-
Hamilelik Dönemi
http://zehranet.com/resimler/haberler/61.jpg
Hamilelik dönemi, annenin sevgi ve duygu ocağı ve Allah’ın rahmet nişanesi olarak çocuk sahibi olmaya
Hamilelik dönemi, annenin sevgi ve duygu ocağı ve Allah’ın rahmet nişanesi olarak çocuk sahibi olmaya ve tertemiz bir deste gülü veya çocuğun güzel ve masum yüzünü görmeye aşık olduğu halde, oldukça zor, ağır, ıstırapla iç içe ve bir çok ruhsal ve bedensel rahatsızlıklarla karşı karşıya kaldığı dönemdir.
Kadının erkeği ve etrafındaki akrabaları, tümüyle kadını korumalı, ona bakmalı ve onu her an göz altında tutmalıdırlar. Zira en küçük bir uygunsuz davranış, feryat, ıstıraplı söz, uygunsuz kelime, kötü ahlak, hamile kadına her türlü eziyetin olumsuz etkileri olmakla birlikte, rahimdeki günahsız çocuk üzerinde de çok olumsuz etkileri vardır.
Eğer gelin ve damat, damadın veya gelinin anne ve babasının evinde yaşıyorlarsa, her iki tarafın anne ve babası, şer’i bir görev, farz bir teklif ve ahlaki bir sorumluluk olarak, erkeği hamile kadına karşı tahrik etmekten sakınmalı ve ikinci olarak da hamile kadının haline mümkün olan her şekliyle riayet etmelidirler.
Erkeğin anne ve babası, gelin ve damadın huzur dolu hayatına her türlü müdahaleden sakınmalıdırlar. Gelinin anne ve babası da damadını hor görmekten sakınmalı, o iki gencin hayatını altüst etmemelidirler. Zira kadın ve erkeğin etrafındaki herkes onlara oranla, özellikle de rahimde olan çocuğa oranla büyük bir sorumluluk taşımaktadırlar.
Eğer etraftakilerin kötü ahlakı, tartışması, kaynananın veya kayın babanın yersiz beklentileri, gelinin anne ve babasının istekleri veya görümcenin müdahalesi sebebiyle hamile kadına yapılan eziyetler neticesinde, rahimdeki çocuğa en küçük bir zarar verilecek olursa, şüphesiz bu eziyet eden kimseler, ilahi adalet mahkemesinde Hak Teala’ya cevap vermek zorundadırlar ve hiçbir makul cevapları da yoktur. O gün adalet günüdür. Yaptıkları zulüm sebebiyle, şiddetli bir intikama maruz kalacaklardır. Kur’an-ı Kerim, herkesi en küçüğünden en büyüğüne kadar, her türlü amel, ahlak, hareket, duruş ve tavırları hususunda sorumlu bilmektedir.
“Rabbine And olsun ki mutlaka onların hepsini yaptıklarından dolayı sorguya çekeceğiz.”
“Onları durdurun; çünkü onlar sorguya çekilecekler.”
“Şüphesiz kulak, göz ve kalb, bunların hepsi ondan sorumludur.”
Ramazan, Muharrem ve Sefer aylarının tebliğ günlerinde ülkenin çoğu yerinden yeni evlenen gençler tarafından gönderilmiş bir çok mektuplar almaktayım. Bir çok ailelerin ihtilafını halletmeye çalıştım. Suçların çoğu, büyüklere ve gençlerin etrafındaki kimselere aitti. İhtilaf sebebi, genellikle kayın babanın, özellikle de kaynananın yersiz beklentilerinin veya gelinin anne ve babasının yersiz beklentileriydi. İmam Sadık’ın (a.s) da buyurduğu gibi, bir çok ahlak ve dine aykırı çatışmaların ve sürtüşmelerin kaynağında haset yatıyordu. Elbette bazı gelinlerin de ihtilaf çıkarma hususunda suçu vardı. Yaşları küçük olduğundan veya tecrübeleri olmadığından affedilmesi gerekirken, büyükler affetmemiş ve neticede de ihtilaf ateşleri alevlenmişti. Ahlaki ve dini eksiklikler de bu ateşin daha fazla alevlenmesine katkıda bulunmuş ve bazen gülden daha taze iki gencin hayatı, dağılmaya ve arzularının rüzgara savrulmasına neden olmuştu.
