Dünyada ve Türkiye'de Tüketici Hakları
Dünyada ve Türkiye'de Tüketici Hakları
Giriş Batılı kaynaklar tarafından 1800’lü yıllarda ABD’de başladığı kabul edilen, bir diğer görüşe göre de, ilk kez 1502 Bursa Kanunnamesi ile Osmanlı coğrafyasında kendini gösteren “tüketici hareketi”nin, günümüzdeki en somut ifadesi 1985 tarihli Birleşmiş Milletler Evrensel Tüketici Hakları Bildirgesi’dir.
Ülkemizin de taraf olduğu bu Bildirge ile tüketicinin; Temel İhtiyaçların Karşılanması Hakkı (Barınma, ısınma, aydınlanma, içecek ve kullanılacak su bulma, haberleşme, ulaşım tüketicilerin en temel ihtiyaçlarıdır. Her tüketici, bu temel ihtiyaçlarının karşılanmasını talep edebilir), Sağlık ve Güvenlik Hakkı (Satışa sunulan her türlü mal ve hizmetin insan yaşamı ve sağlığı açısından kullanıcısına zarar vermeyecek durumda olması), Bilgi Edinme Hakkı (Tüketicinin mal veya hizmeti satın alırken doğru karar verebilmesinin sağlanması için tüketicinin gerekli bilgiye ulaşabilmesi ve zararlı ve yanıltıcı reklâmdan, etiketten, ambalajdan korunması), Eğitilme Hakkı (Tüketicinin hak ve çıkarlarını koruyabilmesi, tüketici bilincine sahip olması için eğitim kurumlarında eğitilmesi), Zararlarının Giderilmesi Hakkı (Satın alınan mal veya hizmetten dolayı tüketicinin uğramış olduğu zararın giderilmesi, o mal veya hizmetin yeniden tüketiciye ulaştırılması), Sağlıklı Bir Çevrede Yaşama Hakkı Sağlık koşullarına uygun bir çevrenin oluşumunda ülke ve tabiat kaynaklarının da doğru kullanımı ile çevrenin korunması, temiz ve sağlıklı bir çevrenin yarınlara bırakılması), Ekonomik Çıkarlarının Korunması Hakkı (Tüketiciye kıyaslama imkânı verecek çeşitte mal ve hizmetin en ucuz fiyattan sunulması, satış sonrası her türlü teknik destek ve servisin tüketiciye ulaştırılması) Temsil Edilme, Örgütlenme, Sesini Duyurma Hakkı (Yukarıda sayılan bu hakların yerine getirilebilmesi, tüketicilerin haklarını koruyabilmeleri, mağduriyetlerinin giderilmesinde bir araya gelerek güç birliği oluşturmaları ve hükümetlerin ekonomik ve siyasi politikalarında dikkate alınma ve kamu kurumlarında temsil edilmesi) olmak üzere sekiz temel ve evrensel tüketici hakkı olduğu kabul edilmiştir.
Bu bildirgede sayılan temel hakların izdüşümünü ulusal hukukumuzda da görmek mümkündür. Başta Anayasanın 172. maddesi olmak üzere 4077 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun, 4054 sayılı Rekabetin Korunması Hakkında Kanun’da yer alan düzenlemeler ile ülkemizdeki tüketici hareketinin, 1985 tarihli Bildirge ile uyum içinde olması amaçlanmıştır. 1980’ler:Yeni Ekonomik Yaklaşım ve Tüketici Hareketi Yukarıda belirtildiği gibi, dünyadaki tüketici hareketinin ilk kez Osmanlı coğrafyasında, 1502 tarihinde başladığını kabul eden tarihçiler için Cumhuriyet dönemi, ülkemiz tüketici hareketi için kayda değer bir gelişmenin olmadığı dönemdir.
1980’li yıllara kadar kapalı, ithal ikameci ve devletçi bir anlayışın hâkim olduğu ekonomik sistemimizin içinde “kuyrukta bekleyen, karaborsa satın almak zorunda kalan” tüketici için, “hakları” ve “hareketi” de elbette ki akla gelebilen bir şey değildi. 1980’li yıllarda Özal dönemi ile birlikte ekonomide esmeye başlayan liberal rüzgâr dışa açılımı, serbest rekabeti başlattı.
