Niçin Risâle-i Nûr okuyoruz?
*“Risâle-i Nûr yüz otuz parça hârikulâde risâlelerden müteşekkil bir şaheser külliyatı ve yirminci asrın fünûn-u müsbetesiyle ulûm-u îmâniye ve hakâik-ı Kur’âniyeyi mezc ve te’lîf ederek bu asra kadar hiçbir eserde görülmediği ehl-i ilim ve hakîkatça filozof ve profesörlerce musaddak olan emsalsiz bir husûsiyete mâlik eserlerinin neşriyâtı Anadolu, Arabistan, Mısır, Pakistan, Avrupa ve Amerika’ya kadar inkişâf etmiş müellifi Bedîüzzaman Said-i Nursî Risâle-i Nûr hakkında şöyle diyor: Risâle-i Nûr, mânevî hakîkatları ve îmân ilmini Avrupa’nın fen ilimleriyle mezcederek gâyet kuvvetli burhan ve hüccetlerle aklen ve mantiken ispat eder. Risâle-i Nûr, hâl ve istikbâlin, ilmî, îmânî, aklî ve fikrî ihtiyaçlarına tam cevap verir bir kuvvet ve mâhiyet ve husûsiyettedir. Risâle-i Nûr’da başka eserlerden nakil yoktur, Kur’ân’ın mu'cîze-i mâneviyesidir. Risâle-i Nûr, yüz mânevî keşfiyâtı havî ve tılsım-ı kâinatın muammasını keşf ve halleden bir keşşâftır. Risâle-i Nûr, yalnız bu vatan ve bu millet için değil, âlem-i İslâm ve beşeriyet için yazılmıştır. Risâle-i Nûr, şu zamanın yaralarına en münâsip bir ilâç, bir merhem ve zulümâtın tehâcümüne mâ’rûz heyet-i İslâmiyeye en nâfi’ bir nûr ve dalâlet vâdilerinde hayrete düşenler için en doğru bir rehber olduğu yüz binlerle kimseler tarafından tasdîk edilen bir eser külliyatıdır” 4 demektedir. Bizler de böyle bildiğimizden Risâle-i Nûr’u okuyoruz.
*Kur’ân her asra baktığı ve ders verdiği gibi bu âhirzamân asrına da bakıyor ve ders veriyor. Hem “Risâletü’n-Nûr, bu asrı, belki gelen istikbâli tenvîr edebilir bir mu'cîze-i Kur’ân’iye olduğunu çok tecrübeler ve vâkıalarla körlere de göstermiş” 5 bulunduğundan “Ve bu zamanı tenvîr eden bir mu’cîze-i mânevîye-i Kur’âniyedir” 6 bildiğimizden Risâle-i Nûr okuyoruz.
*Nasıl ki bütün ilâçlar tabîattaki bitkilerden yapılıyor. O bitkilerden herkes hastalıklarına kendisi ilâç yapamıyor ve bir kimyagere ve eczacıya ihtiyaç duyuyorsa; aynen öyle de özellikle yaşadığımız âhirzamân asrının maddî ve mânevî hastalıklarına da Kur’ân eczanesinden bir kimyager ve eczacı misillü müceddid olan Bedîüzzamân’ın Risâle-i Nûr ilâçlarına da ihtiyacımız zarûrîdir biliyoruz. Bu nedenle “Ne vakit bir araya gelsek, Sözler’den birini açıp okuyoruz, tatlı tatlı istifâde edip, Üstadımızla görüşüyoruz.” 7 Çünkü Üstad Bedîüzzamân Hazretleri, “Benim ehemmiyetsiz şahsıma bedel, Nûrdan elinize geçen hangi risâleyi okusanız veya dinleseniz, benim âdi şahsım yerine Kur’ân’ın bir hâdimi hâysiyetiyle beni o risâle içerisinde görüp sohbet edersiniz” 8 ve “Benimle hakîkat meşrebinde sohbet etmek ve görüşmek isteyen adam, hangi risâleyi açsa; benimle değil, hâdim-i Kur’ân olan üstadıyla görüşür ve hakâik-i îmâniyeden zevkle bir ders alabilir” 9 diye ders vermektedir.
