Seni görememekle geçen yorgun yıllarım.
Sarp dağlara vurmuş hayallerimi, nasıl anlatayım ki ,bilemem.
Tam da tükenmişliğimi acı, acı yudumlarken yüreğim.
İşte! olmazlarımın, imkansızlığımın imkanları sunulmuştu o an.
Rüya olmalıydı, seni görmek, sesini duymak.
Belki de, varlıkta yok olmaktı gayem.
Ve yalvarışlar Rabbime , serzenişlerim nazlanışlarım da sana
Neden çağırmıyorsun?
Bilmez misin? Tükenmek ve yok olmaklığımın anları başladı.
Belliki tükenişliğin yeni hayat bulmasıydı arzuhalim kimbilir.
Ve o olmazlarımın olurlarla başladığı an! Fırakın vuslata inkilabıydı.
Sabahın seherinde geldim Menzil'ime baba ocağına da desem yanlış olmaz.
Çocuksu büyümemiş gönlümü de getirdim bir umut büyür diye.
Şaşkın, yorgun, hayal mi? hakikat mi? anlayamadan bakıyordum yabancısı olduğum(mu) şehrin bilemem.
Ne hissedecek? neler söyleyecekti? gönül dilekçem keşmekeşlik içinde boğulurken o an.!
İşte! bütün her şeyin sukuta erme vakti gelmişti, sen gelecektin….
Herkes de bir heyecan vardı, bir neşe kolay mıydı gelenin karşısında durabilmek? Görebilmek?
Ya Rabb! yardım etten başka cümle işlemedi gönlüme.
Kapı açıldığı an ilk görüşüm, sanki Kainat donmuş edebe geçiş vardı, her şeyde….
Ve , ilk dökülen cümlelerim aman Allah’ım!.
Dondum! asıl kayboluşumun ve sende var oluşumun anlarıydı sanki…
Vuslatın dem vurduğu goncanın şebnemlerini açtığını, görmekti.
O, nasıl inişti merdivenleri nazlı gelincik gibi ağır ağır.
Baktım! doyamadım…
Rabbim! böyle güzel mi taşınırdı Celal ve Cemal sıfatlarının tecellileri üzerinde.
Hz. Ömer misali yürüyüşlüm, ne gördüm, ne bilirim o an! Rabbimin, aklıma getirmesiydi Hz. Ömer’e benzetişim.
Saniyeler durmalıydı, zaman akmamalı doyamadım ki!.
Gidişinle, ayrılık hüznü bayrak açmıştı gönlüme yine dönüşüne kadar.
Umutla bekledim dönüşünü namazdan! ve geliyor.
Geldin! güneş misali yedi renk gökkuşağı gibi doğdun gönlümüze.
Geçerken önümüzden himmet Gavsım ! Dua buyurunuz..
Nasıl bir sesdi öyle narin şefkat dolu bir baba misali.
“Allah razı olsun ,biz size dua ediyoruz”.Dünyanın malı mülkü bu olmalıydı, servetin en güzeli duanız.
Her görüşümde, ardından bakarken gidişine yandım Yarabb! feryatları değdi gönlüme.
Nasıl yanmak! “Ateşe düşmüş bir gül” gibi tarifi yok.
Rabbimin ikramı ilahiyeleri olan zamanlar yaşatması acizliğimize binaen.
Ve hayatıma ilk iz düşümü yapan Sultanımı şimdi ziyaret zamanıydı.
Ahh! Markad ...
Sultanım , seni böyle mi ziyaret edecektim.
Evladın babasına hasretini gönül postasını sunmaktı sanki.
Gönlümü gönlüne aktarma anları ve tarifi olmayan sevinç, hüzün perde, perde açıldı…
Ayrılık vakti geldi, ne de çabuk geçmişti zaman doyamadan daha.
Tam yeni buldum, derken kaybetmek yıldızın ellerimden kayması gibi.
Bilemezdim, vedaların bu denli inciteceğini bağbozumu uğrayacaktı yine gönlüme.
Hazan güllerini derlerken avuçlarımın kanayacağını,
Çocuksu gönül yine başlamıştı sessizliğinde feryatlarına firakının acısını yudumlamaya.
Ahh! Nedenebilir, bir daha görmek var mıydı kaderimde bilemem.
Vuslatım , bu Dünyada mı ?Bekada mı? …
Tek bildiğim istediğim Rabbimden, ayırmasın beni senin nazarı teveccühünden.
Gönlünü gönlümden ayırma ne olur bırakma beni hazanı olan yıllara.
Varlığınla doğuşumu yokluğunla öldürme, terketme
Bu çocuksu gönül taşıyamaz ikinci kez ayrılığın acısını.
Evladı Rasül , yedi cihanın Gavsı.
Gavsım , bu aciz can sana feda olsun.
Rabbime binlerce kez hamdü senalar ölmeden gösterdi, lütfetti seni.