Şahsiyeti:
Kuddûsî’nin hayatından da anlaşıldığı gibi, kendisi hem genel tasavvuf camiası, hem
de Anadolu tasavvuf düşüncesi ve tarihinin en parlak kişiliklerinden birisidir. Kuddûsî’de
daha çocuk yaşta oluşan ilmî ve tasavvufî alt yapı, her mutasavvıfa nasip olmayan bir öneme
sahiptir. Aynı zamanda çocukluğu tamamen babası Seyyid İbrahim Efendi gibi bir alim ve
mutasavvıf zâtın terbiyesinden geçtiği için, ciddi anlamda bir zâhirî ilim ve tasavvufî terbiye
süzgecinden geçmiştir. Onun ilme ve tasavvufî düşünceye olan içten bağlılığı ve bu
bağlılığını pekiştirmek için Anadolunun içine ve dışına, bilhassa Hicâz’a yaptığı uzun seyahat
şahsiyetinin oluşumunda da önemli bir rol oynamıştır.
O sadece temel bir tasavvufî eğitim almamış, Anadolu, Mısır, Şam ve Rumeli’ye
yaptığı ilmî yolculuklarla da diğer ilimler konusunda yeterli bir duruma gelmiştir.137
Kuddûsî şahsiyet oluşumuna dair malumatı yine kendi eserlerinden, kendi hayatıyla
ilgili vermiş olduğu bilgilerden anlıyoruz.
132 Kuddûsî, Mektuplar (2. Mektup), vr. 206b.
133 Kuddûsî, Mektuplar (3. Mektup), vr. 206b.
134 Bk. Köksal, age., ss. 41-42; Uludağ, agm., s. 316.
135 Uludağ, agm., s. 316.
136 Köksal, age., s. 42.
137 Kuddûsî, Pendnâme, vr. 201a.
38
Ana rahminde senin aşkınla feryâd eyleyüb
Seksen iki yıl zikr itmişem subh u mesâ
.138
Kuddûsî daha anne karnında iken ilâhî aşk terbiyesinden geçerek üstün insanî
kişiliğini kazanan ehl-i hâl sûfîlerden birisidir. Kuddûsî’nin bu ilâhî terbiye süreci belli bir
dönemle kayıtlı olmayan bütün hayatını içine almaktadır. Zira Allah, “elest bezmi”nde bütün
kullarına bu lutfu ihsan ederek onları cennet fazlıyla müjdelemiştir. Fakat bunu da kendine
yapılacak kulluk şartına bağlamıştır.
Kuddûsî’nin şahsiyetinin farklılığı, hem anne rahminde Allah’ın “Kuddûs” ismini
zikretmesi, hem de büyük bir sûfî olan babası tarafından görülen rüyada, ay gibi her tarafa
ışık saçan bir ziyâ gibi görünmesi, Kuddûsî’nin ileride şekillenecek şahsiyetini daha
doğmadan önce ortaya koymuştur.
Bir hûba ‘âşık olmışam ki cümle halk müştak ana
Lâyık değil isem de ‘ışka lutf idüb virdi bana
Rûz-i ezelde eylemiş ben kuluna anı nasîb
‘Ubbâda virmiş cenneti ol sâhib-i fazl-ı ‘atâ
Pes itmişem feryâd ana rahminde işitmiş anam
Girmiş kulağına ‘ayânen ‘ışk u şevk-ile sedâ
Havf eyleyüb anam babama söyledikde ol dahi
Dimiş ki fazlıyla anı bahş eyledi bize Hudâ
Bir kez dahi çağırmışam anı işitmiş bir ‘acûz
Anam dimiş ki ey ‘acûz keşf eyleme bu sırrı hâ
Rü’ya da görmüş peder üç ay semâda hoş kamu
Ortadaki ay çoğimiş behcet ü nûr u ziyâ
Ana dimişler bil bu ay oğlun ana rahmindeki
Halk-ı cihânın ekserin irşâda olısar sezâ
Ana muhabbet eyleyen ‘aşıkları Mevlâ sever
Bulmaz felâh her kim ider ise ana buğz u cefâ
Telkin-i zikr ile ana irsün makâma tılf iken
Hem eyle tenbîh ki hemân zikr eylesün ol dâ’ima
Vakt-i sabâ vetde bana tevhîdi telkin eyledi
Der idi Kuddûsî çalış virdim icâzet ben sana.
