Cevap: Abdullah Bin Huzâfe
Bana mektup yazıyor ha!
Kisrâ ise öfke ile saltanatına gururlanarak dedi ki:
- Şuna bak! Benim, kulum, kölem olan kişi, kalkıyor da, bana mektup yazıyor hâ! Mülk ve saltanat, bana mahsûstur! Benim, bu husûsta ne yenilgiye uğramaktan, ne de bana bir ortak çıkacağından korkum vardır! Firavun, İsrâiloğullarına hâkim olmuştu. Siz, onlardan daha iyi ve güçlü değilsiniz. Sizi, hemen hâkimiyetim altına alıvermeme ne engel var? Ben, Firavun’dan daha iyi ve güçlüyümdür!
Kisrâ, daha mektubun içinde ne denildiğini öğrenmeden mektubu alıp yırttı. Ve Peygamberimizin elçisini dışarı çıkarmalarını adamlarına emretti.
Abdullah bin Huzâfe hazretlerini dışarı çıkardılar.
Abdullah bin Huzâfe, Kisrâ’nın huzûrundan çıkar çıkmaz, hayvanının üzerine atlayıp yol almaya koyuldu. Kendi kendine dedi ki:
- Vallahi, benim için iki yoldan hangisi olursa, gam çekmem. Nasıl olsa Resûlullahın mektubunu vermiş, vazîfemi yapmış bulunuyorum.
Kisrâ, öfkesi geçtikten sonra, elçinin içeri alınmasını emretti. Onu, Hîre’ye kadar arattırdı ise de bulduramadı.
Mektubumu parçaladı
Abdullah bin Huzâfe hazretleri, Medîne’ye gelip durumu, Peygamberimize haber verdi. Kisrâ’nın kızarak mektubu yırttığını söyleyince, Peygamberimiz buyurdu ki:
- Parça parça olsunlar! O, benim mektubumu parçaladı. Allah da, onun mülkünü, saltanatını parçalasın!
O, kendi eliyle mülkünü parçalamış oldu! Ey Allahım! Onun mülkünü, saltanatını parçala!
Allahü teâlâ Resûlünün duâsını kabûl etmiş, Kisrâ, oğlu tarafından bir gece hançerlenerek parça parça edilmişti. Hazret-i Ömer zamanında da bütün İran toprakları zaptedilerek Müslümanların eline geçti.
Abdullah bin Huzâfe hazretleri, Hazret-i Ömer devrinde Bizanslılarla yapılan bir savaşta birçok Müslümanla birlikte esîr düşmüştü. Bizanslılar, ellerine geçirdikleri esîrlere önce Hıristiyanlık telkîni yapar, kabûl ettiği takdirde serbest bırakırlar, aksi hâlde çeşitli işkencelerle öldürürlerdi.
Abdullah bin Huzâfe’nin, Sahâbenin ileri gelenlerinden biri olduğunu öğrenen Kral, ona ayrı bir ehemmiyet veriyor, Hıristiyanlığı kabûl etmesi için devamlı telkînler yaptırıyordu. Fakat Abdullah bin Huzâfe bu tekliflerin hiçbirisine kulak asmıyor, kelime-i şehâdeti söylemeye devam ediyordu. Kral henüz ümidini kesmemişti.
Hazret-i Peygamberin yakın arkadaşlarından birisinin Hıristiyanlığı kabûl etmesi, günden güne yayılarak, Bizans’ı tehdit eden Müslümanlar arasında bir panik meydana getirecek ve Hıristiyanlık âlemi için büyük bir muvaffakiyet olacaktı.
Mülküme ortak ederim
Onun için Kral, Hazret-i Abdullah’ın Hıristiyan olması hâlinde kavuşacağı dünyalıkları durmadan arttırıyor, yeni yeni tekliflerde bulunuyordu. En sonunda şöyle bir teklifte bulundu:
- Hıristiyan olmayı kabûl ettiğin takdirde, kızımı verir, seni saltanatıma ve mülküme ortak ederim.
İlk Müslümanlardan olup, Mekkeli müşriklerin daha önceki işkencelerine katlanmış olan Hazret-i Abdullah, izzetle haykırarak şu cevabı verdi:
- Değil bütün Bizans topraklarını, Arap ve Acem topraklarını da versen, bir an olsun dînimden dönmem!
