, “Günde binlerce insanın imanı sönerken ben nasıl ayaklarımı uzatıp yatabilirim.”, buyuran; “Hocalıkta bize ekmek kapısı kalmadı diyenlere: “Efendiler! Hocalık bir meslek, bir ekmek teknesi değildir. Hocalık ’ın, Rasülüllah’ın, kitabullah’ın ve din-i mübin-i islamın tebliğ memurluğudur.”, buyuran Altun Silsilenin en son halkası Süleyman Hilmi Tunahan Efendi Hazretleri, ahir ömründe, bünyesini kuşatan hastalıklardan muzdarip olmasına rağmen, son defa görmüş olmak için gittiği evlatlarına yazdırdığı şu iki hadis-i şerifle cismani olarak dünyadaki hizmetlerini tamamlamıştır.
“Ya Ebâ Rafi’! Senin gayretin ile Cenab-ı Hakk’ın bir kimseyi hidayete erdirmesi, senin için üzerine güneşin doğup ve battığı her şeyden daha hayırlıdır.
“Ya Davud! Senin, mevlasından kaçan bir kulu bana getirmekliğin, bana bütün ins ve cinnin ibadetinden daha sevimlidir.”9
Buyrulmuştur ki:
Düü cihanda tasarruf ehlidir ruh-u veli
Deme kim mürdedir, anda nice dermanola
Ruh, şimşir-i hüdadır, ten gılaf olmuş ona
Dahı a’la kar eder, bir tığ ki uryan ola.
-
Cevap: üstadımız Süleyman Hilmi Tunahan (k.s) H.z Hayatı Kendisi Hakkında Birçok Konu
Müslüman, bulunduğu ortamı İslam’a uygun hale getirmek için cihad etmekle mükelleftir. Fakat cihadı iyi anlamak da icap etmektedir. Süleyman Efendi ve talebeleri, cihadı, “tebliğ/İslam’ı anlatmak” ve kendi nefislerinde yaşamak suretiyle ihya etmek şeklinde yorumlamaktadırlar. Zira peygamber efendimizin buyurduğuna göre “en büyük cihad, nefisle yapılan cihaddır”.
Evet, uygulanan, bu laiklik perdesi altındaki din düşmanlığını tasvip etmek mümkün değildir. Fakat, devlete karşı bayrak açıp silahlı ve benzeri bir mücadeleye kalkışmak da “derviş” olma yolunda nefis terbiyesiyle uğraşanlara uygun bir şey değildir.
Eğer, fert fert bizler iyi olur, İslam’ı hakkıyla yaşamaya çalışır ve “gerçek kul” olmaya çaba gösterirsek, Cenab-ı Hakk, “layık olduğumuz” idareyi bize ihsan edecektir. Yoksa, “önce şeriatı getirelim, namazla oruca sonra bakarız” türü yaklaşımlar, bir müslümana asla yakışmayan tutumlardır.
“Öşür” emrini yerine getirirler
“Öşür” zekat gibi http://www.yesilforum.com/Smileys/de...icon_allah.gif’ın kullarına bir emridir. Öşrü verilmemiş bir meyve ve sebzeden yemek caiz değildir. Ancak öşrü hesaplanmış ve ödemeye niyetlenilmiş mahsüller yenilebilir. Asrı saadetten tarihimizde “aşar’ın kaldırılması”na kadar öşür toplanır ihtiyaç sahiplerine dağıtılırdı. Öşürün halk arasında “aşar” tabiri kullanılmasının sebebi ise İslam’da emredilenden kat kat fazlasıyla devrin idarecileri tarafından baskı ile toplanmasından kaynaklanmasıdır. Bu zulüm neticesinde “öşür” unutularak, “aşar” haline gelmiş ve sonra da kaldırılmıştır. http://www.yesilforum.com/Smileys/de...icon_allah.gif’ın emri olan “öşür”ün üzerinde Süleyman Efendi (k.s.) çok durmuştur. Bugün ise onun talebeleri mahsüllerinin öşürünü İslam’da emredildiği şekliyle hesaplayıp verilecek yerlere vermektedirler.
-
Cevap: üstadımız Süleyman Hilmi Tunahan (k.s) H.z Hayatı Kendisi Hakkında Birçok Konu
Sigara
Sigara içmezler ve içilmesini tavsiye etmezler
Alkollü içki ayet ve hadislerde yasaklığı açıkça beyan olunduğu halde sigara bahsi açıkça geçmemektedir. Bu sebeple sigaranın haramlığı konusunda tartışmalar olmaktadır. Süleyman Efendi’nin talebeleri sigara kesinlikle kullanmamaktadırlar. Sigaranın sağlığa zararlı olduğu tıp ilmince ispatlanmıştır. Hatta Türkiye’de Tekel tarafından üretilen ve dağıtılan sigaranın üzerinde Sağlık Bakanlığı tarafından “Sağlığa zararlıdır” ibaresi konmuştur. İslam’da vücuda zararlı olan şeyler haramdır.
Giyim-kuşam
İslam dini avret mahallerinin örtülmesini erkek ve kadın her müslümana farz kılınmıştır. Kadınlar için avret mahalli yüz (çenealtı ve saç bitimi kadar) el (bileklere kadar) ve ayak (topuklara kadar) hariç diğer yerler. Erkekler için göbek ile diz kapağı arasındaki kısımlar. Bu kısımlar örtüldüğünde dinin emri yerine gelmiş oluyor. Yalnız vücut hatlarını belli eden giysiler giymek caiz değildir.
Süleyman Efendi (k.s.) sakallı idi. Yaz-kış cübbe gibi uzun ceket giyerdi. Bugün talebeleri arasında sakal bırakanlar vardır. Bazı şartlardan dolayı sakal bırakamasalar dahi ekseriyeti bıyık bırakırlar. Şunu da belirtelim ki, sakal, sarık ve cübbenin Peygamber Efendimiz’in sünneti olduğuna dair itikatları tamdır.
