Sûfî Rabbanî Şahsiyetin İnşâsında Uzletin Tesiri
Sûfîlerin değişik tarihlerde uzlet için dile getirdikleri ifadelere baktığımızda
genelde insanlardan fiziksel bir kopuşun, ayrılışın yaşanması düşüncesi hâkimdir. Örneğin,
selameti ve mutluluğu uzlette bulan sûfîler733 insanların fikirlerinden ve arzularının
baskısından kurtulmak için uzleti tercih edenler,734 dünyayı bir bela görüp uzaklaşanlar,735
dinîn ve kalbin korunmasını insanlardan uzak durmakta bulanlar736 insanları Allah ile
kendileri arasında engel görüp uzaklaşanlar737 yırtıcı hayvanlardan kaçar gibi insanlardan
kaçanlar,738 insanları görmemek için camiye bile gitmemeler, insanlarla karşılaşmamak için
gündüzü sevmeyen insanlar,739 genelde maddî, yâni bedensel ayrılığı ön planda tutmuşlardır.
Fakat unutulmaması gereken gerçek ilerde Kuddûsî’de de göreceğimiz gibi, ayrılığın/uzletin
zihinsel ve gönülden olma gerçeğidir. Kişi ne kadar “yalnız” yaşarsa yaşasın bütün benliğiyle
yaratıcısıyla olan ilişkilerinde, tüm ağyârdan soyutlanarak yalın ve yoğunluk yaşayamıyorsa
uzlet ve hâlveti yaşayamıyor demektir; çünkü diğer taraftan sûfî bu düşünceyle dünya ve
âhiretin kurtuluşunu uzlette bulmaktadır.740 Bunun tam aksini iddia eden bazı sûfîler de,
yalnızlığı şeytanla arkadaşlık olarak görmüşlerdir.741
Girmek istersen erenler zümresine ey …
Turma daim eyle tevhîd gice gündüz kış u yaz
Dört neferden uzlet eylesen bulursan tiz …
Ehl-i dünya ehl-i gaflet ehl-i bidat hile-bâz742
Kuddûsî’nin uzlet anlayışında, ölüm hâlindeki bir insanın halktan kesildiği gibi,
sûfî de maddî olan her şeyden sıyrılmalıdır.743 Halk ile diyaloğu ancak Hakk ile ilgili
konularda olmalıdır. Ona göre uzletin aslı, halvet hâlinde havâssın/duyuların mahsûsât
âleminde tasarruf etmekten uzlet etmesidir. Çünkü, rûhun karşılaştığı her olumsuzluk, fitne ve
belâ, havâssa/duyu organlarına tâbi olmakla meydana gelir. Kuddûsî, havâslar nedeniyle
nefs/benlik, rûhu esfel-i sâfilîne iter; rûhu duygular evreninde tutsak alır ve rûhun üzerinde
hakimiyetini kurar. Halvet ve duyguların uzleti sayesinde ise, nefsin, dünyadan, hevâdan ve
her türlü beşerî arzudan yardımı kesilir. Nitekim, doktor da, hastanın tedâvisinde ilk önce
perhiz önerir, sonra da hastalığın tedâvisini düşünür. Böylece, kalb hastalığını doğuran zararlı
maddelerin etkileri kesilir ve insanın maddî yapısı temizlenir. Bundan dolayı, perhiz her
devânın başı olarak kabul edilmiştir. Perhizden sonra doktor, hastayı “müshil” ile tedâvi
ederek hastadaki zararlı maddeleri yok eder. Müshil sayesinde doğal güçler ve tabiî sıcaklık
güçlenir. Sonuçta def-i hacet ile hastalık ortadan kalkar ve sağlık geri döner. Perhiz ve zararlı
maddenin temizlenmesini sağlayan “müshil” sûfî için zikr-i dâimdir. Kuddûsî’ye göre,
örnekteki perhiz halvet ve uzleti, “müshil” ise “zikr-i dâimi” ifade eder.744
Kuddûsî’nin uzlet anlayışında, dört tip insandan uzlet etmek, uzak durmak insanı
daha çabuk Mâ’şukuna ulaştırır düşüncesi hakimdir. Bunlar; 1. ehl-i dünya, 2. ehl-i gaflet, 3.
ehl-i bidat, 4. hilebaz. Kuddûsî daha da ileri giderek âşık sûfînin kendisiyle, ehl-i cennet
arasına da mesafe koyması gerektiğini söyler.745
Uzlette vahdet vahdette vuslat olmamak olmaz.
