Derneklere ve hayır kurumlarına zekat vermek doğru mudur?
http://www.nurmektebi.net/images/plg...1305803435.jpg
Bu Konu da üç uzmanın görüşünü size aktaralım...
Bu kuruluşlar zekatı gerekli olan yerlere ulaştırıyorsa zekat verilebilir. Zekat gelirlerini iligili yerlerden alıp ilgili yerlere ulaştırmak için çalışanların ücretleri bu gelirlerden ödenebilir.
Zekat verilecek kişilerden birisi de “ALLAH yolunda olanlar” mânâsında “Fî sebîlillah”dır. Mevcut fıkıh kitaplarımızda bu ifade açıklanırken, silâhla cihada iştirak etmiş olan gaziler ve yolda kalmış hacılar olarak sınırlandırılır. Oysa meşhur tefsirlerde ve mutemet fıkıh kitaplarımızda bu mesele daha geniş ve etraflı bir şekilde ele alınır.
Bunlardan birkaç misal vermek gerekirse şunlar söylenebilir:
İmam Kâsânî, Bedâiü’s-Sanâî isimli eserinde şöyle der:
“ALLAH yolunda olanlardan maksat, ALLAH’a yaklaştıran her şeydir. Eğer ihtiyaç hâsıl olursa, bu mânâya ALLAH’a itaat yolunda çalışan herkes ve bütün hayır yolları girer." (Bedâyiü’s-Sanâî, 2/451)
Fahrüddin er-Râzî, et-Tefsîrü’l-Kebir’inde, “Fî sebîlillah tabiri sadece gazilere mahsus değildir. Zekât bütün hayır yollarına verilir. Ölülerin techiz ve kefenlenmesine, kalelerin yapılması ve cami inşası bunlara girer...” gibi ifadelerle meseleyi umumileştirir. (Râzî. Tefsîr, Beyrut, İhyâü’t-Türâsi’l-Arabî, 16/113)
Elmalılı Hamdi Yazır da aynı görüşü aktararak bunu her türlü hayır yerine kullanmanın doğru olmayacağını söyler. Esasen ALLAH yolunda olanlardan maksadın mücahitler, hacılar ve ilim yolunda olanlardır diyerek şöyle devam eder:
Ancak mücahidlerin cihatta muhtaç oldukları her türlü levazım ve mühimmat, yani "Onlara karşı kuvvet hazırlayın." (Enfal, 8/60) âyetinin kapsamı içinde olup da yalnızca kendi imkânları ile tedarik edilmesi mümkün "cihad ihtiyaçları"nın hepsi bu fî sebîlillâh harcama yerine girer.
...Sadaka sahibi, sadakasını fî sebîlillah olmak üzere muhtaç olan mücahidlere temlik veya komutana teslim etmekle vacibi eda etmiş olur. Kumandan da onu velayet yoluyla alıp mücahidlerin cihattaki ihtiyacına yerli yerinde ve en uygun şekilde harcamakla velayet görevini ifa etmiş ve emaneti yerine ulaştırmış olur. Ve ihtiyacın özelliğine göre, mücahidlerin doğrudan doğruya şahısları söz konusu olmayıp teker teker temlik gerekli olmayabilir. Mesela, yiyecek ve giyecek şahsa tahsis edilebilir de ağır silahlar birliğin emrine tahsis edilir. Daha doğrusu kumandanın emrine verilir. (Hak Dini Kur’ân Dili, 4/2578-81)
Bu açıklama zekatın cami, köprü gibi binaların yapımına verilemeyeceğini ifade etmekle beraber, zekat almaya hak kazananların ihtiyaçlarına harcanmak üzere verilebileceğini ifade etmektedir.
Zekât musluğunun daha çok nerelere akıtılması gerektiği hususunu Bediüzzaman Hazretleri veciz bir şekilde anlatır. Üstad Bediüzzaman, kendisine tevcih edilen bir sual vesilesiyle zayıflamaya yüz tutan, İslâmî hissiyatın canlanması ve Müslümanların güç kazanması için zekâtı mühim bir çeşme olarak gösterir.
Üstadın bu husustaki görüşlerini sadeleştirerek şöyle özetlemek mümkündür:
Büyük bir çeşme var. Şimdiye kadar yanlış yerde kullanılarak verimsiz topraklara akıtılıp bazı dilenci ve acezenin gelişip yeşermesine sebep oldu. Bu çeşmeye güzel bir kanal yapınız. İslâmî hizmetlerinizle şu havuza dökünüz. Sonra da kemâlat bostanınıza su veriniz. Bu hiç tükenmez ve bitmez bir kaynaktır.