Ekonomideki dışa açılım, sadece ekonomide değil medya, kültür, sanat gibi yaşamın birçok alanında da dışa açılmayı beraberinde getirdi. Yaşamın birçok noktasını harekete geçirip değişimi zorlayan bu hareketlilik, sistemin candamarlarından biri olan tüketici için de bir değişim ve açılım döneminin başlangıcı oldu. Gazetelerde ekonomi haberlerine tam sayfa ayrılmaya başlayan bu dönemde, Avrupa ve ABD’de tüketici hareketi yükselen bir değer olarak ekonomideki belirleyici konumuna doğru hızla yükselmekteydi. Ekonomideki rekabet, firmalar arasında tüketicinin tercihini etkilemeyi zorunlu kılan acımasız bir yarışı başlattı. Bunun yollarından en bilineni reklâm ile tüketiciye ulaşmaktı. Bir diğeri de tüketici odaklı bir ticari politika izlemekti. Dolayısıyla tüketici hakları kavramı konuşulmaya, tartışılmaya, öğrenilmeye başlandı. Sonuçta 1986 yılında ülkemizin ilk tüketici örgütlenmesi, Tüm Tüketicileri Koruma Derneği olarak kuruldu. Bu ilk örgütlenmenin ardından dünyadaki gelişmelere paralel olarak ülkemizde de, “tüketici hakları” konuşulmaya başlandı ve kısa sürede tüketici hakları alanında çalışma yapmak üzere birçok dernek kuruldu. Tüketiciyi koruyan herhangi bir yasal düzenlemenin olmadığı, tüketici hareketine ilişkin bilincin bu alandaki örgütlerde de yeni yeni oluşmaya başladığı bu uzun dönemde, tüketici hakları ile genellikle kastedilen; “hatalı ürün satın alan tüketicinin haklarının korunması” oldu. AB. Süreci-1990’lar ve Gelişen Tüketici Hareketi Tercihini AB’den yana yapan ülkemizin önünde bulunan uyum koşusunda atlanan ilk engel, 1995 yılında yürürlüğe giren Tüketicinin Korunması Hakkındaki Kanun oldu. Bu yasa ile ilk kez tüketici haklarını koruyan özel bir yasama çalışması yapılmış ve AB müktesebatında çok önemli bir yer tutan “tüketici hakları ve güvenliği” konusunda olumlu bir yaklaşım sergilenmiştir. Yasanın bu özelliklerinin yanında, yürürlüğe girdiği dönemde pek fark edilmeyen, ancak dikkatli gözlerin görebildiği başkaca önemli özellikler de bulunmaktaydı. Yasa ile ulusal hukukta belki de ilk kez devlet-sivil toplum işbirliği açıkça deklare edilmekte, devlet bünyesinde bu yasa ile birlikte oluşturulan birçok organda devletin yanında sivil toplumun da mevcudiyeti kabul edilmekteydi. Örneğin, bu yasa ile tüketicilerin uğrayacakları hak ihlallerine karşı başvuru yerlerinden biri olarak gösterilmiş bulunan Tüketici Sorunları Hakem Heyetleri, gerek oluşturulma şekli ve gerekse bu kurumu meydana getiren kişilerin niteliği bakımından yukarıdaki tespitimizi doğrulamakta, ülkemizdeki bu en “sivil” kamu örgütü (!) ile devlet-sivil toplum örgütü işbirliğinin güzel bir örneğini vermektedir.
