-
Kur'anla Donanmak
SİSTEMDE ÜÇ SAFHA
Bir hayat sistemi, bir büyük kültür ve medeniyet hareketinin oluşumunda üç safhadan söz edilir: Doğuş,müşahhaslaşma.müessesele şme. Bu üç safhayı tamamlayabilen hayat sistemleri, gerçekten büyük kültür ve medeniyet hareketlerini yönlendirmişlerdir.
İslam, daha Hazreti Peygamber (s.a.s.) hayattayken ilk iki safhayı başarıyla tamamlamış, müesseseleşme noktasında ise toprağa hayat dolu tohumlar serpilmiştir.Bu sayededir ki, İslam'ın ilk asırları, büyük müesseseleşme hareketlerine, yani büyük bir medeniyete şahitlik edecektir.
VAHİY, PEYGAMBER VE SAHABE
Yazımıza konu olacak ilk iki safha, yani doğuş ve müşahhaslaşma safhası, İslam için,vahiy,Hazreti Peygamber ve sahabeyi kucaklayan bir dünya demektir. İslam'ı, kuracakları büyük medeniyetin özü kabul edenler, bu dünyayı, her çağda iyi kavramak durumundadırlar. Çünkü onda, bir inanç sistemini, hayatla bütünleştirmenin, insan kişiliğine nakşetmenin, yani inancı taşıyıcılarına ulaştırmanın eşsiz örneği vardır. Ondan sonrası, inanç değerlerinin, taşıyıcıların solukları nisbetinde, bayrak bayrak yeni ufuklara taşınmasıdır. İslam ise, bu noktada, gerçekten yiğit erler bulmuştur.
İSLAM İÇİN DOĞUŞ'UN ANLAMI
İslam için doğum nedir? Doğum belki insanın kaderidir. İnsanın kaderi yazılırken, inanç sistemi de yazılmıştır yanına: İslam. Onun için vahiy, levh-i mahfuzdan iner. İnsanın kaderi ile birlikte adeta. Kur'an'da "Emanetin göklere, yere ve dağlara sunulduğu" belirtilir. "Onlar yüklenmekten kaçınırlar. Sorumluluktan korkarlar. Emaneti insan yüklenir." Ayet, insanın yaratılış öncesi yaratılış gayesini belirlemektedir. "Emaneti yüklenmek. Nedir o emanet? Bir başka ayet, adeta bu ayeti tefsir eder ve "emanet'i yorumlar.
"Biz bu Kur'an'ı bir dağa indirseydik, Allah korkusundan onu baş eğmiş, paramparça olmuş görürdün." Dağı parça parça edecek, sorumluluk korkusundan baş eğdirecek Kur'an, Hazreti Peygamber'e iner. İlahi bir "emanet" gibi. Yüreğine vahyin ilk damlası düştüğünde Hazreti Peygamber onun için titrer. "İkra"' dediğinde Cebrail, levhi mahfuzdan, insanlığa, yepyeni bir kader sunulur. Bu kaderi ilk yaşayacak, Allah buyruğunu alıp, iman edip, hayatına yansıtacak ilk insan Hazreti Peygamberdir. Vahiy gelirken Hazreti Peygamber'in boncuk boncuk terlemeleri, acaba bu büyük sorumluluğa insanî varlığını arz etmenin güçlüğünden midir? Vahiy nazil olduğu sırada Hazreti Peygamber deve üzerindeyse, deve dayanamaz yere çökmek zorunda kalırmış. Bir defasında, dizleri vahiy katibi Zeyd b. Sabit (r.a.)'ın dizi üzerindeyken vahiy nüzulü başlamış. Zeyd b. Sabit (r.a.) ağırlıktan dizlerini kırılacakmış gibi hissettiğini söylüyor bu anı anlatırken... İlahî kelam insan gönlüne böyle düşüyor demek ki, bir doğum sancısı gibi. Evet islam böyle doğuyor. Ta "Bugün sizin dininiz! kemale erdirdim. Üzerinize olan nimetimi tamamladım ve din olarak size İslam'ı seçtim" ayeti inerse, yani vahiy tamamlanasıya kadar. Doğum böyle gerçekleşiyor.
DOĞUŞ VE MÜŞAHHASLAŞMA İÇİCE
Yalnız İslam'da farklı bir taraf var: Hayat sisteminin doğuşu ile müşahhaslaşma kişileşme olayı içice cereyan ediyor. Levh-i mahfuz kader planında insan için var olan hayat nizamı, Allah'ın belirlediği yapı, 23 yıl içinde insana ulaşıyor. Onu önce Hazreti Peygamber alıyor. Doğum önce onun şahsiyetinde tecelli ediyor. Aldığı her vahiy, derhal şahsiyetinin bir parçası haline geliyor. İslam önce, Hazreti Peygamber'le müşahhaslaşıyor. Ardından ilk nesil müslümanlar... Her vahiy, her ayet, bir ışık huzmesi gibi önce Allah Resülünün gönlünü aydınlatıyor, sonra müslümanların yüzüne yansıyor. 23 yılda levhi mahfuzdaki kutlu hayat nizamı, Hazreti Peygamber'in kutlu rehberliğinde bir ümmete şahsiyet oluyor. "Allah'ın kendilerinden razı olduğu ve kendileri de Allah'tan razı olan" bir ümmet!.. Nasıl gerçekleşiyor bu?