Hıristiyanların ve diğer dinlerin alamet-i farikası olan elbiseleri giymek ve takmak caiz değildir; müslümanlar bunlardan men edilmişlerdir. Süleyman Efendi’nin talebeleri bu men edilenlerin haricindeki aşırıya kaçmayan kıyafetleri giymekte mahzur görmezler, “yakalı gömlek giyilmez, kravat takılmaz” gibi düşünceleri yoktur. Genelde sade, rahat kıyafetleri tercih ederler.
Mezhep görüşleri
İtikatta hak mezhep tektir ve “Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat” mezhebidir. Ehl-i sünnet mezhebinin iki imamı vardır. Bunlar; İmam-ı Muhammed Mansur Maturidi ve Haseni’l-Eş’ari'dir. İtikatta mezhep imamı umumiyetle İmam-ı Muhammed Mansur Maturidi Hazretleridir. Amelde mezhebe gelince. Günümüzde, tahrif olmamış ve takipçisi bulunan amelde hak mezhep dörttür; Hanefi, Şafii, Hanbeli ve maliki. Süleyman Efendi (k.s.) ve talebelerinin (umumiyetle) amelde mezhebi ise, İmam-ı Azam Ebu Hanife tarafından kurulan Hanefi mezhebidir.
Dört hak mezhep dışındaki mezhep ve görüşler; “doğru yol”un “sapık kolları” olarak nitelendirilmektedir. Hatta bazıları, “sapma” sınırını aşmış ve “kopma” noktasına gelmiş veya kopmuştur.
Süleyman Efendi talebelerine, Şerh-i Akaid dersiyle İslam’dan sapmış cerayanlardan korunma yollarını göstermiştir. Emali ve Nesefi adlı kitaplarda İslam akaidinin ve ehl-i sünnet fikrinin temelini öğretmişlerdir. Bu sağlam ilim neticesinde talebeleri arasında itikadi noktadan en ufak bir sapmaya rastlanmamıştır.
-
Cevap: üstadımız Süleyman Hilmi Tunahan (k.s) H.z Hayatı Kendisi Hakkında Birçok Konu
Üstazımızın Medrestü’l-Mütehassisîn’de okuduğu dersler ve aldığı notlar şunlardır:
• Tefsir-i Şerif 10
• Usűl-i Hadis ve Nakd-i Rical 10
• Hadis-i Şerif 10
• Tabakat-ı Kurra ve Müfessirîn 10
• Risale (tez) 9.2
Ayrıca Süleyman Efendi Tanzimat’tan sonra ilk defa açılan ve bugün Hukuk Fakültesi karşılığında olan “Medresetü’l-Kuzat”ı birincilikle kazanmış ve burada Roma Hukuku, Sakk-ı Şer’î, Ticaret-i Berriyye Hukuku, Ticaret-i Bahriye Hukuku, Hukuk-u Düvel gibi dersleri başarıyla okuyarak mezun olmuştur. Hatta o bu okulu birincilikle kazandığını telgrafla babasına bildirmiş ancak babası hüküm verme konumundaki insanların büyük bir mesuliyet altında olduklarını ve adaleti gerçekleştiremeyenlerin ise cehennemlik olacaklarını bildiren hadisler ışığında oğluna şu cevabı göndermiştir: “Süleyman! Ben seni cehenneme göndermek için İstanbul’a yollamadım.” Bunun üzerine Süleyman Efendi babasına bir mektup yazmış ve mektubunda kendi maksadının hakimlik yapmayıp zamanının bütün din ilimlerinde en zirve noktaya çıkmak istediğini dile getirmiştir. Nitekim daha sonraki hayatına bakıldığında da onun hakimlik yapmadığı görülecektir. Bu şekilde Süleyman Efendi, yüksek tahsilini ve akademik kariyerini de üstün bir başarıyla tamamlayarak devrinin seçkin alimleri arasına girmiştir
-
Cevap: üstadımız Süleyman Hilmi Tunahan (k.s) H.z Hayatı Kendisi Hakkında Birçok Konu
Biz Cenab-ı hakkın ahirette bize vereceği selahiyyetle,mahşer halkına şöle dürbünle bakacak;kimin bize bir merhabası,ilgisi,sevgisi,alaka sı,ALLAH yolunda bir hizmeti varsa hepsine şefaat edeceğiz.SÜLEYMAN HİLMİ TUNAHAN(K.S) H.Z. ŞEFAAT HAKTIR:Şefaat, birisinin işi için aracı olmak, hatır ve yetkisini kullanarak darda kalan kimseyi sıkıntıdan kurturmaktır.
Ahirette şefaat haktır. Allahu Teala, bütün nimet, yetki ve şereflerin sahibidir. Hüküm ve karar sahibi O‘dur. Cennet ve Cehennem O‘nun emrindedir. Ancak O [c.c] bazı kullarının şeref, itibar ve derecesini artırmak, katındaki yakınlık ve dostluğunu göstermek için kendilerine bazı yetkiler verir; görevler yükler, şeref bahşeder, işte şefaat da böyledir.
Şefaat Allahu Teala‘nın işine karışmak değildir. Şefaat izni ve yetkisi verilen bir kimseden şefaat istemek http://www.yesilforum.com/Smileys/de...icon_allah.gif‘a şirk koşmak değildir. Şefaat, Allahu Teala‘nın sevdiklerine bahşettiği bir şeref ve yetkidir. Şefaat, sevenlerin sevdikleri için aracı olup; naz makamında niyaz etmeleri, dostları adına göz yaşı dökmeleridir. Şefaat sevginin meyvesi, rahmetin esintisidir. Şefaat, Allahu Teala‘nın kullarına bir hediyesidir.