*Hem bu asırda aklımız, kalbimiz ve rûhumuz yaralanmış ve çok dehşetli vesvese ve vehimlerle imânımız sarsılmıştır. İşte bu mânevî yaralarımızı, hastalıklarımızı, aklımızda ve kalbimizdeki vesvese ve şüpheleri en te’sîrli ve sarsılmaz delillerle tedâvî eden ve iknâ eden eserler olan Risâle-i Nûrları okuyoruz.
*Nasıl ki maddî bedenimizin her gün maddî gıdalara ihtiyacı varsa, aynen öyle de mânevî cephemiz olan akıl, kalb ve rûhumuzun da Kur’ân dersleri olan Risâle-i Nûrlara ihtiyacı vardır. Bu sebeple de en te’sîrli olan bu eserleri bulduk ve onları okuyoruz.
*Kur’ân, bütün akılların Nûru, bütün kalblerin mürebbisi, bütün rûhların ab-ı hayatıdır. Bu sebeple de Kur’ân’ın derslerine muhtacız. Yoksa yolumuzu şaşırır, istikametimizi kaybederiz. Her asırda ümmetin istikameti için tecdîd vazîfesini derûhte eden eserlerden en te’sîrlisi olarak Risâle-i Nûrları bildiğimiz ve öyle inandığımız için onları okuyoruz.
*Bu asır geçmiş asırlardan dahâ şiddetli ve dehşetli bir asırdır. Fitne ve fesâd, helâket ve felâket asrıdır. Bu asırdaki dehşetli dinsizlik cereyanları îmânları zayıflatmış ve i’tikâtları bozmuştur. Ebedî hayatımızı sonsuz felâkete atacak olan desîseler ve cereyanlara karşı elbette çok müteyakkız olmalıyız. İşte böyle bir zamanda rahmet eseri olarak Risâle-i Nûrları bildiğimizden onları okuyoruz.
*Nev-i insan Âdem’den (as) beri bir yolculukta ilerlemektedir. Bu zamanda çok dehşetli bir dilime ve bataklığa girmiştir. Belki de hiçbir asır bu asırdaki kadar dehşetli bir fitne ve fesâdı görmemiştir. Hatta kırk vefîyattan ancak bir kaç tanesinin imânla kabre girdiği bir zaman diliminde yaşadığımız düşünülürse bu eserleri niçin okuduğumuz dahâ iyi anlaşılmış olmalıdır.
*İnsanlar nefis, heva, his, şeytan gibi en büyük düşmanlarından korunabilmek ve Allah’a hakîkî kulluk vazîfesini yapabilmek için devamlı donanımlı ve idmanlı olmalıdır. Bu mânâda en te’sîrli Kur’ân dersleri olarak da yine Risâle-i Nûr eserlerini bildiğimizden onları okuyoruz.
*Risâle-i Nûr eserleri her okuyuşta yeni mânâlarla her bir duygumuza hitap etmekte ve sarsılmaz kesin bürhanlarla aklımızı ve kalbimizi hatta şeytanı ve nefsimizi ikna etmektedir. Böyle bir eseri okumamak büyük bir kayıp ve ziyan bildiğimizden o eserleri okuyoruz.
*Zübeyir Gündüzalp Ağabeyin “Şimdi oku, kabirde okuyamazsın” sözü çok mühimdir. Risâle-i Nûrlarla birlikte bütün kâinat kitabını okumayı öğrendiğimizden ve bu okumanın ise “Bir saat tefekkür bir sene nafîle ibadetten hayırlıdır” 10 hadîsine müşerref olmak için de yine Risâle-i Nûr eserlerini okuyoruz ve de okumaya devam edeceğiz inşâallah.