Bunun üzerine Kral, Hazret-i Abdullah’a dedi ki:
- Öyle ise öldürüleceksiniz.
- Buna gücünüz yetebilir. Ama îmânımı kalbimden çıkarıp atamazsınız!
Abdullah bin Huzâfe’den beklediği netîceyi alamayan Bizanslılar, Hazret-i Abdullah’ı çarmıha gerdiler ve okçular devamlı olarak, ellerine ve ayaklarına yakın yerlere ok yağdırdılar. Bu arada yine Hıristiyanlık telkînlerine devam ediliyordu.
Aynı zamanda, bir kazan su kaynatılmış ve Hıristiyan olmayı reddetmiş olan diğer Müslümanlardan birisi getirilmiş, kazana atılmak üzere bekletiliyordu.
Ağlamaya başladı
Derken o Müslüman kaynar suya atıldı. Etrafta bulunanlar ve Hazret-i Abdullah bu fecî durumu gördüler. Sonra kazanın yanına Hazret-i Abdullah getirildi.
Bu esnada Hazret-i Abdullah ağlamaya başladı. Kral Hazret-i Abdullah’ın korkusundan ağladığını zannederek, tekrar Hıristiyan olmasını teklif etti. Hazret-i Abdullah yine tekliflerini reddetti. Bunun üzerine kral sordu:
- O hâlde niçin ağlıyorsun?
- Ben korkumdan ağlamış değilim. Biz Müslümanlar Allah yolunda ölümden korkmayız. Benim ağlamamın sebebi şudur ki; başımdaki saçlarım adedince canlarım bulunsa da, onlardan her biri böyle Allah yolunda ölüme gitse, diye düşündüm ve böyle bir düşünce beni ağlamaya sevketti.
İslâm izzetinin müşahhas bir timsâli olan Hazret-i Abdullah’ın bu sözleri karşısında Kral yeni bir teklifte bulundu:
- Başımdan öpersen, seni serbest bırakacağım.
Bizans saltanatına ortaklık teklifi karşısında bile îmânından fedâkârlık göstermeyen Hazret-i Abdullah, bir Hıristiyanın başından nasıl öperdi? Şöyle mukabil bir teklifte bulundu:
- Burada bulunan bütün Müslüman esîrleri serbest bıraktığın takdirde, dediğini yaparım.
Hazret-i Abdullah, kralın başını öpmeye giderken şöyle düşünüyordu:
“Bu adamın, Allahın düşmanlarından birisi olduğuna inanıyorum. Bunun başını ise, ancak Müslüman kardeşlerimi serbest bırakacağı için öpüyorum.”
Hazret-i Abdullah, kralın başını öptü ve o da sözünde durarak 80 Müslüman esîri serbest bıraktı.
Abdullah bin Huzâfe’nin îmânından gelen izzet ve fedâkârlığı, 80 Müslümanın kurtarılmasına ve daha nicelerinin îmânını kurtarmasına vesîle olmuştu.
Her Müslümanın vazîfesidir
Esîrlerle birlikte Medîne’ye dönen Hazret-i Abdullah, Hazret-i Ömer tarafından karşılandı. Hz Ömer, Abdullah’ı tebrik etti ve orada bulunan Müslümanlara hitâben;
- Abdullah, kralın başından öperek 80 Müslüman kardeşimizin kurtuluşuna vesîle olmuştur. Onun için, Abdullah’ın başından öpmek her Müslümana bir vazîfedir. İşte ilk önce ben öpüyorum, dedi ve başından öptü.
Abdullah bin Huzâfe, ilk Müslümanlardan idi. Soyu Hazret-i Lüey’de Peygamber efendimizle birleşmektedir. Annesi Hârisoğullarındandır. Müslüman olduktan sonra Mekkeli müşriklerin işkencelerine ma’rûz kaldı. İki defa Habeşistan’a hicret etti.
Bedir savaşından sonra Medîne’ye geldi. Resûlullahla birlikte bütün savaşlara katılan Abdullah bin Huzâfe hazretleri, bir ara Peygamberimiz tarafından 50 kişilik bir seriyyenin kumandanlığına da getirilmişti. Abdullah bin Huzâfe, Hazret-i Osman devrinde Mısır’da vefât etti.
Allah ondan râzı olsun.