Meşhur hadiste belirtildiği gibi, mahşerde bütün insanlık sıkıntı içinde kıvranırken dertlerini ilahi huzurda dile getirecek, kendileri için http://www.yesilforum.com/Smileys/de...icon_allah.gif‘ın rahmetini isteyecek bir kimse ararlar. Önce, bütün insanlığın babası Hz. Adem Efendimize giderler. O bu büyük işi üstlenmez, başka bir peygambere gönderir. Hiçbir peygamber insanların adına söz söylemeye kendilerini layık görmezler, sonunda halkı http://www.yesilforum.com/Smileys/de...icon_allah.gif‘ın Habibi, yaratılmışların en faziletlisi Hz.Muhammed (s.a.v) Efendimize gönderirler. Halk gelir, kendisinden rica ederler, ağlayıp dertlerini dile getirirler ve : “Şu sıkıntıdan bizi kurtarması için Yüce http://www.yesilforum.com/Smileys/de...icon_allah.gif‘a sen yalvar!“ derler. O zaman http://www.yesilforum.com/Smileys/de...icon_allah.gif‘ın Habibi (s.a.v) Efendimiz alemlerin Rabbinin huzuruna çıkıp secdeye kapanır. Sonsuz azamet ve rahmet sahibi Yüce Mevla‘mız kendisine:
“Ey Muhammmed! Kaldır başını; ne diyorsan söyle, sözün dinlenecek; şefaat et, şefaatin kabul edilecek; iste istediğin verilecek“ diye hitap buyurur.(Buhari, No:4476; 6565; Müslim, No:193, Ahmed, Müsned, III, 116, 244.)
İşte bu “Makam-ı Muhmud“tur; en büyük şefaat yetkisidir. Hz. Rasulullah (s.a.v) Efendimiz, diğer peygamberlere verilmeyen beş şeyden birisinin de kendisine verilen umumi şefaat yetkisi olduğunu beyan etmiştir.( Buhari, Saiat, 56. Bkz: Müslim, No: 521; Ahmed, Müsned, II, 411; ibnu Mace, No: 567; ibnu Hıbban, Sahih, No: 2313.) Ayrıca her peygamber, kabul edilecek duasını dünyada kullanmış iken; Hz. Rasulullah (s.a.v) Efendimiz, bu hakkı ahirette müminlere şefaat için saklamış ve http://www.yesilforum.com/Smileys/de...icon_allah.gif‘a şirk koşmadan ölen herkesin bu şefaata ulaşacağını müjdelemiştir.( Tirmizi, No:2441; Ahmed, Müsned, VI, 23, 27; Hakim, Müsterdek, l, 67.)
Bu yetki ile umumi bir şefaat eder. Büyük günah sahipleri dahil, zerre kadar imanı olan herkes bu nimetten istifade eder. Çünkü Efendimiz (s.a.v):
“Benim şefaatim ümmetimin büyük günah sahipleri için olacaktır.“( Ebu Davud, No: 4739; Tirmizi, No: 2435; Ahmed, III, 213; Hakim, Müstedrek, l, 69, 160; ibnu Hıbban, No:2596.) buyurmuştur. Ondan sonra sırasıyla http://www.yesilforum.com/Smileys/de...icon_allah.gif‘ın şefaat izni verdiği peygamberler, melekler, alimler, salihler, şehidler ve izin verilen diğer kimseler mü‘minlere şefaat ederler; Cehennemi haketmiş mü‘minlerin affı için http://www.yesilforum.com/Smileys/de...icon_allah.gif‘a yalvarır, kurtuluşu için aracı olurlar. Allahu Teala da onların şefaatim kabul buyurur, şefaat edilen günahkarları affeder.( Bu konuda geniş bilgi için bkz: Acurri, eş-Şeriatu, 340-362.)
Şefaat sadece kafirler ve küfrü yayan zalimler için yoktur. Onlara dünyadaki amellerinin bir faydası olmadığı gibi, yakın dostlarının da bir faydası olmayacaktır.( A‘raf, 53; Ğafir, 18.)
KURANIKERİM İLE ŞEFAATA BAKIŞ…..
A-
http://www.yesilforum.com/Smileys/de...icon_allah.gif elçileri veliler,şehitler ve http://www.yesilforum.com/Smileys/de...icon_allah.gifın hoşnut olduğu kulların şefaat edeceği belirlenen sürelerdeki ayetler
19-MERYEM:
87 - (O gün) Rahmân (olan http://www.yesilforum.com/Smileys/de...icon_allah.gif)'ın katında bir ahd almış olan kimseden başkaları şefaat etme hakkına sahip olamayacaklardır.
20-TAHA:
109 - O gün, Rahmân'ın kendisine izin verdiği ve sözünden hoşnud olduğu kimselerden başkasının şefaatı fayda vermez.
34-SEBE':
23 - http://www.yesilforum.com/Smileys/de...icon_allah.gif'ın huzurunda şefaat da fayda vermez. Ancak izin verdiği kimseninki müstesna. Nihayet kalblerinden dehşet giderildiği zaman "Rabbiniz ne buyurdu?" derler. (Şefaat sahipleri de): "Hakkı söyledi" derler. O, her şeyden yüksek ve büyüktür.
43-ZUHRUF:
86 - Onların http://www.yesilforum.com/Smileys/de...icon_allah.gif'ı bırakıp da tapdıkları putlar şefaat hakkına sahip değillerdir. Ancak bilerek hakka şahitlik edenler şefâat edebilir
53-NECM:
26 - Göklerde nice melek var ki http://www.yesilforum.com/Smileys/de...icon_allah.gif'ın dileyip razı olduğuna izin vermeden önce onların şefaatları hiç bir işe yaramaz.
7-ARAF
53 - İlle onun te'vilini mi gözetiyorlar? Onun te'vili geldiği (verdiği haberler ortaya çıktığı) gün, önceden onu unutmuş olanlar derler ki: "Doğrusu Rabbimizin elçileri gerçeği getirmiş. Şimdi bizim şefaatçilerimiz var mı ki bize şefaat etsinler, yahut tekrar geri döndürülmemiz mümkün mü ki eski yaptıklarımızdan başkasını yapalım?" Onlar, kendilerini zarara soktular ve uydurdukları şeyler kendilerinden saptı, kaybolup gitti.
