MUSTAFA SUNGUR Ağebeyin anlatımı ile Zübeyir Gündüzalp
]MUSTAFA SUNGUR Ağebeyin anlatımı ile Zübeyir Gündüzalp
BU KUMANDANDIR
Bir gün Zübeyir Ağabey, ben ve Ziya bir aradaydık. Üstad, Zübeyir Ağabey için “Bu kumandandır. Benim için de, bu imamdır. Ziya için her ne ise…” demişti. Ayrıca bize “Üç cesette bir ruh.” demişti.
Zübeyir Ağabey, Üstada nokta-i istinattı.
Bir gün Zübeyir Ağabey, ayağındaki ağrı sebebiyle Sandıklı Kaplıcalarına gitmek istedi. Bizimle konuştu, fakat henüz gitmemişti. Üstad yatağında yatıyordu. Çok mühim bir şeyini kaybetmiş gibi bir sağa bir sola dönüyor, “Nerde Zübeyir, Zübeyir nerde?” diye bağırıyordu. Sonra çağırdık, geldi; Üstadın o hâli gitti, sakinleşti...
Bir gün Üstad, “Zübeyir! Sen fenafilüstad olmaya mecbursun. Nasıl ki Sungur fenafinnur olmaya mecburdur…” demişti. Gerçekten o, Üstadda fâni idi.
İlk görüşmemiz Afyon hapsi sırasında olmuştu.
Hapis için dua
Afyon hapsi başladığında ben Eflâni’deydim. Duyduk ki, Safranbolu’dan Hüsnü Efendi, Mustafa Osman Efendi, Kastamonu’dan Feyzi Efendi ve Çaycı Emin Bey'i Afyon hapsine götürmüşler. Bunun üzerine ben de, “Ya Rabbi, beni de hapse gönder!” diye dua ettim. O zaman 17 yaşındaydım. Ispartadan Hüsrev Ağabey, Kastamonu’dan Feyzi Ağabey, Konya’dan Zübeyir, Sabri Halıcı, Emirdağ’dan Çalışkan’lar hanedanı, Ahmet Feyzi Ağabey gibi zatlar Afyon’da toplanmışlardı. Herhâlde 50 kişi kadar… Tabiî biz, mektupla durumdan haber alıyorduk.
16-17 Haziran’da Afyon’da duruşma olduğunu öğrendik. Babam İzmir’de hocaydı. Kız kardeşimi yaz tatiline ona götürmek bahanesiyle Afyon’a gittik. Onu otele bıraktım. Afyon hapsinde Üstadı ziyarete gittim. Üstadımız pencereden elleriyle işaret yaptı. Selâmlaştık. Hatta bir kilo Eflâni yağı vardı, onu Hıfzı Efendi Mustafa Osman’a göndermişti, onu verdim.
Tevkiften 17 gün sonra, Akşehir’de postahanede memur olduğu için Zübeyir Ağabeyi tahliye etmişler. Mahkemeye gittiğimizde Zübeyir Ağabeyi orada gördük. Genç, benden birkaç yaş büyük, ama centilmen ve gayet faaldi. Hatta geliyor, Üstadın kapısının önünde bekliyordu. İlk defa orada tanıştık...
Bizim tevkifimiz 10 ay sonra oldu. 23 Ağustos’ta üçüncü duruşmaya, Rahmi diye bir kardeşle geldik. Zübeyir Ağabeyi o zaman da gördüm. Postahanede memurdu, ama gelip diyordu.
Dört ay yattım
Afyon’a vardık. Otele gittik. Otelde altında büyükçe bir kahvehane, üstünde yatılacak odalar vardı. Eşyalarımızı oyle bıraktık. Sonra namaza gittik. Geldik, bir de baktık, Hüsrev Ağabey, Feyzi Efendi, Çalışkan’lar hepsi orada…
“Ne oldu?” dedik.
“Biz bugün tahliye olduk.” dediler.
Onlara altışar ay ceza verdiler. Ceylan’a üç sene; o, içerideydi. Zübeyir Ağabey de gayrimevkuftu. O sırada onu da yazdığı telgraf sebebiyle içeri aldılar. Ahmet Feyzi’ye 18 ay vermişlerdi; o da içerideydi. Ceylan, Üstad, Zübeyir Ağabey, İbrahim Fakazlı, bizi de aldılar.
Bana altı ay ceza verdiler. Otuz beş gününü zaten Safranbolu’da yatmıştım. Yaşım dolmadığı için bir ay da oradan düştüler. Toplam dört ay yattım.
Üstadın koğuşu üst katta, berberin karşısındaydı. Çok zaman berbere gidiyoruz diye gider, Üstadla görüşürdük. Üstadla görüştüğümüz gün, önce Zübeyir Ağabeyi falakaya yatırmışlar. Sonra da beni…
Bizden bir hafta sonra Nazif Çelebi ile Selâhattin Çelebi geldi. Onları da gıyaben tevkif etmişler. Onlar altıncı koğuşta kaldı. Hayatımızın en mes’ut anlarıydı. Bize nasip oldu diye iftihar ediyorduk. Üstad, “El-Hüccetü’z-Zehra”yı telife başladı.
