-
Benim çocukluğumda
Benim Çocukluğumda (1)
İçinde kitaplarım, defter, kalemim saklı,
Tahtadan çantam vardı, üstü teneke kaplı.
Rahmetli öğretmenim, takılmış, söz vermişti,
“Sınıfı geçerisen, Çanta benden ”demişti.
Sınıfı geçmiştim ya, sanırım unutmuştu,
Belki de mübareğin, o an gönlü coşmuştu.
Kabiri pür/nur olsun, cennetle müjdelensin,
Burda secde edendi, orda da yakin olsun.
Benim çocukluğumda, bundan- yetmiş yıl önce,
Yaşamın parçasıydı, sanki oyun eğlence.
Çocukluk ne tatlıydı, öyle doyulmazdı ki;
Ömrümün en saf hâli, onda saklıdır belki.
Gâyet basit şeylerden, oyun icat ederdik,
Yarışır- güreşirdik, oyun da/ oyun” derdik.
‘bici bici- kosdili düğme oyunu vardı,
Yerde iyi sürüten, düğmeyi kazanırdı.
‘Meşe’ oynardık bir de, boncuklar sıralardık,
Meşeyle nişan alır, boncukları vururduk.
Mavi- mavi boncuklar, rengâ/ renk meşeleri,
Çocuklar yarıştıkça, artardı neşeleri.
Ya ‘gazoz kapakları’ o ayrı bir hünerdi,
Kenarından vurunca, ters kapanır, dönerdi.
Tabi kapatamayan, oyun dışı kalırdı,
Kapatmayı başaran, kapakları alırdı.
‘Birdir/bir- Çelik/çomak, saklambaç’ baş oyundu,
Bunda hem spor vardı, hem zekâya payandı.
Çaputtan yaptığımız, toplar ki; bi âlemdi,
‘Top sahası’ çimenlik, iki taraf ‘kaleydi’
Birazcık ıslanınca, mermi gibi olurdu,
Kime isâbet etse, mutlak iz bırakırdı.
Şimdi şu bakkalarda, satılan toplar nerdeee..
Lâkin, o topla oyun, bizi mutlu ederdi.
Her renkten uçurtmalar-,göğü süslediğinde,
Bahar gelmiştir derdi, insanlar gördüğünde.
Herkes kendi yapardı, zaten uçurtmasını,
Elbet ben de yapardım, uçurganın hasını.
Şöyle ince yarılmış, üç parça kargı yeter,
Çoğu, uçurgan için, ona iskelet der.
Çaprazlama sıkıca, iple bağlar, gererdik,
Hazır renkli kâğıdın, üzerine sererdik.
Kenarlardan güzelce, hamurla yapışınca,
Terazili şekilde, ipler de bağlanınca,
Bir yumak ipi uzat, çıksın göğe uçurtman,
Öyle bir heyecan ki; Hızla geçerdi zaman.
Bir de fırça yapardık, şöyle sağlam ağaçtan,
Yerde çevirirdik ki; hayran olurdu bakan.
Ucu ipli çomakla, vurdukça pek dönerdi,
O vınlayıp döndükçe, sevinç seli sinerdi.
Başka bir oyun türü, çember çevirmek idi,
Çemberin arkasından, koşturmak bir zevk idi .
‘Karagöz’ oynatmaya, gelirdi bazen biri,
Köyün bir kahvesinde, her akşam gösterirdi.
‘Hacıvat’la/ Karagöz, merakla izlenirdi,
Onların nükteleri, aynen ezberlenirdi.
Eğlendirirdi ama, hem de eğiticiydi,
Hak, Adâlet, Sevgiye, öğüt verir gibiydi.
Sonralar kahvesine, Radyo getiren oldu,
Radyo olan kahveler, müsteri ile doldu.
Gramafon yerine, radyo şarkı söylerdi,
Olan biten şeylerden, haberler de verirdi.
Elektrik yoktu ama, lüküs yakarlar idi,
Her taraf karanlıkken, tek kahveler parlardı.
Daha sonra sinama, gelir oldu arada,
Kimi kez kahvelerde, bâzen açık alanda.
Büyük küçük her yaştan, gelirdi sinamaya,
Kimisi gülmek için, kimi de ağlamaya.
Aile dramları, işlenirdi ekseri,
Güçlü artistler vardı, etkilerdi herkesi.
Benim çocukluğumda, Câmilere koşardık,
Ezan okumak için, âdeta kapışırdık.
Herkes ben okuyayım, diyerek imrenirdi,
Kimisi minareye, çok önceden gelirdi.
Velâkin benim sesim, makamım da güzeldi,
Arap şivesi ezan, sanki bana özeldi.
Müezzinlik yapmada, beni hep överlerdi,
Ekseri beni dürter, hep öne koyarlardı.
Böylesi itibardan, oldukça hoşlanırdım,
Hattâ bâzen kendimi, bayâ bişey sanırdım.
Derken bi gün baktım ki, Köye bir Vaiz gelmiş,
Arabiyete vakıf- bilgiyle teçhiz olmuş.
Yakın mesafe durduk, çevresinde toplandık,
İlminden/ bilgisinden, oldukça yararlandık.
Merhum, Zeynel Abidin, Hoca Efendi idi,
Köyümüzün halkına, dini bilgi nakşetti.
Pek çok dini bilgiyi, Va’zından tâlim ettik,
Rabbimiz razı olsun, ilminden hisse kaptık.
Nur olsun yattığı yer, Rabbim Cennet bahşetsin,
İnşaAllah ötede de, şefaatını lütfetsin.
Hemen- hemen her akşam, Tebareke- Yâsin’den,
Rabbime takdim eder, dilerim duâsından.
Gene çocukluğuma, döneyim bâri geri,
Bak ki, büyüklerimiz, öğütlemiş neleri.
Rahmetli Nenem derdi, “oğlum şâyet gidersen,
Kahvehâneye bir gün, büyüklerle otur sen,
Yaşlı insanlar dâim, özlü sözler söylerler,
Aç kulağını dinle, mutlak hisse alıver”
Çoğu kez akşamları, bir evde toplanırdık,
Bilmece- hikâyeler, masallar anlatırdık.
Tabî ki bunları hep, büyükler anlatırdı,
Küçüklerse dikkatle, kulak verir dinlerdi.
İçimizde hangimiz, okuması düzgünse,
Alır kitap okurdu, artık hazır ne varsa.
Zaloğlu Rüstem olur, veyahut Leyla/ Mecnun,
Hurşit ile Mahmuri, Köroğlu destanının.
Mısraları dökülür, dilinden dura- dura.
Dini konulardan da, okunur du arada.
Kahramanlık ve sevgi, bir nakış edâsıyla,
Okunsun istenirdi, ısrarla, fazlasıyla.
Battal Gazi bittimi, sıra âşıklar faslı,
Ya şahmaran olurdu, ya Kerem ile Aslı.
Okuyan hürmet görür, bu da ona gururdu,
Işıyan gaz lâmbası, yakınında dururdu.
Kimi kez yağ kandili, aydınlatırdı evi,
Kandil yakmak rahatsız, etmezdi hiç kimseyi.
Hem kitap okunurken, kimseden ses çıkmazdı,
Ancak bâzen gülünür, bâzen da ağlanırdı.
Arada kahve gelir, küçükler çay içerdi,
Kuru üzüm, leblebi, en güzel çerezlerdi.
Okumak bittiğinde, yorumlar yapılırdı,
Konu kahramanları, paylarını alırdı.
Yââ işte böyle idi, çocukluk hikâyemiz,
Yılların öncesinden, bal almaktı gâyemiz.
Şevket OKYAY