26-ŞUARA
100 - "Bak bizim için ne şefaatçiler var,"
B-Meleklerin şefaati
21-ENBİYA:
28 - http://www.yesilforum.com/Smileys/de...icon_allah.gif, onların önlerindekini de, arkalarındakini de (yaptıklarını ve yapacaklarını) bilir. Onlar, http://www.yesilforum.com/Smileys/de...icon_allah.gif'ın hoşnud olduğu kimseden başkasına şefaat etmezler. Hepsi de O'nun korkusundan titrerler.
C-
http://www.yesilforum.com/Smileys/de...icon_allah.gif sadece kendisi şefaat edeceğini söylediği sürelerdeki ayetler.
6-EN'AM:
51 - Rablerinin huzurunda toplanacaklarından korkanları Kur'an'la uyar. Onlar için http://www.yesilforum.com/Smileys/de...icon_allah.gif'tan başka ne bir dost, ne de bir şefaatçi vardır. Gerekir ki http://www.yesilforum.com/Smileys/de...icon_allah.gif'tan korkarlar
39-ZÜMER:
43 - Yoksa http://www.yesilforum.com/Smileys/de...icon_allah.gif'tan başka şefaatçiler mi edindiler? De ki: "Onlar hiçbir şeye güç yetiremezler ve akıl erdiremezlerse de mi (böyle yapacaksınız)?"
44 - De ki: "Bütün şefaat http://www.yesilforum.com/Smileys/de...icon_allah.gif'ındır. Göklerin ve yerin mülkü O'nundur. Sonra hep döndürülüp O'na götürüleceksiniz."
36-YASİN:
23 - "Hiç ben O'ndan başka ilâhlar edinir miyim? Eğer O Rahman, bana bir zarar dileyecek olsa, onların şefaati benden yana hiçbir şeye yaramaz ve onlar beni kurtaramazlar."
32-SECDE:
255 - http://www.yesilforum.com/Smileys/de...icon_allah.gif'tan başka hiçbir ilâh yoktur. O daima diridir (hayydır), bütün varlığın idaresini yürüten (kayyum)dir. O'nu ne gaflet basar, ne de uyku. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O'nundur. İzni olmadan huzurunda şefaat edecek olan kimdir? O, kullarının önlerinde ve arkalarında ne varsa hepsini bilir. Onlar ise, O'nun dilediği kadarından başka ilminden hiç bir şey kavrayamazlar. O'nun kürsisi, bütün gökleri ve yeri kucaklamıştır. Onların her ikisini de görüp gözetmek O'na bir ağırlık vermez. O çok yücedir, çok büyüktür.
32-secde
4 - http://www.yesilforum.com/Smileys/de...icon_allah.gif O'dur ki, gökleri, yeri ve ikisi arasındakileri altı günde yaratmış, sonra Arş üzerine istivâ buyurmuştur (hakim olmuştur). Sizin için O'ndan başka ne bir dost vardır, ne de bir şefaatçi! Artık düşünmeyecek misiniz?
.
70 - Dinlerini bir oyun ve bir eğlence edinen ve kendilerini dünya hayatının aldattığı kimseleri bırak! Ve hiçbir kimsenin kazandığı şey yüzünden kendisini helake atmamasını, kendisi için http://www.yesilforum.com/Smileys/de...icon_allah.gif'tan başka hiç bir dost ve hiçbir şefaatçi bulunmadığını Kur'ân ile hatırlat. O, azaptan kurtulmak için bütün varını feda etse, kendisinden alınmaz. Onlar kazandıkları şey yüzünden helake uğratılmışlardır. Onlar için, inkâr ettiklerinden dolayı kaynar bir içecek ve can yakıcı bir azab vardır.
10-YUNUS:
3 - Rabbiniz o http://www.yesilforum.com/Smileys/de...icon_allah.gif'dır ki, gökleri ve yeri altı günde yarattı, sonra arş üzerine istiva etti (onu hükmü altına aldı), işi tedbir eyliyor. O'nun izni olmaksızın hiç kimse şefaatçi olamaz. İşte Rabbiniz olan http://www.yesilforum.com/Smileys/de...icon_allah.gif budur. O'na ibadet ediniz! Hâlâ düşünüp ibret almayacak mısınız?
18 - http://www.yesilforum.com/Smileys/de...icon_allah.gif'ı bırakıyorlar da, kendilerine ne fayda, ne de zarar verebilecek olan şeylere tapıyorlar ve "Bunlar bizim http://www.yesilforum.com/Smileys/de...icon_allah.gif katında şefaatçilerimizdir." diyorlar. De ki, "Siz http://www.yesilforum.com/Smileys/de...icon_allah.gif'a göklerde ve yerde O'nun bilmediği bir şeyi mi haber veriyorsunuz?" http://www.yesilforum.com/Smileys/de...icon_allah.gif onların ortak koştukları şeylerin hepsinden münezzehtir.
74-MÜDDESSİR:
48 - Artık onlara şefaatçilerin şefaatı fayda vermez.
-
Cevap: üstadımız Süleyman Hilmi Tunahan (k.s) H.z Hayatı Kendisi Hakkında Birçok Konu
VAHDET-İ VÜCUD NEDİR ?
Vahdeti vücud bir tasavvuf terimidir ve onun felsefesi http://www.yesilforum.com/Smileys/de...icon_allah.gif'tan başka varlık olmadığına, mevcud olan tek varlığın http://www.yesilforum.com/Smileys/de...icon_allah.gif olduğuna, var gibi gözüken ne varsa http://www.yesilforum.com/Smileys/de...icon_allah.gif'ın parçaları olduğuna inanmaktır. Bu ina-nış tasavvufun amentüsünün ilk şartıdır. Bu felsefe-nin künhüne vakıf olan mutasavvıflar Lâ ilâhe illallah demeyi terk edip la mevcude illallah diyerek bu amentüyü ikrar ederler.