Hultatda şehvet, şehvette afet olmamak olmaz.746
Uzlette, vahdet olmalıdır. Vahdete vuslat gereklidir. Uzlet yaşamanın birçok sırrı
(gizemi) vardır. Örneğin çokça ülfet/kaynaşma Ma’şûkla âşık arsındaki sevgide ziyadeleşme
gerçekleşir ve kalp aşk nuruyla dolar. Aşktaki bu nurun kalbe gelişinde de sûfînin katlanmak
zorunda kaldığı zahmetler vardır.
Uzletteki gayelerden biri de, zâkirin huzuru tenhada bulmasıdır. Zikir ile geçen
uzlette (hâlvette) sûfî merhamet ve incelikle dolar. Çünkü, Rabb’ini anarken kalbi İlâhî
nurlarla letafet bulmuştur. İnsan öyle bir yaratık türüdür ki, diğer insanlara eziyet etmekten
bazen zevk alır. Böyle insanların sohbetinde ve meclisinde bulunmak külfettir. Sorumluluk
altına girmemek için, insana faydası dokunmayacak meclislerden uzak durmak gerekir. Bu
meclisler gaflet meclisleridir, buralarda gafil kalmak söz konusudur. Bu gaflet meclislerinde
gıybet (dedikodu) gibi Allah’ın haram kıldığı şeyler de konuşuluyorsa, o zaman tam bir
felaket olur. Uzletin şartı, insanın nefsini alçak görmesi, insanlara karşı alçak gönüllü
olmasıdır. İnsanlara merhametle hürmet etmek, hikmetle yaklaşmak, kalplerini kırmamak,
devamlı güler yüz göstermek uzletin şartlarındandır.
729 el-Isfahânî, Hilyetü’l-Evliya, II, 381.
730 Mevlânâ, Mesnevi, I, 1299.
731 Buhârî, Ezan, 135; Ebu Davûd, “Tatavvu”, 155.
732 Tanpınar, age., s. 141.
733 İbnü’l-Mulakkın, Ömer b. Ali, Tabakatü’l-Evliya (nşr: Nûreddîn Şeribe), Beyrut, 1986, s.394.
734 Hâris b. Esed el-Muhasibi, Kitabü’l-Hâlve, el-Maşrık, 1955, s.52.
735 el-Muhasibi, age, s.452.
736 Abdülvehhâb b. Ahmed Şa’rânî et-Tabakâtü’l Kübra, Kahire, 1956, I, 74; İbnü’l-Mülakkin, age, s.162.
737 Atâr, Tezkiretü’l-Evliya, s.134.
738 Gazâlî, İhyâ, II, 322; Kuşeyrî, Risâle, s.423; Ebu Nuaym Ahmed b. Abdullah Isfahânî, Hilyetü’l Evliya,
Kahire, 1987, VII, s.345.
739 Isfahânî, age, VII, 342–344; Hamd b. Muhammed Hattâbî, el-uzle, Beyrût, 1990, s.78.
740 Kuşeyrî, Risale, s.103; Sühreverdî, Avârif, s.214.
741 Hucvîrî, age, s.177, 484.
742 Kuddûsî, Dîvân, s.65.
743 Kuddûsî, Hazinetü’l-Esrâr, vr.241b.
744 Aynı eser, vr., 241b.
745 Kuddûsî, Hazînetü’l-Esrar, vr. 224a
746 Kuddûsî, Dîvân, s.85.