Cevap: Câbir Bin Abdullah
Yemeğin ne kadardır
Sonra hemen oğlağı kestim, arpayı el değirmeninde öğütüp un hâline getirdim.
Hamur yapıp tandırda pişirdik. Eti de çömleğe koyup kaynatmaya başladık.
Bu hazırlığı yaptıktan sonra, sevinçle Resûlullahın huzûruna varıp dedim ki:
- Yâ Resûlallah, az bir yemeğim var. Yanınıza birkaç kişi alıp yemeğe gelebilir misiniz?
Resûlullah efendimiz sordu:
- Yemeğin ne kadardır?
- Bir oğlak ve birkaç avuç arpa unu.
- Yemeğin hem çok, hem de güzeldir. Hanımına söyle, ben gelinceye kadar tandırdan et çömleğini ve ekmeği çıkarmasın!
Sonra da mücâhidlere dönüp buyurdu ki:
- Ey Hendek halkı! Kalkınız, Câbir'in ziyâfetine gideceğiz.
Bu emir üzerine Eshâb-ı kirâm toplandı. Peygamber efendimiz önde olmak üzere bizim eve doğru gelmeye başladılar. Ben bunlardan önce eve varıp hanıma dedim ki:
- Peygamber efendimiz Eshâb-ı kirâmın hepsini alıp yemeğe geliyor. Biliyorsun yemeğimiz az. Şimdi ne yapacağız?
- Resûlullah sana yemeğin ne kadar olduğunu sordu mu?
- Sordu. Ben de durumu olduğu gibi anlattım.
- Eshâb-ı kirâmı sen mi da'vet ettin, yoksa Resûlullah efendimiz mi?
- Resûlullah efendimiz da'vet etti.
- O zaman endişe edilecek bir şey yoktur.
Herkese yeten yemek
Biraz sonra Peygamber efendimiz kalabalık bir topluluk ile kapıya geldi.
Peygamber efendimiz, önce etin ve ekmeğin bereketli olması için duâ buyurdu. Sonra tandırdan indirmeden bizzat elleri ile yemeği ve ekmeği dağıttı.
Bütün Eshâb-ı kirâm doyuncaya kadar yediler. Yemîn ederim ki, binden fazla kişi yemek yedi, fakat ne ette, ne de ekmekte bir eksilme olmadı. Yemeği ve ekmeği sonra komşulara dağıttık.
Câbir’in babası Uhud’da şehîd olunca, kardeşleri kimsesiz kaldı. Bunun üzerine Hazret-i Câbir dul bir kadın olan Süheyme binti Mes’ud ile evlendi. Yedi kız kardeşine bakabilmek için böyle dul birini tercih etmişti. Resûlullah bunu duyunca buyurdu ki:
- Ey Câbir! Demek babandan sonra evlendin.
- Evet yâ Resûlallah.
- Dul mu aldın, yoksa kız mı?
- Dul aldım yâ Resûlallah.
- Kız alsaydın daha iyi olmaz mıydı?
- Yâ Resûlallah! Babam Uhud’da şehîd olunca geride yedi kız çocuğu bıraktı. Doğrusu, ben yaşlı bir kadınla evlenmeyi, onun da, çocukları başına toplamasını, onların saçlarını, başlarını taramasını, onlar üzerinde bir mürebbiye olmasını daha hayırlı buldum.
İsâbet ettin
Bunun üzerine Resûlullah efendimiz şöyle buyurmuştur:
- İsâbet ettin. Allahü teâlâ zevceni hakkında hayırlı ve mübârek kılsın.
Hazret-i Câbir yakışıklı, sevimli, güzel ahlâklı, sünnet-i seniyyeye uymakta çok gayretli, merhametli, nazik, gönül alıcı muhterem birisiydi. Hazret-i Câbir’in evi, Mescid-i Nebîden 2 kilometre uzak olmasına rağmen her namazı Peygamber efendimizle, Mescid-i Nebîye gelerek kılardı. Hakkı söylemekte adâletten ayrılmaz, emr-i ma’rûf ve nehy-i münkeri bildirmekte çok gayret gösterirdi. Resûl-i ekremin nasıl namaz kıldığını görmek isteyen ona gelir, Hazret-i Câbir de onlara ta’rîf ederdi.
Şöyle anlatır:
“Resûl-i ekrem Mekke’de on sene kalarak, herkesin toplandığı Ukaz ve Mecenne gibi panayırlarda ve Minâ dağına çıkarak halka hitâben, (Rabbimin, risâletini tebliğ için bana kim yardım ederse, Cenneti kazanır) derdi. Fakat, Ebû Cehil, Ebû Leheb gibi kâfirler, “Bizi bunun için mi çağırdın, sakın inanmayın!” diyerek insanları aldatırlardı.
Nihâyet biz Medîne’den gelerek Resûl-i ekremi bulup, O’na inanmış ve şehrimize da’vet ederek yardım etmiştik. Müslüman olanlara Resûl-i ekrem, Kur’ân-ı kerîm okurdu. Onlar da döndüklerinde âilelerine İslâmiyeti tebliğ eder, onların îmân ile şereflenmelerini sağlarlardı.