http://www.yesilforum.com/Smileys/de...icon_allah.gif'tan başka mevcud, varlık olmadığına i-nanmayı gerektirecek ne bir ayet, ne bir hadis var-dır. http://www.yesilforum.com/Smileys/de...icon_allah.gif'ın isimlerinden bahsettiği, bütün varlıkları yok saymak, her nasılsa -inançlarına göre- varlık ol-mayan şeylerin yaşadığını ve öldüğünü söylemek, me-leklere iman ettim demek fakat onlar varlık değildir, http://www.yesilforum.com/Smileys/de...icon_allah.gif'ın parçalarıdır diyerek her parçayı ilah say-mak, cennete ve cehenneme iman ettim demek, sonra onların varlık olmadığını, http://www.yesilforum.com/Smileys/de...icon_allah.gif'ın parçaları olduğunu söylemek, önünde secde edilen putun bile http://www.yesilforum.com/Smileys/de...icon_allah.gif'ın bir parçası olduğu bu sebeple zahirde tapılan put olsa da aslında o secdenin http://www.yesilforum.com/Smileys/de...icon_allah.gif'a yapıldığı gibi saçma ve delilsiz zırvaları uyduranların asıl gayesi İslam dinini tahrif etmek ve müntesiplerini yoldan çıkarmaktır. İşte bu inanışa göre bir tasavvuf şeyhi http://www.yesilforum.com/Smileys/de...icon_allah.gif'ın bir parçası olduğu gibi yolda duran taş, ağaçtaki kuş, kovalanan kedi ve kovalayan kufuryok ve o köpeği vuran bir zabıta eri dahi (haşa) onlara göre http://www.yesilforum.com/Smileys/de...icon_allah.gif'ın parça-sıdır ve dolayısıyla onlara http://www.yesilforum.com/Smileys/de...icon_allah.gif demek doğru bir sözdür. İsmi tasavvufçular tarafından veliler listesi-ne alınan müşriklerin "Ben http://www.yesilforum.com/Smileys/de...icon_allah.gif'ım" demeleri ve benzeri sözleri sarfetmeleri bu sapık inanışlarından kaynaklanmaktadır. Bu sapkın söylem ve inanışlar üzerinde tevhid ehli olanlar için te'vil edecek yol aramaya ve hatta düşünmeye bile gerek yoktur. Çün-kü bir Müslüman kabul veya red etmek için Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) in böyle bir şeyi öğretip öğretmediğine bakması yeterlidir. Hiç akletmezler ki durum onların dediği gibi olsa, inanan kimdir, inanılan kim ? Yaratan kimdir, yaratılan kim ? Hüküm koyan kimdir, mükellef kim, mükafat ve ceza veren kimdir, ödüllendirilen veya cezalandırılan kim ? Ateşe koyan kimdir, ateşte yanan kim ?
İşte vahdeti vücut gibi bir zırvayı ortaya atan kafirler İslam ümmetini yüzyıllarca oyalayacak bir işi başarmışlar ve maalesef gözlerinden yaş gelesiye, karınları ağrıyasıya halimize gülmekteler.
Birilerinin aslında küfür olduğunu bildikleri, fa-kat o bunu söylemişse bir hikmeti vardır kabilinden te'vil etmeye çalıştığı, bu cümleler nasıl söylenmişse kastedilen mana odur, çünkü inanç öyledir. Sizin tap-tığınız benim ayağımın altında diyen adam toprağı kastetmiştir, çünkü ona göre çiğnenen, işenen, o top-rak http://www.yesilforum.com/Smileys/de...icon_allah.gif'tır (haşa) . Böyle olunca birinin çıkıp ben http://www.yesilforum.com/Smileys/de...icon_allah.gif'ım demesi onlara göre gayet tabi bir durum-dur, sırf o değil onlara göre kafir biri dahi bu sözü söylese doğru söylemiş olur çünkü o da http://www.yesilforum.com/Smileys/de...icon_allah.gif'tan bir parçadır! Bu cümleleri vecde, aşka gelince, kendinden geçince söylemenin sebebi nedir derseniz, can pazarı bu kolay değil. Müslümanlar bu sözden pek hoşlan-mazlar ve insanın başına kötü şeyler gelebilir. Nite-kim tarih bu müşriklerin nasıl taşkınlık ettiğini ve nasıl öldürüldüklerini zaptetmiştir.
ÜSTAZIMIZIN VAHDET-İ VÜCUDA KARŞI ETMİŞ OLDUGU NASİHAT
„Aşağıdaki cümleler tam Vahdet-i Vücutçu sözleridir.
• "Bir kimse Hakkı Hak'ta aynı hakla görürse o kimse ariftir."
• "Bir kimse Hakkı hakta aynı hakla görürse o kimse ariftir."
• "Bir kimse Hakkı Hak'ta aynı halkla görürse o kimse acizdir."
• "Bir kimse Hakkı ne hakta ne halkta göremez de ölmesine, sonra ihya olunacağına intizar eder hakkı aynı hakla görürse o kimse gafildir."
• "Bir kimse Hakkı halkta, halkı hakta görür, hukuk-u hakkı ve halkı eda etmekle iştigal eylerse o kimse kâmildir."
Bilinmelidir ki, ben bu cümlelerin manaları ve tasavvufî ifadeleri üzerinde durmayacağım, çünkü hem meşrebime muvafık değil, hem de bu mevzuyla meşgul hakikatte vakti boşa harcamaktır. Yalnız bu sözlerin menşei, zuhur mertebesi ve sebepleri hakkında izahatta bulunacağım. Bu da sizin ve bizim maksadımıza uygun düşecek, meselenin esaslarını tenvire hizmet edecektir.