Bildiğiniz gibi kadın ve erkek, her insan fıtratı gereği, bağımsızlığı ister, Allah vergisi özgürlüğe aşk besler. Bu özgürlük ve bağımsızlığın ortadan kaldırılması, İslam’a göre her kimden veya her kime yapılırsa yapılsın, bu büyük bir günah ve çirkin bir suçtur. Hamile kadına teveccühün ve güvenliğinin korunmasının söz konusu edilmesi, hamile olmadığı dönemlerde, kadına ilgisizlik gösterilebileceği veya kötü ahlaklı davranılabileceği anlamında değildir. Aksine İslam açısından, aile sistemi konusuyla ilgisi bulunduğundan ve hamile kadının hassas durumu sebebiyledir. Aksi takdirde her zaman ve her şartlar altında, insanların özgürlük ve bağımsızlığına riayet etmek, herkes tarafından gerekli ve farz bir şeydir. Eğer aileler için gerçekten mümkün ise, zorluk ve darlık içinde kalmayacaklarsa, başından beri, gelin ve damadı bağımsız kılmalı ve ayırmalıdırlar. Onlara karşı hiçbir beklenti içinde olmadan davranmalı, affedici ve özetle İslami, insani ve duygusal bir davranışla davranmalıdırlar.
Her iki tarafın da anne babası, çocuğunu ve akrabalarını görmek adına sıla-i rahimde bulunmalı, onlara kendi evinde kucak açmalıdır. Bu geliş gidişlerinde, gıybet, iftira, müdahale, sorgu, sual, gelin veya damadı soğutmak gibi işlerden sakınmalıdırlar. Bu tür işler, hayvanlık huyundan daha kötü ve bir tür yırtıcılığı andırmaktadır.
Eğer her iki ailenin, gelin ve damat için ayrı bir ev tutma imkanı yoksa, o zaman da evlerin bir bölümünü onların eline vermelidirler. Özellikle birbirine karşı tam bir aşk içinde oldukları bu en iyi dönemde, tatlı hayatlarının acıya dönüşmemesine çalışmalıdırlar.
Damadın evindeki gelin, önceki hayatından gönül rahatlığı içinde el çekmiş ve yeni hayata adım atmış ilahi bir emanettir. Gelinin evindeki damat da Hakk’ın bir nimetidir. Dolayısıyla tıpkı çocukları gibi bu nimete riayet etmelidirler. Bu riayetler, Kur’an-ı Kerim ayetleri ve rivayetlerinin de belirttiği üzere ibadettir. İbadetin mükafatı ise, Hak Teala’nın rızayeti ve kıyamette ebedi cennettir. Damadın anne ve babası ve aynı şekilde gelinin anne ve babası, kendi evlilik yıllarında, ya etrafındakilerden ve yakınlarından hayır ve yücelik görmüş, onların yanında hayatlarını işin başında veya gençliğin baharında baldan daha tatlı bir şekilde geçirmişlerdir veya gelin ve damadın en tatlı hayatı yaşamaları gerektiği o günlerde tam tersine kayın babasından, kaynanasından, görümcesinden veya gelinin anne ve babasından acılar görmüş, sıkıntılar çekmişlerdir. Ama her haliyle bugün kendileri damat ve gelin sahibi olmuşlardır. Kendilerini o iki gencin yerine koymalıdırlar. O ikisinin huzur ve güvenliğini korumanın ve birbirine daha yeni erişmiş bu iki yeni gülün hayatına yersiz müdahalelerden sakınmanın onların hayat atmosferinde, sefa, samimiyet, aşk, ilgi ve bağımlılığını güçlendirdiğini, mutlu bir hayat yaşamalarına ortam sağladığını, ilahi nimetlerden sevinç ve mutluluk içinde istifade ettiklerini hesaba katmalıdırlar.
