Tarladan sofraya ilaçlı gıdalar
TARLADAN SOFRAYA İLAÇLI YOLDA: MÜŞTERİ NEDEN İNİSİYATİFİ ELE ALMALI?
http://www.jonair.com/photogallery/images/image.jpg
Beş yıl önce sağlık sektöründe çalışırken, unutamadığım bir hadise yaşamıştım. Ürünlerini pazarladığım Ispanya firması, ABD firmasına rakip olarak faaliyet gösteriyordu. İki firmanın elemanları olarak birbirimizle uğraşırken piyasaya bir Türk firması daha girdi. Türk firması, fiyatları umulandan daha fazla kırdı ve ilk birkaç ayda piyasanın hatırı sayılır oranına sahip olmayı başardı. Ne kadar belli etmemeye çalışsam da isminde “Türk” olan firmanın bu başarısı beni gururlandırıyordu.
Sağlık sektöründen ayrıldıktan sonra sektörü uzaktan takip ediyordum. Bir müddet sonra isminde Türk olan firmanın sektörde birinciliği ele geçirdiğini öğrendim. Tam da o günlerde sağlık sektörü ile alakalı bir fuar vardı. Fuarda ayrıldığım iş yerinden samimi bir dostumun sektörün birinciliğini yakalayan bu firmanın temsilciliğini aldığını öğrendim. Samimi bir sohbet sırasında nasıl başarılı olduklarını sordum. “Aslında biz Türkiye’de mal üretmiyoruz. ABD firmasının paketlemesini yapıp pazarlıyoruz. O yüzden fiyatları kırabildik..” türünden sözler söyleyince sebebini sordum. Hiç unutmuyorum bana şöyle demişti: “Alıcılar ithal üründen rahatsız oldukları için, yerli malı tercih etmek istiyor. Patronlar da müşterinin istediğini vermek için böyle bir yol bulmuş olmalı.”
İlerleyen günlerde çoğu kez bu hadiseyi düşündüm. Yerli malı diye bildiğimiz bir ürünün bile arkasından yabancı firmalar çıkabiliyordu. İçten içe sevincimin yerini ümitsizlik almaya başlamıştı. Ancak bir gün, bir ayrıntıyı unuttuğumu fark ettim ve bu ayrıntı beni sakinleştirdi. Müşteri bir konuda uzun süreli ve kararlı şekilde davranırsa, dünyada sayılı üreticileri dize getirebiliyordu. Her ne kadar sahte bir üretim de olsa, bu misal uluslararası sermayenin kararını sorgulaması açısından önemliydi. Dirayetli ve inisiyatifi sorgulayan müşteriler, özellikle şüphenin kol gezdiği gıda piyasasında sağlıklı ve helal olarak belirlenmesinde belirleyici olabilirlerdi.
Manav reyonunu ele aldığımız dosya konusunu çalışırken neden mi böyle bir giriş yaptım. Sebebi şu; zirai ilaçlar ve bunların sebze ve meyvelerdeki kalıntıları konusunda akademisyenler, ziraat mühendisleri, resmi mecralar, ilaç firmaları ve üreticilerden oluşan uzun bir liste ile samimi görüşmeler yaptık. Görüşmeler sonunda anladık ki aslında hiç kimse sebze ve meyvelerde kalıntı bırakan ve sağlığa zarar veren pestisitleri (böcekleri öldürmede kullanılan), herbisitleri (yabancı otlara karşı kullanılan) kullanmak istemiyordu. Ancak tek başlarına da “Ne kadar ilaç o kadar ürün ve o kadar da toprağa ve insana zarar.” kısır döngüsünden de kurtulamıyorlardı.
Kısır döngü nasıl başladı?
“Aslında bir zamanlar meyve ve sebzeler ilaçsızdı.” diyerek konuyu anlatmaya başlıyor, Kepez ve Antalya civarında Üretim Danışmanlığı yapan Ziraat Mühendisi Hilmi Mercan Bey. “Ancak gıdalar börtü böcekle paylaşıldığından, insanoğlunun mükemmeliyetçi ve kolaycı yapısı bu duruma dur dedi. İnsanoğlu kolaycıydı, çünkü haşereyle mücadelede ilk olarak zararlı ve daha çabuk etki eden bir yöntemi, yani ilaçları buldu. Gel zaman git zaman bu ilaçlar kullanıldı hem de bol bol. Fakat görüldü ki ilaca dayanıklılığı olan böcek ve haşere sayısı 10 yılda iki katına çıkmış. Bir taraftan da anlaşıldı ki yok etmeye çalıştıkları haşerelerin aslında tabii yok edicileri varmış, ilaçlar onları da yok etmiş. Arkasından insanoğlunun mücadeleci ve bu hırslı yapısı ilaç dozajlarını arttırıverdi.
Oda yetmedi ilaçlama sıklığını arttırdı. Şimdi biyolojik tarım ve iyi tarım uygulamaları ile durum kontrol altına alınmaya çalışılıyor. Umarım çok geç kalmamışızdır.”