*Bizler Risâle-i Nûru okuyoruz. Risâle-i Nûra çok müştakız. Hem berâberce okuyoruz. Nûr Risâlelerinden çok, hem pek çok istifâdeler ediyoruz. Bizler şimdiye kadar Risâle-i Nûrda verilen çok kudsî dersleri; hiçbir kitapta görmedik, hiçbir hocadan işitmedik. O pek kıymetli, pek güzel, pek tatlı îmân hakîkatleri bizim rûhumuzun gıdasıdır. Risâle-i Nûrdaki mukaddes Kur’ân hakîkatleri; bizim kalblerimize işliyor, kalbimizde nûrdan muhabbet alevleri yandırıyor, îmânımıza kuvvet veriyor, mânevîyatta derecâtımızı yükseltiyor. Risâle-i Nûr; bizi fitnelerden uzaklaştırıyor, tarîk-i müstakîme, Kur’ân yoluna intisâb ettiriyor. Bizi şeytanların, cinnîlerin ve bizi din perdesi altında aldatıcı, kandırıcı kimselerin şerlerinden emin kılıyor.11
*”Biz Nûr Risâlelerine rûh-u canımızla sarılıyoruz. Hanımlar Rehberi, Gençlik Rehberi, Küçük Sözler, Hastalar Risâlesi, İhtiyarlar Risâlesi bizim en büyük rehberimizdir. Bizim acılarımızı gideren nûrânî derslerimizdir. Okudukça, okumak şevki doğuyor. Tekrar ettikçe anlayışımız artıyor. Rûh ve kalblerimizde te’sîri ziyâdeleşiyor. Sözler’i, Hastalar Risâlesi’ni, İhtiyarlar Risâlesi’ni sık sık okuyoruz. Bu Risâlelere, bizler ekmekten, sudan, havadan ziyâde muhtaç olduğumuzu; okudukça idrâk ediyoruz, anlıyoruz. Böyle böyle Nûr Risâlelerini devrediyoruz. Nûr Risâleleri bizim rûhumuzdur, kalbimizdir, başımızın tacıdır, gönlümüzün nûrudur. Nûrları sinemize basıyoruz. Onları yanımızdan, dilimizden, çantamızdan eksik etmiyoruz...” 12
Elhamdülillâh!
Cevap: Niçin Risâle-i Nûr okuyoruz?
Said Nursi: Fethedilmeyecek insan yoktur
21 Ekim 2011 / 07:15
Kardeşim, İslâmiyet için fethedilmeyecek insan yoktur. Mühim olan...
Risale Haber-Haber Merkezi
Son Şahitlerden Ahmet Gümüş anlatıyor:
1956 yılı sonbaharı Isparta'daki ziyaretimde, Afyon mahkemesi beraet vermişti. Üstad Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri çok sevindi. Mahkemenin bu beraet kararına göre Maarif Vekâleti ve Diyanet İşleri Riyaseti Üstada müracaat etmişlerdi. Üstad yakın bir zamanda risalelerin bütün okullara gireceğini söyledi. Her gidişimizde bize İhlas Risaleleri'ni âdeta özetletirdi. Her işin Allah rızası için olmasını ve o gaye ile hareket edilmesini anlatırdı. Yine sözden ziyade hal ve hareketin tesirli olacağını anlatırdı. Dr. Mustafa Ramazanoğlu ve arkadaşlarının okulda okurken nefislerinde İslâmiyeti yaşamaları neticesi, onları gören ve onlar gibi olmak isteyen arkadaşlarına, "Biz Risale-i Nur'ları okuduk, İslâmiyet dairesine böyle girdik" dediklerini, bu sayede risaleleri okuyan çok Nur Talebesinin olduğunu ve böylece Risale-i Nur'a hizmet ettiklerini anlattı ve şunu söyledi.
"Kardeşim, İslâmiyet için fethedilmeyecek insan yoktur. Mühim olan İslâma hizmette bulunanların çok dikkatli olması. İnsan yüz kapılı bir saraya benzer. Mutlaka bir kapıdan girilerek o insan fethedilir. Bin senedir Avrupa zındıklarının ve Asya münafıklarının tesiriyle bu asil Türk milletinin çocuklarının akılları yanıltılarak insandaki o 99 kapı İslâmiyete kapatılmış, fakat fıtrat icabı bir kapısı daima açıktır. İslâmî ferasetle o açık kapıyı keşfedip, oradan girilirse, diğer kapalı kapılar da içeriden İslâmiyet hesabına açılır, o insan, İslâmiyet için fethedilir. İhlasla, acelecilik yapmadan, fıtratına uygun Risale-i Nur mizanlarıyla anlatmak ve hareket etmek lazımdır. Acelecilik, lüzumsuz yere münakaşa ve ithamlarda hareket edilirse, o zaman kapalı kapılara hücum edilip, o açık olan bir kapının da kapanmasına sebep olunur. Risale-i Nur muhakeme-i akliyeye ehemmiyet verir. Ve sonra onu İslâmiyet dairesine alır."
(Son Şahitler)
Cevap: Niçin Risâle-i Nûr okuyoruz?
