-
Mezara Kadar'' değil
YALAN YANLIŞ hayatımıza sokulan ve sureten parlak bir yığın söz var. Parlaklık, bu sözlerin üstü eşelenene kadar. Sonra, sözün altındaki mânânın sığlığı hemen sırıtıyor. Bir zaman, “Yaşlılık kader değildir” sloganı vardı. Güya haplarla, ilaçlarla insanları gençleştirmeyi düşünen birtakım şarlatanlar, akılları sıra hem kadere taş atacak, hem de sözümona ihtiyarlara bir teselli, bir ümit vereceklerdi. Heyhat… Bu söze karşılık ,biz de arkadaşlarla bir cümle geliştirmiştik: “Yaşlılık kaderdir, ama asla keder değildir” diye…
Bu söz, o sıralar çok tutmuş ve yüreklere su serpmişti. Çünkü, ilk sözün ardında kadere karşı doğrudan ve çaresizce bir cephe alış vardı. Buna karşılık, öteki sözde, doğru adresi göstermek gibi bir gayret saklı idi. Yaşamak bir kaderdi ve kaderde ne varsa güzeldi. Gençlik de güzeldi, ihtiyarlık da, hastalık da… Ama kaderdeki bu mesajı doğru okumak şartıyla. İnancın ışığı, ister yaşlılık ister hastalık olsun hayatın hangi yüzüne aksetmişse orada bir güzellik, bir huzur hâli oluşturuyordu. Çünkü bu hayat iman ile, inanç ile güzeldi. Hayat, hayatı yaratandan uzak bir bakış ile güzelleşmezdi. Hayatı hayat eden bu sır, bu ışık dünyamızdan çıktığı anda hayat karanlıkta kalıyor, sunulan mesajlar okunamıyor, topyekün bir hayat anlamını yitiriyor…
Ve insan ümitsizlik içinde çırpınıyor. Bu hayat, sonsuz bir hayatın meyvesini taşıdığı için değerli. Bir çekirdek, çekirdek olduğu için, gelecekte bir ağaç olmaya aday olduğu için değerli. Bu hayat da bir çekirdek gibi kendisi için değil, başka bir hayatın özünü içinde taşıdığı için anlamlı ve önemli… Bu çekirdeği, bu hayatı bu dünyada çürütmemek gerek. Bundan mıdır acaba; insan hiçbir şeyle tatmin olmuyor, neye uzansa ötesini arıyor, sonsuza ulaşmak istiyor. Bu sorunun üstesinden gelemeyen bir insanın ruhunda hissettiği sıkıntı ve ağırlık, bir binanın enkazı altında kalan birisinin hissettiklerinden çok daha fazla. Atasözleriyle ilgili Çağları Aşan Sözler başlıklı kitabımızın son kısmında, “(h)ata sözleri” diye bir bölüm var. Epeyce bir yekün tutan bu sözlerin hayatımızı şuursuzca nasıl da kuşattığını ve bizi nasıl olumsuz yönde etkilediğini görmek pekâlâ mümkün.
Bir ara, atasözlerinden sonra deyimlerimiz üzerinde de bu tarz bir sorgulamanın lüzumuna dair notlar almıştım. Şimdi, bu notlar arasında yer alan bir deyim, bir tekerleme artık bir şarkı içinde de geçiyor ve zihinlere kazınırcasına tekrarlanıp duruyor: “Pazara kadar değil, mezara kadar.” Bu sözle güya sağlam dostlukların adresi gösteriliyor. Gerçek dostlukların geçici bir yere kadar değil, kalıcı bir yere kadar olması vurgulanıyor. Ama gösterilen adres ne kadar kalıcı, ne kadar doğru; bunun üzerinde durmamız ve konuşmamız gerekiyor. Neden ‘mezara kadar’ deniliyor? Mezar hayatın bittiği bir yer midir ki, beraberlikler oraya kadar olsun? Mezar, bir geçiş kapısı, giriş kapısı. Sonsuzluğa açılan ilk kapı. Mezar veya kabir, hayat yolunda geçmek zorunda olduğumuz bir geçit, bir tünel sadece. Hiçbir tünel ebedî değil. Oradan öteye daha çok yolumuz var.
Mezardan sonra mahşer var, mahşerden sonra hesap var, hesaptan sonra sırat var, sırattan sonra bir mutluluk diyarı veya ceza beldesi var. Yolculuğumuz sürüyor. Buluşmak, ne mezara, ne de mahşere kadar… Bilakis, sonsuza kadar, cennete kadar. O yüzden, dillere yer etmiş yanlış deyimi, “Pazara kadar değil, sonsuza kadar” diye düzeltmemiz gerekiyor. Bu kaydı düşüp, bir Saadet Asrı hatırasıyla noktalayalım yazımızı: Bir sahabi Hz. Peygamberin(a.s.m.) yanına gelir. “Seninle ebediyen cennette beraber olmak istiyorum” der. H. Peygamber, orası için ne hazırladığını sorar. Sahabi cevap verir: “Sizin sevginiz var içimde; başka da bir hazırlığım yok.” Hz. Peygamber, gerçek dostluğu ve dostluğa yakışan sadakatin ne olduğunu gösteren bu söze karşılık, doğru adresi gösterir: “Merak etme” der. “Dost dostuyla beraber olacaktır.” Biz de dostluklarımızı toprağın altından ötelere taşıyan mânâlara muhtacız. Kalpler ancak ötelerde ve sonsuzda tatmin olabilir. Biten, giden, sönen fanilerin peşinden, bitmeyeni, batmayanı, çürümeyeni arayan ruhun gerçek tesellisi ancak ve ancak oradadır ve onlarladır.
Selim Gündüzalp