Belli bir miktara kadarki ihtilâflar da yargısal karar niteliğinde karar dahi üreten bu organ, beş kişiden oluşmaktadır. Beş kişilik bu heyetin başkanı olan kaymakamın dışındaki dört üye, “sivil” nitelikte, seçilmiş insanlardır. Heyette yer alan Belediye Başkanı, yerel iradenin seçmiş olduğu bir kimsedir. Heyette yer alan avukat, bir meslek örgütü olan Baro temsilcisi sıfatıyla o heyette yer alır. Heyetin dördüncü kişisi, tüketici derneklerinden seçilerek gelen bir temsilci ve beşinci kişi de sanayi/ticaret odalarını temsilen gelen bir kimsedir. Yani merkezi otoritenin temsilcisi olan kaymakamın dışındaki tüm üyeler yerel otoritenin veya sivil toplumun temsilcisi olarak yer almaktadırlar. Bu kadarla da kalmıyor, bireyin kararlara katılım sürecini kolaylaştıran başka kurumlarda da, “sivil” birliktelikleri hem de aynı yasal düzenleme içinde görebiliyoruz. Reklâm Kurulu, Tüketici Konseyi gibi kurumlar içinde de, sivil toplum örgütleri temsilcileri yerlerini almakta ve bireyin karar alma sürecine katılımı yine sivil toplum örgütleri eliyle gerçekleştirilmektedir. Yasadaki bu düzenlemeler, o tarihe kadar tüketici hareketi içinde “soğutmayan buzdolabı, altı delinen ayakkabı, ..” ile uğraşan tüketici örgütlenmesinde yeni bir dönemin başlangıcı oldu. İnsan hakları, çevre, vb. diğer sektörlerdeki sivil toplum örgütlenmesine nazaran devletin organlarında daha çok yer almak, karar mekanizmasında söz sahibi olmak, tüketici örgütlerinin çalışma tarzında bir değişikliği de beraberinde getirmiştir.
Tüketici hakları alanında verilen mücadele içinde yer alan örgütlenmelerin karşısına çıkan “tarz değişikliği” mevcutların kimisinde kendisini gösterdi, kimisinde gösteremedi. Ama en önemlisi tüketici haklarını sadece “soğutmayan buzdolabı, altı delinen ayakkabı, ..” olarak algılamayan yeni tüketici örgütlenmeleri kurulmaya başlandı. Bu örgütlerin içinde yer alan Tüketiciler Birliği, 1985 tarihli Bildirge’de yer alan Temsil Edilme, Örgütlenme, Sesini Duyurma Hakkı çerçevesinde tüketici hareketi içinde yer aldığını deklare ederek, bu konuda yeni bir dönemin başlangıcını oluşturdu. 17 Ağustos Kırılan Sadece Fay Değildi. Sadece kendisi ve ailesi için endişelenmesi gerektiği öğretilen, ayda bir kez sinemaya giden, yemeğe çıkan, işyerindeki arkadaşlarını kendi yerini almaya hazır potansiyel rakip olarak gören, “yarı-burjuva” ahlâk anlayışına sahip yurttaşın zihnindeki “kutsal devlet” kavramı, 17 Ağustos gecesi yıkıldı. Enkazın altında yardım beklerken, ertesi gün sıcak bir yiyecek, su beklerken yardıma ilk koşanın devlet yerine sivil toplum örgütleri olduğunu dehşet içinde fark eden bu yurttaş, 17 Ağustos ile bir yandan üyesi bulunduğu toplum için endişelendiği oranda, toplumun da kendisi ve ailesi için endişeleneceğini memnuniyetle tespit ederken; öte yandan devlet aygıtının da hata yapan ve sorgulanması gereken bir kurum olduğunu gördü. 17 Ağustos’un meydana getirdiği bu kırılma, toplumun sivil toplum kavramına olan yaklaşımında önemli değişikliklerin olacağının habercisidir. Nitekim 17 Ağustos sonrasında toplumda esen sivil toplum rüzgârı –kimi zaman devlet eliyle- yavaşlasa da, orta vadede 17 Ağustos’ta yaşananların önemli bir kırılmaya işaret ettiği bir gerçektir. “15/17 OCAK-CEPLER SUSACAK” 17 Ağustos ile başlayan bu “sorgulama” dönemi, kamusal ve devlet nitelikli her türlü kavramı da içine alarak genişledi. İlk olarak deprem esnasında günlerce çalışmayan ve aslında tüketiciye “24 saat, 365 gün çalışacağı” vaadedilen, cep telefon hizmeti Tüketiciler Birliği tarafından sorgulanmaya başlandı.