Devam eden ifadelerde de İslâmın yayılması ve milletin ilerlemesi ve diğer gelişmiş milletlerin seviyesine ulaşılabilmesi için zekâtın millet menfaatine harcanmasını istemektedir: “Eğer ezkiya (zeki insanlar) zekâvetlerinin (zekâlarının) zekâtını ve ağniya (zenginler) velev zekâtın zekâtını milletin menfaatine sarf etseler, milletimiz de başka milletlere yolda karışabilir.” (Said Nursî, Münazarat, Sözler Yayınevi, 1977, s.52)
Osmanlı Devletinin son devrinde işlemez ve kendisinden arzu edilen hizmeti veremeyecek şekilde bozulmaya yüz tutan medreselerin maddi ihtiyaçlarının temininde zekâtı en büyük bir kaynak olarak gören Bediüzzaman Said Nursî, bu müesseselerin gelişmesi için zenginlerin zekâtlarının zekâtını buralara aktarmalarının kâfi geleceğini belirtmektedir. (a. g. e., s, 74)
Evet, zekât gibi İslâmın en güçlü mâlî yardım müessesesini dinî hizmetlerin mesafe almasına harcamak bu zamanda âdeta vaz geçilmez bir vecibe haline gelmiştir. Zekâtı bazı fakir ve yoksullara münhasır kılarak o geniş daireyi daraltmak, güç şartlarla dinî hizmette bulunan kişi ve kuruluşların hareket imkânını kısıtlamaz mı? İslâmın kurduğu ve ihyasına çalıştığı bir müesseseyi yine onun gelişmesi için harcamak kadar tabiî ne olabilir?
Bunun için, Müslüman gençliğin eğitim hizmetlerine yardımcı olan, çeşitli faaliyetleriyle İslâmın sesini geniş kitlelere duyurmaya, İslâmî meselelerin müdafaa ve korunmasına gayret gösteren kuruluş ve vakıfları zekâtla güçlendirmeye çalışmak en güzelidir ve en isabetlisidir.
Mehmed Paksu --------------------------------------------------------
"Zekât konusunda Kur'ân'a, Sünnete, mezahib-i erbaaya, fıkha, Şeriata aykırı bütün naylon ictihadlar, bütün sahte fetvalar geçersizdir, keen lem yekûndür."
Yukarıdaki cümle din ilmine mensup olmadığı halde devamlı bu konuda yazan, atıp tutan, ahkâm kesen birine ait. "Mezâhib-i erbaaya; (Dört meşhur fıkıh mezhebine…)” kısmını çıkarırsanız bu cümle doğrudur. Çünkü İslam ve fıkıh, dört mezhebden ibaret değildir. Meşhur dört mezhebden başka da muteber mezhebler ve ictihadlar vardır, olacaktır.
O kişi bu cümleyi yazdığı yazısında, İslam'ın yayılması, yaşaması ve korunması için faaliyet gösteren derneklere ve vakıflara zekat verilemeyeceğini ifade ediyor.
Ben de "fıkha, şerîata, Kitaba ve Sünnete'e göre" verilebileceğini şöyle ifade ettim:
ALLAH yolunda (fî sebîlillah)
Zekâtın verildiği yerlerden biri olarak Kur'an'da zikredilen "fî sebîlillah" terkibini İbn Esîr şöyle açıklamıştır: Farzları, nâfileleri ve her nevi hayırları yerine getirerek ALLAH'a yaklaşma, O'nun rızasına erme maksadı güdülen her ihlâslı amel "ALLAH yolunda"dır.
Ancak bu ifade kayıtsız, şartsız söylenince çok kere cihâd anlaşılır, bu mânâda çok kullanıldığı için ona (cihada) mahsus bir ifade haline gelmiştir. (en-Nihâye, el-Hayriyye tab., c. II, s. 156).
