-
Vefatın buruk sevinci
Geçenlerde okuduğum bir ayette Dünya hayatı bir aldanış yaşamından başka bir şey değildir (Al-i imran-185) diye yazıyordu.
Bir an için durdum ve düşünmeye başladım;peygamberimiz dahi dünya benim için bir ağacın altında gölgelenip kalkmam kadardır diyor. Bu kadar kısa olan dünyaya tabiri caizse sanki kazık çakacağız gibi bir duyguyla bağlanmaktayız. Hadîste "Lezzetleri tahrib edip acılaştıran ölümü çok zikrediniz!" diyor peyganberimiz.
Evet biz dünyanın fani olduğunu yakınlarımızdan biri öldüğü zaman anlayabiliyoruz.Bir de ölen kişi yaşça küçükse bizi omuzlarımızdan silkeleyerek bak ölüm için yaş önemli değil, seninde gitmen yakındır, oraya götürecek ne hazırladın diyor bize.Bunları neden söylüyorsun diyeceksiniz Çünkü ben de dün arkadaşımın oğlunun öldüğünü öğrendim ve aklımızdan bir an için çıkmış olan ölüm tekrar hatırıma geldi.Beni tefekküre sevk etti.Artık o kadar değiştik ki;taziye için bile teknolojiden yararlanıp telefon edip yanına gitmeğe üşenir hale geldik.Asıl yaşamamız gereken sünnet-i seniyeyi unutur olduk.Ben de sünnet-i seniyeyi uygulamak için hem de taziye ve teselli için derhal kalkıp arkadaşımın yanına gittim.
Ölen küçük birisi olunca herkes hemen “tüh zavallı hayatına doyamadan gitti,daha çok güzel günleri yaşayacaktı..”gibi sözlere başlıyorlar.
Oysaki hz. Nuh(a.s.)zamanında yaşayan bir kadının oğlu ikiyüzelli yaşında ölmüş,kadın üzülerk oğlum gencecik öldü diye ağlamaya başlamış Hz. Nuh da “ey kadın ağlama ahir zamanda Muhammed ümmeti gelecek ve ortalama altmış sene yaşayacaklar” demiş kadın da ilk olarak”onlar ev yapacaklar mı?”diye sormuş.Hz.Nuh da “evet onlar ev yapacaklar ve gökdelen şeklinde olacak demiş” Bunun üzerine kadın “ben o zamanı bir ağaç kavuğunda geçiririm” demiş.Biz bu kadar kısa olan ömrümüzü hep hayırda kullansak ne kadar karlı bir iş yapmış oluruz.Bu kadar kısa olan hayatımızda Rasulullahın bir sünnetine tabi olsak yüz şehid sevabını Allah bize ikram ediyor.Bunları düşünürken, tüh vah sözcüklerinin arasından geçerek arkadaşıma teselli vermek üzere yanına gittim.Bir de ne göreyim ona teselli vermeleri gerekiyorken o, başkalarına teselli vermeye başlamış.Gördüklerim maşaallah, barekallah dedirtti.Sözünü bölmek istemedim sesizce odanın bir köşesine oturarak dinlemeye başladım.şöyle diyordu:Kur'ân-ı Hakîm'de âyetinin sırrını ve misalini Bediüzzaman Said Nursi hazretleri şu şekilde açıklıyor: Mü'minlerin buluğa ermeden vefat eden evlâdları, Cennet'te ebedî, sevimli, Cennet'e lâyık bir surette daimî çocuk kalacaklarını.. ve Cennet'e giden peder ve vâlidelerinin kucaklarında ebedî medar-ı sürurları olacaklarını.. ve çocuk sevmek ve evlâd okşamak gibi en latif bir zevki, ebeveynine temine medar olacaklarını.. ve herbir lezzetli şey'in Cennet'te bulunduğunu.. "Cennet tenasül yeri olmadığından, evlâd muhabbeti ve okşaması olmadığı "nı diyenlerin hükümleri hakikat olmadığını.. hem dünyada on senelik kısa bir zamanda teellümatla karışık olan sevmesine ve okşamasına bedel safi, elemsiz milyonlar sene ebedî evlâd sevmesini ve okşamasını kazanmak, ehl-i imanın en büyük bir medar-ı saadeti olduğunu şu âyet-i kerime cümlesiyle işaret ediyor ve müjde veriyor”diyor.Bunları duyup bilmeme rağmen,ben Allahın vermiş olduğu bu ikrama nasıl ağlayabilirim, nasıl isyan edebilirim.