Cevap: Hazret-i Aliyyül Mürteda
Ammar bin Yaser hazretleri dedi ki, Resulullah buyurdu ki:
(Ya Ali, Allahü teâlâ seni bir ziynet ile ziynetlendirdi. Dünyayı terk etmek olan ve kendisine sevgili olan zühd ile ziynetledi. Öyle takdir etti ki dünyadan bir şeye nail olmayasın!)
***
Hazret-i Ali namaza durunca dünya yıkılsa haberi olmazdı. Bir harpte Hazret-i Ali’nin mübarek ayağına bir ok saplanmıştı. Oku çıkaramadılar. Doktor geldi. Bayıltıcı ilaç vermeli ki, ancak o zaman ok çıkarılır. Yoksa, bunun ağrısına tahammül edilemez dedi. Hazret-i Ali, Bayıltıcı ilaca lüzum yok, ben namaza durunca çıkarın buyurdu. Hazret-i Ali namaza başladı. Doktor da Hazret-i Ali’nin mübarek ayağını yarıp oku çıkardı. Yarayı sardı. Hazret-i Ali, namazını bitirince Oku çıkardınız mı? buyurdu. Doktor, Evet çıkardım dedi. Hazret-i Ali, Hiç farkına varmadım buyurdu.
Bunda şaşılacak bir şey yoktur. Nitekim, Hazret-i Yusuf’un güzelliği karşısında da Mısır kadınları hayran olup, kendilerini öyle unutmuşlardı ki, ellerini kestiklerinden haberleri olmamıştı. Müminler de vefat anında Resulullah efendimizin güzel yüzünü görüp ölüm acısını duymazlar.
***
Kays bin Haris anlatır:
Birisi gelip Muaviye bin Ebi Süfyan’dan bir mesele sordu. Muaviye dedi ki, bunu git Ali’den sor ki, o benden iyi bilir. O kişi, ben bu meselede senin cevabını isterim. Senin vereceğin cevabı Ali’nin cevabından çok severim dedi. Muaviye celallenip, sen ne bedbaht kişiymişsin. Muhakkak sen, Allah Resulünün ilimde muazzez ve mükerrem tuttuğu kimseyi beğenmiyorsun. Resulullah buyurdu ki:
(Ya Ali, bana, Harun’un Musa’ya yakınlığı gibisin. Yalnız benden sonra peygamberlik yoktur.)
Çok gördüm ki, Ömer onun ile meşveret ederdi. Eğer bir meselede müşkili olsa idi, Ali burada mıdır, derdi. Sen şimdi kalk, uzaklaş yanımdan, Allahü teâlâ ayaklarına kuvvet vermesin.
***
Amr bin el Cumi rivayet eder:
Ben Resulullahın huzurunda oturmuş idim. (Ya Amr!) buyurdu. (Lebbeyk ya Resulallah!) dedim. (İster misin ki, Cennetin direğini sana göstereyim!) buyurdu. İsterim ya Resulallah dedim. O sırada Ali bin Ebi Talib oradan geçti. Buyurdu ki:
(Bu kişi ve bunun ehli Cennetin direğidirler.)