Bu tarihlerden sonra görüldü ki kısır döngü içinde her ne kadar birim alanda yüksek verim elde edilse de geniş alanlarda aşırı gübre ve ilaç kullanımı kesinlikle sürdürülebilir bir yöntem değildi. Bunu iz’an sahibi herkes görebiliyordu. Ancak diğer taraftan “ekolojik ayak izi” denilen bir kavramı çok geç öğrendik. Bazı bölgelerde toprağın nitrat seviyesindeki tehlikeli artış artık durmamız gerektiğini söylüyordu. Ekolojik ayak izine göre bir ürünün, bir hizmetin meydana gelmesinde bütün unsurların dikkate alınması gerekiyordu. Çünkü ilacın zararı sadece kendisinden kaynaklanmıyordu.
Günü kurtardık ama yarını hiç düşünmedik
Ekolojik ayak izi temelinde zirai ilaçların çok boyutlu zararını Akdeniz Ünv. Gıda Güvenliği ve Tarımsal Araştırma Merkezi Müdür Yardımcısı Yrd. Doç. Dr. Bülent Şık şöyle özetliyor: “Tarım ilaçları ürüne sıkıldığı zaman yüz birim ilaçtan sadece bir birimi ürüne ulaşıyor. Geri kalanı toprağa, suya ve havaya karışıyor. Böylece Dünya’da amfibi, kuş ve balık türlerinde ciddi kayıplar meydana geliyor. Ve bu kayıplar iktisadi maliyetlere eklenmiyor. Daha sonra ilacı kullanan üreticinin sağlık için harcadığı paralara bakıldığı zaman ne kadar büyük bir maliyet içerdiğini görebiliyoruz. Bir de insanlar zirai ilaçları denetlemek için kurulan mekanizmaların gerektiği gibi iş yaptıklarını zannediyorlar. Bu konu da çok şüpheci olmamız gerekiyor. Eğer biz yaşadığımız coğrafyanın bitkisel ve hayvansal hayatını koruyamayacaksak, ekolojik kirlenmeye engel olamayacaksak, zarlı ilaçların gıdalarda kullanılmasını önleyemeyeceksek o zaman neden denetim mekanizmalarını kuruyoruz.”
Çıkış yolu biyolojik tarım olabilir mi?
Dikkatinizi çekti mi bilmiyorum, burada konu ikiye bölündü. Bir tarafta zirai ilaçları denetleyerek kullanmaya devam edebilir miyiz sorusu. Diğer tarafta ise onları tamamen bırakarak farklı yollar bulabilir miyiz arayışı. Yol ayrımının ayrıntısına geçmeden önce ilaç firmalarının insan sağlığını tehlikeye atmakta kendilerini frenleyemeyen hırslarını hatırlamak gerekiyor.
2008 yılından sonra Avrupa’da yasaklanan 100 kadar zira ilacın Türkiye’de yatırımları olduğu için üretime devam edildiklerini bir zirai ilaç mümessilinden öğrendiğimizde hayli şaşırıyoruz. Rüşvetle 52 gün kalıntı bırakan bir ilacın 3 gün kalıntı bırakıyor ruhsatının alınması hikâyesini Bayrampaşa Hali’nde ilaç mümessili, çifti ve ziraat mühendisi ile yaptığımız samimi bir sohbet sırasında öğrendiğimizde ise ürününde zirai ilaç kalıntısı çıkan çiftçinin hayıflanmasına hak vermemek elde değil. Son misal ise daha enteresandı. Yurtdışı menşeli bir tohum firması, sattığı ürünlerde görülen hastalıkları, yine yan kuruluşunun ürettiği ilaçlar ile gidermeye çalışıyordu.
Güvenilir kaynaklardan öğrendiğimiz bu üç misalin detaylarına girmiyoruz. Çünkü zirai ilaç piyasasında yıllar içerisinde insan sağlığını tehlikeye atan onlarca misal bulmak hiç de zor değil. Ancak bu karmaşık labirentten bir çıkış yolu aradığımız için yukarıda bahsettiğimiz yol ayrımına tekrar dönmemiz gerekiyor. Konunun özetini Kumluca Ziraat Odası Başkanı Süleyman Kayhan’dan alıyoruz:
“Serada kullanılan ilaçlar, Tarım Bakanlığının ruhsatlı ilaçlarıdır. Eskiden kullanılan zirai ilaçlar seçici değildi. Ürüne attığınız zaman zararlı zararsız ne varsa öldürüyordu. Şimdiki ilaçlar ise daha seçici hale geldi. Mesela, ilacın bir tanesi sadece kırmızı örümceğin yumurtasını etkiliyor ve diğer canlılara zarar vermiyor. Şimdi geldiğimiz noktaya baktığımız zaman organik, biyolojik veya açık alan tarımından
hangisini yaparsanız yapın bir şeyler üretmek istiyorsanız az veya çok ilaç kullanmaya mecbur kalıyorsunuz. Ancak, biyolojik tarımda diğerlerine göre ilaç kullanımı hatırı sayılır seviyede azdır.”
Devam ediyor...