Filistin Cihadının Stratejik Yönü
Filistin Cihadının Stratejik Yönü
Filistin'in bağımsızlığı için sürdürülen mücadele çerçevesinde gerçekleştirilen eylemleri tenkit edenlerden bazılarının da meseleye stratejik yönden yaklaştıklarını ve: "Bu eylemlere belki ilkesel açıdan bazı dayanaklar bulabilirsiniz ama stratejik yönden yanlıştır" dediklerini gördük. Bunu söylerken ileri sürdükleri gerekçelerse bu eylemlerin dünya kamuoyu nezdinde tenkitlere yol açması ve İsrail'in Filistinliler üzerindeki baskı ve şiddetinin daha da artmasıydı. Oysa olaya stratejik yönden yaklaşanların o eylemlerin stratejik hedeflerini de bilmeleri gerekirdi. İnsanların bazıları organik olarak miyop hastalığına yakalandıkları gibi bazıları da zihinsel olarak bu hastalığa duçar olabilmektedirler. Yani uzak hedefleri göremediklerinden hemen önlerine çıkan gündelik olaylara bakarak hüküm vermeye kalkışıyorlar. Oysa her şeyi gündelik sonuçlara göre ele alacak olursak, Allah korusun, cihadı bile gereksiz görme aşırılığına düşebiliriz. Çünkü her cihadda mutlaka birtakım musibetler, zararlar başa gelecektir. Bosna - Hersek Müslümanları Sırplar karşısındaki cihadlarında az mı kayıp verdiler? On binlerce kadının ırzına tecavüz edilmesi olayını gerekçe göstererek Bosna - Hersek Müslümanlarının Sırplara karşı cihada girişmekle stratejik açıdan büyük yanlışlık yaptıklarını ileri sürmek doğru olur mu? Aynı şeyi Çeçenistan ve Afgan cihadı açısından da düşünebiliriz.
Filistin halkı zaten sürekli baskı ve işkence altındadır. Filistin halkının mücadelesi üstlerindeki baskının hafifletilmesi için verilen bir mücadele değil bir varlık mücadelesidir. Dolayısıyla Filistin cihadının stratejik hedefleri de orada Müslüman varlığının korunmasıyla ilgilidir. Siyonist işgalcilerin Filistinli Müslümanlara karşı izledikleri politikayla neleri hedefledikleri iyi bilinirse Müslüman halkın sürdürdüğü cihadın stratejik hedeflerini de daha iyi anlamak mümkün olur.
İşgal yönetimi, işgal altında tuttuğu Filistin topraklarındaki yahudi sayısını sürekli artırmak istiyor. Hatta bu topraklarda halen 4,5 milyona yakın olan yahudi sayısını 2000 yılında 8 milyona çıkarmayı hedeflediği söyleniyor. Bu hedefinin önünde duran iki önemli engel var: Birincisi nüfus sorunu, ikincisi de Müslümanların mücadeleleri. 1967'de işgal edilmiş olan kısmıyla birlikte Filistin topraklarının yüzölçümü 29 bin km2'dir. Buralarda yaşayan insan sayısı ise takriben 7,5 milyon civarındadır. (Bunun yaklaşık 4 milyon 400 bini yahudi, 3 milyon 100 bini ise Filistinlidir.) Bu rakamlarla Filistin topraklarında km2 başına düşen insan sayısı 258'i bulmaktadır. 12 bin km2'lik Nakab çölü hesaba katılmazsa, kullanıma elverişli alan üzerinde km2 başına düşen insan sayısının 441'i bulduğu görülür ki, bu da Türkiye'deki nüfus yoğunluğunun beş katıdır. İşte bu sebeplerden dolayı işgal yönetimi Filistinlileri göçe zorlayarak yahudilere yer açmak istemektedir. Bu hususun tafsilatını daha sonra vereceğiz. Ancak ondan önce siyonist işgalcilerin yahudi nüfusu artırma planlarının önünde duran ikinci engelden söz etmek istiyoruz. İkinci engel ifade ettiğimiz gibi Filistinli halkın mücadelesidir. Bu mücadele yahudi göçünü önlemektedir. Yahudiler genellikle rahat edemeyecekleri yere gitmemektedirler. Bundan dolayıdır ki İsrail'in Avrupa'daki ve Amerika'daki yahudileri, yahudi din adamlarını da kullanarak işgal altında tuttuğu Filistin topraklarına göçe yöneltmek için yaptığı teşvikler sonuç vermemektedir. Hatta intifadanın başladığı 1987'den sonra Filistin topraklarına yerleşmiş olan bazı yahudiler dışarıya göç ettiler ve İsrail bundan kaynaklanan nüfus düşüşünü telafi için Etyopya ve Eritre'deki siyah yahudilerle Rusya yahudilerini işgal altında tuttuğu topraklara nakletme yoluna gitti.
