-
Degerlendirme.
Evet, hadîsler, müstesriklerin iddia ettikleri gibi, Efendimiz’den yüz sene sonra Ömer Ibn Abdülaziz’in emriyle kaydedilmedi; aksine bizzat tâ Efendimiz zamaninda kaydedildi ve ezberlendi.. ve bu metinler daha sonra da gerek yazili gerekse sözlü olarak arkadan gelen nesillere aktarildi. Uhud’un büyük sehidi Abdullah Ibn Cahs’in oglu büyük sahâbî Câbir de, vefatinda Ibn Abbas gibi, arkaya büyük bir miras, yani Allah Resûlü’nün hadîslerini kaydettigi büyük bir kaynak birakmisti.68 Bütün bunlardan ayri olarak, Hemmâm Ibn Münebbih’in es-Sahîfetü’s-Sahîha’si da ayni dönemden kalma en mühim hadîs kaynaklarindan biri olma imtiyazini tasir. Hemmâm, Ebû Hureyre’den hiç ayrilmaz, bu hâfiza dâhîsi büyük sahâbînin naklettigi her hadîsi yazardi. Es-Sahîfetü’s-Sahîha, günümüzde Muhammed Hamidullah tarafindan nesredilmis; yapilan karbon tahlillerinde de, Sahîfe’nin on üç asir öncesine ait oldugu anlasilmisti. Ayrica, ne enteresandir ki, bu hadîsler aynen Ibn Hanbel’in Müsned’inde bulunmakta, yine mühim bir kismi itibariyle Buharî, Müslim gibi sahih kaynaklarda da yer almaktadir. Bu da, hadîslerin, daha Efendimiz (s.a.s.) zamaninda kaydedildigini gösterdigi gibi, O’ndan sonra da eksiksiz, yanlissiz ve tam olarak sahâbe, tabiîn ve tebe-i tabiîn kanallariyla hadîs külliyatina geçtigini açikça ortaya koymaktadir.
Hadîslerin daha ilk dönemde bu sekilde kaydedilmesinden sonra, tarihlerimizde Ikinci Ömer diye anilan Ömer Ibn Abdülaziz zamaninda ise resmen tedvîn edildi. Degisik yerlerde, degisik sahislarin ellerinde sahifeler vardi. Çok defa da bu hadîsler, agizdan agiza naklediliyordu. Hatta, bu yüzden ve ayrica ezberlenip ögrenilmeleri, bir de o zamanlar Arapça imlâda hareke ve nokta olmadigindan, yanlis okumalara meydan vermemek için, nasil Hz. Ömer, Ibn Abbas, Ebû Mûsa el-Es’arî, Ebû Saîd el-Hudrî ve Zeyd Ibn Sâbit gibi sahâbîler, hadîslerin hâfizalarda kalmasi ve ezberlenmesi gerektigi üzerinde durmuslarsa, ayni sekilde, Sa’bî, Nehâî gibi hadîste yed-i tûlâ sahibi, hâfiza dâhîsi tabiîn âlimleri de ilk basta yazmaya taraftar olmamislardi. Bununla birlikte, hem kaydedilen, hem de agizdan agiza nakledilen hadîsler, Ömer Ibn Abdülaziz döneminde resmen tedvîn edilmeye baslandi. Artik, Arapça’nin imlâ kaideleri de ortaya konmus, yazida harekeleme yerlesmisti.
Çoklarinca birinci müceddid kabul edilen ve Resûlüllah’in (s.a.s.): “Insanlarin bozdugunu düzeltenler” müjdesine on üç asir önce bihakkin liyakat gösteren Ömer Ibn Abdülaziz (r.a.), Amr Ibn Hazm’in torunu, Medine valisi Ebû Bekir Ibn Muhammed Ibn Amr Ibn Hazm’a hadîslerin resmen kayda geçirilmesi mevzuunda emir gönderdi. Vali de, tâbiîn’in gençlerinden, fart-i zekâ (yüksek zekâ) sahibi Muhammed Ibn Sihâb ez-Zührî’yi bu isle vazifelendirdi.69 Zührî, “resmî tedvîn” diyebilecegimiz bu mühim ise hemen koyuldu ve Islâm Hadîs tarihinde ilk resmî “müdevvîn” olma serefini kazandi. Vali Ebû Bekir Ibn Hazm, ayni isle bizzat kendisi de ugrasmasina ragmen, derlediklerini gönderemeden Ömer Ibn Abdülaziz Hazretleri vefat etmisti.