Falakaya yatırdılar
Zübeyir Ağabey, çok kahramandı. Gayrimevkuf olduğu zaman kendisini şikâyet etmiş, tevkif edilip de içeri girince ellerini açarak, “Elhamdülillâh” diye medrese-i Yusufiyenin havasını ciğerlerine çekerek bir hamd edişi vardı ki... Biz o zaman güneşi görmüş gibi, hapishanenin bir iltifat olduğunu hissederdik. Üstadla beraber olmak var ya, o müthiş bir şeydi. Gözümüz hiçbir şeyi görmüyordu...
Üstad bizden sonra çıktı. Biz tahliyeden sonra, Hüsrev Ağabeyle görüşmek için, Isparta’ya gittik. Üstadın da haberi vardı. Ayrıca Abdullah Yeğin’le de görüşmemizi söyledi. İki defter verdi bize: Birisi Afyon müdafaası, birisi de Afyon mektuplarıydı. Zübeyir bir posta memuru iken Üstadın yanında, sonra ne oldu? Zübeyir Ağabey oldu. Hepimiz öyle. Mustafa Osman, Hüsrev Efendi, Feyzi Efendi, gittiği yere biz de beraber gidiyoruz. Bir nevi iltifat... Biz o kafileye dâhil olduk diye... Onlar o zaman Nur’un has şakirtleriydi.
Üstadı gece tahliye ettiler
Zübeyir Ağabey, Afyon’da tahliye olunca bir ev tutmuş, önünü zerzevatçı dükkânı yapmış. Her gün, Üstada ait yemeği götürüyordu. Tahliye olduktan sonra ben, Ziya ve Zübeyir Ağabey beraber bu evde kaldık. Ben 7 Eylül’de oraya geldim, 20 Eylül’de Üstad tahliye oldu.
Bir gece sabah namazını kılmıştık. Henüz güneş doğmamıştı. Bir de baktık, dışarıdan atlar şakırdayarak geliyor... Pencereden baktım. Dedim: “Üstad geliyor.” Hemen Zübeyir Ağabey, ben ve Ziya dışarı çıktık. Kapının önünde durduk. Üstad, kendisini getiren polislere bizi göstererek, “İşte bunlar, Türk milletinin medar-ı iftiharlarıdır.” dedi.
Allah razı olsun, Zübeyir sıddıkıyet makamındaydı. Üstaddan sonra bütün bu dershane tarzı, vakıf talebeler onun gayretleriyle devam etti.
“Konferans Risalesi”ni yazdı. Zaman zaman düzelterek ona son şeklini verdi.
Üstada okudu. Üstad:
“Bunu kim yazdı?” dedi.
“Ankara’da kardeşler.” diye geçiştirmek istedi. Üstad:
“Yok yok, bunu Nur’un bir kurmayı yazdı.” dedi.
Konferansta muhabbet coşkunluklarından ziyade, hakîmane bir üslûp vardır.Orada madde madde hakikatleri açıklıyor. Zübeyir Ağabey, Konferansı tamamen Üstadın sohbetlerinden ve derslerinden aldığını ifade ederdi. Üstad diğer zamanlar sık sık kendisini hizmet için arattığı halde, bu yazıyı hazırlarken onu hiç sormayıp Konferansı tamamlamasını âdeta teşvik ettiğini söylerdi.
Yemesi çok azdı. Düstur sahibiydi. İstanbul hizmetinin kuruluşunda büyük emek ve gayreti vardır.
“Kahraman Zübeyir”
Ateşpâre bir kahramandı. Üstad da kendisine “Kahraman Zübeyir” derdi. Şualar’daki müdafaasını bir düşünün. Ne muhteşemdir o... Bakın orada ne diyor:
“Yirmi seneden beri milyonlarla insana din, iman, İslâmiyet, fazilet dersi veren ve onları dinsizlikten muhafaza eden Kur’an tefsiri Risale-i Nur uğrunda idam edileceksem, sehpaya, ‘Allah, Allah... Ya Resulallah...’ sedalarıyla koşarak gideceğim. Komünizme kapılıp dininden çıkan, ebedî felâketlere yuvarlanan ve vatan haini olarak kurşuna dizilecek cürümlerden gençlerimizi koruyan Risale-i Nur uğrunda kurşunla öldürüleceksem, o kurşunlara çekinmeden göğsümü gereceğim. Üstadım Bediüzzaman için hançerlerle parçalansam, etrafa sıçrayacak kanlarımın, ‘Risale-i Nur! Risale-i Nur!’ yazmasını Rabbimden niyaz ediyorum.
“...Eğer Komünistler, mürekkep ve kâğıdı yok etme imkânını da bulsalar, benim gibi birçok genç ve büyükler fedaî olup, hakikat hazinesi olan Risale-i Nur’un neşri için, mümkün olsa derimizi kâğıt, kanımızı mürekkep yapacağız.”
