Esmâ'ül Hüsna - Dikkat Edilecek Bir Husus.
DİKKAT EDİLECEK BİR HUSUS.
Rabbimin keremiyle buraya kadar 99 mübarek ve güzel isimlerin kısa mânâlarını izah ederek geldik.
Esmâü'l-Hüsnâ sadece bu isimlerden ibaret de değildir.
Burada zikredilenler “İhsâ isimleri” dir.
Şanı pek yüce olan Allah'ın daha nice güzel ve mübarek isimleri mevcuttur.
Nitekim başka bir nakilde sayılan doksan dokuz arasında şu isimler de vardır:
El-İlâh, Er-Rab, el,Hannân, El-Ehad, El-Kâfî, Ed-Dâim, El-
Mevlâ, En-Nasîr, El-Mübîn, El-Cemîl, Es-Sâdık, El-Muhîd, El-
Mennân, El-Bârî, El-Karîb, El-Vitr, El-Fâtır, El-Allâm, El-
Melîk, El-Ekrem, El-Müdebbir, El-Kadîr, Eş-Şâkir, Zü'd-Davl,
Zü'l-Meâric, Zü'l-Fazl, El-Kefîl
Kur'an-i Kerim'de: “Rabbü'l-âlemîn, Rabbü'l-arşi'l-azîm, mâliki yevmiddîn, âlimü’l,ğaybi ve'ş-şehâde, allâmu'l-ğuyûb, ğâfiru'z-zenb, kâbilu't-tevb, refîu'd-derecât, zü'l-arş, fa'alün limâ yürîd, lâ yüs'elü amma yef 'al.” gibi daha bazı isim ve sıfatların bulunduğunda da şüphe yoktur.
Bunlar evvelkiler içinde bulunsalar da, yine Allahü Teâlâ'dan başkasına isim verilemeyeceği özelliğine sahiptirler.
Aynı şekilde Resûlüllah (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem)'in Buharî ve Müslim'de rivayet edilen dualarında, bulunan: “Münzilü'l-kitab, mücri's-sehâb, hazîmü'l-ahzâb” gibi isimler de Allah'tan başkası için caiz olmayan isimlerdir.
İbnü Kesir tefsirinde demiştir ki: “Esmâ-i Hüsnâ'nın doksan dokuzla sınırlı olmadığına Ahmed b. Hanbel'in “Müsned” inde senediyle Abdullah b. Mes'ud (r.a.)'den rivayet ettiği hadis de delâlet etmektedir.
Beyhakî de bu hadisi “Kitabu'l-Esma ve's-Sıfat” da Abdullah b. Mes'ud'a ulaşan senedle şöyle rivayet etmiştir:
“Resûlüllah (Salllâhü Aleyhi ve Sellem) buyurdu ki:
“Herhangi bir müslüman bir merak veya üzüntüye düşer de, “Allah'ım! Ben Senin kulunum, kulunun ve cariyenin oğluyum. Perçemim senin elinde (kudretin de) dir.
Bende hükmün geçerlidir, hakkımdaki kaza'n, adalettir.
Senin olan, senin kendine isim verdiğin veya kitabında indirdiğin yahut yaratıklarından birine bildirdiğin veya katında, gayb ilminde kendine tahsis ettiğin bir isimle senden dilerim ki Kur'an'ı kalbimin baharı, üzüntümün cilası, keder ve tasamın giderilmesi için vesile kılasın.” derse, herhalde Allahü Teâlâ onun merakını giderir, üzüntüsünün yerine ferahlık verir.”
Bunun üzerine huzurda olanlar:
“Ey Allah'ın Resulü, dediler, bu kelimeleri öğrenelim mi?”
Kâinatın efendisi:
“Evet, buyurdu, bunları işiten her kimsenin öğrenmesi gerekir.”
Yine Beyhakî, muttasıl bir senedle Hazreti Aişe (Radıyallâhü Anha)'dan şöyle bir rivayet nakletmiştir:
Hazreti Aişe Resûl-i Ekrem (s.a.v)'e:
“Yâ Resûlallah! Allahü Teâlâ'nın, kendisine dua edildiği zaman kabul buyurduğu ismini bana öğret.” demişti.