Büyük muhakkıklar indinde Vahdet-i Vücud, ilmî, menşeî, sebebi ifrat-ı muhabbettir, sekirdir. İsim ve fenâ sıfatında fenâdır. Velayeti, velayet-i kalbiyye ve zılliyyedir. Ona velayet-i suğra da denir. Bu hal bu mertebede zuhur eder. Hakikat-i fenâyı temîn etmez. Cihet-i cezbede fena-yi zılli husule getirir. Tevhidi, tevhid-i efaldir. Fenası, fena-yı efaldir. Tecellisi, tecelli-i efaldir. Bu ahval ve kemâl ve tevhidin sahibi; velayet-i suğra mertebesinden velayet-i kübraya çıkamaz. Tevhid-i sıfat, tecelli-i sıfat ve fena-yı sıfata mazhar olamaz. Vahdet-i Vücud itikadında olanlar üç zümreye ayrılırlar:
1. Birinci Zümre: Ruhunu velayet-i suğraya çıkaranlardır. Bunlar şeriat-ı mutahhareye yapışıkdırlar. Fakat ictihatlarında hakikate isabet edememişlerdir. İsabet etmemelerine sebep muhabbet-i Hak olduğu için hata eden müctehid hükmündedirler. Velayet-i suğra erbabındandırlar. Muhabbette fena ve sekirleri kendilerini mazur kılacaktır. Mevla'nın lutfuna nail olacaklardır.
2. İkinci Zümre: Bu zümre Vahdet-i Vücud, ulum ve maarifi ile çok meşgul olarak meşreb-i tevhid-i vücudiyi kendilerine mal edenlerdir ki, bunların ruhları mertebe-i zılliyete çıkmamış, velayet-i suğraya dahil olmamıştır. Bunlar; ömürlerini laklaka ile geçirip ruhlarını tasfiye, nefislerini tezkiyeden mahrum eylerler. Bu dava ile bu dünyadan "Kel en'am" olarak göçüp giderler.
3. Üçüncü Zümre: Bu zümre ne birinci ne de ikinci zümrenin ahval ve efaliyle muttasıf değildir. Bunlar kendi nefis ve hevâlarına göre tevil ve te'sir ederek işi, Vahdet-i Vücud derecesine çıkarırlar. Bu suretle kendilerini teklifat-ı rabbanî haricine çıkararak ibâhat, ilhâd ve zındıkiyyet derecelerine yuvarlanırlar. Mevla'nın emirlerine yapışıp nehiylerinden kaçınmazlar. Bir taraftan her haltı yaparlar, diğer taraftan (kendilerini) zümre-i havastan ve irfandan gösterirler. Bunlar birer cani, birer katil, birer kutta-i tarîk-i hak ve hidayet yolunun yol kesenidirler. http://www.yesilforum.com/Smileys/de...icon_allah.gif şerlerinden ümmet-i Muhammed'i muhafaza etsin...“
• „Ey İslâm Cemaatı! Biz hayatta olduğumuz halde, Vahdet-i Vücud'a gidilebileceğini mi zannediyorsunuz? Böyle bir zanna kapılmayınız, çünkü biz hayattayız.“
• „Size ta'lim edilen Hak yolundan ayrılmayın. Vahdet-i Vücud ve sair nuru sönmüş tarîklere aslâ rağbet etmeyin."SÜLEYMAN HİLMİ TUNAHAN(K.S)
-
Cevap: üstadımız Süleyman Hilmi Tunahan (k.s) H.z Hayatı Kendisi Hakkında Birçok Konu
• http://www.yesilforum.com/Smileys/de...icon_allah.gif kerimdir amma kuyusu da derindir. İp ve kova olmayınca su çıkmadığı gibi, nur ve feyz de çıkmaz.
• Atom'un arz üzerinde müddet-i te'siri elle sene olduğu gibi, decâcilenin bu ümmet üzerinde müddet-i fesâdı dahi elli senedir.
• Benim evlatlarıma Tarih öğrenmek farzdır.
• Benim evlatlarım, bildiğinin âlimi, bilmediklerinin tâlibidirler.
• Benim evlatlarımın her biri bir Süleyman'dır. Ben daha yüz sene yaşayacağım.
-
Cevap: üstadımız Süleyman Hilmi Tunahan (k.s) H.z Hayatı Kendisi Hakkında Birçok Konu
Hazretimiz zamanında Fatih'te bir kıraathane varmış. Buraya ekseriya yaşlı ve emekli olanlar gelirmiş. O zaman Hazretimiz de Şehzadebaşı'nda oturuyormuş. Hazretimiz o kıraathaneye gelir orada bulunanlara vaazu nasihat eder, dini bilgiler verir, onları Ahidayete davet edermiş.
O kıraathaneye bir de yüzbaşı gelirmiş. Hazretimiz kendisinin sahibi zaman ve mürsidi olduğunu izah edermiş. Yine bir kış günü hava çok soğuk. Yüzbaşı diyor ki "eğer hakiki mürsid ise soğuk demez bugün de gelir" diye düşünür ve kıraathaneye gelir. Bir de bakar ki Efendi Hazretleri çoktan gelmişler ve sohbet ediyorlar. O günden sonra Efendi Hazretlerinin sohbetlerini daha dikkatli dinliyor.
Yine bir gün gece saat 11-12 olmus kıraathanenin kapanma saati gelmiş. Kıraathanede 6-7 kişi kalmış. Yüzbaşı Hazretimizin kalkmasını bekliyor. Nihayet Efendi Hazretleri kalkıyor. Hava çok soğuk kar ve tipi var. Rüzgar öyle sert esiyor ki insanın sokak aralarında bile yürümesi mümkün değil. Yüzbaşı böyle düsünüyor "Hocaefendi şimdi bu havada evine gidemez. Ben onu evine birakayım".
Bu fikrini Efendi Hazretlerine söylüyor. Efendi Hazretleri "hayır evladım ben giderim" buyuruyor. Yüzbaşı ısrar ediyor. Efendi Hazretleri kabul etmiyor. Buna rağmen Efendi Hazretlerini arkasından takip ediyor. Bir süre takip ediyor, bir de bakiyor ki Efendi Hazretleri evine değil tam ters istikametteki Edirnekapı'ya dogru gidiyor. Yüzbasının merakı artıyor. "Bu saatte bu tipide Hocaefendi nereye gidiyor" diye düşünüyor.