139
138 Kuddûsî, Dîvân ( Külliyat), s. 21.
139 Kuddûsî, Dîvân (Külliyat), s. 25.
39
Kuddûsî’ye göre kendisinin bebeklikte başlayan kişilik kemalâtı, daha çocuk iken
göğsünden veled-i kalbin meydana gelmesiyle belli bir merhaleye ulaşır. Bu kişilik
oluşumunuda, kendi ifadesiyle sürekli Allah ile yaşamak ve O’nu anmakla gerçekleştirmiştir.
Çocuk yaşta manevî yönden temel terbiyesini alan Kuddûsî, kemalâta ulaştıktan sonra,
Abdülkadir-i Geylânî gibi yüce zatların ve en önemlisi Hz. Peygamber(s.)’ın manevîyatıyla
eğitilmiş olmasıdır.
Sabî iken sülûk itdim tarîka ‘ışk u sıdk-ile
Gice gündüz çalışdım zikrile dil oldı bir deryâ
Geçirdim çoğını evkâtımın zikr-i şerîfine
Akıp Nîl-veş gönül iklimine ‘ışk doldu ey Mevlâ
.140
Kuddûsî çocukluktan itibaren babasının gözetiminde tevhîd zikriyle sürekli olarak
Rabbini anmak neticesinde kâmil insan tipi olan, ilâhî aşk boyasıyla boyanan kimliğini
kazandığını ifade eder.
Menânımda bana Vehhâb Rasûlin dest-gir itmiş
Ki ben kulun Medine şehrine şimdi müdir itmiş
Müdirin bilmezem ma’nâsını hayretde kaldım çûn
Beni Hallâk-ı ‘âlem böyle bir divâne pîr itmiş
İki dürlü olur tâ’bîri bu rü’yânın amma hîç
Ana bende liyâkat yok ki Hak miskin hakîr itmiş
Biri zâhir müdîri olmağa dâl birisi bâtın
Bana zâhir yaraşmaz Hâlikim müflis fakîr itmiş
.141
Kuddûsî’nin on yedi yıl gibi uzun bir süre Hz. Peygamber (s.a.v)’in komşuluğunu yapmış
olması, halvet ve uzlet neticesinde manevî işâretle Peygamberden aldığı ulvî kişilik olgunluğu
onu Medine şehri ve çevresinde yaşayan insanlar arasında en müteber bir şahsiyet durumuna
getirmiştir.
Bî-nazîr bir güzelin ben zâkir ü müstakıyam
Tâ çocuklukdan berü ‘ışk odına yanarım
Çün sabî iken çalışdım gice gündüz zikrine
Her günüm bayrâm idi Kadr ü Berât hem her gicem
Eylemiş idi peder ta’lim bana zikri dahi
Dir idi sa’y it benim günümde sonra görme gam
Emrini ez-cân u dil tutub çalışdım rûz u şeb
140 Kuddûsî, Dîvân (İE), s. 6.
141 Kuddûsî, Dîvân (İE) s. 193.
40
Oldı ezzûn ‘ışk u cezb misl-i deryâ dem-be-dem
Az vakitde doğdu kalb oğlu anam bildi anı
Çün babam ana dimiş var bunda esrâr u hikem
Söylerem şimdi size zikre çaluşsunlar deyû
Zikre sa’y iden diker Kâf dağına nûrdan ‘alem
Oldu Kuddûsî bügün pîr ü za’if turmaz yine
Hem lisânı ile dâim zikri der kalb-ile hem.
142
Kuddûsî, hem maddî, hem de manevî olarak Allah’ın “Habibullah” sıfatına mahzar
olan Hz. Peygamber (s.a.v)’in komşusu olmak gayesiyle Hicâz’da bulunurken, Allah’ın
kendisine olan sonsuz ihsânı sebebiyle maddî yönden hiçbir zorluk ve yoklukla karşılaşmaz,
bu lutfuda, Allah’ın zâtını kastederek, O’nun için yola çıkan kullarına olan bağışı olarak
görür. Sürekli olarak Hakk’ı anıp her amelinde O’nun rızasını gözetleyerk hareket eden
Kuddûsî, sonunda Allah’ın sevgisini kazanarak kesintisiz ve sınırsız bir bağışın içinde kendini
bulur. Bu bağış Hakk’ı birlemenin/tevhîdin neticesinde herkese nasip olmayan bir
devlet/servettir. Sıradan insan havsalasının idrâk edemiyeceği bu hâl, Kuddûsî gibi nev-i
şahsına mahsus Allah dostlarına verilen bir ihsândır.