Resûlüllah da, ona “Kalk abdest al, mescide gir, iki rekat namaz kıl, sonra dua et, ben dinleyeyim.” buyurdu.
O da öyle yaptı, sonra dua için oturduğunda Nebiyy-i Muhterem
“Allâhümme veffıkhâ = Allah'ım, onu muvafık kıl!” dedi.
Hazreti Aişe şöyle dua etti:
“Allah'ım! Bildiğimiz ve bilmediğimiz güzel isimlerin hepsiyle ve bir kimsenin kendisiyle sana dua ettiği zaman hoşlandığın ve yine kendisiyle istediği vakit verdiğin en yüce isimle senden istiyorum!”
Bunun üzerine Resûl-i Ekrem (s.a.v):
“İsabet ettin, isabet ettin.” buyurdu.
Bu hadislerdeki dualardan anlaşılıyor ki, Allahü Teâlâ'nın kitabında zikretmediği ve hiçbir kimseye bildirmediği, gayb ilminde yalnız kendisinin bildiği isimleri de vardır.
Şu halde evvelki hadisde: “Allahü Teâlâ'nın doksan dokuz, yani biri müstesna olmak üzere yüz ismi vardır, onları sayan cennete girer.” buyurulması, Allah'ın bilinen en güzel isimlerinden doksan dokuzunu sayan, yani ezberleyip okuyan, yahut Allah ile olan muamelesinde onların sınırlarını koruyan, güzelce riayet eden kimse cennete girer demektir.
Tam yüz sayılmayıp birinin istisna edilerek doksan dokuz zikredilmesinin hikmeti de:
“Allah tektir, teki sever!” sözünde belirtilen tek sayıya riayetin müstehablığını göstermek içindir.
Namazlardan sonra tesbih dualarından otuz üç defa Sübhânellah, otuz üç defa Elhamdülillah ve otuz üç defa da Allahü Ekber denilerek tamamının doksan dokuz olması da, bu hikmete mebnidir.
Şu da gözden uzak tutulmamalıdır ki, aynı hadiste “Vitrün yuhibbü'l-vitr” buyurmakla Allah'ın isimlerinden birinin de “el-Vitr” olduğu bildirilerek yüz isim anlatılmış, ancak saymada biri istisna edilerek 99'la sınırlandırılmıştır.
Böylece isimlerin doksan dokuzla kayıtlanmadığı da, aynı hadisle anlatılmış olmaktadır.
Hasılı doksan dokuz ismi şerifi belleyip saymanın Allah'ı bilme hususunda ve duanın kabul edilmesinde büyük fazileti olduğu çeşitli rivayetlerle haber verilmiş olması yanında, bu mevzuda müstakil eserler de kaleme alınmıştır.
Şurası da muhakkak ki, Allahü Teâlâ'nın bildirdiği isimlerden başka, bildirmediği daha birçok ismi de vardır.
“O'nu göklerde ve yerde ne varsa hepsi tesbih eder.”
Tenzih eder.
Bilgi için İsrâ: 44. âyetin tefsirine bakınız.” Hak Dini Kur'an Dili, 7/530,531.
Merhum Üstad Elmalılı M. Hamdi Efendi'nin bu izahından da anlaşıldığı gibi Allahü Teâlâ'nın bilmediğimiz nice isimleri mevcuttur.
Bazı isimler birbirine benzemekle beraber herbir ismin ayrı ayrı tecellîleri zuhur etmektedir.
“Allah” dediğimiz zaman, O Zât-ı Zülcelâli bütün isimleri ve sıfatlarıyla yâd etmiş oluruz.
Kalb saf âsi ve gönül uyanıklığı içinde rabbine bu isimlerle iltica eden kimseler muradlarına nail olurlar.
Bir de şu var: İbadetler, zikirler, şükürler, iyilikler ve hayırlar- Allah rızası hedef alınarak yapılmalıdır.
Ve ibadetlerin karşılığı dünyada beklenilmemelidir.
Sen aşk ve imanla, sıdk ve ihlâsla kulluk vazifelerini ifa ettikten sonra, rabbin kereminden sana bu dünyada da verir, o başka.
