Peygamberimizin Kur’ân-ı Kerîm Tilâveti
Peygamberimizin Kur’ân-ı Kerîm Tilâveti.
Peygamberimiz, her gece Kur’ân-ı Kerîm’den bir hizb okumayı âdet edinmişti. Cebrail Aleyhisselam, ramazan ayında her gece iner, Kur’ân-ı Kerîm’i Peygamberimizle mukabele ederdi. Bu mukabele Peygamberimizin vefatından önceki ramazan ayında iki kere yapılmıştı.
Cenâb-ı Hak şöyle buyuruyor:
مَا فَرَّطْنَا فِى الْكِتَابِ مِنْ شَىْءٍ
“Biz o kitapta hiçbir şeyi eksik bırakmadık.” (En’am:38) Evliyaullah hazârâtı bu âyet-i kerîme’nin tefsirinde şu izahları yapmıştır: Kur’ân-ı Kerîm her şeyi cem eden bir Kitab-ı Rahmânîdir. Allahu Teâlâ tarafından indirilen diğer bütün kitaplar da bulunan ilimlerin tamamı, Kur’ân ile açıklanmış olup, onlarda olmayan daha nice ilimler de Kur’ân’da beyân olunmuştur. Kendisine Kur’ân inzal olunan Peygamber efendimiz bütün ilimleri kuşatan kâmil bir nûr’a sahiptir. Peygamberimiz Muhammed aleyhisselâtü vesselâm Cevâmi-ul Kelim’dir. Az kelime ile çok mânâ anlatma vasfına da mazhardır.
Kur’ân-ı Kerîm bütün enbiya ve melâikenin ilimlerini ihtiva eder ve açıklar. Ehl-i İslâm içinde bulunan evliyaullah, ulemâ ve mü’minler de kendi manevî derecelerine göre Kur’ân’dan hisse-yâb olurlar. Kur’ân-ı Kerîm’e vâkıf olan kişi kâmil ilme kavuşmuş olur.
Mü’min her aradığını Kur’ân’da bulabilendir. Fakat bu, tilâveti esnasında Kur’ân-ı Kerîm’in mânâları kalbine inen arif kimselere mahsustur.
Şunu bil ki hiçbir velinin ulum-i ilâhiyedeki keşfi Peygamberimizegelen kitap ve vahyin dengine veya fevkine çıkamaz. Bu meyanda Cüneyd-i Bağdadî (k.s), “Bizim bu ilmimiz Kitap ve Sünnetle mukayyettir,” demiştir. Büyüklerden bir diğeri de “Hangi fetih ve keşfin Kur’ân ve Sünnetten şahidi, delili yoksa onunla amel edilmez.” buyurmuştur.
Dolayısıyla hiçbir veliye Kur’ân-ı Kerîm’de bulunmayan bir mesele açılmaz ve toplu mânâda hiçbir velinin ilmi Kur’ân ve Sünnetin haricinde olmaz. Zaten bunların haricinde olan şey ilim de olamaz, incelersen onun cehalet olduğunu görürsün. Bir veli asla peygamberinin şeriatını nesh eden bir hükümle amel edemez ve ettiremez.
Kur’ân, Allah tarafından beşeri ihya ve dünya’yı tanzim için inzal buyurulmuş vahy-i ilahidir. İslâm dininde, dünya için çalışmak mezmum değildir, men edilmemiş bilakis emredilmiştir. Tahrif edilmiş Hıristiyanlık’ta ise sa’y, amel ve dünya için çalışmak memnûdur, haramdır. Hıristiyanlık’ta rûhbanlık vardır. Rahip ve rahibelerin evlenmemeleri bile bu esasa dayanır. Lâkin Avrupa’da insanlar çalıştıkca sa’ye kuvvet, zekâya kudret geldi. İlim ve fen ilerledi. İlerledikçe papazlarla kavga başladı. Terakkiyi, çalışmayı men eden papazları tepelediler.
Kur’ân, ümmü’l-ulüm’dur, ilimlerin anasıdır. Çalışmayı emreder ve himayesine alır. İslâm’a hizmet için ahiret niyetiyle dünyaya talip olunursa, mü’mine menfaat verir ve o kimsenin her hâli de ibadet ve taat olur. Her dünya hareketinden terakki ve saadet doğar. Kur’ân, ilimlere kaynak, sanatlara örnek, fikirlere revnak (güzellik) verir.
Bir Hadis-i kudsîde şöyle buyurulmuştur: “Ahiret saadeti için ibadet ve taatta bulunanlara Cenâb-ı Hak dünya nimetlerini de ihsan buyurur.”[1] Allahu azîmüşşân’ın bu tür ihsanları alelekser bir sebebe tevessülle tahakkuk eder. Bazan da istisna olarak sebebsiz tahakkuk eder. Lütfundan ân-ı vahidde verir. Sebebe tevessül tevekküle mani değildir.
Cenâb-ı Hak şöyle buyurmuştur:
فَتَقَبَّلَهَا رَبُّهَا بِقَبُولٍ حَسَنٍ وَاَنْبَتَهَا نَبَاتًا حَسَنًا وَكَفَّلَهَا زَكَرِيَّا كُلَّمَا دَخَلَ عَلَيْهَا زَكَرِيَّا الْمِحْرَابَ وَجَدَ عِنْدَهَا رِزْقاً قَالَ يَا مَرْيَمُ اَنّى لَكِ هذَا قَالَتْ هُوَ مِنْ عِنْدِ اللّهِ اِنَّ اللّهَ يَرْزُقُ مَنْ يَشَاءُ بِغَيْرِ حِسَابٍ
“Rabbi Meryem'e hüsnü kabul gösterdi; onu güzel bir bitki gibi yetiştirdi. Zekeriyya’yı da onun bakımı ile görevlendirdi. Zekeriyya, onun yanına, mâbede her girişinde orada bir rızık bulur ve ‘Ey Meryem, bu sana nereden geliyor?’ der, o da ‘Bu, Allah tarafındandır. Allah, dilediğine sayısız rızık verir.’ derdi.” (Âli İmran:37)
Başka bir âyeti celîlede,
وَلَقَدْ ضَرَبْنَا لِلنَّاسِ فى هذَا الْقُرْانِ مِنْ كُلِّ مَثَلٍ
“Andolsun ki biz, bu Kur’ân'da insanlar için her çeşit misale yer vermişizdir.” (Rûm: 58) buyurulmaktadır.