Bu sorgulama sonucunda ülkemizin ilk ve en büyük “tüketmeme” eylemi gerçekleştirildi: 15/17 Ocak-Cepler Susacak. (CEPLER SUSACAK) Bağımsız kaynaklar tarafından yaklaşık 3.5 milyon kişinin katıldığı ifade edilen bu eylem ile tüketiciler üç gün boyunca cep telefonlarını kapatarak, görünürde kalitesiz hizmet veren, haksız yere sabit ücret tahsil eden GSM firmalarını protesto ederken, aslında 17 Ağustos gecesi sınıfta kalan devlet hizmetlerini, deprem sonrasında insafsızca getirilen deprem vergilerini sorguluyor, protesto ediyordu. Bir tüketici örgütü olan Tüketiciler Birliği tarafından başlatılan bu eylemlilik süreci çok kısa zamanda 100’e yakın sivil toplum kuruluşunun destek verdiği İletişim Özgürlüğü Plâtformu’na dönüştü ve cep telefonu kapatarak başlayan bu süreç artan bir ivme ile günümüze ulaştı. 2000’ler: Tüketici Örgütlenmesinin Zirvesi 17 Ağustos’tan bu yana iyi bir sınav veren tüketici hareketi, 2001 yılında yaşanan ağır ekonomik kriz ile birlikte kredi kartı borcu gibi kitlesel ekonomik hak ihlâllerinin yaşanmaya başlamasıyla yeniden ön plâna çıktı. Kitlesel hak ihlâlleri, ekonomik kriz nedeniyle halkın sırtına yüklenen ilave vergi ve yükümlülükler, kamusal hizmetler olan köprü geçişi, su, elektrik, telefon ücretlerine yapılan yüksek oranlı zamlar ve benzeri uygulamalar, tüketici-yurttaşı sığınacak güvenli bir liman arayışına, hakkını arayacak kuruluşlara başvurmasına, onlara destek vermesine yol açtı. “Uzlaşma İstiyoruz” Yüksek oranlı gecikme faizlerinin tahakkuk ettirilmesiyle bir-iki ay sonra ödenemez hale gelen kredi kartı, elektrik, su, telefon, cep telefonu, SSK primi, Bağ-Kur primi, vergi borcu nedeniyle karanlıkta oturan, suyu akmayan, haberleşemeyen, evine, işyerine haciz memuru gelen tüketici-yurttaş çözümü kendi içinde üretti ve Tüketiciler Birliği’nin başlattığı “Uzlaşma İstiyoruz” kampanyası ile bu borçları ödemek istediğini, ama uygulanan vahşi faiz nedeniyle ödenemez duruma gelen bu borçları ödeyemediği için mağdur olduğunu haykıran tüketici şunu istedi: “Uzlaşmak istiyorum. Faiz oranlarını düşürün, borcumu taksitlendirin, hepsini ödeyeceğim.” Başarıya ulaşmış bir kampanya örneği olan Uzlaşma İstiyorum kampanyası kapsamında yer alan kredi kartı, elektrik, su, telefon, cep telefonu, SSK primi, Bağ-Kur primi, vergi borçlarının tamamı için af çıkarıldı; kredi kart borçlarını 12 takside bölüp düşük faiz uygulayan af ile bir milyon civarında borçlu hapse girmekten, evine işyerine gelen hacizden kurtuldu, vergi barışı, SSK barışı, Bağ-Kur barışı yasaları ile dükkanını kapatmakla yakasını kurtaramayan esnafın ekonomiye yeniden kazandırılması sağlandı, GSM firmaları tarafından akut hale gelmiş borçlar için yeniden yapılandırma seansları uygulandı, elektrik borcuna uygulanan faizlerde yapılan indirimler ile karanlığa gömülen evler, yeniden aydınlandı. Tüm bu olumlu sonuçların alınmasında tüketici örgütlenmesinin önemli payı bulunmaktadır. Milyonları ilgilendiren hak ihlâllerine karşı ustaca hazırlanan kampanyalar, medya çalışmaları ve diğer çalışmalar ile konuyu sürekli olarak gündemde tutmayı başaran tüketici örgütlenmesi, belki de 3 Kasım akşamı iktidarı oluşturan üç partinin trajik şekilde baraja takılarak meclis dışı kalmasının da en büyük nedenlerinden biri olmuştur. Şüphesiz elde edilen sonuçlar bununla sınırlı kalmadı. Köprü ve otoyol zammının, ek verginin yargı kararı ile iptal edilmesi, Müslümanlar tarafından kutsal sayılan