Çocuğum, bana Allahın vermiş olduğu bir emenetti ve şimdi de emaneti geri aldı.Her şeyin sahibi olan Allah benim ve herkesin çocuğunun da sahibi,biz anne ve babaları aciz ve zayıf olan çocuklara hizmetkar olarak gönderiyor ve bu hizmetimize karşılık muaccel bir ücret olarak lezzetli bir şefkat vermiş. Şimdi binden dokuzyüz doksandokuz hisse sahibi olan O Hâlık-ı Rahîm, mukteza-yı rahmet ve hikmet olarak o çocuğu benim elinden alsa, hizmetine son verse; surî bir hisse ile, hakikî bin hisse sahibine karşı şekvayı andıracak bir tarzda me'yusane hüzün ve feryad etmek ehl-i imana yakışmaz, belki ehl-i gaflet ve dalalete yakışır.Cenab-ı hak ayeti kerimede de “kaldıramayacağınız yükü yüklemem diyor”Hem bir düşünün dünya madem fanidir vefat eden çocuk nereye gitmiş ise, siz de ben de oraya giceğiz.Hem bu vefat yalnız ona mahsus değil.Hem berzahta hem cennette görüşülecektir.Mesela;bir zaman bir zât, bir zindanda bulunuyor. Sevimli bir çocuğu yanına gönderilmiş. O bîçare mahbus, hem kendi elemini çekiyor, hem evladının istirahatını temin edemediği için, onun zahmetiyle müteellim oluyordu. Sonra merhametkâr hâkim ona bir âdem gönderir, der ki:"Şu çocuk çendan senin evlâdındır, fakat benim raiyetim ve milletimdir. Onu ben alacağım, güzel bir sarayda beslettireceğim." O âdem ağlar, sızlar; "Benim medar-ı tesellim olan evlâdımı vermeyeceğim" der. Ona arkadaşları der ki: "Senin teessüratın manasızdır. Eğer sen çocuğa acıyorsan, çocuk şu mülevves ve ufûnetli ve sıkıntılı zindana bedel;ferahlı ve saadetli bir saraya gidecek. Eğer sen nefsin için müteessir oluyorsan, menfaatini arıyorsan; çocuk burada kalsa, muvakkaten şübheli bir menfaatinle beraber, çocuğun meşakkatlerinden çok sıkıntı ve elem çekmek var. Eğer oraya gitse, sana bin menfaati var. Çünki padişahın merhametini celbe sebeb olur, sana şefaatçı hükmüne geçer. Padişah, onu seninle görüştürmek arzu edecek. Elbette görüşmek için onu zindana göndermeyecek, belki seni zindandan çıkarıp o saraya celbedecek, çocuk ile görüştürecek. Şu şart ile ki, padişaha emniyetin ve itimadın var ise..." İşte şu temsil gibi, aziz kardeşlerim, bizim gibi mü'minlerin evlâtları vefat ettikleri vakit şöyle düşünmeliyiz ki: Şu veled masumdur, onun Hâlıkı dahi Rahîm ve Kerim'dir. Benim nâkıs terbiye ve şefkatime bedel, gâyet kâmil olan inâyet ve rahmetine aldı. Dünyanın elemli, musibetli, meşakkatli zindanından çıkarıp Cennet-ül Firdevsine gönderdi. O çocuğa ne mutlu! Şu dünyada kalsaydı, kim bilir ne şekle girerdi? Onun için ben ona acımıyorum, bahtiyar biliyorum.Kaldı ki;kendi nefsime aid menfaati için, kendime dahi acımıyorum, müteelim müteessir olmuyorum. Çünki dünyada kalsaydı, on senelik muvakkat elemle karışık bir evlâd muhabbeti temin edecekti. Eğer sâlih olsa ve dünya işinde de muktedir olsa, belki bana yardım edecekti. Fakat vefatıyla, ebedî Cennet'te on milyon sene bana evlâd muhabbetine medar ve saadet-i ebediyeye vesile bir şefaatçı hükmüne geçer. Elbette ve elbette meşkuk, muaccel bir menfaatı kaybeden, muhakkak ve müeccel bin menfaatı kazanan; elîm teessürat göstermez; me'yusane feryad etmez.Arkadaşımın metanetli ve tevekküllü olduğunu bilmeme rağmen bu kadarını beklemiyordum.Canım arkadaşım, işte hakikat denizinden bir damla içen ancak bu kadar serinleyebilir.Allahım sana şükürler olsun!Ben böyle düşünürken; biz anne ve babalar çocuklarımızı dünyalar kadar severiz,çocuğumuz da oraya gittiği zaman dünyadan kopar ve Mün'im-i Hakikî'yi buluruz.Yani Mecnunun Leyla diye diye mevlayı bulup Leyla geldiği zaman bile ben mevlamı buldum o bana yeter demesine benzer.Bu dahi bize ahiret için bir ikramdır dedi Baki
olan yalnız Allahtır diyerek sözlerini tamamladı Cenab-ı Hakka ne kadar hamd etsem azdır böyle ehl-i iman anne ve babaları görünce hayırlı gelecek umudum bir kat daha artıyor.Çünkü gelecğin çiçekleri geçmişin kökleriyle beslenir. Hemen kalkıp yanına gittim ve “Allah kavuştursun”dedim Gülümseyerek” Allah razı olsun” dedi.