VAHİY KONUŞUNCA...
Allah Rasülü, herkesin gönlünü bir veda sancısı kapladığı o günde, Veda Haccı'nda, mü'minlere "Size bir emanet bırakıyorum, diyor, ona sıkı sarıldıkça yolunuzu hiç şaşırmazsınız. O emanat Allah'ın kitabıdır." Peygamberin vasiyeti bu. Hazreti Peygamber, ilk vahyi de bu "emanet" duygusu içinde almış, ve onu taşıyacak insanlara böylece tevdi etmiş olmalı. İlk müslüman neslin, Kur'an'a bağlılığına bakınca bu hükme varmak zor olmuyor.
İçkinin kesin olarak haram olduğunu bildiren ayet geldiği zaman, elinde kadeh olan dahi bırakıyor. Testisi olan testiyi kırıyor. Öyle ki rivayete göre, Medine sokaklarından küpler dolusu şarap akıyor. Ayetle hayat arasında bir başka merhale yok. "Semi'na ve ata'na -işittik, itaat ettik" şuuru herkese hakim.
Hazreti Peygamber'in ahirete irtihal ettiği günü düşününüz. Herkes panik içinde.
Hazreti Ömer ortada bağıra bağıra dolaşıyor: "Kim Muhammed öldü derse boynunu uçururum." Hazreti Ebubekir geliyor, Ömer'i teskin etmek istiyor. Ömer'i durultmak mümkün değil.
Orada Ebubekir (r.a.) bir ayet okuyor:
"Muhammed ancak bir peygamberdir. Ondan önce de peygamberler gelip geçti. Şimdi o ölür veya öldürülürse ökçeleriniz üzerinde geri mi döneceksiniz? Kim ökçesi üzerinde geri dönerse, Allah'a hiç bir zarar vermez. Allah şükredenleri mükafatlandıracaktır."
Uhud Harbi sırasında nazil olan bu ayeti, Hazreti Ebu Bekir'in ağzından işitenler, acılarını yüreklerine gömüyorlar ve sakinleşiyorlar. Hazreti Ömer sonraları "Sanki o ayeti ilk defa duyuyormuş gibiydim. Dizlerimin bağı çözüldü" diyecektir. Hz. Ömer İslam'ın kapısını çalmak üzereyken de böyle bir teslimiyet gösterecektir. Hazreti Peygamberi öldürmek üzere yola çıkacak yolda bir müslüman ona, kızkardeşi ve eniştesinin de İslama girdiğini söyleyecek, Ömer yolunu değiştirip kız kardeşinin evine yönelecek. Kapıda bir süre, içerde okunan Kur'an sesine kulak verecek. Ömer'in geldiğini haber alan kızkardeşi ve eniştesi apartopar Kur'an ayetlerinin yazılı olduğu şeyleri saklayacaklar. Kısa süren bir çatışmadan sonra Ömer kardeşine "Ne okuyordunuz?" diye soracak. Onlar da Ömer'e "Taha suresinin" ilk ayetlerini okuyacaklar.
"Ta ha... Ey Muhammed! Biz sana Kur'an'ı sıkıntıya düşesin diye indirmedik. Biz onu ancak Allah'tan korkup O'na itaat edene bir öğüt olsun diye indirdik..." Kur'an okundukça Ömer değişecek. Okundukça Ömer değişecek. Ömer bu kapıdan islam'a niyetli olarak çıkacak. Allah'ın ayeti karşısında ilk neslin teslimiyeti, her halükarda budur.
KUR'AN'LA DOLU BİR DÜNYA
Bu teslimiyet, onlara Allah Rasulünün verdiği bir ruh halidir. Daha vahyin ilk zamanlarından itibaren, inen her vahyi, bu "emanet" şuuru içinde mü'minlere tebliğ etmiş, teslim etmiştir. Erkam'ın evi (Allah ondan razı olsun) tam bir Kur'an mektebidir. Hazreti Peygamber yeni inen ayetleri orada önce erkeklere sonra da kadınlara talim eder.
Kur'an ilk müslümanın dilinde, gönlünde, hareketlerinde bir bayraktır. Alınlarında nurdur. Her mü'minde vahyin ışığı şavkır. Bilen bilmeyene Kur'an öğretir. Her evde Kur'an saatleri yaşanır. Gece, gündüz. İşte Ömer'in kız kardeşinin evi. Öğretmen olarak Habbab b.Erett(r.a.)'in adı geçer. İşkencelere rağmen, peygamber sevgisine toz kondurmayan sevgili Habbab, ilk Kur'an öğretmenlerindendir de... Mekke döneminde, bütün baskılara karşı, Kur'an hıfzı için gösterilen o destansı ilk nesil gayretini, şöyle içimizde yeniden bir değerlendirmemiz gerekir. "Hıfz" kelimesi, "korumak" manasında, acaba o çetin günlerden bir hatıra mıdır? Bakınız Hazreti Peygamber, o hafızlar için ne buyuruyor:
"Kur'an'ı ezberleyerek okuyan hafız, tıpkı vahiy getiren melekler gibidir."