cami resmini sigara paketi üzerinde kullanan Philip Morris firmasına geri adım attırarak, satış yaptığı 111 ülkede sattığı sigara paketinin üzerindeki cami resminin kaldırtılması, bir dönem çocuklar arasında salgın hale gelen pokemon oyununun çocuk gelişimi üzerindeki olumsuz etkisini kanıtlayan bilimsel rapor ile oyuna ilişkin materyallerin satılmasının yasaklanması gibi salt tüketici hakkına dair olmayan ve insanı ilgilendiren her konuda ağırlığını ve gücünü hissettiren tüketici örgütlenmesi, son güç denemelerinden birini Irak’ın işgali nedeniyle 2003 Mart ayında gerçekleştirdi. Tüketmeme Gücü Birkaç on yıldır sokaktaki insanın “tüketici kimliği”ni fark etmesi sonucu, herhangi bir yetkili-etkili makam işgal etmese de, ülke politikalarına zaman zaman müdahale edebileceğini görmesiyle başlayan bir süreç küresel ortamda kendisini göstermektedir. Bu süreç, “tüketimden gelen bir güç”ün varlığını ortaya koydu. Çok uzun zaman işçi sınıfının üretimden gelen gücü öykülerini dinleyen sokaktaki insanın, kendisine ait ve kolayca kullanabileceği gücü ile ulusal politika bir yana, uluslararası politikalara bile karışma, değiştirme ve müdahale olanağı bulunduğu kabul edilen bir sonuçtur. Özellikle tüketicinin kendi devleti ile başka devletler arasındaki sorunlarda sıkça başvurulan bu güç ile arada sorun yaşanan devlete ait firmaların ürettikleri mal ve hizmetlerin satın alınmayarak cezalandırılması diğer devleti mevcut politikadan sapmaya zorlamaktadır. “Ben tüketmezsem, sen satamazsın, satamazsan batarsın” şeklinde özetlenebilecek bu gücün, ülkemizdeki sonuca ulaşmış nadir örneklerinden biri 2003 Mart’ında yaşandı. Irak saldırısı ile birlikte harekete geçen ülkemizdeki savaş karşıtı kamuoyu, bir yandan kendi ulusal iktidarını savaş karşıtı tercihte bulunmaya zorlarken, öte yandan tüm dünyada gelişen ABD mallarını boykot sürecinde kendini ifade etme ihtiyacı duymuştur.
Bu süreçte Tüketiciler Birliği’ne ABD mallarına boykot kampanyası başlatılması konusunda yoğun talepler ulaşmıştır. Ancak küreselleşen ekonomik düzende, malın milliyetinin tespit edilememesi, yerli girişimcinin boykottan zarar görmesi ve tüketici boykotu ile eylemlilik sürecinde rehavetin oluşması olasılıkları nedeniyle “ABD mallarına boykot” yerine, ABD yaşam tarzına, yayılmacılığına ilişkin bir tepki olarak sınırları belli olan bir boykotun dizayn edilmesinde yarar umulmuş ve ABD yaşam tarzının sembolü haline gelmiş olan hamburger, kola, havayolu firması ve dolar ile sınırlı bir boykot kampanyası kamuoyuna önerilmiştir. Bu boykot çalışmasında, Tüketiciler Birliği tarafından boykotun lokomotifi olmak yerine kamuoyunda kendiliğinden başlayan bu sürecin desteklenmesi ve örgütlenmesine katkı sağlanması tercih edilmiş, bu anlamda gerek ABD yaşam tarzının boykot edilmesi ve gerekse tıp çevrelerinde başlayan ABD firmalarının ilaçları yerine muadillerinin yazılması kampanyaları desteklenmiştir. Kampanyanın etkisi kısa süre sonra ortaya çıkmaya başlamış, özellikle hamburger ve kola satışlarında ciddi düşüşlerin yaşandığı kaydedilmiş, nitekim Mc Donald’s firması ülke çapında şube sayısını büyük ölçüde azaltma kararı almıştır. 