-
Düşmanlık
http://www.necmiunlu.com/wp-content/...fs-300x249.jpg
DÜŞMANLIĞA DÜŞMANLIK EDELİM
Mü’min önce kendini kınar ve mü’min kardeşini kınamaktan kendini alıkoyarsa, önemli bir düşmanlık kapısını kapatmış olur. Şüphesiz nefsin kendisini kınayıp, başkasını serbest bırakması kolay bir reçete değildir. Nefsimize bunu kabul ettirmek her zaman pek kolay da olmayabilir. Çünkü onun tabiatında takdir edilmek, ilgi çekmek, hatasız bilinmek, kusursuz görünmek, övülmek, üste çıkmak, büyüklenmek, vb. gibi zayıf noktalar vardır. Şeytanın sevdiği noktalardır bunlar. Hatta şeytan kendisi de bu noktalarda zayıftır; bu zafiyetine yenik düşmüştür de, secde emrine onun için isyan etmiştir. Şimdi de bizimle uğraşıyor. Zayıf noktalarımızın birinden her gün giriyor ve bizi her zaman yenik düşürmeye çalışıyor. Bu açıdan aslında hepimizin birbirimize hep hayır duaya ihtiyacımız var.
Bir kardeşimizde bir eksiklik görmeyelim; hemen —kendi içimizde de olsa— kendimizi kâmil ve eksiksiz, onu nakıs ve kusurlu ilân ederiz. Ama nefsin bu aşağılık duygusu karşısında kalbimizde azıcık feraset varsa, kalbimiz nefsimizi dinlemez, bu halden Allah’a sığınır, tövbe eder, istiğfar eder. Esas olan da bunu sağlamak ve kalbe bu sâlih ameli işletmektir. Çünkü kalbin her Allah’a ilticası a’lây-ı illiyyîn’e doğru, Allah katında yükseklere doğru bir basamaktır, her istiğfarı bir yükseliştir. Neticede aslında kalp basiretli olursa, nefsin her hâli Allah’ın izniyle kendi lehine dönebilmektedir.
Eğer düşmanlık edeceksek, içimizdeki düşmanlığa düşmanlık etmeliyiz. İçimizdeki —şeytanın durmadan ektiği— adavet (düşmanlık) tohumlarını daha çimlenmeden kurutmalıyız. Ölünceye kadar savaşımız budur bizim. Çünkü adavet en başta kendimize cinayettir. Adavetin bir de haset kolu var ki, biri atom bombası ise diğeri hidrojen bombası gibi kalp ocağımıza düşer ve orada faydalı ne varsa yakar, bitirir. Haset ettiğimiz kişiye ise zararı ya hiç yoktur, ya çok azdır. En azından hasetle bize gelen zarar, haset ettiğimiz kişiye asla gelmez.
“Mü’minler ancak kardeştirler; kardeşlerinizin arasını ıslâh ediniz.”1
“Kötülüğe iyiliğin en güzeliyle karşılık ver. Bir de bakarsın ki, aranızda düşmanlık bulunan kimse candan bir dost oluvermiştir.”2
“Onlar bollukta ve darlıkta bağışta bulunurlar, öfkelerini yutarlar ve insanların kusurlarını affederler. Allah iyilik yapanları sever” 3 âyetleri ve mü’minin mü’mine üç günden fazla küsmesini yasaklayan hadîs de mü’mine hatalarından, kusurlarından ve kötülüklerinden dolayı kesinlikle adavet duyulmaması gerekir.
Mü’minden gördüğümüz bir kötü muamelede hemen mü’mine küsmek ve yüklenmek haksızlık olur. Zira bu tür muamelede, başka pay sahipleri de vardır. Meselâ, bu fenalığın dörtte biri kadere aittir. Yani sana gelen fenalıkta kaderin bir hissesi vardır. Kaderin hissesinden dolayı mü’mine adavet etmemeliyiz.
Sonra bu fenalıkta nefis ve şeytanın da bir payı vardır. Fenalık sahibi mü’min, nihayet nefis ve şeytanına mağlûp olmuştur. Bu durumda ise, mü’mine adavet edilmemeli, bilâkis acınmalıdır.
Sonra o fenalıkta bir pay da bizim kendi nefsimize vermek lâzımdır. Yani o fenalığın, mü’min kardeşimizin eliyle bizim üzerimize gelmesinde, biz de sorumluluk sahibiyizdir. Bizim de kusurlarımız söz konusu olmuştur. Meselâ kendimizi koruyabilecek imkânlarımız varken, belâyı üstümüze tahrik etmişizdir. Veya belâdan korunmamışız, gerekli tedbirleri almamışız, âdeta belâyı dâvet etmişizdir. Bu durumda, bu pay da çıkarılmalı ve mü’mine duyacağımız adavet dörtte bire indirilmelidir.
Fenalığın sadece son dörtte bir payının hasma, yani düşman saydığımız kimseye, yani kötülük gördüğümüz mü’mine verilmesi gerekir. Böyle dörtte birlik pay sahibi birisine de adavet duyulması hem haksızlık, hem de insafsızlıktır. Çünkü bu durumda da
Cenâb-ı Hak öfkeleri yutmayı ve affetmeyi tavsiye etmiştir. Yani dörtte birlik pay sahibi olan hasmımız, Allah’ın emriyle, muhakkak affedilmelidir.
Netice itibariyle garazsız, bedelsiz, kayıtsız, şartsız ve mutlak uhuvvet için nefsimizi ikna etmek yine bize düşmektedir.
DİPNOTLAR:
1. Hucûrât Sûresi, 49/10,
2. Fussilet Sûresi, 41/34,
3. Âl-i İmrân Sûresi, 3/134,