sırrına dairdir.Onüçüncü Lem'a" اَعُوذُ بِاللّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ "
(Şeytandan istiaze sırrına dairdir. "Onüç İşaret" yazılacak. O işaretlerin bir kısmı, müteferrik bir surette Yirmialtıncı Söz gibi bir kısım Risalelerde beyan ve isbat edildiğinden burada yalnız icmâlen bahsedilecek.)بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِوَقُلْ رَبِّ اَعُوذُ بِكَ مِنْ هَمَزَاتِ الشَّيَاطِينِ { وَاَعُوذُ بِكَ رَبِّ اَنْ يَحْضُرُونِ{
BİRİNCİ İŞARET: Sual: Şeytanların kâinatta icâd cihetinde hiçbir medhalleri olmadığı; hem Cenab-ı Hak Rahmet ve inayetiyle ehl-i hakka tarafdar olduğu, hem hak ve hakikatın cazibedar güzellikleri ve mehâsinleri ehl-i hakka müeyyid ve müşevvik bulunduğu; hem dalâletin müstekreh çirkinlikleri ehl-i dalâleti tenfir ettikleri halde, hizb-üş-şeytanın çok defa galebe etmesinin hikmeti nedir? Ve ehl-i hak, her vakit şeytanın şerrinden Cenab-ı Hakk'a sığınmasının sırrı nedir?
Elcevap: Hikmeti ve sırrı şudur ki: Ekseriyet-i mutlaka ile dalâlet ve şer, menfîdir ve tahribdir ve ademîdir ve bozmaktır. Ve ekseriyet-i mutlaka ile hidayet ve hayır, müsbettir ve vücudîdir ve imar ve tamirdir. Herkesçe malûmdur ki: Yirmi adamın yirmi günde yaptığı bir binayı, bir adam, bir günde tahrib eder. Evet bütün âzâ-yı esasiyenin ve şerâit-i hayatiyenin vücuduyla vücudu devam eden hayat-ı insan, Hâlık-ı Zülcelâl'in kudretine mahsus olduğu halde; bir zâlim, bir uzvu kesmesiyle, hayata nisbeten ademî olan mevte o insanı mazhar eder. Onun için "Ettahrîbüeshel" durûb-u emsâl hükmüne geçmiş.
İşte bu sırdandır ki: Ehl-i dalâlet, hakikaten zaîf bir kuvvet ile pek kuvvetli ehl-i hakka bazen galip oluyor. Fakat ehl-i hakkın öyle muhkem bir kal'ası var ki, onda tahassun ettikleri vakit, o müdhiş düşmanlar ya
sh: » (L: 65)
naşamazlar, bir halt edemezler. Eğer muvakkat bir zarar verseler, وَالْعَاقِبَةُ لِلْمُتَّقِينَ sırriyle ebedî bir sevab ve menfaatle o zarar telâfi edilir. O kal'a-i metin, o hısn-ı hasîn ise, Şeriat-ı Muhammediye (A.S.M.) ve Sünnet-i Ahmediyedir (A.S.M.).
İKİNCİ İŞARET: Sual: Şerr-i mahz olan şeytanların îcadı ve ehl-i imâna taslîtleri ve onların yüzünden çok insanlar küfre girip Cehennem'e girmeleri, gâyet müdhiş ve çirkin görünüyor. Acaba Cemîl-i Alelıtlak ve Rahîm-i Mutlak ve Rahmân-ı Bil-Hakk'ın Rahmet ve cemâli, bu hadsiz çirkinliğin ve dehşetli musîbetin husûlüne nasıl müsaade ediyor ve nasıl cevaz gösteriyor?
Şu mes'eleyi çoklar sormuşlar ve çokların hatırına geliyor.
Elcevap: Şeytanın vücudunda cüz'î şerler ile beraber bir çok makasıd-ı hayriye-i külliye ve kemalât-ı insaniye vardır. Evet bir çekirdekten koca bir ağaca kadar ne kadar mertebeler var; mahiyet-i insaniyedeki istîdadda dahi ondan daha ziyade meratib var. Belki zerreden Şemse kadar dereceleri var. Bu istîdadatın inkişafatı, elbette bir hareket ister, bir muamele iktiza eder. Ve o muameledeki terakki zenbereğinin hareketi, mücahede ile olur. O mücahede ise, şeytanların ve muzır şeylerin vücudiyle olur. Yoksa, melâikeler gibi insanların da makamı sabit kalırdı. O halde insan nev'inde, binler enva hükmünde sınıflar bulunmıyacak. Bir şerr-i cüz'î gelmemek için bin hayrı terketmek, hikmet ve adâlete münâfidir. Çendan şeytan yüzünden ekser insanlar dalâlete giderler. Fakat ehemmiyet ve kıymet, ekseriyetle keyfiyete bakar, kemmiyete az bakar veya bakmaz. Nasılki bin ve on çekirdeği bulunan bir zat, o çekirdekleri toprak altında bir muamele-i kimyeviyeye mazhar etse; ondan on tanesi ağaç olmuş, bini bozulmuş. O on ağaç olmuş çekirdeklerin o adama verdiği menfaat, elbette bin bozulmuş çekirdeğin verdiği zararı hiçe indirir. Öyle de: Nefs ve şeytanlara karşı mücahede ile, yıldızlar gibi nev-i insanı şereflendiren ve tenvir eden on insan-ı kâmil yüzünden o nev'e gelen menfaat ve şeref ve kıymet, elbette haşerat nev'inden sayılacak derecede süflî ehl-i dalâletin küfre girmesiyle insan nev'ine vereceği zararı hiçe indirip göze göstermediği için, Rahmet ve hikmet ve adâlet-i İlâhiyye, şeytanın vücuduna müsaade edip tasallutlarına meydan vermiş.