Çıkdım vatandan gitdim Hicâze
Tağ u çöl bana gül’izâr oldı
Yalnız yayan râha ‘azm itdim
Köşkim sarâyım kûh-sâr oldı
Vahşî âhûlar gibi insândan
Kaçmak bana bir hoşça kâr oldı
Susuz azıksız ulu tağlarda
Rûz u şeb rızkım tatlu nâr oldı
Görmedim açlık hem susuzluk hîç
Her ne istersem çün o var oldı
Tevhîd ile bu devleti buldum
Çok diyen anı bahtiyâr oldı
Düşdi Kuddûsî dâmına ‘ışkın
İstemez çıkmak hoş şikâr oldı
.143
Kuddûsî, şahsiyet inşâsı sürecinde Allah’ı daim zikir etmenin sonucunda, yukarıda da
ifade ettiğimiz gibi, sonsuz nimetlerle karşılaşır. Öyle bir duruma gelir ki, Hakk’ın Manevî
142 Kuddûsî, Dîvân, s. 254.
143 Kuddûsî, Dîvân (İE), s. 388.
41
rûhâniyetinde terbiye almış birçok zât kendi sâlikleriye beraber onun hizmetini görmeye
başlar. Tabir yerinde ise, bu hâl onun nefsine dokunur ve zikrinde aksamalara neden olur.
Bunun üzerine Kuddûsî manevî işaretle ikaz edilir.
Kırk sekiz sultân-ı rûhânî kamusı mü’minân
Hizmet itdiler bana ‘askerler ile bir zemân
Anlar ile ülfet idüb zikrime geldi halel
Sonra ehlullah bana rü’yâda dediler uyan
Biz seni sevdik idi gerçi velâkin şimdi sen
Cinciliğe meyl idüben zikrine irdi ziyân
Tâib oldum sıdk-ıla hoş zikre itdim iştigâl
Sevgilü oldı bana halkdan kacıp olmak nihân
‘Uzlet itdi şimdi Kuddûsî olub pîr-i sakîm
Gıbta iderler hep ins ü cin halk-ı cihân.
144
Kuddûsî’nin kişiliğinin oluşmasının çok az insana nasîb olan bir sürede inşâsı, onun
mutasavvıflar arasındadaki manevî derecesinin belirgin bir şekilde önde olduğunu
göstermektedir. O, bu manevî şahsiyetinin oluşumunu, babası gibi ehl-i tarîk bir insanın
önderliğinde, daim olarak Hakk ile yaşamak ve her halukârda Yaratıcı’dan kesinlikle gafil
kalmamaya bağlamaktadır. Bu hayat felsefesi de Kuddûsî’nin nasıl bir sağlam psikolojik bir
yapıya sahip olduğunu göstermektedir. Doğal olarak insanın psikolojisi üzerinde önemli bir
role sahip olan sosyo-psikolojik etkiler, Kuddûsî’nin temelde almış olduğu manevî terbiyeden
dolayı kendi kişiliği üzerinde her hangi bir olumsuz tesir göstermemiştir. Bu da gösteriyor ki,
kişi, sağlam tasavvufî bir terbiyeyle eğitildikten sonra, hiçbir menfi durum onun sûfî kişliğini
olumsuz şekilde etkiliyemez.
Zira Kuddûsî’nin yaşadığı dönem, Osmanlı toplumunun en zor dönemidir. Ülke birçok
yönde kuşatma altındadır; siyasî, ekonomik, sosyal, ilmî ve diğer alanlarda alabildiğine,
çöküşü hazırlayan bir sürece doğru gitmektedir. Tüm bunlardan dolayı Kuddûsî’nin doğal
olarak içinde yaşadığı ülkenin bu durumu karşısında psikolojik olarak etkilenmemiş olması
söz konusu değildir. Fakat o, manevîyatla yoğrulan ve Peygamber ruhâniyetiyle inşâ olan
şahsiyetiyle dimdik ayakta durarak insanları doğruya hakîkata davet etmiştir.
144 Kuddûsî, Dîvân (Külliyat), s. 263.