Küfür insanı aciz bir canavar hayvan eder
21 Ekim 2011 / 00:01
Günün Risale-i Nur dersi
Bismillahirrahmanirrahim
İman, insanı insan eder. Belki insanı sultan eder. Öyle ise, insanın vazife-i asliyesi, iman ve duadır. Küfür, insanı gayet âciz bir canavar hayvan eder.
Şu meselenin binler delillerinden, yalnız hayvan ve insanın dünyaya gelmelerindeki farkları, o meseleye vâzıh bir delildir ve bir burhan-ı kàtıdır. Evet, insaniyet, iman ile insaniyet olduğunu, insan ile hayvanın dünyaya gelişindeki farkları gösterir. Çünkü, hayvan, dünyaya geldiği vakit, adeta başka bir âlemde tekemmül etmiş gibi, istidadına göre mükemmel olarak gelir, yani gönderilir. Ya iki saatte, ya iki günde veya iki ayda bütün şerâit-i hayatiyesini ve kâinatla olan münasebetini ve kavânîn-i hayatını öğrenir, meleke sahibi olur.
İnsanın yirmi senede kazandığı iktidar-ı hayatiyeyi ve meleke-i ameliyeyi, yirmi günde serçe ve arı gibi bir hayvan tahsil eder, yani ona ilham olunur.
Demek, hayvanın vazife-i asliyesi, taallümle tekemmül etmek değildir; ve marifet kesbetmekle terakki etmek değildir; ve aczini göstermekle medet istemek, dua etmek değildir. Belki vazifesi, istidadına göre taammüldür, amel etmektir, ubûdiyet-i fiiliyedir.
İnsan ise, dünyaya gelişinde, herşeyi öğrenmeye muhtaç ve hayat kanunlarına cahil; hattâ yirmi senede tamamen şerâit-i hayatı öğrenemiyor. Belki âhir ömrüne kadar öğrenmeye muhtaç, hem gayet âciz ve zayıf bir surette dünyaya gönderilip, bir iki senede ancak ayağa kalkabiliyor. On beş senede ancak zarar ve menfaati fark eder; hayat-ı beşeriyenin muavenetiyle, ancak menfaatlerini celp ve zararlardan sakınabilir. Demek ki, insanın vazife-i fıtriyesi, taallümle tekemmüldür, dua ile ubûdiyettir. Yani, “Kimin merhametiyle böyle hakîmâne idare olunuyorum? Kimin keremiyle böyle müşfikane terbiye olunuyorum? Nasıl birisinin lütuflarıyla böyle nazeninâne besleniyorum ve idare ediliyorum?” bilmektir; ve binden ancak birisine eli yetişemediği hâcâtına dair Kàdıu’l-Hâcâta lisan-ı acz ve fakr ile yalvarmaktır ve istemek ve dua etmektir. Yani, aczin ve fakrın cenahlarıyla makam-ı âlâ-yı ubûdiyete uçmaktır.
Demek, insan bu âleme ilim ve dua vasıtasıyla tekemmül etmek için gelmiştir. Mahiyet ve istidat itibarıyla herşey ilme bağlıdır. Ve bütün ulûm-u hakikiyenin esası ve madeni ve nuru ve ruhu marifetullahtır ve onun üssü’l-esası da iman-ı billâhtır.
Hem insan, nihayetsiz acziyle nihayetsiz beliyyâta maruz ve hadsiz âdânın hücumuna müptelâ; ve nihayetsiz fakrıyla beraber nihayetsiz hâcâta giriftar ve nihayetsiz metâlibe muhtaç olduğundan, vazife-i asliye-i fıtriyesi, imandan sonra, duadır. Dua ise, esas-ı ubûdiyettir.
Nasıl bir çocuk, eli yetişmediği bir meramını, bir arzusunu elde etmek için ya ağlar, ya ister. Yani, ya fiilî, ya kavlî lisan-ı acziyle bir dua eder, maksuduna muvaffak olur.
Öyle de, insan, bütün zîhayat âlemi içinde nazik, nazenin, nazdar bir çocuk hükmündedir. Rahmânü’r-Rahîmin dergâhında, ya zaaf ve acziyle ağlamak veya fakr ve ihtiyacıyla dua etmek gerektir. Tâ ki, makàsıdı ona musahhar olsun veya teshirin şükrünü eda etsin.