Fakat asıl alacağın ücret ahirettedir.
Yine piyasadaki bazı eserlerde “Şu ismi şu kadar çeksen şöyle olur, şunu yüz kere okusan dağları aşarsın, bütün hacetlerin yerine gelir.” gibi birtakım sayılar dizisi verilmektedir.
Bir kere bu, ibadetin ruhuna aykırıdır.
Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi ibadetler Allahü Teâlâ'nın rızası için yapılır.
“Şuyum olsun, buyum olsun!” diye çekilen tesbihler ve zikirler kulluk hesabına noksanlıktır.
Peki, Allah'tan hacet dilemeyelim mi?
Elbette her hacetimizi rabbimizden dileyeceğiz.
O'nun mübarek ve güzel isimlerini vesile ederek yalvaracağız.
Fakat bu niyazlarımız da yine O'nun rızasını talep etmek, O'nun rahmetini, keremini dilemek olmalıdır.
O bir kulunu sever, rızasına erdirirse, bütün âlem o kula küs olsa ne gam.
Artık o kulun sırtı yere gelmez.
Cenâb-ı Hakk'ın güzel isimlerinin bahçesinden cennet çiçekleri toplamak mümkündür.
Bu doksan dokuz ismin ezberlenip dillerin virdi haline getirilmesi ve her lâhza Allahü Teâlâ'nın bizi murakabe ettiğini bilerek nefs ve he-vanın yollarına setler çekilmesi, cennetten gül toplamak demektir.
Allahü Teâlâ, bize kendi Zât-ı Kerîmini bu güzel isimleriyle tanıtmakta ve bizlere Celâli ve Cemâlî tecellilerini
göstermektedir.
Meselâ: Rezzâk ism-i şerifi, rızka muhtaç olanların varlığını iktiza ettiği gibi, Şâfî ismi de hastalıkların ve o hastalıklara mübtelâ olanların mevcudiyetlerini ve var olmalarını ister.
İşte aç bir adamın rızka mazhar alması, “Rezzâk” isminin imdada koşmasıdır.
Yine hasta bir adamın afiyet bulması “Şifâ” isminin bereketiyledir.
Darda kalanlara “Mücîb” ismi, sıkıntıda olanlara da “Basit” ism-i şerifi imdat eder.
Yine Azîz ve Celîl olan Allah, gülün dikenine Celâli isimleriyle tecellî ederken, o gülün nazenin yaprağına da Cemâlî isimleriyle tecellî buyurur ve her şeyde, her zerrede, her nefeste bize kudretini gösterir, cemalini tanıtır.
Ama görmek istemeyenler göremez ve O'nun zâtına yol bulamaz.
O'nun nimetleriyle beslenen bedenleri günahların zehirli dişlerine parçalatmak akıl kârı değildir.
Tekrar ifade edelim ki:
Gök O'nun mülkü,
Yer O'nun mülkü,
Güneş O'nun mülkü,
Ay O'nun mülkü,
Dünya ve içindekiler O'nun mülkü,
Cennet O'nun mülkü,
Âhiret O'nun mülkü,
Cehennem O'nun mülküdür.
O, mülkünde dilediği gibi tasarruf eder.
Kimse çıkıp “Bunu niçin böyle yapıyorsun?” diyemez.
O'nun kudretinin önünde dağlar toz haline gelir, akıllar divane olur ve herşey emr ü fermanına boyun eğer. Mustafa Necati Bursalı, Esma-i Hüsna Şerhi, Erhan Yayınları: 341-347.
Mühim Not
Bu mübarek isimleri zikrederken bazı edeplere riayet gerekir.
Biz herhangi bir kimseye nida etmiyoruz.
Alemlerin rabbini anıyoruz.
O'nu zikrederken dikkat kesilmeliyiz.
Gönül uyanık, kalb uyanık olmalıdır.
İhlâs, aşk ve güzel niyet lâzımdır ki, beklenen saadet tecellî etsin.
Biliyorsunuz ki her şeyi Allahü Teâlâ yaratmıştır, en güzel yaratıcı O'dur, O'ndan başka yaratıcı yoktur.
