SÖZLER / Risale-i Nur'dan 03. Söz
بِسْمِ اللّهِ الرّحْمنِ الرّحِيمِ
Üçüncü Söz
يَآ اَيُّهَا النَّاسُ اعْبُدُوا
Ibadet, ne büyük bir ticaret ve saadet. Fisk ve sefahet, ne büyük bir hasâret ve helâket oldugunu anlamak istersen; su temsilî hikâyecige bak, dinle...
Bir vakit iki asker, uzak bir sehire gitmek için emir aliyorlar. Beraber giderler; tâ, yol ikilesir. Bir adam orada bulunur, onlara der: «Su sagdaki yol, hiç zarari olmamakla beraber, onda giden yolculardan, ondan dokuzu büyük kâr ve rahat görür. Soldaki yol ise, menfaati olmamakla beraber, on yolcusundan dokuzu zarar görür. Hem ikisi, kisa ve uzunlukta birdirler. Yalniz bir fark var ki, intizâmsiz, hükûmetsiz olan sol yolun yolcusu çantasiz, silâhsiz gider. Zâhirî bir hiffet, yalanci bir rahatlik görür. Intizâm-i askerî altindaki sag yolun yolcusu ise, mugaddî hülâsalardan dolu dört okkalik bir çanta ve her adüvvü alt ve maglûb edecek iki kiyyelik bir mükemmel mîrî silâhi tasimaya mecburdur..»
O iki asker, o muarrif adamin sözünü dinledikten sonra su bahtiyar nefer, saga gider. Bir batman agirligi omuzuna ve beline yükler. Fakat kalbi ve ruhu, binler batman minnetlerden ve korkulardan kurtulur. Öteki bedbaht nefer ise, askerligi birakir. Nizâma tâbi olmak istemez, sola gider. Cismi bir batman agirliktan kurtulur, fakat kalbi binler batman minnetler altinda ve ruhu hadsiz korkular altinda ezilir. Hem herkese dilenci, hem her seyden, her hâdiseden titrer bir Sûrette gider. Tâ, mahall-i maksûda yetisir. Orada, âsi ve kaçak cezasini görür.
Askerlik nizâmini seven, çanta ve silâhini muhafaza eden ve
sh: » (S: 19)
saga giden nefer ise, kimseden minnet almayarak, kimseden havf etmeyerek rahat-i kalb ve vicdan ile gider. Tâ o matlûb sehire yetisir. Orada, vazifesini güzelce yapan bir namuslu askere münasib bir mükâfat görür.
Iste ey nefs-i serkes! Bil ki: O iki yolcu, biri mutî-i kanun-u Ilâhî, birisi de; âsi ve hevâya tâbi insanlardir. O yol ise, hayat yoludur ki: Âlem-i Ervahtan gelip kabirden geçer; âhirete gider. O çanta ve silâh ise, ibâdet ve takvâdir. Ibadetin çendan zâhirî bir agirligi var. Fakat,
mânâsinda öyle bir rahatlik ve hafiflik var ki, târif edilmez. Çünki: Âbid, namazinda der:
اَشْهَدُ اَنْ لآَ اِلَهَ اِلاَّ اللّهُ Yâni: "Hâlik ve Rezzak, ondan baska yoktur. Zarar ve menfaat, onun elindedir. O hem Hakîm'dir; abes is yapmaz. Hem Rahîm'dir; ihsani, merhameti çoktur" diye îtikad ettiginden her seyde bir hazine-i rahmet kapisini bulur. Dua ile çalar. Hem her sey'i kendi Rabbisinin emrine müsahhar görür, Rabbisine iltica eder. Tevekkül ile istinad edip her musibete karsi tahassun eder. Îmani, ona bir emniyet-i tâmme verir. Evet her hakikî hasenat gibi cesaretin dahi menbai, îmândir, ubûdiyettir. Her seyyiat gibi cebânetin dahi menbai, dalâlettir. Evet, tam münevverül kalb bir âbidi, küre-i arz bomba olup patlasa, ihtimaldir ki, onu korkutmaz. Belki; hârika bir kudret-i Samedâniyeyi, lezzetli bir hayret ile seyredecek. Fakat meshur bir münevverül- akil denilen kalbsiz bir fâsik feylesof ise; gökte bir kuyruklu yildizi görse, yerde titrer. "Acaba bu serseri yildiz Arzimiza çarpmasin mi?" der; evhâma düser. (Bir vakit böyle bir yildizdan Amerika titredi. Çoklari gece vakti hânelerini terkettiler.)
Evet insan, nihayetsiz seylere muhtaç oldugu halde; sermayesi hiç hükmünde... Hem nihayetsiz musibetlere maruz oldugu halde; iktidari, hiç hükmünde bir sey... Âdeta sermaye ve iktidarinin dairesi, eli nereye yetisirse o kadardir. Fakat, emelleri, arzulari ve elemleri ve belâlari ise; dairesi, gözü, hayali nereye yetisirse ve gidinceye kadar genistir. Bu derece âciz ve zaîf, fakir ve muhtaç olan ruh-u besere ibâdet, tevekkül, tevhid, teslim; ne kadar azîm bir kâr, bir saadet, bir ni'met oldugunu, bütün bütün kör olmayan görür, derk eder. Mâlûmdur ki: Zararsiz yol, zararli yola -velev on ihtimalden bir ihtimal ile olsa- tercih edilir. Halbuki: mes'elemiz olan ubû-
sh: » (S: 20)
diyyet yolu, zararsiz olmakla beraber ondan dokuz ihtimal ile bir saadet-i ebediyye hazinesi vardir. Fisk ve sefahet yolu ise: -hattâ fâsikin itirafiyla dahi- menfaatsiz oldugu halde, ondan dokuz ihtimal ile sekavet-i ebediyye helâketi bulundugu; icmâ ve tevâtür derecesinde hadsiz ehl-i ihtisasin ve müsâhedenin sehadetiyle sabittir. Ve ehl-i zevkin ve kesfin ihbaratiyla muhakkaktir.
Elhasil: Âhiret gibi, dünya saadeti dahi, ibâdette ve Allah'a asker olmaktadir. Öyle ise, biz daima: اَلْحَمْدُ ِللّهِ عَلَى الطَّاعَةِ وَالتَّوْفِيقِ demeliyiz. Ve müslüman oldugumuza sükretmeliyiz