EFENDİMİZ (s.a.v) VE ASHABININ (r.a) DESTANSI SABRI
Efendimizin eşsiz sabrı
Allah Resulü’nün hayatı, baştan sona en güzel sabır örnekleri ile doludur. Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem, çocukluğundan vefatına kadar, hep büyük acılarla karşılaşmış, her türlü sıkıntı ve ızdırabı tatmıştır.
Dünyaya gelmeden babasını, altı yaşında annesini, sekiz yaşında dedesini, peygamberliğinin onuncu senesinde kendisini muhafaza eden amcası Ebu Talib’i, bundan üç gün sonra da davasındaki en büyük desteği, sevgili hanımı Hazreti Hatice’yi, Uhud’da Şehidlerin Efendisi Hazreti Hamza’yı, yedi evladından altısı ile birçok torununu, kimisi küçük yaşta kimisi de yetişkinlik çağında olmak üzere, bir bir Hakk’a uğurladı…
Çok sevdiği Ashabından birçoğunu kendi elleri ile kabre koydu. İşkencelere, hakaretlere, iftiralara, açlığa ve yokluğa maruz kaldı. Savaşlarda yaralandı, ateşli hastalıklara müptela oldu. Ancak bunların hiçbirisi, O’nun metanetini ve muvazenesini bozmadı. O, her halükarda sabır ve rıza haline örnek oldu.
Acaba kaç kişi altı evladını kendi elleriyle toprağa vermiştir? Kaç kişinin kucağında küçük yavruları ve torunları nefes almakta zorlanmış ve ruhunu teslim etmiştir? Hiç amcasının nahif bedeni parçalanıp ciğeri dişlenen bir kimse var mıdır? Hâsılı Resulullah sallallahu aleyhi vesellem gibi her türlü acının en dehşetlisiyle imtihan edilen ve her birinde de sabır ve rıza numunesi olan başka biri var mıdır?
Resulullah sallallahu aleyhi vesellem, cahiliye dönemindeki hac mevsimlerinde kurulan panayırlarda İslam’ı tebliğ eder, bu esnada pek çok sıkıntı, meşakkat ve işkencelere maruz kalırdı. Hepsini de sabırla karşılar, şikâyette bulunmazdı. Bir defasında, birçok kabileyi olduğu gibi Amir bin Sa’saaoğulları’nı da İslam’a davet etmişti. Efendimizi dinlediler, bazı sualler de sordular, lakin Müslüman olmadılar.
Allah Resulü, yanlarından kalkıp devesine bindiğinde, içlerinden Beyhara isimli müşrik, deveyi ansızın dürtüverdi. Deve sıçrayıp kalkarken, Fahri Kâinat Efendimizi yere düşürdü. Allah Resulü’ne yapılan bu hakareti gören Dubaa binti Amir ismindeki Müslüman kadın:
– Ey Amir hanedanı! Gözünüzün önünde Allah’ın Resulü’ne yapılan şu eziyeti görüp de içinizden O’nu, hatırım için koruyacak kimse yok mudur? Diye feryat etti. Amcaoğullarından üç kişi hemen kalkıp Beyhara alçağının üzerine yürüdüler.
Bu hadiseden sonra Resulullah sallallahu aleyhi vesellem bir vefakârlık misali sergileyerek onlar hakkında: “Allah’ım! Şunlara bereketini ihsan eyle!” Diye dua etti. Bu dua bereketi ile Allah Teâlâ o yiğitlere iman nasib etti ve nihayetinde şehitlik mertebesine nail oldular. (İbn-i Hacer, el-İsabe, IV, 353)
Tebliğdeki kararlılığı
Allah Resulü’nün, İslam’ı tebliğ uğrunda katlandığı ve sabırla karşıladığı meşakkatlerle alakalı olarak, Tarık bin Abdullah el-Muharibi, bir müşahedesini şöyle anlatır: “Resulullah sallallahu aleyhi vesellemi Zülmecaz Panayırı’nda görmüştüm:
– Ey insanlar! ‘La ilahe illallah’ deyiniz de kurtulunuz! Diye yüksek sesle hitap ediyordu. Bir adam da elindeki taşla O’nu takip ediyor ve:
– Ey insanlar! Sakın O’na inanmayınız, itaat etmeyiniz. Çünkü O yalancıdır (!) diyerek bağırıyordu. Attığı taşlarla Efendimizin ayak bileklerini kanatmıştı. Oradakilere:
– Kimdir bu zat? Diye sordum.
– Bu, Abdülmuttaliboğulları’ndan bir gençtir, dediler.
– Ya O’nun ardına düşüp taş atan kimdir? Diye sordum.
– O da amcası Ebu Leheb’dir, dediler.”
Allah Resulü’nün sabır abidesi olduğunu gösteren misallerden birini de Müdrik el-Ezdi şöyle anlatmaktadır:
“Babamla birlikte (cahiliye) haccı yapıyordum. Mina’ya gelip konaklayınca bir toplulukla karşılaştım. Babama:
– Bu cemaat ne için toplanmış? Diye sordum. Babam:
– Kavminin dinini terk etmiş olan şu kişi için, dedi. İşaret ettiği tarafa bakınca Resuli Ekrem Efendimiz’i gördüm:
– Ey insanlar! ‘La ilahe illallah’ deyiniz de kurtulunuz! Diye sesleniyordu.