Gönülleri îmân ile dolu olan ve Peygamberimizi herşeyden çok seven Müslümanlar toplanarak dediler ki:
- Resûl-i ekreme müşrikler tarafından hakâret, eziyet edilmesine ne zamana kadar müsaade edeceğiz?
Size bî'at edeceğiz
Bunun üzerine içimizden 70 kişi hac mevsiminde Medîne’den hareket ederek Resûl-i ekrem’i bulduk. Resûl-i ekrem ile Akabe’de mülâkat etmek üzere anlaştık. Birer, ikişer o mevkide toplandık. Resûl-i ekreme, kendilerine bî’at etmek istediğimizi arzettik. Resûl-i ekrem buyurdu ki:
- Bana iyi ve fenâ zamanlarda itâat etmek, darlık ve bolluk zamanında infâk etmek, emr-i bil ma’rûf ve nehy-i anil münkere riâyet etmek, her sözü Allahü teâlâ için söyliyerek bu yolda birşeyden korkmamak, bana yardım etmek, canlarınızı, mallarınızı, çocuklarınızı nelerden koruyorsanız beni de öyle korumak üzere bî’at ediniz, mükâfâtınız Cennettir.
Resûlullah efendimiz sözlerini bitirdikten sonra kalkıp ona bî’at ettik.”
Câbir bin Abdullah Bî’at-ı Rıdvân’da da bulundu. Kendisi nakleder:
“Resûlullah efendimiz buyurdu ki:
- Ağaç altında benimle sözleşenlerden hiçbiri Cehenneme girmez!”
Bu hastalıktan vefât etmiyeceksin
Birgün Hazret-i Câbir hastalanmıştı. Resûlullah efendimiz kendisini ziyârete geldi. Baygın vaziyette yatan Câbir’in yüzüne su serperek ayılttı.
Hazret-i Câbir bu sırada yedi kız kardeşinden hangisine ne miktarda mîrâs bırakabileceğini Peygamber efendimize sordu. Resûl-i ekrem efendimiz buyurdu ki:
- Yâ Câbir, sen bu hastalıktan vefât etmiyeceksin!
Nitekim öyle oldu.
Hazret-i Câbir ihtiyarladığında gözleri zayıflamıştı. Genellikle iki oğlunun koluna girerek yürürdü.
Bir gün fitne çıkaran ba’zı kimseler karşısına çıktı. Tam o sırada Hazret-i Câbir’in ayağı kaydı. İki oğlu hemen sımsıkı babalarını kollarından kavrıyarak düşmesine mâni oldular. Bu sırada Hazret-i Câbir buyurdu ki:
- Resûlullah efendimizi korkutmaya yeltenenlerin vay hâline!
Bunu işiten oğulları dediler ki:
- Peygamber efendimiz vefât etmiştir. Onu korkutmak nasıl mümkün olur?
Hazret-i Câbir de şöyle cevap verdi:
- Peygamber efendimizden işittim. “Medîne halkını korkutanlar beni korkutmaya çalışmış olurlar” buyurdu.
Resûlullah efendimiz Câbir bin Abdullah’ı çok sever, sık sık ziyâretine gelirdi. Câbir bin Abdullah anlatır: “Resûlullah efendimiz bize geldi. Evde, saçları dağınık biri vardı. Bunu görünce buyurdu ki:
- Bu, saçlarını düzeltecek birşey bulamamış mı?
Elbisesi kirli birini de görünce buyurmuştu ki:
- Elbisesini yıkayacak birşeyi yok mu?”
Hazret-i Câbir diyor ki:
“Yolculukta, arkadaşlarımdan birinin başı yaralandı. “Muska yapmak câiz olur mu?” dedi. “Câiz olmaz, başını yıka” denildi. Yıkadı ve öldü. Medîne’ye gelince, Resûlullah efendimize haber verdik. Buyurdu ki:
- Onun ölümüne sebep oldular. Bilmediklerini niçin sorup öğrenmediler? Cehlin ilâcı, sorup öğrenmektir!”
Kuyruğunu sallıyarak gitti
Câbir bin Abdullah bir koyun pişirdi. Resûlullah efendimiz Eshâb-ı kirâm ile beraber yediler.Resûlullah efendimiz buyurdu ki:
- Kemiklerini kırmayınız.
Resûlullah efendimiz, kemikleri toplayıp, mübârek ellerini üstüne koyup duâ etti. Allahü teâlânın izniyle koyun dirildi ve kuyruğunu sallıyarak gitti.
Hazret-i Câbir’in künyesi Ebû Abdullah veya Ebû Abdurrahman’dır. Annesinin ismi Nesibe’dir. 601 yılında Medîne’de doğmuş olup, 694 yılında 95 yaşında Medîne’de vefât etmiştir. Cenâze namazını Medîne vâlisi bulunan Hazret-i Osman’ın oğlu Ebân kıldırmıştır.