Yoksa, bir sinekten vâveylâ eden ahmak ve haylaz bir çocuk gibi, “Ben kuvvetimle, bu kabil-i teshir olmayan ve bin derece ondan kuvvetli olan acip şeyleri teshir ediyorum ve fikir ve tedbirimle kendime itaat ettiriyorum” deyip küfran-ı nimete sapmak, insaniyetin fıtrat-ı asliyesine zıt olduğu gibi, şiddetli bir azâba kendini müstehak eder.
(Sözler, Yirmi Üçüncü Söz)
Bediüzzaman Said Nursi
SÖZLÜK:
âciz : güçsüz
acz : âcizlik, güçsüzlük
âlem : dünya
biçare : çaresiz, zavallı
burhan-ı kâtı : sağlam, keskin delil
divane : deli
dua : Allah’a yalvarma, yakarma
ehl-i dikkat : dikkat sahipleri
emniyetli : güvenli
hodfuruşkluk : kendini beğendirmeye çalışmak
istidad : kabiliyet, yetenek
istihzâ : alay etme
itham : suçlama
kâinat : evren, yaratılmış herşey
kavânîn-i hayat : hayat yasaları, kanunları
küfür : inkâr, inançsızlık
mağrur : gururlu
maskara : gülünç, rezil
meleke : maharet, kabiliyet
muhafaza : koruma
müdhike : gülünç, komedi
münasebet : bağlantı, ilişki
nazar : bakış, dikkat
riya : gösteriş
sefine-i sultaniye : hükümdarlık gemisi
şekavet-i uhreviye : âhiretteki mutsuzluk
şerâit-i hayatiye : hayat şartları
takat : güç, kuvvet
tard : kovma
tasannu : yapmacık
tazyikat-ı dünyeviye : dünyadaki sıkıntılar
tekebbür : büyüklenme, gururlanma
tekemmül : mükemmelleşme, olgunlaşma
tevekkül : Allah’a dayanma ve güvenme
vâzıh : açık, âşikar
vazife-i asliye : asıl vazife
zaaf : zayıflık
zayi : kayıp, ziyan
zillet : alçaklık, aşağılık
ziyade : çok, fazla
acz : âcizlik, güçsüzlük
âdâ : düşmanlar
âhir : son
âlem : dünya
beliyyât : belalar
celp : çekme
cenah : kanat
dua : Allah’a yalvarma
esas-ı ubûdiyet : kulluğun esası, özü
fakr : fakirlik, ihtiyaç hali
giriftar : tutulmuş, yakalanmış
hâcât : ihtiyaçlar
hakîmâne : hikmetli biçimde
hayat-ı beşeriye : insan hayatı
iktidar-ı hayatiye : yaşama gücü
iman-ı billâh : Allah’a iman
istidad : kabiliyet, yetenek
Kàdıu’l-Hâcât : bütün ihtiyaçları karşılayan Allah
kerem : iyilik, ikram, cömertlik
kesbetmek : kazanmak
lisan-ı acz ve fakr : fakirlik ve acizlik dili
makam-ı âlâ-yı ubûdiyet : Allah’a kulluğun yüce makamı
marifet : geniş bilgi ve beceri
marifetullah : Allah’ı bilme ve tanıma
maruz : tesiri altında olan
medet : yardım
meleke-i ameliye : iş yapma mahareti, kabiliyeti
menfaat : çıkar, yarar
metâlib : istekler
muavenet : yardım
müptelâ : bağımlı, tutulmuş
müşfikane : şefkatli bir şekilde
nazeninâne : nazikçesine
nihayetsiz : sonsuz
suret : şekil
şerâit-i hayat : hayat şartları
taallüm : öğrenme
taammül : amel etmek, hareket etmek
tahsil etmek : öğrenmek
tekemmül : mükemmelleşme, olgunlaşma
terakki : ilerleme
ubûdiyet-i fiiliye : fiilî ibadetler
ulûm-u hakikiye : gerçek ilimler
üssü’l-esas : temel esas
vazife-i asliye : asıl vazife
vazife-i asliye-i fıtriye : yaratılıştan gelen asıl vazife
vazife-i fıtriye : yaratılıştan gelen görev
Cevap: Niçin Risâle-i Nûr okuyoruz?
"Ölüyü dirilten Allah'ı tesbîh ederim ve O her şeye kaadirdir"