Cevap: Abdullah Bin Revâha
Zeyd bin Hârise kumandasındaki ordu hareket ettiğinde Abdullah bin Revâha Peygamber efendimizin huzûruna gelerek:
- Yâ Resûlallah! Bana ezberliyeceğim ve aklımdan hiç çıkarmıyacağım bir tavsiye de bulunur musunuz, dedi. Resûlüllah efendimiz buyurdular ki:
- Sen, yarın Allaha pek az secde edilen bir ülkeye varacaksın. Orada secdeleri çoğalt!
- Yâ Resûlallah! Bana nasîhatinizi artırır mısınız?
- Allahü teâlâyı zikret, çünkü, Allahü teâlâyı zikir, umduğuna kavuşmanda sana yardımcı olur.
Çocukları öldürmeyin!
Ordu, Medîne dışındaki hurmalıklara gelince, sevgili Peygamberimiz son emirlerini verdiler:
- Çocukları, kadınları, âmaları sakın öldürmeyin. Evleri yıkıp, ağaçları yakıp harâp etmeyin.
Zeyd bin Erkam der ki:
Ben Abdullah bin Revâha'nın terbiyesi altında yetişmiş bir yetimdim. Mûte seferine çıktığımızda beni de terkesine bindirmişti. Geceleyin biraz gidince dudaklarından şehidliği özlediğini ve buna kavuşmak için yandığını ifâde eden şiirler söylüyordu. Bu beyitleri işitince ağladım. Bunu fark eden Abdullah bin Revâha, bana dedi ki:
- Sana ne oluyor! Şehid olmamın sana ne zararı var? Hak teâlâ bana şehidliği nasîb ederse, sen de hayvanıma biner, geri döner, yerine ulaşırsın. Ben ise dünyânın dert, tasa, üzüntü ve hâdiselerinden kurtularak özlediğim şehidlik makâmına kavuşurum.
Abdullah bin Revâha, gece inip iki rekat namaz kılıp, uzunca bir duâ yaptı. Sonra Zeyd'e dönüp dedi ki:
- Ey çocuk! İnşallah bu sefer şehidlik nasib olacaktır.
İslâm ordusu, Şam topraklarında bulunan, Ma'an şehrine kadar hiç durmadı. Ancak orada, Bizans imparatorunun kendilerine karşı, 100.000 kişilik büyük bir ordu yolladığını haber aldılar. Derhal istişâre toplantısı yapıldı. Bazıları, şu fikri ileri sürdüler:
- Peygamber efendimize yazalım. Düşman sayısının çok fazla olduğunu arz edelim. Ya bize, yardımcı kuvvet gönderirler veya ne yapacağımızı emrederler. Biz de, o şekilde hareket ederiz.
Zafer kazanacağız!
Başka fikirler de öne sürülürken, Hazret-i Abdullah ayağa kalktı:
- Ey Mücâhidler! Bu sefere niçin çıktığımızı, hatırlamıyor gibisiniz! Çünkü hepiniz biliyorsunuz ki, ya kahramanca savaşıp zafer kazanacağız veya Allah rızası için ölüp, şehîd olacağız... Bu mertebelerin ikisi de, her Müslümân için, en büyük şereftir.
Müslümanlar heyecanla dinliyorlardı. O devamla:
- Kardeşlerim. Unutmayın ki biz düşmana karşı, sayı ve silâh çokluğuyla savaşmıyoruz. Cenâb-ı Hakkın lutfettiği, İslâm dîni ve îman gücümüzle, er meydanına atıldık. Hepimiz yüce Allahtan, iki şey diliyoruz: Ya gâzilik, ya şehîdlik, diyerek sözlerini tamamladı. Oradakiler:
- Vallahi, "Revâha'nın Oğlu" doğru söylüyor, dediler. Sonra da hep birlikte, ilerlemeye başladılar.
Hazret-i Ca'fer, Mûte savaşında çarpışırken şöyle diyordu:
"Cennette yaşamak ne güzeldir! Onun şerbetleri tatlı ve soğuktur. Rumlara gelince, Rumların âkıbetleri yakındır, kâfir ve cehennemliktirler. Bana düşen onlardan karşılaştığıma kılıç vurmaktır."
Hazret-i Ca'fer böyle söyliyerek kılıç sallıyordu ama, kefere sürüsü, tükenecek gibi değildi. Yüzlercesi birden, Hazret-i Cafer'e çullandılar. Önce, sağ kolunu kılıçladılar. Sancağı, öbür eline aldı. Sol kolunu da uçurdular. Mübârek sancağı şerîfi, mübârek vücûduna sardı. O hâliyle savaşa devam etti.
Bu inanılmaz kahramanlığa, Bizans şövalyeleri hayret ediyorlardı. Bir türlü yere yıkamadıkları o büyük mücâhide, yüzlerce ok ve mızrak sapladılar.
Cennete uçtu
Artık o, Hazret-i "Ca'fer-i tayyâr" oldu. Cennete uçarken, Hazret-i Abdullah koşturdu. Yere indi. Sancağı kaptı. Göklere doğru yükseltti.
Mute'de Ca'fer-i tayyâr'ın şehid düşmesi ile sancağı alıp, göklere yükselten Abdullah bin Revâha bu anda, en son şiirini, kendisine söyledi ve kâfirler üzerine, bir ok gibi atıldı.
Abdullah bin Revâha çarpışırken bir ara parmağı ağır yaralandı. Kopmak üzere idi.
Bunun üzerine atından indi. Yaralı parmağını ayağının altına koyup:
"Sen sadece yaralı parmak değil misin? Zaten bu kazâya da Allahü teâlânın yolunda uğramış bulunuyorsun" diyerek çekip kopardı.
Sonra tekrar atına binip olanca gücüyle çarpışmaya devam etti.
Çarpışmanın bir anında Abdullah bin Revâha atından inmişti. Amcasının oğlu kendisine biraz pişmiş et getirdi ve:
- Al, bunu ye de biraz güçlen, dedi.
Abdullah bin Revâha üç günden beri bir şey yememişti. Etten ağzına bir lokma aldığı sırada, Müslümanların bulunduğu yerde bir karışıklık gördü. Bunun üzerine:
"Arkadaşların bu hâlde iken sen halâ bu dünyâdasın ve yiyip-içmekle meşgulsün" diyerek nefsini kınadı ve elindeki eti bırakarak tekrar savaşa başladı.
Melekler O'nunla övünürlerdi
Çok geçmeden sevgili Peygamberimizin, mübârek sözleri gerçekleşiyordu. Hazret-i Abdullah da, önceki kumandanlar gibi şehîd oldu. Murâdına erdi.
Bundan sonra sancak Hâlid bin Velîd hazretlerine verildi. Hâlid bin Velid kumandası ve sancağı altında hücüma geçen mücâhidler düşmanı şaşkınlığa düşürüp bozguna uğrattılar. Hâlid bin Velîd:
- O gün benim elimde dokuz kılıç parçalandı. Elimde geniş yüzlü bir Yemen palasından başka bir şey kalmamıştı, diyerek o zamanı dile getirmiştir.
Bu esnada Medîne'de, Mescid-i Nebî'de bulunan Allahü teâlânın Resûlü, şehidlerin Arş-ı a'lâya yükseldiklerini haber verdiler.
Abdullah bin Revâha, Peygamber efendimizin vahy katipleri arasındadır. Onun hakkında buyurdular ki:
- Cenab-ı Hak, Abdullah bin Revâha'ya rahmet eylesin. Melekler onun meclisiyle öğünürlerdi...