-
Ashabla istişâre
Ashabla istişâre
Resûl-i Ekrem Efendimiz, Ensar ve Muhacirlerin ileri gelenlerini bir araya topladı ve kendileriyle bu hususta istişârede bulundu.
Peygamberimizin kanâatı, gördüğü rüyânın da ilhamıyla Medine’yi bizzat içerden müdafaâ etmekti. Buna rağmen Müslümanların da görüşlerine başvurup onların da kanâatlarını öğrenmek istiyordu.
Ashabın ileri gelenlerinin bir çoğu da Peygamber Efendimizin bu kanaatına iştirak etti. O anâ kadar hiç bir toplantıya çağrılmayan münafıkların reisi Abdullah bin Übey de bu istişâreye çağrılmıştı. O da Medine’de kalma fikrindeydi.
Ancak Bedir Gazâsında bulunmayan kahraman ve genç Sahabîler, Bedir’de bulunan gâzilerin nâil olduğu ecir ve sevabı, Bedir şehidlerinin ulaştığı yüksek dereceleri Resûl-i Ekrem Efendimizden işitmekle, o harpte bulunmadıklarından dolayı son derece üzülmüşlerdi. Bu sebeple düşmanı Medine dışında karşılama arzusunu taşıyor ve bu arzularında şiddetle ısrar ederek şöyle diyorlardı:
“Yâ Resûlallah! Vallahi, onların Cahiliyye Devrinde bile Medine’ye, üzerimize yürümelerine meydan ve imkân verilmemiştir. İslâmiyet devrinde onların Medine’ye, üzerimize yürümelerine nasıl müsaade buyurulur?
“Yâ Resûlallah! Biz, Allah’tan bu günü isterdik. Bizleri dışarı çıkar. Düşmanlarımız ile göğüs göğüse cenk edelim!”1
Bir kısmı ise şöyle diyordu:
“Yâ Resûlallah! Eğer onları dışarda karşılamazsak, düşman bu durumu korkaklığımıza ve zâfımıza hamlederek şımarır!”
Bu arzuyu taşıyanlara cesur ve bahadır bir zat olan Hz. Hamza, Sa’d bin Übâde, Numân bin Mâlik gibi hatırı sayılır Ashabın ileri gelenleri de katıldı. Kahraman Hz. Hamza bu görüşünü şöyle açıkladı:
“Yâ Resûlallah! Sana kitabı indiren Allah’a yemin ederim ki, bu kılıcımla Medine dışında Kureyş müşrikleriyle çarpışmadıkça yemek yemeyeceğim.”
Hz. Hayseme Bedir Muharebesine katılmak için oğlu Sa’d ile kurâ çekmişti. Kurâ Hz. Sa’d’a çıkmıştı. Bedir Harbine katılan Sa’d ise arzuladığı şehâdet mertebesine ulaşmıştı. Şehid babası Hz. Hayseme şöyle diyordu:
“Yâ Resûlallah! Kureyşliler, çöl Araplarından ve müttefikleri olan Ahâbîşten asker topladılar. Develerine ve atlarına binip gelip meydanlarımıza indiler. Bizi evlerimizde ve kalelerimizde kuşatacaklar, sonra da dönüp gideceklerdir. Aleyhimizde bir sürü söz söyleyeceklerdir. Bu, onların cesaretlerini arttıracaktır.
“Görüp de karşılamayacak ve onları yurdumuzun ortasından kovmayacak olursak, çevremizdeki Araplar da bize göz dikeceklerdir!
“Allah Taâlânın bizi, Kureyş müşriklerine karşı galip getireceği ümit edilir.
“Eğer ikincisi olursa—ki şehidliktir—Bedir, beni ondan mahrum kıldı. Halbuki, ben onu öyle özlemiştim ki! Benim Bedir Muharebesine çıkmayı arzuladığımı duyan oğlum benimle kurâ çekmişti. Kurâ ona çıktı. Sonunda şehidlik mertebesine o ulaştı.
“Halbuki, ben şehid olmayı ne kadar arzu ediyorum!
“Dün gece oğlumu güzel bir surette gördüm: Cennet meyvaları ve ırmakları arasında dolaşıyor ve bana ‘Cennette arkadaşlığa katıl! Ben, Rabbimin bana vaadettiği gerçeği buldum!’ diyordu.
“Vallahi, yâ Resûlallah! Sabah gözlerimi açınca, oğluma Cennette arkadaş olmayı candan özlemeye başladım.
“Yaşım, fazlasıyla ilerledi. Artık Rabbime kavuşmayı özlemekteyim.
“Yâ Resûlallah! Beni şehidlikle, Cennette oğlum Sa’d’ın arkadaşlığı ile nasiblendirmesi için Allah’a duâ et!”
Resûl-i Kibriyâ Efendimiz, Hz. Hayseme’nin bu arzusunu yerine getirdi. Kendisi için duâ etti.1
Ebû Said el Hudrî’nin babası Mâlik bin Sinan ise, “Yâ Resûlallah! İki şeyden biri bizimdir: Ya Allah bizi onlara galip ve muzaffer kılar ki istediğimiz budur.
“Ya da Allah, bize şehidlik nasip eder! Vallahi, yâ Resûlallah! Bence bu ikisinden hangisi olursa olsun, onda hayır vardır!” dedi.
Yine kahraman bir Sahabî olan Numan bin Mâlik ise şöyle dedi:
“Yâ Resûlallah! Ben şehâdet ederim ki, rüyâda boğazlandığını gördüğün sığırın temsil ettiği Ashabından birisi de benim! Bizi Cennetten mahrum etme! Kendisinden başka ilâh bulunmayan Allah’a yemin ederim ki, ben Cennete girsem gerektir!”
Resûl-i Kibriyâ Efendimiz, “Niçin?” buyurdu.
Hz. Numan, “Çünkü” dedi, “ben, Allah’tan başka ilâh bulunmadığına, senin de Allah’ın Resûlü olduğuna şehâdet eder, Allah’ı ve Resûlünü severim. Düşmanla karşılaştığım gün de yüz çevirip kaçmam!”
Peygamber Efendimiz, “Doğrusun ve gerçeği söyledin” buyurdu.1