Hazretimiz Edirnekapı'dan çıkıyor ve ilerideki mezarlığa doğru ilerliyor. Yüzbaşı "eyvah hoca mahvoldu" diyor. O zamanlar surların dibinde hiçbir bina yokmuş. Her taraf boş arazi. O karda kışta binaların arasında yürümek mümkün değilken O boş arazide ilerliyor. Ama bakıyor ki Hz. Üstazimiz o ihtiyar haliyle hiç etkilenmeden sakin sakin yoluna devam ediyor ve ilerideki mezarlığa gidiyor. Yüzbaşı da arkasından mezarlığa kadar geliyor
Böyle mezarlıktan bir bakıyor bir de ne görsün: Sarıklı sarıklı bir sürü zat toplanmış bekliyorlar. Bir kişilik boş yer var. Hazretimiz gidiyor ve boş yeri dolduruyor ve dünyada olup bitenleri görüsmeye başlıyorlar.
O günlerde Hitler başkanlığında Almanya büyük ve güçlü bir orduyla önüne gelen her devleti mağlup etmiş, yakmış, yıkmış ve perişan bir şekilde kendi topraklarına katarak ingiltere'ye kadar gelmişti. Ingiltere ile Fransa işbirliği yaparak ingiltere kıyılarına büyük bir kanal kazmış, mayınlar döşemiş ve iki devlet de bütün askeri gücünü oraya toplamıştı.
Bütün dünya "Almanya bu engeli aşamaz" diyordu. Amma Hitler büyük bir savaş taktiği uyguluyor. O günün şartlarında beşyüz veya binbeşyüz tane savaş uçağını aynı anda havalandırarak o geçilmez denen engeli bertaraf edip ordularını İngiltere'ye sokup İngiltere'nin Normandiya kıyılarına kadar geliyordu. Asıl hedef ise Rusya idi. Hz. Üstazımız sık sık Trakya'da bir ağacın altında evrad-ı ezkar okur üflermiş. Abilerimize "evladım Almanya Türkiye'ye giremeyecek zira Türkiye'yi maneviyatla doldurduk" buyurmuşlar.
Hakikaten Almanya Rusya'ya saldırmak için en kısa ve en iyi yol olan Türkiye'ye girmemiş. Karadeniz'in etrafına dolanmak istemiştir. İsterse Trakya'yı yerle bir eder, hem karadan hem denizden Türkiye üzerinden Rusya'ya saldırabilirdi. Bu hadise Türkiye'nin ve başındakilerin iyi bir siyaset yaptığı zannedilmiştir. Bu o günün şartlarında mümkün olmasa gerektir. Bütün dünya artık Almanya'nın durdurulamayacağına inanıyordu.
İşte bu toplantıda Almanya'nın mağlup olup geri çekilmesi kararına bağlanıyordu. Bütün bunlara yüzbaşı şahid oluyordu. Toplantı bitiyor. Hz. Üstazımız Şehzadebaşı'na dönüyor. Yüzbaşı da kendine göre gizlice oraya kadar takip ediyor.
Üstazımız orada arkasına dönüyor "ey yüzbaşı sen bize refakatçi olduğun için paşa olacaksın" diyor. Daha sonra o yüzbaşı paşa oluyor. Tabi bunun Hz. Üstazımızın duasıyla olduğunu anlıyor. Ve yüzbaşı "bu dünyayı ne Almanya ne de başkaları idare eder. Bu dünyayı ancak http://www.yesilforum.com/Smileys/de...icon_allah.gif'ın sevgili kulları idare eder" diyor.
Ve ertesi günü Almanya ordusu bir telsiz hatası ile geri çekilmek durumunda kalıyor. Alman ordusu için Normadiya kıyıları büyük önem taşıyordu. Zira gelen İngiliz saldırıları oradan geliyordu. İngilizler o kıyılara çıkarma yaparsa Alman ordusunu geriye püskürtebilirdi. Ve bu doğrultudaki Alman haber merkezindeki telsizlerin sesini taklit ederek bütün Alman birliklerine İngiliz birliklerinin başka bir yönden saldıracağı söylenmiş.
Alman birliklerini başka yere kaydırıp Normandiya kıyılarına çıkarma yapmayı başardılar. Ve Alman birliklerini geriye püskürttüler. Almanların bu günden gerilemesi hızla devam etti. Cenab-ı Hakk Hitler ve onun Almanyasına bu kadar gücü ve kuvveti verip bütün Avrupa'yı ve diğer ülkeleri yerlebir ettirmekle ecdadımız Osmanlı Devletinin düşmanlarına, onu içten ve dıştan çökertip parçalayanlara cezalarını veriyordu.
Hitler böyle büyük başarılar elde edince haddini aşmış çok ileriye gitmişti. Koyu bir Yahudi düşmanı idi. Yahudileri canlı canlı yakıyor, diri diri kaynar sulara atıyor, yanan fırınlarda diri diri yakıyorlardı. Yahudiler her ne kadar din düşmanı http://www.yesilforum.com/Smileys/de...icon_allah.gif düşmanı da olsalar Cenab-ı Hakk buna razı değildi. Cenab-ı Hakk kendine düşman da olsa kullarının bu şekilde kendisinin Ahirette vereceği cezalarla yine kendi kulu tarafından böyle acımasızca eza ve cefa vermesine razı olmuyordu. http://www.yesilforum.com/Smileys/de...icon_allah.gif-ü Alem o gece Almanların aleyhine karar alınmasının yüzlerce hikmetinden biri de bu olmalıydı.
Cenab-ı Hakkın rahmeti o kadar genişti ki kendisine düşman olana bile merhamet ediyordu. Yüzbaşı o gece gördüklerini görev yaptığı yerde generaline söylüyor. "Almanlar gerileyecek" diyor. O general de "hiç öyle şey olurmu. Sen rüyada görmüşsündür diyor. Almanların bu kadar ilerledikten sonra gerilemesi mümkün mü" diyor. O yüzbaşıya inanmıyor.