***
Hazret-i Ali buyurdu ki:
(Bir taife beni Ebu Bekir, Ömer ve Osman’dan üstün tutarlar. Bu taifenin gönüllerinde nifak vardır. Bununla ehli İslam arasına ihtilaf ve fitne salarlar. Bana Resulullah bunları haber verdi. Zahiren ehli İslam'a kardeş olduklarını söylerler. Bâtınlarında din düşmanıdırlar. Yalanı güzel, kötülükleri temiz görürler. Mushaf-ı şerifi iptal ederler. [Kur'an-ı kerimin hükmünü kaldırırlar.] Kötülük üzerine birbirleri ile yarışırlar. Resulullaha ve Eshab-ı kiramın büyüklerine dil uzatırlar. Hak teâlâ onları af etmez. Sünnet-i İslamı harap ederler. Bid’at-ı seyyieleri yayarlar. O zamanda Resulullahın sünnetine yapışan kimse şehidlerin ve abidlerin efdalidir. Saadet onlarındır. (Fasıl-ül-hitab)
Hazret-i Ali’ye dediler ki: Abdullah bin Sebe seni Ebu Bekir, Ömer ve Osman üzerine tafdil eder [üstün tutar]. Hazret-i Ali yemin ederek, vallahi onu öldürürüm buyurdu. Ya emir-el müminin! Sana muhabbet edeni öldürür müsün dediler. Elbette, benim olduğum şehirde olmasın buyurdu. Hemen bulunduğu şehirden sürdü. (Şevahid-ün nübüvve)
Hazret-i Ali buyurdu ki:
Ebu Bekir ve Ömer hakkında kalbimde iyilik ve güzellikten başka bir şey bulundurmaktan Allahü teâlâya sığınırım. Nedir o kavimlerin hâli ki, Kureyşin iki seyyidini kötülerler. Beni de öyle zan ediyorlarsa, ben o şeyden pakım, onların dediklerinden uzağım. Her kim ki o ikisini sever, muhakkak beni sever. Her kim o ikisine buğz eder, bana buğz eder. Bilmiş olun ki, muhakkak cümle insanların hayırlısı bu ümmette, Peygamberden sonra Ebu Bekri Sıddıktır. En önce Müslüman olan odur. Resulullahın en sevdiği odur. Allah indinde bu ümmetin en mükerremi odur. Bu ümmette Peygamber efendimizden sonra ondan efdal ve ondan hayırlı kimse yoktur. Ebu Bekir’den sonra da, dünyada ve ahirette bu ümmetin en hayırlısı, en büyüğü Ömer-ül Faruktur. Ondan sonra Osman-ı Zinnureyndir. (Şevahid-ün nübüvve)
***
Bir gün birisi gelip kinayeli bir şekilde Hazret-i Ali’ye, Ebu Bekir ve Ömer’in zamanında, birlik vardı, huzur vardı, hilafetleri çekişme, kavga, fitne ve ihtilaflı değildi. Senin ve Osman’ın hilafetlerinin zamanları sıkıntı ve değişiklik ve fitneden hâli olmadı. Sebebi nedir diye sordu. Hazret-i Ali buyurdu ki: Sebebi şudur: Ebu Bekir ve Ömer’in yardımcıları Osman ve bendim. Sen ve senin emsalin gibiler de benim ve Osman’ın yardımcıları oldunuz. Böyle oldu. (Şevahid-ün nübüvve)
***
Said bin Cübeyr, Abdullah bin Abbas hazretlerinin elini tutup, gidiyordu. Zemzem kuyusuna geldiler. Orada bazıları oturmuş, Hazret-i Ali’yi kötülüyorlardı. Bunu işitince, İbni Abbas hazretleri buyurdu ki, dönün, beni onların yanına götürün. Onlardan yana dönüp yanlarına geldiler. İbni Abbas hazretleri, Allah ve Resulüne yaramaz sözler söyleyen kimdir diye sordu. Bizim aramızda hiç kimse Allah’a ve Resulüne yaramaz söz söylemez dediler. Ali bin Ebi Talibe yaramaz söyleyen, onu kötüleyen var mı diye sordu. Evet var dediler. Bunun üzerine İbni Abbas hazretleri dedi ki: İyi dinleyin, Allah’a yemin ederim ki Resulullahtan bizzat işittim, buyurdu ki:
(Her kim Ali’yi kötüler, muhakkak beni kötülemiş olur. Her kim beni kötüler, muhakkak Allah’ı kötülemiş olur. Her kim Allah’ı kötüler, Allah onu yüzü üzerine Cehenneme atar.)
***
Mekke feth edildiği zaman bütün putlar parçalandılar. Ancak, Beyti şerifin içinde büyük bir put var idi ki, taştan yapılmıştı, o kaldı. O putu zincirler ve çiviler ile tavana ve duvara bağlamışlar idi. Resulullah Kâbe-i şerife geldi. Hazret-i Ali’yi çağırıp buyurdu ki,
(Ya Ali, Benim omuzum üzerine çık. Bu putun bendlerini yerinden kopar.) Hazret-iAli, Ya Resulallah, ben kim olayım ki, ayağımı mübarek omzunuz üzerine koyayım. Buyurun siz benim omzum üzerine basın dedi. Resulullah,
(Ya Ali, sen benim gayret ve hamiyyet, nübüvvet ve risalet yükümü çekecek kuvvet ve takati bulamazsın) buyurdu.Sonra, emri şerifleri ile Resulullahın mübarek omzuna basıp, o putu bütün zincirleri, çivileri ve bentleri ile o yerden ayırıp, attı. [Hazret-i Ebu Bekri Sıddıkın, hicret gecesinde Resulullahı bir miktar kendi omzunda götürdüğü hadis-i şerifler ile sabittir.]