Tâbirin cihad mânâsında ittifak edilmiş, bunun dışındaki hayırlı faaliyetlere, müslümanların faydalanmaları için yapılacak tesislere şâmil olup olmadığı tartışılmıştır. Dört mezhebe göre İslâm'ın muhâfazası ve tebliği için yapılan savaş (cihad) kesin olarak fî sebîlillah'a dahildir. Zekât bizzat cihada katılanlara verilir. Bu fasıldan zekât, amme hizmetleri için yapılan câmi, okul, köprü, hastane gibi yerlere verilemez. Hanefîlere göre cihad edenin fakir olması şarttır. Şâfiî ve Hanbelîlere göre mücâhidin yoksul olması şart değildir, ancak devlet bütçesinden maaş ve maîşet almayan gönüllülerden olacaktır. Hanefîler dışında kalan üç mezhebe göre cihad için gerekli olan sur, köprü, barınak gibi yerler de bu fasıla dahildir.
Fahraddin Razî, mezkûr âyetin tefsirinde el-Kaffâl'den, bu mefhumu daha da genişleten ve bütün hayır müesseselerini buna dahil eden bir görüş nakletmiştir (Mısır, 1938, c. XVI. s. 113).
Bu görüşü İmamiyye ve Zeydiyye dışında Sıddık Hasen, (er-Ravzatü'n-nediyye, s. 206), Kâsimî, (Mehâsinu't-te'vil, c. VII, s. 3181), Şeltût, (el-İslâm akideh ve şeri'ah, s. 97) gibi zâtlar da benimsemişlerdir. Kardâvî, Kur'ân-ı Kerîm'de fî sebîlillah terkibinin kullanıldığı yerleri incelemiş ve haklı olarak cihâd mânâsını tercih etmiş, ancak cihadın yalnızca askerî savaşa mahsus bulunmadığını, fikrî, terbiyevî, ictimâî, siyasî çeşitleri bulunduğunu hadîslere dayanarak ileri sürmüştür. Nitekim hadîslerde zâlim sultanın karşısında hakkı söylemeye cihad denmiş (Ebû Dâvûd, Melâhim, 18; Nesâî, Bey'at, 38).
"Müşriklere karşı mal, can ve lisânınızla cihad edin" buyurulmuştur (Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. III, s. 13, 16; Ebû Dâvûd, Cihâd, 5, 38. Fiten, 13; Nesâî, Zekât, 49, Cihâd, 7).
Buna göre hedefi İslâm'ın yaşaması, yayılması ve korunması, İslâm yurdunun muhâfazası ve kurtarılması, İslâm'a yönelen her nevi tehlikenin önlenmesi olan askerî, fikrî, siyasî, iktisadî, mücâdele ve faaliyetler "ALLAH yolunda"dır; bu faaliyetlerin zekât bütçesinde payı vardır. (Kardâvî, age., s. 655-669).
Sonuç olarak şunu bir daha tekrar etmekte fayda görüyorum: Dinimize göre zekat yalnızca yoksulların eline muhtaç oldukları nesnelerin verilmesi hizmetini yapan bir yardım kurumu değildir. Sekiz sarf yerinden beşinde (zekatı toplayanlar, müellefe, bir kısım borçlular, yolda kalmışlar, ALLAH yolunda hizmet edenler), birçok müctehide göre zekat verilecek şahsın yoksul olması şartı yoktur ve bu beş yere (amaca) yönelik zekat ödemeleri, bu hizmetleri ifa eden kurum, kuruluş ve araçlara da yapılabilir.
Hem yoksullara yardım hem de zekatın diğer sarf yerlerini yaşatma amacıyla kurulmuş dernek ve vakıfların kötü örnekleri olabilir; bunlara göz yummak da, kötü örneği genellemek de zulümdür. İyi niyetli insanlara düşen vazife ilgilenmek, iyi örnekleri desteklemek ve çürük elmaları ayıklamaya çalışmaktır.
Hayrettin Karaman
İslam Hukuku Profösörü
Cevap: Derneklere ve hayır kurumlarına zekat vermek doğru mudur?
Yüzlerinizi doğuya ve batıya çevirmeniz iyilik değildir. Ama iyilik, Allah'a, ahiret gününe, meleklere, Kitaba ve peygamberlere iman eden; mala olan sevgisine rağmen, onu yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışa, isteyip-dilenene ve kölelere (özgürlükleri için) veren; namazı dosdoğru kılan, zekatı veren ve ahidleştiklerinde ahidlerine vefa gösterenler ile zorda, hastalıkta ve savaşın kızıştığı zamanlarda sabredenler(in tutum ve davranışlarıdır). İşte bunlar, doğru olanlardır ve müttaki olanlar da bunlardır.
(BAKARA/177)