Tabi bu arada Türk genelkurmayı da savaşı yakından takip ediyor. Değerlendirmeler yapıyor. O günü istihbarat ve haberleşme şartları ile bir hafta sonra Almanların gerilemeye başladığı haberi geliyordu. Mesajlardaki tarihler ise yüzbaşının anlattığı tarihi gösteriyordu. Tabi General hayret ediyor. Yüzbaşıyı çağırıp o geceki hadiseyi tekrar anlattırıyor.CENAB-I ALLLAH VELİ KULLARININ ŞEFAATLERİNE CÜMLEMİZİ NASİL EYLESİN.
-
Cevap: üstadımız Süleyman Hilmi Tunahan (k.s) H.z Hayatı Kendisi Hakkında Birçok Konu
Tasavvuf terbiyeleri
Süleyman Efendi Hazretleri manevi salahiyeti alır almaz vazifeyi tebliğe başlamıştır. Zamanında tarikat şeyhlerine haber göndererek onları manevi selahiyetinden haberdar etmiştir.
Nakşi yolunun bir “kutbu” olan Süleyman Efendi (k.s.) Hazretleri, “vahdet-i vücud” görüşünü de ısrarla reddeder, talebelerini bu sapık cereyana kapılmamaları noktasında uyarır ve vaazlarında cemaata şöyle hitap ederdi: “ey İslam Cemaati! Biz hayatta olduğumuz halde, Vahdet-i Vücud’a gidilebileceğini mi zannediyorsunuz? Böyle bir zanna kapılmayınız, çünkü biz hayattayız.”
Bizim tespit edebildiğimiz kadarıyla bazı meseleler hakkındaki Süleyman Efendi (k.s.) ve talebelerinin fikri yapıları bu şekildedir. Netice olarak Süleyman Efendi (k.s.) İslam’ı kaynağından anlatarak onları “Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat” yolundan ayrılmayarak, “dışımız halk ile içimiz hak ile” düsturuyla talebelerini itidale teşvik ederek, ifrat ve tefride kaçmamalarını tembihlemiştir. Talebeleri de Ustazlarının çizgisinde devam ederek, onun fikirlerini bugüne taşıyarak hizmetlerini sürdürmektedirler.
SEYYİDLER ZİNCİRİNDEN BİR HALKA
Ezeli takdir olarak, seyyidler zincirinin 33. halkası kendilerinin nasibi olduğundan, batınları da ilahi füyûzat ile alakalanarak, seyyidler zincirinin 32. halkası ve bu zincirin 9. büyük rütbesi, Salahuddin İbn-i Mevlana Siracüddin (K. S) Hazretleri'nden seyru süluklarını tamamladılar. Bu suretle seyyidler zincirinin 33. ve sonuncu halkasını teşkil ederek, küfür ve dalaletten bunalan toplumlara iman ve ihlas yolunu göstererek, gönüllere kutlu yolun ölümsüz yolcusu olarak iz bırakmışlardı. Süleyman Hilmi Tunahan Hazretleri Dar-ı Beka'ya göçtükleri zaman 71 yaşında ve yüksek derecede şeker hastasıydı. Tarihler 16 Eylül 1959'u gösteriyordu. Hastalığı ağırlaşınca hükümetin müsadesiyle cenazesi Fatih Camii haziresine gömülmesi kararlaştırılmıştı, ancak dönemin İçişleri Bakanı Namık Gedik anlaşılmaz bir şekilde buna karşı çıktı ve polis tarafından Karacaahmet mezarlığına açtırılan mezara gömülmesi için cenaze yakınlarını adeta zorladı. Altunizade'den mahşeri bir kalabalıkla yola çıkan cenaze, yolu kesilerek Karacaahmet'e döndürüldü ve Karacaahmet'te polisçe hazırlanan mezara defnedildi.
-
Cevap: üstadımız Süleyman Hilmi Tunahan (k.s) H.z Hayatı Kendisi Hakkında Birçok Konu
Hazretimiz Seyfettin Abi'ye "evladım filan camiye git vaaz et" demiş. Seyfi Abi saate bir bakmış. Vakit çok az kalmış. Gideceği yer ise çok uzak olduğu için "efendim yetişemem" demiş. Hazretimiz "yetişirsin evladım" demiş. Seyfi Abi gitmiş. Cami imamını bulmuş, "efendim ben burada vaaz edeceğim" demiş. İmam şöyle bir bakmış "benimle dalga geçiyorsun" demiş. Seyfi Abi de "hayır" demiş. İmam bakmış ki iş ciddi "izin belgeni göster" demiş. Seyfi Abi "efendim müsaade edin vaaz edeyim" demiş. İmam "olmaz izin belgeni göster ondan sonra" demiş. Seyfi Abi şöyle bir durmuş kalbinin üzerinden daha mürekkebi kurumamış izin belgesini çıkarıp "eğer istediğin bu ise al senin olsun" deyince imamım gözleri faltaşı gibi açılır kalır. "Tabi efendim kürsü sizin" diyebilmiş.
Seyfettin Abi birgün camide vaaz etmiş. Gelirken başka bir caminin önünden geçerken Pir-i Fani birisini görmüş. Görünüşü çok fakir imiş. Ama güvercinlere buğday dağıtıyormuş. Seyfi Abi yanına yaklaşmak istiyor fakat yaklaşamıyor. Hazretimizin yanına geliyor sarılıyorlar. O anda Seyfi Abi her şeyi unutuyor. Sonra aklına geliyor, "efendim o kimdi" diye soruyor. Hazretimiz de evladım o kırklardandı" diye cevap vermiş.
Dünya ve nefisten ittika ediniz. Çünkü onlar Harut ve Marut ismindeki meleklerden sıhr ederler.
Mübarek Receb-i Şerif'in ilk gecesinde yapılan dualara red yoktur. Bilhassa ilk cuma gecesinde. Çünkü bu ayı Hz. ALLAH zatına tahsis etmiştir.
Siz birer aletsiniz. Alet kendi kendine faydalı olamaz. ehil olan biri o aleti kullanırsa faydalı olur. Siz de bir alet olduğunuza göre ihlasınız nisbetinde faydalı olursunuz(Süleyman Hilmi Tunahan(k.s)