Sahabenin dünyası Kur'an'la doluydu. Rivayete göre, geceleri Medine'de sokaklardan geçenler, evlerden "arı uğultusu" şeklinde Kur'an sesleri işitirlerdi. Sahabe, savaşta fırsat bulur bulmaz birbirlerine Kur'an taliminde bulunurlardı. Mescid'de, bilenler bilmeyenlere Kur'an öğretirlerdi. Herkes birbirini Kur'an'la uyarır, birbirine Kur'anla tavsiyede bulunurdu. İlk nesil müslümanları, bir Kur'an toplumu oluşturmuşlardı.
İşte, inancın kişileşmesi, müşahhaslaşması denen hadise buydu.
Hazreti Ömer'in hilafeti sırasındaki olayı hatırlayalım. Hazreti Ömer, mehirlerin aşırı derecede yükselmesi yüzünden evlenemediğini söyleyen bazı genç müslümanların isteği üzerine mehir miktarını sınırlamayı düşünmüştü. Bunu bir gün mescidde ilan etti. Ömer'in konuşmasını dinleyen bir kadın sahabi kalkarak şöyle dedi:
"Allah, kitabında kadınlara yükler dolusu bağışta bulunmaktan bahsederken sen hangi hakla bunu sınırlamaya kalkarsın?"
Ömer, Kur'an'la getirilen bu cevap karşısında ne diyebilirdi ki? Kadına hak vermekten başka...
Allah Rasülü "Birtakım insanlar vardır ki, buyuruyor, Kur'an'ı okurlar da, okudukları boğazlarından ötesine tesir etmez. Kur'an okumak, ancak kalbe tesir edip de orada kökleştiği zaman fayda hasıl eder."
MUKABELE: HAYATIMIZI KUR'AN TERAZİSİNDE TARTMAK
Kur'an'ı, şahsiyetimizi dokuyan bir ilahî hayat nizamı olarak görüp, okuduklarımızla kişiliğimizi inşa ettiğimiz takdirde ancak, ilk nesil müslümanların, Kur'an'la bütünleşme gayretlerine, inançlarını müşahhaslaştırma çabalarına layık olabiliriz.
Allah Resulü, her yıl Cebrail'le, Kur'an'ın o zamana kadar inmiş olan bölümlerini "mukabele" ederlermiş. Bir Cebrail okur, Hazreti Peygamber dinler, bir de Hazreti Peygamber okur, Cebrail dinlermiş.
Bu,'Hazreti Peygamberin irtihaline kadar böylece devam etmiş. Hatta son sene iki defa karşılıklı okunmuş. Bugün mü'minlerin okudukları mukabelenin, Hazreti Peygamber'le Cebrail'in okudukları mukabeleye teberrüken okunduğu belirtiliyor.
İlk müslümanlar Kur'an'ı üç gaye ile öğrenirlerdi: 1 - Namazda okumak için. 2 - Yaşamak için 3 - Allah rızasını kazanmak ve sevaba nail olmak için. Ancak ne niyetle okurlarsa okusunlar, onun yaşamak için nazil olduğunu unutmazlar, her okuduklarında imanları artar, ve hayatlarını muhasebe ederlerdi. Kur'an mukabelesi de, bir bakıma, hiç olmazsa yılda bir kere, kendi hayatlarımızı Kur'an terazisinde ve bir mü'minler topluluğu huzurunda tartmak demektir. Her ayette kendimizi sınamak, kişiliğimizi tahlile tabi tutmak ve Kur'an çerçevesi dışından bünyemize bir takım arazlar bulaşmışsa, onlardan arınmak... Öyleyse, gerçek bir Kur'an mukabelesi, hayatımızda Kur'an'ı ayet ayet yaşama seferberliği demektir.
Allah Teala "Bu Kur'an en doğru olana götürür" buyuruyor. Öyleyse, hayatımızda en doğru olanı yaşamak için, haydin Kur'an seferberliğine. Haydin Kur'an'la donanmaya...
BİR LAHZACIK TEFEKKÜR
Çocuklarımız arasında Kur'an'ı okuma yarışması açalım. Bu, hem okumayı öğrenme, hem namaz surelerini ezberleme, hatta yalnızca elifba'daki harfleri sökme tarzında olabilir. Yaşlarına göre hepsini güzel güzel mükafatlandıralım. Ezber yapanı da, Kur'an okumayı öğreneni de, hatta "Elif, ba" demeyi belleyeni de. Her birinin gözlerine Kur'an aydınlığı vursun.
Ahmed Maraşlı