İşgal rejimi, yahudi göçünün önünde duran engelleri kaldırmak için Filistin halkını dışarıya göç etmeye çalışıyor. Bu amaçla sürekli baskı, fakirleştirme ve işsizleştirme politikasına başvuruyor. Bugün Filistinliler arasında işsizlik oranı % 70'e çıktığı halde İsrail dışarıdan işçi getirterek çalıştırıyor. Filistinlilerin göçe zorlanması halinde hem dışarıdan nakledilecek yahudilere yer açılacağını hem de içerdeki mücadelenin insan gücünden mahrum edileceğini hesap ediyor. İslami yardım kurumlarının çalışmalarının engellenmesi de Filistin halkını göçe zorlama politikasının bir parçasıdır. Çünkü bu yardımların orada varlıklarını sürdürmek ve öz yurtlarını terk etmemek için direnenlere bir destek olduğu düşünülmekte bu yüzden İslami yardım kuruluşlarının çalışmaları engellenmektedir. Hatta bu konuda bazı Avrupa ülkeleri, Arap ülkelerinin büyük bir çoğunluğu ve Müslüman halkların başlarına musallat edilen diğer yönetimlerin birçoğu İsrail'le yardımlaşmaktadırlar. Bugün bazı Arap ülkeleri Filistin'e yardımı engellemek için İslami yardım kuruluşlarının Filistin halkına yardım göndermelerini engellemekle yetinmeyerek, tanınmış inançlı zenginleri her yurt dışına çıkışlarında yanlarına ne kadar para aldıkları konusunda beyanatta bulunmaya dönüşte de yaptıkları harcamaları belgelemeye zorlamaktadırlar. Bu yöndeki engellemeleri haklı göstermek için de Filistin halkına yapılan yardımları "teröre destek" olarak gösteriyorlar. Oysa İslami yardım kuruluşlarının ve genelde Müslümanların Filistin'e yaptıkları yardımların amacı oradaki işsiz ve çaresiz insanlara, babaları siyonist işgalciler tarafından şehid edilen yetimlere, dul kadınlara, İsrail zindanlarındaki esirlere ve onların ailelerine bir maddi katkıda bulunmaktır.
Filistin halkının varlık mücadelesinin başını çekenler ise cihadın canlı tutulmasıyla hem Filistin halkının birlik ve dayanışma içinde bir arada tutulacağını, hem de dışarıdan Filistin topraklarına gelmek isteyen yahudilere karşı tehdit unsurunun devam edeceğini hesap etmektedirler. Çünkü buradaki yahudi gücünün artması siyonistlerin buraya iyice demir atmaları ve kutsal toprakların yeniden İslami kimliğine kavuşturulması ümidinin son derece zayıflaması sonucunu doğuracaktır.
Cihadın bir diğer stratejik yönü de şudur: İşgal rejimi Filistinli Müslümanların bağımsızlık mücadelelerini başsız bırakmak amacıyla sürekli bu cihadın başını çekenlere karşı suikastlar düzenlemektedir. İslami Cihad Hareketi'nin lideri Dr. Fethi Şikaki'nin, bu hareketin Gazze sorumlusu Hani el-Abid'in, yine aynı hareketin Gazze'deki ileri gelenlerinden Kemal Havaca'nın, HAMAS'ın askeri kanadının komutanlarından Yahya Ayyaş'ın, yine HAMAS'ın Gazze'deki ileri gelenlerinden ve askeri sorumlularından Kemal Kehil ile beş arkadaşının ve daha birçok kişinin suikastlarla şehid edilmesi hep bu amaç içindi. Bu suikastlarda işgalciler sözde özerk yönetimle de işbirliği yapmaktadırlar. Bütün bu suikastların cevapsız bırakılması siyonist işgalcilere daha da cesaret kazandırmakta ve yeni yeni suikast planları kurmaktadırlar. Ama oradaki bağımsızlık mücadelesinin ileri gelenlerine yönelik suikastların intikamının alınması durumunda işgalciler bir suikast gerçekleştirmeleri halinde oldukça sert bir cevapla karşılaşabileceklerini düşünerek ihtiyatlı olma gereği duymaktadırlar.
Bunun yanı sıra cihad Filistin davasının canlı ve gündemde tutulmasını sağlamakta, Filistin halkının bağımsızlık davalarından asla vazgeçme niyetinde olmadıklarını bütün dünya kamuoyuna duyurmaktadır. Şunu da özellikle belirtmemiz gerekir ki siyonistler "Büyük İsrail" hayallerinden vazgeçmemişlerdir ve vazgeçmek niyetinde de değildirler. Şu an onların önlerini kesen en önemli engel Filistin'deki cihaddır. Bu cihadı susturmaları ve Filistin'deki İslami varlığa son vermeleri halinde yeni genişleme planlarını gündeme getireceklerdir. İsrail'in son Lübnan saldırısı asla barıştan yana olamayacağının ve barış hikayesini sadece gerçekleştirdiği işgalleri meşrulaştırmak için kullandığının açık bir göstergesidir. Bundan dolayı bütün dünya Müslümanlarının Filistin'deki cihada köstek değil destek olmaları, siyonist işgalcilerin genişleme planlarının önünü kesen bu kutsal mücadelenin sürekli yanında yer almaları gerekir.
Bazıları "bütün bu stratejik hedefler için daha başka yollara başvurulamaz mıydı?" türünden sorular sorabilirler. Bu tür soruları soranların bilmeleri gerekir ki zaten Müslümanlar da bu yollara isteyerek başvurmuyorlar. İçinde bulundukları şartlar ve ortam kendilerini bu yollara başvurmaya zorluyor. Bu konuda Elmalılı Hamdi Yazır'ın daha önce verdiğimiz sözlerini tekrar etmekte yarar görüyoruz: "Aslında çirkin olan bir şey böyle bazı şartlar altında itibari bir güzellik kazanır. Bundan dolayı ilk başlayanın fiili, gerçekten ve hükmen çirkin ve sırf zarar olduğu halde, onun tepkisi demek olan karşısındakine bir hak vermiş olur."