Bu yazıyı sesli olarak dinleyebilirsiniz
Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:
* Büyüklerin kendileri, kabirleri, sözleri, kitapları, eşyaları feyz kaynağıdır, hatta ellerini değdikleri taştan bile, kıyamete kadar feyz yayılır. Peki, feyz geldiğini nasıl anlarız?
1- Feyz gelmişse, Allahü teâlâ bizi küfürden korur.
2- Haramlardan uzaklaştırır.
3- Dünyadan soğutur.
4- Büyükleri, salih kimseleri bize sevdirir.
5- İnsan, ölüme karşı hasret duymaya başlar.
İşte bunlar varsa, feyz geliyor demektir.
Feyz, insanı, küfürden korumaktan tutun da, evliyalığa kadar götürür. Eğer haramlardan, günahlardan soğumuyorsak, dünya hırsı aynen devam ediyorsa, feyz alamıyoruz demektir. Bu da, iki sebepten olur:
1- Ya gittiğiniz zat noksandır. Gittiğiniz, görüştüğünüz veya kabirdeki zat, bu işe ehil biri değildir; çünkü noksandan fayda gelmez.
2- Veya feyz geliyor; ama siz feyz alamıyorsunuzdur.
Feyzin gelmesine engel de şudur: Bir büyük günaha devam ediliyordur; çünkü günah engeldir. O zaman hemen reddetmemeli, kusuru herkes kendinde aramalı, bütün günahlara istiğfar etmeli. Devamlı tevbe etmeli ki, bu kapı açılsın. Yağmur geliyor; fakat kapta birikmiyor. Kap boş. Yağmur suyu akıp gidiyor. Kabın dolması için iki ana musluğa ihtiyaç vardır. Biri istiğfar, biri tevazu; çünkü su dağlardan ovalara akıyor. Hiç bir suyun yukarı doğru aktığını hatırlıyor musunuz? İstiğfar edildiği halde bir şey hâsıl olmuyorsa, orayı terk etmeli. Feyz gelmesi için şart, salih insanlarla beraber bulunmaktır. Feyz geldiğinin alameti, günah işlememektir. Feyzin kesildiğinin alameti ise günahlara dalmaktır.
* Allahü teâlâ rızasını, Müslümanların rızasına bağlamıştır. Onlar razı olursa, Allahü teâlâ da razı olur. Mesela, ana baba evladından, kocası hanımından, amiri memurundan, hocası talebesinden razı olursa, Allahü teâlâ da o kimselerden razı olur. Rıza, memnun etmek demektir. Büyüklerin razı olması demek, onları memnun etmek demektir.
* Allahü teâlâya kavuşturan en kestirme yol, insanların duasını almaktır.
* Güzel ahlak demek, insanların duasını almak demektir.
* Evliyanın sohbetinde, kalb rahatlar ve insanı uyku basar.
* Dinin emir ve yasaklarını anlamak başka şeydir, öğrenmek başka şeydir. Mesela kul hakkına inanan kimse, ben kimin kalbini kırdım, kimin malını aldım diye düşünmekten, bir an olsun ayaklarını uzatıp yatamaz.
* İslamiyet, her safhasıyla, ahlâkıyla, itikadıyla, ameliyle yaşanan bir dindir. Hepsi bulunursa, tam olur; yoksa kişinin dini eksik olur.
Sormaktan maksat nedir
* Bir gün büyüklerden bir zata birisi gelir, “Efendim izin verirseniz yarın Bağdat’a gitmek istiyorum” der. O zat da, “Hay hay, güle güle gidin kardeşim” buyurur. Adam gidince, talebelerinin hemen izin vermesine şaşırdığını görünce der ki: Kervanı ayarlamış, çantasını hazırlamış, parasını cebine koymuş, bize de tasdik etmek düştü. Sormaktan maksat arzu edilene kavuşmak değildir.
Bir gün, imam-ı Rabbani hazretlerinin bir halifesi “Beni Mankpura gönderin, orada hizmet edeyim” demiş. “Hay hay” buyurmuşlar. Gitmiş. Bir zaman sonra mektup yazmış. “Burada Kadiri, Çeşti tekkeleri var. Bize kimse gelmiyor. Hanımla ben başbaşa oturuyoruz. Beni başka bir yere gönderin” demiş. İmam-ı Rabbani hazretleri de “Orada kalın” buyurmuşlar. Daha sonra bir mektup daha gelmiş. “Efendim burada Kadiri, Çeşti tekkeleri hep kapandı, şeyhleri müridimiz oldu. Herkes bizim tekkeye doldu” diye mektup yazıyor.
İşte kardeşim, talep ve izin olursa öyle olur; teslimiyet ve izin olursa böyle olur.
* Mal ve şöhret hırsı girdiği kalbi harap eder. Bundan onu ancak büyüklerin sevgisi kurtarır. Sevgi peki demektir, itaat demektir. Çünkü itaat sevgiden doğar. Kim itaat etmiyorsa, seviyorum demesi yalandır. İtaat olmayınca, onun sevgisinin ağaca, kuşa, tabiata olan sevgiden farkı olmaz.
* Bir tüccar, methini duyup, gıyabında sevdiği Necmeddîn Kübrâ hazretlerinin sohbetinde bulunmak üzere huzuruna vardı. Necmeddîn Kübrâ hazretleri hiç konuşmuyordu.
Tüccar herhalde bu tekkenin usulü de böyle diye düşündü. Uzun bir sükuttan sonra Necmeddîn Kübrâ hazretleri, kağıt ve kalem istedi, bir şeyler yazdı ve tüccarı çağırarak bu kağıdı uzattı. “Al, seni hilâfet-i mutlaka ile vazifelendirdim. Git, memleketinde insanları irşat et!” dedi. Tüccar, “Başüstüne!” deyip gitti.
Tekkedekiler şaşırdı ve tüccarın arkasından giderek, “Efendi, senin ne amelin var ki, hocamız seni hiç konuşmadan bir anda hilafet ile vazifelendirdi?” diye sordular. Tüccar da, “Ben geldiğimde çok zengin bir adamdım; fakir olarak çıktım. Bütün dünya sevgisi kalbimden çıktı. Mallarıma olan muhabbetim kalmadı” dedi. Bilâhare Necmeddîn Kübrâ hazretleri yanındakilere; “Bizim irşâdımızın maksadı, insanların kalbinden dünyâ muhabbetinin çıkmasıdır. Maksat hasıl oldu” buyurdu.
* Allahü teâlâ herkese istediği yolu açar. Cennete gitmek isteyene, Cennete gidilecek amelleri kolaylaştırır. Cehenneme gitmek isteyene de Cehenneme gidecek amelleri kolaylaştırır. Vaktiyle insanlar Cennete gitmek istiyorlardı; Allahü teâlâ her tarafta kum gibi evliya yaratıyordu. Ahir zamanda Cehenneme gitmek isterler; her tarafta felaketler, depremler, ölümler olur, asayiş bozulur, huzur kalmaz. Emr-i maruf yapıldığı yerlere, Allahü teâlâ azap göndermez.
* Evvela namazı kılmalı. Çünkü namaza mani bir işte, namazı geciktiren bir işte hayır yoktur. Bir imza bile olsa.
* Ahir zamanda namazını kılan, haramdan sakınan kurtulmuştur.
* Adalet önünde çoban ile sultan müsavidir. Bir kimse, kendi oğlu ile işçisi arasında fark gözetiyorsa, adaletten bahsedilemez.
|