Tam tersine, yersiz müdahalelerin, çekişmelerin, surat asmaların, haddinden fazla beklentilerin ve kötü ahlakın onların hayatını tatsızlaştırdığını, hayattan soğumalarına neden olduğunu, bazen, huzur ve güvenlerini ortadan kaldırdığını, iki aile arasında kin ve düşmanlığa sebep olduğunu ve neticede de iki suçsuz insanın hayatını mahvettiğini düşünmelidirler. Hatırladığım kadarıyla değerli Usul-i Kafi kitabında şu çok önemli ve yüce rivayeti gördüm:
“Hz. Adem, yeryüzünde hayata yeni başladığı zaman, altıncı İmam’ın da (a.s) buyurduğu üzere; Hak Teala’nın, bir nasihat ve temiz bir hayat sermayesi olarak kendilerine hayatlarının ilk anlarında buyurduğu söz şuydu:
“Kendin için istediğini diğerleri için de iste; kendin için beğenmediğini başkaları için de beğenme.”
Damadın anne babası ve aynı şekilde gelinin anne ve babası, gelin ve damadın akrabaları, kendi hayatlarında istedikleri şeyi o ikisi için de istemeli ve kendileri için istemedikleri bir şeyi gelin ve damat için de istememelidirler. Eğer bu ilke bütün insanlar tarafından herkes için riayet edilecek olursa hiç bir sorun ortaya çıkmaz. Ortaya çıkan sorunlar da çok kolay bir şekilde hallolur.
Şimdi de Kur’an-ı Kerim de kadının hamilelik dönemiyle ilgili yer alan şu iki ayete dikkat ediniz:
“Biz insana, ana ve babasına iyi davranmasını tavsiye etmişizdir. Annesi onu, güçsüzlükten güçsüzlüğe uğrayarak karnında taşımıştır.”
“Biz insana, anne ve babasına iyilik etmesini tavsiye ettik. Annesi onu, (karnında) zorluğa uğrayarak taşıdı ve güçlükle doğurdu.”
Size göre bu zor dönemde, bu zayıflık, sıkıntı, meşakkat, ıstırap ve endişe döneminde hamile kadının saygısı gözetilmesi ve hakkındaki tüm gerekli işlere riayet edilmesi gerekli değil midir? Hamile kadının haline riayet etmek, ilk derecede şer’i, örfi ve ahlaki bir görev olarak evin erkeğinin, ikinci aşamada ise bütün yakınlarının üzerinedir. Buna riayet edilerek annenin ve rahimdeki çocuğun ruhsal ve bedensel esenliği korunmalıdır.
Hamilelik Döneminin Görevleri
Bu hamilelik döneminin her kadın için rahatsız edici, yorucu bir dönem olduğu hususunda hiç bir şüphe yoktur. Bu dönemin sıkıntılarını tadan ve rahatsızlıklarını gören anneler eğer çocuk aşkı sebebiyle olmasaydı ikinci defa hamile olmaktan sakınacaklardı. Zira bu dönemde kadının farklı organları ilginç bir faaliyete koyulmaktadır.
Bazı iç salgı bezleri daha fazla salgı salgılamakta, beden daha fazla enerji tüketmektedir ama zahiri isteksizlik veya gereksiz bulantılar sebebiyle hamile kadın yemek yiyememekte ve kendisini koruyamamaktadır.