İnsanlardan kimi O’nun yüzüne tükürüyor, kimi başına toprak saçıyor, kimi de O’na sövüp sayıyordu. Öğleye kadar bu hal devam etti. O sırada, yakası açılmış bir kız, içinde su bulunan bir kap ve elinde bir mendil olduğu halde geldi. Ağlıyordu. Fahri Kâinat Efendimiz kabı alıp sudan içti, elini yüzünü yıkadı. Başını kaldırıp:
– Yavrucuğum, yakanı başörtünle ört! Baban hakkında, tuzağa düşürülüp öldürülecek ve zillete uğrayacak diye korkma! Buyurdu.
Bunun kim olduğunu sorduk, ‘Kızı Zeyneb!’ dediler.” (Heysemi, VI, 21)
Resulullah sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz, Cebrail aleyhisselama sordu:
– Yakub’un Yusuf’a olan hicranı ne dereceye varmıştı? Cebrail aleyhisselam:
– Evladını kaybeden yetmiş annenin toplam hicranına! Cevabını verdi. Fahr-i Kâinat Efendimiz:
– O halde onun sevabı ne kadardır? Diye sordu. O da:
– Yüz şehit sevabıdır. Çünkü O, Allah’a bir an bile sui zan beslemedi, dedi.” (Taberi, XIII, 61; Süyuti, ed-Dürrü’l-Mensur, IV, 570; Yusuf, 86)
İşte, bu sabır, “sabr ı cemil” idi…
Sahabenin destansı sabrı
Fedale bin Ubeyd radıyallahu anhın naklettiği şu hadise, Allah Resulü’nün has talebeleri olan Ashabın maruz kaldığı büyük mahrumiyetlere ve onların bu meşakkatler karşısında sergilediği destansı sabır ve metanete ne muhteşem bir misaldir…
“Resulullah sallallahu aleyhi vesellem, Ashabına namaz kıldırırken, onlardan bazıları, açlığın verdiği takatsizlik sebebiyle ayakta duramayarak düşüp bayılırlardı. Bunlar Suffe Ashabı idi. Çölden gelen bedeviler; “Bunlar deli!” derlerdi.
Allah Resulü, namazı bitirince açlıktan bayılanların yanına gelir ve onları teselli ederek: “Allah Teâlâ’nın katında sizin için neler hazırlandığını bir bilseydiniz, daha fazla yoksul ve muhtaç olmayı isterdiniz” buyururdu. (Tirmizi, Zühd, 39/2368)
Ebu Hureyre Hazretleri şöyle demiştir: “Ben Suffe Ehli’nden yetmiş kişiyi gördüm. Hiçbirinin üzerinde bütün vücudunu örten bir elbise yoktu. Ya belden aşağı giyilen bir izar ya da belden yukarı giyilen bir ridaları vardı. Elbiselerini boyunlarına bağlarlardı. Bunların bir kısmı baldırlarının yarısına, bir kısmı da topuklarına erişirdi de avret yerleri görülmesin diye, elbiselerini elleriyle toplarlardı.” (Buhari, Salat, 58)
Görüldüğü gibi Ashabı Kiram, açlık, yoksulluk, harp, musibet gibi her türlü meşakkate sabırla tahammül göstererek, İslam’ın bugünlere kadar ulaşmasına vesile olmuşlardır. Biz de onların yolunu takip ederek, üzerimizdeki mukaddes emaneti, gelecek nesillere itina ile devretmeliyiz.
Nefse ağır gelen büyük hayırlar
Abdurrahman bin Avf radıyallahu anh diyor ki: “İslam, nefse hoş gelmeyen zor emirler getirmişti. Biz hayırların en hayırlısını, nefislerin hoşlanmadığı bu zor emirlerde bulduk. Mesela, Resulullah sallallahu aleyhi vesellem ile Mekke’den çıkıp hicret etmiştik. Nefsimize zor gelen bu hicretimizle bize üstünlük ve zafer bahşolundu (zafer yolları açıldı).”
“Yine Allah Teâlâ’nın Kur’anı Kerim’de: “(Onların bu hali) mü’minlerden bir gurup kesinlikle istemediği halde, Rabbinin Seni evinden hak uğruna çıkardığı (zamanki halleri) gibidir. Gerçek ortaya çıktıktan sonra bile sanki gözleri göre göre ölüme sürükleniyorlarmış gibi (cihad hususunda) Seninle tartışıyorlardı.” (el-Enfal, 5-6) buyurarak tarif ettiği hal üzere, Allah Resulü’nün maiyyetinde Bedir’e çıkmıştık. Allah Teâlâ burada da bizler için üstünlük ve zafer lütfetmişti. Velhasıl biz, en büyük hayırlara hep böyle nefsimize zor gelen emirler sayesinde ulaşmıştık.” (Heysemi, VII, 26-27)
Sözün özü, sabır insanın derunundaki kıymetli bir hazinedir. Bela ve musibetler karşısında en sağlam kalkandır. Allah Teâlâ’nın razı olduğu ve büyük mükâfatlar va’dettiği ulvi bir haslettir. Allah Resulü’nün ifadesiyle: “Sabır ziyadır (nurdur).” (Müslim, Taharet, 1) Nihayetinde, insanın dünya ve ukbasını aydınlatır.
OSMAN NûRİ TOPBAŞ -RAHMETULLAHİ ALEYH-
Cevap: EFENDİMİZ (s.a.v) VE ASHABININ (r.a) DESTANSI SABRI
Allahumme Salli Ala Seyyidina Muhammedin Ve Ala Ali Seyyidina Muhammed
Rabbim bizleride sabırlı kullarından eylesin
Allah cc ebeden razı olsun