İnsanları, cinleri, melekleri O yarattığı gibi, bütün hayvanatı da O yaratmıştır.
Fakat diğer şeyleri nazara vermeden sadece: “Maymun ve domuzların yaratıcısı” demek caiz olmaz.
Zira bu, edebe ters düşmektedir.
Yine bunun gibi “Hâliku'ş-Şerr - Şerrin yaratıcısı” demek de uygun düşmez.
Ya nasıl söylenmeli?
Zıddı ile beraber “Hâliku'l-hayr ve'ş-Şerr = Hayrın ve şerrin yaratıcısı” , yahut “Hayrihî ve şerrihî minallâhi Teâlâ = Hayır ve şerr Allah Teâlâ'dandır.” şeklinde beraberce zikredilmelidir.
Meselâ “Dârr” ismini tek olarak değil, “Nâfi” ismiyle beraber, yine “Kâbid, Bâsıt” isimlerini de birlikte söylemek lazımdır.
Kur'an-ı Kerimde de Şeklinde beraber zikredilmiştir.
Yine Kur'an'da ve riadişlerde “Hayy” ve “Kayyûm” isimleri birlikte zikredilir.
“Hayy” ve “Kayyûm” ism-i şerifleri tek tek de zikredilebilir.
Ama makbul olan ikisini beraberce söylemektir.
Efendimizin talim buyurduğu dualar da “Yâ Hayyü Yâ Kayyûm” şeklindedir.
Ayrıca buna ilave olarak “Yâ Ze'l-Celâli ve'l-İkrâm” da eklenmiştir.
Demek ki duaların hedefine ulaşmasında bu isimlerin önemi büyük.
“Yâ Ze'l-Celâli ve'l-ikram” diye ısrar etmemiz de tavsiye olunmuştur.
Zira bu ism-i şerifin ism-i a'zam (en büyük isim) olduğu da rivayet edilmektedir.
Yine ism-i azamın kişilere göre değiştiği de bir gerçektir.
Hem herkese bu mübarek isim armağan edilmez, çünkü onu taşımak yürek ister.
Sıdk ister, aşk ve vefa ister.
Zannederim şu menkıbe bize güzel bir misâl olacaktır:
“Veliler sultanı Zünnûn Mısrî Hazretlerinin bir müridi vardı.
Tam bir yıl şeyhin hizmetinde bulunmuştu.
Fakat gönlünde bir arslan yatıyordu ki sormayın.
Bir gün:
“Ey Âlem şeyhi, dedi, bugüne kadar sizden bir talebim olmadı. Şimdi ise bir ricam var.
Siz ism-i a'zamı bili-yormuşsunuz. Ne olur onu bana da öğretiniz!”
Ay yüzlü mânâ pîri onun haline gülümsediler ve hiç cevap vermeden yürüyüp gittiler.
Aradan tam altı ay daha geçti.
Mürit yine isteğinde kararlı.
Hep fırsat gözlemekte.
Zünnûn Hazretleri de işin farkında.
Müridin bu dertle bîkarar olduğunu görüp duruyorlar.
Onu bu sevdadan kurtarmak gerekiyor.
Bir gün ona ismiyle nida ettiler:
“Ey Yusuf Can! Ağzını bağladığım şu testiyi al ve Fustat'ta bir dostum var, ona götür.
İçindeki hediyemi mutlaka ona ulaştır.
Sakın testinin ağzını açma ve bu emaneti muhafaza et!”
Başı dumanlı Yusuf, ağzı sıkıca bağlı destiyi eline aldı ve yola revan oldu.
Bir zaman gitti, gitti ama, meraktan da patlamak üzereydi.
Kendi kendine:
“Ey Yusuf, diyordu, şu testinin bağını çöz ve içine bak.
Bir kere nazar etmekten ne çıkar?”
Yusuf Can dediğini de yaptı.
Bir kenara oturup testinin ağzını açtı.
O da ne?
Testiden bir fare fırlayıp kuş gibi uçup gitti.
Yusuf hayretle kalakaldı.
Hem değirmen taşları gibi dönüyor, hem de nida koyuveriyordu:
“Vay akılsız başım, vay!”
