-
Hâlâ Vakit Varken...
Hâlâ Vakit Varken...
http://www.risale-inur.org/haberimaj...iranoluler.jpg
Henüz firsat varken kendi hür iradesi ile iman etmeyen bir inançsizin, ölüm gelip çattigi ve gözünden perdenin yavas yavas kaldirildigi zaman, ilahî azaba ugrayacagindan artik emin oldugu halet-i ye'ste, kendi ihtiyari ile degil de, korku ve ümitsizlik sâikiyle iman ettigini söylemesine "iman-i ye's" denilir. Daha önceden iman ettigi halde, günah ve isyandan yakasini kurtaramayan bir fâsikin tam ölecegi sirada günahlarindan tevbe etmesine de "tevbe-i ye's" adi verilir.
Kelam ve Akaid kitaplarinda, hâlet-i ye's üzerinde tafsilatli bir sekilde durulmus; bu halin baslangiç ani, hangi vakitleri içine aldigi ve o esnada yapilan imanin ve tevbenin makbul olup olmadigi hususundaki görüsler detaylica ele alinmistir. Bu mütalaalara esas teskil eden ayet-i kerimelerden birinin meali söyledir: "Kötülükleri isleyip dururken, ölüm kendisine gelip çattiginda "Simdi gerçekten tevbe ettim!" diyenlerin ve bir de kafir olarak ölenlerin yaptigi tevbe makbul degildir. Iste öyleleri, kendileri için çok aci veren bir azap hazirladigimiz kimselerdir." (Nisa, 4/18)
Evet, büyük bir korku ve telasin yasandigi hâlet-i ye'ste, o esnadaki çaresizlik sebebiyle küfürden dönerek îman etmek makbûl sayilmamistir. Ne var ki, bu halin baslangiç aninin çok iyi tesbit edilmesi gerekmektedir. Genel kabule göre; bu vakit, hâlet-i nezi'de (can bogaza gelince) artik tamamen dünyadan ümidin kesilmesi ve sayili nefeslerin tükenmekte oldugunun hissedilmesi zamanidir. Vefat etmekte olan insan anlar onu; hisseder elinin ayaginin çekilmekte oldugunu. Bazilari için öbür alemin perdeleri indirilir, ahiret kapilari açilir; insan bütün dehsetiyle ölüm ötesini görür. Istisnalar olsa da, çehrede eksimeler basgösterir. Bir anda gözünün önünde beliren ötelere ait tablolar karsisinda insanin yüz hatlari gerilir; el, ayak, yüz ve göz hareketleri yolculuk telasini disa aksettirir. Gayri insan yasama ümidini tamamen yitirir. Orada hazir bulunanlar da hastanin gidici oldugunu bilirler. Doktorlar durumu anlar ve tesbitlerini seslendirirler; "kalb ölümü" derler, çok geçmeden "beyin ölümü"nün de gerçeklesecegini muhakkakmis gibi haber verirler.
Iste, bir kimse, ölüm emareleri bu derece belirmeden ve can bogazina gelmeden önce, hâlâ bir hayir kesbine imkân bulabilecegi bir zaman diliminde akli basinda olarak iman ederse, henüz ye's hali tahakkuk etmemis sayilir ve o andaki imani makbûl olur. Can çekisme hali baslamadan önce bir ân-i seyyale bile olsa, kendi hür iradesiyle inanabildigi takdirde onun imani geçerlidir. Nitekim, Rasûl-ü Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimiz'in Ebu Talib'e iman teklif ettigi an da bu andir. Ebu Talib, bu tekliften sonra, -ekser rivayetlere göre- müsrik dost ve arkadaslarinin zorlamalariyla "Abdulmuttalip'in dini üzere..." demistir. Rehber-i Ekmel, ona ölüm döseginde oldugu bir anda iman davetinde bulundugu nazar-i itibara alinirsa, demek ki, insanin suuru bütün bütün bulanip muhtel olmadigi sürece, imanin kabul edilmesi için hâlâ bir firsat vardir.
Fakat, o son firsati da degerlendiremeyen bir kimse, üzerinde ölümün emareleri iyice belirip ruhun bedenden ayrilisinin siddetli hali kendisini sardigi ve öbür aleme tam adim atmak üzere oldugu zaman iman ettigini söylerse, bu, iman-i ye's kabul edilir. Imanin sahih olmasi için, en azindan suurluca "Allahim, hayatimi berbat ettim, ömrümü bos yere geçirdim; fakat, ahirete yürüdügümü derinden hissettigim su dakikada da olsa, artik iman ediyorum!" demek ve sonra da, imani ifade sadedinde bir sâlih amel ortaya koyacak, bir vakit namaz kilacak kadar bir vakit yasamis olmak iktiza eder. Imanini beyan ettikten sonra küçük bir hayir isleyecek kadar dahi vakti kalmamis bir insanin nefsi elinden çikmis ve iradesi iflas etmis demektir ki, böyle birinin imani makbul degildir.
Bazi alimler ye's kelimesi yerine be's sözünü de kullanmislardir. Be's; azap, zarar, siddet, ceza, sikinti, güç ve kuvvet demektir. Tarih boyunca nice kavimler yasamistir ki, onlar kendilerini her seyden müstagni saymislar ve gururlarina kapilarak hakka çagiran her sese kulak tikamislardir. Kendi dönemlerindeki peygamber apaçik deliller getirdigi ve Allah'a davet ettigi zaman bile kibirden vazgeçmemis, simarip böbürlenmis ve Allah elçisine sirt çevirmislerdir. Dahasi, Allah'in dinine girmeleri ve hidayete ermeleri için çirpinip duran peygamberi alaya almis ve ona olmadik iskenceler yapmislardir. Nihayet, yaptiklarinin cezasi olarak, Allah'in azabi gelip kendilerini her taraftan kusativermistir. O âna kadar imana kapali yasayan bu simarik kimseler, o dehsetli azabi görür görmez o güne dek yapip ettiklerini bir anda unutmusçasina inandiklarini iddia etmis ve Cenâb-i Hakk'a teslim olduklarini söylemislerdir.
Kur'an-i Kerim, azab-i ilahiyi karsisinda görüp korku ve telasla iman ettigini söyleyen kimselerin acikli halini anlatirken mealen söyle der: "Onlar Bizim azabimizin siddetini görür görmez "Allah'in birligine iman ettik, O'na serik saydigimiz putlari da red ve inkâr ettik" dediler. Fakat azabimizi gördüklerinde iman etmeleri kendilerine fayda saglamadi. Allah'in, kullari hakkindaki carî âdeti hep böyle olmustur ve kâfirler iste bu noktada yanilarak hüsrana ugramislardir." (Mü'min, 40/84-85) Evet, ayet-i kerimede de açikça ifade edildigi gibi, ancak kendilerine vaad edilen korkunç akibet gelip çatinca iman iddiasinda bulunanlarin imanlari makbul degildir ve onlarin sözde imanlari kendilerine hiçbir fayda vermeyecektir. Çünkü, o andaki ikrarlari kendi ihtiyarlari ile degil, korku ve ümitsizlikten dolayidir. Hür iradesi ile Hakk'a teslim olmayan kimselerin, gelecegi söylenen azabin apaçik görüldügü böyle bir yeis zamaninda iman etmeleri çaresizlikleri sebebiyledir ki, bu türlü faydasiz bir imana iman-i ye's veya iman-i be's denegelmistir.
-
Cevap: Hâlâ Vakit Varken...