***
Bir gün sabah namazı vaktinde, Hazret-i Ali mescide giderken, yolda bir ihtiyara rast geldi. İhtiyarın ak sakalına hürmet edip, önüne geçmeyip, yavaş yavaş ardınca giderdi. Mescid kapısına vardığında ihtiyar içeri girmeyip, yoluna devam edip gitti. Ancak o zaman, Hazret-i Ali onun müslüman olmadığını anladı.
Mescidde Resulullahı rükuda buldu. Güneşin doğma zamanı yaklaşmış idi. Cemaate uyup, namazı kıldılar. Namazdan sonra, eshab-ı güzin, Ya Resulallah, birinci rükûda âdet-i şerifinizden fazla durdunuz. O kadar ki, güneşin doğması yaklaştı. Sebebi ne idi diye sordular. Resulullah, (Semi allahü limen hamideh dedikten sonra, kıyama kalkmak istediğimde, Cebrail başımı tutup, kalkmama engel oldu. Hikmetinin ne olduğunu bilmiyorum) buyurdu.
Allahü teâlâ Cebrail aleyhisselama, (Habibime sebebini bildir, eshabına açıklasın) buyurdu. Bunun üzerine Cebrail aleyhisselam dedi ki: ya Resulallah, mübarek başınızı rükudan kaldırmak istediğiniz zaman, Allahü teâlâ bana, (Habibimin arkasını tut; rükudan kalkmasın ki, Ali, yolda bir ak sakallı ihtiyara hürmet edip, yavaş yürümekle, cemaat sevabından mahrum kalıyor. Kalmasın, Habibime yetişsin) diye emretti. Ben de gelip emredileni yaptım, Ali de yetişmiş oldu. Hikmeti budur.
***
Hazret-i Ali’nin hikmetli sözleri çoktur. Bunlardan bazıları şunlardır:
- Müslümanlar, ahirete inanıyor. Kitapsız kâfirler, inkâr ediyor. Tekrar dirilmek olmasaydı, inanmayanlar bir şey kazanmaz, müslümanlar da, zarar etmezdi. Fakat, herkes dirilince, kâfirler sonsuz azap çekeceklerdir.
- İnsan bilmediğinin düşmanıdır.
- Allah’a yemin ederim ki, beni yalnız mümin sever ve bana yalnız münafık buğz eder.
- Cahil, bilmediğini sormaktan utanmasın. Âlim, içinden çıkamıyacağı bir meselede en iyisini Allahü teâlâ bilir demekten sakınmasın.
- Dostların kötüsü, senin için külfete giren, seni özür dilemeye mecbur bırakandır.
- Cehennemlik görmek isteyen, kendi oturduğu halde, başkasını ayakta tutan kimseye baksın!
- Bedende baş ne ise, imanda da sabır aynıdır. Başsız beden, sabırsız iman da olmaz.
- Dost edinin! Onlar sizin için dünya ve ahiret sermayesidir.
- Ahmak ile arkadaşlık etme! Ondan kendini koru! Nice ahmaklar var ki, arkadaş oldukları akıllı kimseleri helak ederler. Kişi arkadaşı ile ölçülür. Kalbler buluştuğu zaman birinin diğerine tesiri vardır.
- Kendilerinden haya edilen kimselerle arkadaşlık etmek suretiyle amellerinizi güzelleştiriniz!
- Mürüvvet, iffetli olmak, nefse hakim olmak, darlıkta ve genişlikte bol bol ihsanda bulunmaktır.