İhsan ATASOY(NURUN BÜYÜK KUMANDANI)
BÜYÜK MÜCAHİT
“Zübeyir, bana bir kahve yap, diyeceğim. Onları burada bekleyeceğim, kaçmayacağım!”
Bu sözü hatırlattıran bir hatıra, 1971 senesinde zuhur eden hadiseler hengâmında vefatıyla dehşetli hadiselere kendini siper eden kahraman bir ruhun manevî şehit hükmünde dâr-ı bekaya irtihal etmesidir.
Hangi hatırayı yazacağımı da bilemiyorum. Zira 10 sene kadar, Afyon hapsinden sonra muazzez Üstadımızın hizmetinde, seyahatinde, neşriyatta ve Ankara’da beraber bulunduk. Ve 10 sene de Hazret-i Üstadın irtihalinden sonra rahmet-i İlâhiye ile nihayetsiz acz ve fakrımıza rağmen tevdi edilen hizmet-i Nuriyede yan yana, aynı ruh manasında binler fedakâr halis kardeşlerimizle beraber çalıştık.
Evvelâ Cenab-ı Haktan vaki olan kusurumuzu af buyurmasını niyaz ile rahmet ve kereminin tecellisiyle ebedî kudsî rızasını dileriz.
Bu kahraman hadim-i Nur, hakikaten müstesna bir feragat ve fedakârlık ile hayat sürmüştür. Üstadımızın zamanındaki ve yanındaki aynı fedakârlığı ile millet, memleket ve İslâm için yaşamak demek olan hizmet-i Nuriye içinde kalmış, evi ocağı, dostu arkadaşı, sevinci eğlencesi hep Nur-u Kur’an hakikatleri, dersleri olmuştur. Bu zamanda binde bir insanda bulunmayan harika bir sadakati, Üstadından aldığı derse ittiba ile izhar eyleyen ve talebe-i ulûm şerefini kazanan bu bahtiyar insan, 17 sene sonra Hazret-i Üstadın ihbarıyla şehit olarak hayatını hüsn-ü hatimeyle kapamıştır.
Yazımın başındaki cümlenin sebeb-i suduru şöyleydi:
Bir zaman Isparta’da Hazret-i Üstadın huzurunda, Nur’un dersinde idik. Hizmet-i Kur’aniyede sadakat ve Allah’a güvenmek, itimat etmek gibi meseleler münasebetiyle Hazret-i Üstad buyurdular ki:
“Kardeşlerim! Meselâ İngiliz, Fransız, Rusya, üçü ittifak ederek Paris'te toplansalar ve karar verseler ki, ‘Bu Said Nursî, Anadolu’da bizim mesleğimizin revacına meydan vermiyor. Dini ortadan kaldırmak davamızı, eserleriyle kırıp esasından bozuyor. Ne yapıp yapmalıyız, bu Said’in vücudunu ortadan kaldırmalıyız.’ diye karar verip ve benim de şimdi Isparta’da olduğumu kat’î haber alarak bulunduğum bu evi bombalamak için tayyarelerini buraya doğru gönderseler, ben de şimdi kat’î haber alsam ki geliyorlar –bu esnada Üstad bacak bacak üstüne atıp– ‘Zübeyir, bana bir kahve yap, diyeceğim. Onları burada bekleyeceğim, kaçmayacağım!’ demişti.”
Bu suretle harika sadakatin ve fedakârlığın, maddî harika bir tesir icra ettiğini ifade buyurmuşlardı. Ve Allah (c.c.), kendi davası ve rızası uğrunda cansiperane gayret ve sadakat gösterenlerin bu fiilî dualarını reddetmeyeceğini, bu fıtrî kanunun her şeye rağmen yaşayacağını, mağlûp edilemeyeceğini, ihlâs ve samimiyet ile bir hakikate gönül verenlerin, bahusus o hakikat kâinatta cereyan eden İlâhî kanunlar gibi makul, müsbet ve müdellel hikmet düsturları olsa, hiçbir cihetle sökülemeyeceğini; çünkü Kur’an-ı Hakîmin, kâinatta cereyan eden hadiselerin ve zamanın satırlarında yazılan fıtrat eserlerinin dile gelmiş bir ifadesi olduğunu, hatta ve hatta şimdi “müsbet ilim ve fen” dedikleri meselelerin esaslarının da Kur’an-ı Hakîmin lisan-ı semavîsiyle kâinatta daima ilân edildiğini, Nur Risalelerinin ihtiva ettiği bahis ve mevzuların güneşin vücudu gibi kat’î ve ziyası gibi parlak ve harareti gibi hayatbahş olduğunu ve talebelerin de gayet muhkem ve sağlam hakikatlere dayandıklarını beyanda bulunmuşlardı.
Merhum, mübarek kahraman ruhun ardından şimdilik yalnız bu tek hatıra ile iktifa edip Cenab-ı Erhamürrahîminden kendisine Nur’un bütün okunan ve yazılan harfleri adedince ruhuna rahmetler yağmasını niyaz eder, bütün ehl-i iman kardeşlerine sabr-ı cemil ile hizmet-i Kur’aniyede hikmete uygun gayret ve muvaffakiyetler dileriz.