Ey ehl-i îman! Bu müdhiş düşmanlarınıza karşı zırhınız: Kur'an tezgâhında yapılan takvâdır. Ve siperiniz, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'ın Sünnet-i Seniyyesidir. Ve silâhınız, istiâze ve istiğfar ve hıfz-ı İlâhiyyeye iltîcadır.
sh: » (L: 66)
ÜÇÜNCÜ İŞARET: Sual: Kur'an-ı Hakîm'de ehl-i dalâlete karşı azîm şekvâları ve kesretli tahşîdatı ve çok şiddetli tehdidatı, aklın zâhirine göre adâletli ve münasebetli belâğatına ve üslûbundaki itidaline ve istikametine münasib düşmüyor. Adeta âciz bir adama karşı, orduları tahşid ediyor. Ve onun cüz'î bir hareketi için, binler cinayet etmiş gibi tehdid ediyor. Ve müflis ve mülkte hiç hissesi olmadığı halde mütecaviz bir şerik gibi mevki verip ondan şekva ediyor. Bunun sırrı ve hikmeti nedir?
ELCEVAP: Onun sır ve hikmeti şudur ki: Şeytanlar ve şeytanlara uyanlar, dalâlete sülûk ettikleri için, küçük bir hareketle çok tahribat yapabilirler. Ve çok mahlûkatın hukukuna, az bir fiil ile çok hasâret veriyorlar. Nasılki bir sultanın büyük bir ticaret gemisinde bir adam az bir hareketle, belki küçük bir vazifeyi terketmekle, o gemi ile alâkadar bütün vazifedarların semere-i sa'ylerinin ve netice-i amellerinin mahvına ve ibtâline sebebiyet verdiği için, o geminin sahib-i zîşanı, o âsiden, o gemi ile alâkadar olan bütün raiyetinin hesabına azîm şikayetler edip dehşetli tehdid ediyor ve onun o cüz'î hareketini değil, belki o hareketin müdhiş neticelerini nazara alarak ve o sahib-i zîşanın zatına değil, belki raiyetinin hukuku namına dehşetli bir cezaya çarpar. Öyle de: Sultân-ı Ezel ve Ebed dahi, Küre-i Arz gemisinde ehl-i hidayetle beraber bulunan ehl-i dalâlet olan hizb-üş şeytanın zâhiren cüz'î hatiatlariyle ve isyanlariyle pek çok mahlûkatın hukukuna tecavüz ettikleri ve mevcudatın vezâif-i âliyelerinin neticelerinin ibtal etmesine sebebiyet verdikleri için, onlardan azîm şikâyet ve dehşetli tehdidat ve tahribatlarına karşı mühim tahşidat etmek, ayn-ı belâgat içinde mahz-ı hikmettir ve gâyet münasib ve muvafıktır. Ve mutâbık-ı muktezâ-yı haldir ki; belâğatın tarifidir ve esasıdır ve israf-ı kelâm olan mübalâğadan münezzehtir. Malûmdur ki; böyle az bir hareketle çok tahribat yapan dehşetli düşmanlara karşı gâyet metin bir kal'aya iltica etmeyen, çok perişan olur.
İşte ey ehl-i îman! O çelik ve semavî kal'a: Kur'andır. İçine gir, kurtul.
DÖRDÜNCÜ İŞARET: Adem, şerr-i mahz ve vücud, hayr-ı mahz olduğunu, ehl-i tahkik ve ashâb-ı keşf ittifak etmişler. Evet ekseriyet-i mutlaka ile hayır ve mehâsin ve kemalât, vücuda istinad eder ve ona râci olur. Sûreten menfî ve ademî de olsa, esası sübûtîdir ve vücûdîdir. Dalâlet ve şer ve musîbetler ve mâsiyetler ve belâlar gibi bütün çirkinliklerin esası,mâyesi; ademdir, nefiydir. Onlardaki fenalık ve çirkinlik, ademden geliyor. Çendan sûret-i zahirîde müsbet ve vücûdî de görünseler, esası ademdir, nefiydir. Hem bilmüşahede sabittir ki: Bina gibi bir şeyin vücudu, bütün eczasının mevcudiyetiyle takarrur eder. Halbuki onun harabiyeti ve ademi ve in'idamı, bir rüknün ademiyle hâsıl olur. Hem vücud, her halde mevcud bir illet
sh: » (L: 67)