Ne yapabilirdi ki?
Boynunu büktü, izi üstü geri döndü ve yüce velînin huzuruna girdi.
Eli ayağı titreyerek bir köşeye büzüldü.
Zünnûn (k.s.) yanağına tombul bir gülücük kondurup ona baktı da dedi ki:
“Yusuf Can! Bir farenin bile emanet edilemediği bir adama ism-i a'zam nasıl emanet edilir?
Oğlum, sen bu sevdadan vazgeç de, gönlünü rabbinin sevdasıyla doldur.
O zaman muradın hasıl olur!”
İşte böyle!
Herkes o mübarek ismi taşıyamaz, yani emanete riayet edemez.
O sebeple bu isim herkese öğretilmez.
Allahü Teâlâ'nın güzel isimlerinin daha nice tecellileri vardır.
Herkes nasibi kadar alabilir ve herkesin ilmi de bir değildir. .
Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri diyor ki:
“Küre-i arz bir kafadır ki, yüz bin ağzı vardır.
Herbir ağzın da yüz bin lisânı vardır.
Her lisanın da yüz bin bürhânı var ki, her biri çok cihetle Vâcibü'l-Vücud, Vâhid-i Ehad, herşeye kadir, herşeye alîm bir Zât-ı Zülcelâlin vücûb-u vücuduna ve vahdetine ve evsâf-ı kudsiyetine ve Esmâ-i Hüsnâsına şehadet ederler.”
Rabbimin kerem ve ihsaniyle ömür ağacımın en güzide meyvesi olan bu eseri tamamlamak nasib oldu.
Bilmeyerek yanlış bir söz söyledimse Allahü Teâlâ'dan bağış ve af dilerim.
Çünkü sözlerin de sultanı O, âlemin de sultanı O.
O'nun güzel isimlerinin bahçesinden cennet kokulan alabilecek dost ve kardeşlerimizden hayır dualar bekliyorum.
Ve ben bu eserimi şu şiirle noktalıyorum: Mustafa Necati Bursalı, Esma-i Hüsna Şerhi, Erhan Yayınları: 349-352.
Allah De
“(Resulüm) Sen, Allah de, sonra bırak onları, daldıkları bataklıkta oynayadursunlar. “ En’am: 6/91.
İşte tek dost, işte yâr,
Sen, Allah de, Allah de.
O'nun kapısına var.
Sen, Allah de, Allah de!
Olma hüsrana dalan,
Burda ne varsa yalan,
Yalnız O'na sevdalan,
Sen, Allah de, Allah de!
Gayriden ümidi kes,
O'na sevdalı herkes,
Ömründe birkaç nefes,
Sen, Allah de, Allah de!
İstemezsen gam, cefâ,
Ahdine göster vefa,
Bin defa, yüz bin defa,
Sen, Allah de, Allah de!
Ağaç, yaprak, dal O'nun,
Petek petek bal O'nun,
Celâl ve Cemâl O'nun,
Sen, Allah de, Allah de!
Ayrılık taşını çek,
Kalbinde gül bitecek,
İşte bir budur gerçek,
Sen, Allah de, Allah de!
Meslek edin ihlâsı,
Süpür gönülden pası,
Ey sevincin aynası,
Sen, Allah de, Allah de!
Besler nimet, âb seni,
Hoş yaratmış Rab seni,
Sarmadan türab seni,
Sen, Allah de, Allah de! Mustafa Necati Bursalı, Esma-i Hüsna Şerhi, Erhan Yayınları: 352-353.
Cevap: Esmâ'ül Hüsna - Dikkat Edilecek Bir Husus.
Bu güzel bilgileri herkez öğrenmeli Allah cc razı olsun
Cevap: Esmâ'ül Hüsna - Dikkat Edilecek Bir Husus.
Alıntı:
Ahmet_uz Nickli Üyeden Alıntı
Bu güzel bilgileri herkez öğrenmeli Allah cc razı olsun
Okuyan; Güzel yüreğine, gözlerine sağlık Ahmet kardeşim.
Cezakallahu Hayran...
Selam ve Dua ile...