- Halkın bir kısmı, beni çok sevip Eshab-ı kirama buğzeder. Ben bunları sevmem. Bir kısmı da bana buğzedip, Sahabenin bir kısmını sever. Bunlar da Cehennemliktir.
- Amellerin en zoru üçtür; nefsin hakkını verebilmek, her halde Allahü teâlâyı hatırlayabilmek, din kardeşine bol bol ikramda bulunabilmektir.
- Takva, hataya devamı bırakmak, aldanmamaktır.
- Kalbler kaplara benzer. Hayırlı olanı hayırla dolu olanıdır.
- Bana bir harf öğretenin kölesi olurum.
- Affetmek fazilettir. Kararlı olmak metadır, sahip olunan maldır. Kararsız olmak ise zayi olmaktır. Yalancılık hıyanettir. İnsaf rahatlık, şer küstahlıktır. Güler yüzlülük ihsandandır. Doğruluk kurtarır, yalan felakete sürükler. Kanaat insanı zengin yapar, yerinde kullanılmayan zenginlik azdırır. Dünya aldatır, şehvet kandırır. Haset yıpratır, nefret çökertir.
- Amellerin en faziletlisi, iyiliği emredip kötülükten vazgeçirmek ve günah işleyeni sevmemektir. Kim ki iyiliği emrederse, müminin sırtını muhkemleştirmiş, sağlamlaştırmış olur. Kim de kötülüğü men eder ve ondan vaz geçirirse, münafığın burnunu yere sürtmüş olur.
- Akıllı kimse, günahlarını tevbe ile örtendir. Cömert, kötülük yapana iyilikle karşılık verendir.
- Âlim; sözü, işine uygun olandır. Âlim ilme doymaz.
Hazret-i Ali bir müfreze gönderdiği vakit başına tayin ettiği kimseye şöyle derdi:
Sana Allah’tan korkmanı tavsiye ederim. O, hem dünyaya, hem de ahirete maliktir. Vazifene sarıl. Seni Allah’a yaklaştıracak olana yapış. Çünkü dünyada yapıp da bıraktıklarını, yarın karşında hazır bulacaksın.
İdarecilere öğütleri
1- Halka karşı daima içinizde sevgi ve nezaket duyguları besleyin. Başarınızın onları azarlayıp sert davranmakta yattığı fikrine kapılmayın.
2- Herkese adil davranın.
3- Taraf tutmayın, bazı insanları kayırmayın. Bu tür davranışlar sizi zulme ve despotluğa çeker.
4- Memurlarınızı seçerken zalim yöneticilere hizmet etmemiş, devlete karşı suçlardan, mazlumlara karşı zulümlerden sorumlu olmamış bulunmalarına dikkat edin.
5- Doğru, dürüst ve nazik kişileri seçin ve çıkar ummayanları tercih edin.
6- Haksız kazanç ve ahlaksızlıklara düşmemeleri için memurlarınıza yeterince maaş ödeyin.
7- Memurları devamlı kontrol edin, bunun için güvendiğiniz samimi kişilerin istişaresine açık olun.
8- Halkın güvenini kazanın ve onların iyiliğini istediğinize kendilerini inandırın, yaptığınızla kişiyi minnet altında bırakmayın.
9- Hiçbir zaman vaadinizden dönmeyin. Yapmaya güç yetiremeyeceğiniz işleri de vaat etmeyin.
10- Öfkenizi yenin. Öfkeli iken ceza vermekten sakının. Kızgınlığınız yatışsın ki müspet kararlar verebilesiniz.
Ebu Turab
Sual: Hazret-i Ali’ye niye Ebu Turab deniyor? Turab nedir?
CEVAP
Turab toprak demektir. Hazret-i Ali, mescidde kuru yerde yatarken Peygamber efendimiz, Hazret-i Ali’nin yüzünün toz toprak içinde olduğunu gördü. Bizzat mübarek elleriyle toprağı yüzünden silkip, (Kalk yâ Eba Turab) buyurdu. Hazret-i Ali, (Benim için Ebu Turab lakabı bu bakımdan çok kıymetlidir) buyururdu. Ebu Turab, toprak babası demek değildir. Toprağı seven, toprakla haşır neşir olan, tevazu ehli demektir.