Ömer Ibn Abdülaziz Hazretleri’nin baslattigi bu tedvîn faaliyeti, yalniz Medine’de Imam Zührî ile de sinirli kalmamis, Mekke’de Abdülmelik Ibn Abdülaziz Ibn Cüreyc, Irak’ta Saîd Ibn Ebî Arûbe, Sam’da Evzâî, yine Medine’de Muhammed Ibn Abdurrahman, Kûfe’de Zâide Ibn Kudâme ve Süfyân es-Sevrî, Basra’da Hammâd Ibn Seleme ve Horasan’da Abdullah Ibn Mübârek, bu isi sürdürmüs ve kendilerinden sonra geleceklere dünya kadar malzeme birakmislardi.70
Tedvîn döneminden sonra, hadîsleri mevzûlarina göre siniflandirmak suretiyle kitaplar ‘te’lif etme’ mânâsinda ‘tasnif’ baslamis ve bu dönem, Islâm hadîs tarihinin altin dönemi olmustur. Bir yandan, Ebû Dâvûd et-Tayâlîsî, Müsedded Ibn Müserhed, el-Humeydî ve Ahmed Ibn Hanbel gibi mümtaz simalar ‘Müsned’lerini meydana getirirken; diger yandan da Abdürrezzak Ibn Hemmâm gibi kimseler ‘Musannef’ler te’lif ediyorlardi. Ibn Ebî Zi’b ve Imam Mâlik Muvatta’ini ve Yahyâ Ibn Saîd el-Kattân ve Yahya Ibn Saîd el-Ensârî’nin te’lifat-i güzideleri de yine bu altin döneme rastlar. Bu zâtlar, Buhârî, Müslim, Ebû Dâvûd, Nesâî ve Yahyâ Ibn Maîn gibi büyük muhaddislerin seyhleridirler. Nihayet, Kütüb-ü Sitte’nin telif vakti gelmis ve Islâm hadîs külliyâtinin en mevsûk alti kitabi kabul edilen bu eserlerin müellifleri, bir zeberced çagin kapisini aralamislardir. Hemen hemen ayni zamanlarda yasayan bu devâsâ kametler, ayni zamanda modern te’lifin de üstadlaridirlar. Zaten, Buhârî ile Müslim arkadasti..Tirmizî, Buhârî’den ders almis bir muasirdi.. Nesâî ve Ebû Dâvûd da ayni dönemin hadîs pîrleriydi. Bunlarla Efendimiz (s.a.s.) arasinda ancak üç-dört nesil vardi.. ve bu nesillerin altin silsilelerini teskil eden halkalar, yalanin rüyalarina dahi girmedigi büyük zâtlardan meydana geliyordu. Dinin yarisini teskil eden sünnet, bu sekilde, sek ve süpheye mahal birakmayacak ölçüde, en mevsûk kanallardan, alabildigine hassas ve kili kirk yaran muhakkik zâtlar tarafindan, hem de tâ sahâbe, tabiîn ve tebe-i tabiîn döneminden baslayarak kaydedilmis, ezberlenmis, muhafazaya alinmis ve sonra da harfi harfine nakledilmis, kitaplara geçmis ve bu günlere gelip ulasmistir. Evet, sünnet, sahâbe tarafindan, bir dinî kaynak, önemli bir rehber, bereketli bir Kur’ân tefsiri olarak degerlendirilip, sahip çikildigi gibi, tabiîn, tebe-i tabiîn döneminde de, daha da artan bir istiyakla sahip çikilmis ve daha sonraki çaglara tasinmistir.