2003 Ağustos ayında CNBC tarafından yapılan bir araştırmada, ABD menşeli mal ve hizmetlerin satışında % 13’lük azalma kaydedilmiştir. Dolar Almıyoruz Kampanyanın en önemli sonucu kamuoyunda US Dolarına karşı tepkinin oluşmasıdır. Özellikle 2001 yılında başlayan krizle birlikte kriz sürecinde dolar kurunun belirleyici bir parametre olması, tezkerenin TBMM’nden geçmemesi üzerine aynı şekilde spekülatif olarak dolar kurunun arttırılarak kaos oluşturulması, artık ekonominin yeni bir parametreye ihtiyacı olduğu gerçeğinin tüm toplum tarafından benimsenmesine neden olmuş, nitekim aynı kampanya içinde dolar kullanmayarak, dolarize hale gelen ekonomik ilişkilerin başka parametrelere bağlanması gerekliliğine yapılan vurgu, kamuoyundan olumlu tepki almıştır. Kendiliğinden gelişen kampanyalar ile dolar kullanılmaması yönünde internet siteleri oluşturulmuş, yoğun bir enformasyon süreci yaşanmıştır. Irak saldırısı esnasında dolara karşı sokaktaki insanın başlattığı bu kampanya, günümüzde dolar kurunun düşmesi nedeniyle zor durumda kalan ihracat firmaları tarafından da benimsenir oldu ve firmalar bazında dolarize olan ekonomik ilişkilerin başka bir parametre bağlanmasının zamanının geldiğine hükmedildi ve dolardan ciddi bir kaçış başladı. Tüketici TBMM’nde Yukarıda olumlu seyir defterinin en önemli yaprağını, tüketicilerin kendilerini ilgilendiren her türlü yasama çalışmasının tam odağında olmayı başarabilmeleridir. 2003 Haziran ayında yürürlüğe giren yeni tüketici yasasının tüm süreçlerinde, tüketiciler örgütleri aracılığı ile hazır bulundular, katkı sağladılar. Halen Elektronik Haberleşme Yasa Taslağı, Dijital İmza Yasa Taslağı, Hipermarketler Yasa Taslağı ve benzeri birçok yasama çalışmasının her aşamasında tüketici örgütlerinin görüşüne başvurulmakta, örgütler tarafından yapılan katkılar dikkate alınarak örnek bir devlet-sivil toplum işbirliği sergilenmektedir.
Siviltoplum.com
Sürücüleri sevindirecek haber.
https://encrypted-tbn3.gstatic.com/i...4G7UeclLxHbUMi
Düzce Sulh Ceza Hakimliği, habersiz yapılan radarlı hız denetiminde bir araca kesilen para cezasını iptal etti.
Jandarma Trafik ekiplerinin karayolunda radarlı hız denetimine takılan Mehmet Değerli isimli sürücüye, hız limitini yüzde 30 oranında aştığı gerekçesiyle para cezası uygulandı.
Sürücü, habersiz ve uyarı levhası olmadan yapılan denetim sonucu uygulanan bu cezaya itiraz ederek, Düzce Sulh Ceza Mahkemesi’nde dava açtı. Mahkeme, verdiği kararda, yasa ve ilgili yönetmelikler gereği karayolunda yapılacak radarlı hız denetimlerinin hangi yol güzergahlarında ve hangi sürelerde yapılacağının önceden sürücülere bildirilmesi gerektiğini, idarenin her konuda sürücüleri önceden bilgilendirmek zorunda olduğu, karayolundan yararlananlara yol, trafik durumu ve yakın çevre ile ilgili gerekli bilgileri vermek, yasaklamaları ve kısıtlamaları önceden bildirmek suretiyle trafik düzen ve güvenliğini sağlamak amacına yönelik olarak karayolundaki her türlü düzenleme ve denetimlerin trafik işaret ve levhalarıyla yapılması gerektiğini vurguladı.
Kararda, “Dolayısıyla radarlı hız denetiminin karayolunun hani kesiminde ve hangi sürelerde yapılacağı hususunda sürücülere her şeyden önce trafik işaret levhaları ile bilgilendirilmesinin zorunlu olduğu, kişilerin can ve mal emniyetinin sağlanması amacıyla yapılması gereken denetimlerin yol kullanıcılarına ceza vermek amacıyla bilgilendirme yapmadan, kural ihlalini yapmasını beklemenin trafik kurallarının konuluş amacına uygun olmadığı gibi, araç sürücülerine tuzak kurulması anlamına geleceği ve bu durumun hukuk devleti ilkeleriyle bağdaşmayacağı açıktır. Bu gerekçelerle, verilen para cezasının iptal edilmesine hükmedilmiştir” denildi.
Basın