Bazı kadınlar ise kendi esenliklerini korumak ve ceninin karınlarında şişmanlamasını veya büyümesini önlemek için özel ve zor perhizlere başlamaktadırlar. Bu dönemde kendilerini gerekli yiyeceklerden mahrum kılmaktadırlar. Ve kilo almamaya çalışmaktadırlar. Veya çocuğun fazla gelişmesine engel olmaktadırlar. Böylece karın derilerinin bozulmamsına, kırışmamasına veya doğum esnasında acılarının artmamasına özen göstermektedirler. Oysa hamile kadın dikkat etmelidir ki hamileliğinin ilk gününden itibaren artık o bir kişi değildir aksine iki kişidir. Hamileliğinin tüm dönemlerinde kendisinin ve çocuğunun esenliğini temin eden bir perhiz içinde olmalıdır. Hamileliğin sonunda bir deri, bir kemik hale gelmemelidirler. Çocukları yeterli besini alamadıkları için zayıflık ve güçsüzlük içinde dünyaya gelmemelidir.
Hamilelik döneminin rahat geçmesi için ne hastalanacak kadar fazla şişman olmalı, ne de doğumun yükünü ve çocuğunun gelişimini engelleyecek kadar zayıf olmalıdır. Günlük besin miktarını doğru ölçüler üzere tayin etmeli, kendisi için gerekli olan kaloriyi tam bir dikkatle almalıdır.
Hamile kadınlarda salgı bezlerinin fazla salgı yapmasından dolayı bedendeki enerji tüketimi hızla gerçekleşmektedir. Bu yüzden de kendi kendine yiyecekler daha iyi ve daha kolay bir şekilde hazmedilmektedir. O halde eğer vücud böyle olmasaydı kadın hemen şişmanlardı. Ama faaliyetlerin artışı sadece ceninin varlığı sebebiyledir. Dolayısıyla da ceninin hızla gelişimi içindir. Bu yüzden anne bedenindeki besin maddesinin azalması durumunda annenin bedenindeki böbrek, ilik ve diğer yerlerinde kalan eski stoklardan istifade etmek ve eksikliğini gidermek zorundadır.
Rahimdeki çocuk vücudun farklı organizmaları için kireç, kalsiyum ve demir maddelerine ihtiyaç duymaktadır. O halde meşhur bir deyimle,
anne karnındaki çocuk, demir ve kalsiyum ile kendini yetiştirmektedir.
Demir, çocuğun kan yapısı için gerekli bir maddedir. Aksi takdirde gerekli demir vitaminleri alınmazsa kandaki alyuvarların ilk çekirdeği olan hemoglobin meydana getirilemez ve dolayısıyla da çocuk annenin depolanmış demirinden istifade etmek zorunda kalır. Böylece de anne yavaş yavaş kansızlığa düçar olur, şüphesiz doğumdan sonra çocuk da kansızlığa maruz kalır.
Anne kendisine ve çocuğuna gerekli olan demiri alabilmek için günlük yetecek miktarda fasulye, bakla, mercimek gibi tahıl ürünlerini, karaciğer, et gibi demir bulunduran besin maddelerini ve sonra da içinde demir bulunan elma, üzüm, hurma gibi benzeri meyveleri tüketmek zorundadır.
Kireçsel maddeler çocuğun beden yapısının ilk taşı konumundadır. Zira çocuk kendi kemiksel organizması için rahim içindeki hayat döneminde en azından kırk ila elli gram kireçsel maddelere ihtiyaç duymaktadır. Anne bu miktar kalsiyumu yavaş yavaş günlük yemekleriyle almalıdır ki ceninin kemik yapısının ihtiyaçlarını giderebilsin aksi takdirde kendi organizmaları için gerekli kireçsel maddeyi elde edemeyen cenin, anne bedenindeki kalsiyumdan istifade etmeye çalışır. Bu yüzden annenin yavaş yavaş kemikleri gevşer, dişleri çürür, saçları dökülür, günden güne zayıflığa ve güçsüzlüğe düşer. Kireç maddelerini, süt, peynir, yoğurt ve kaymak gibi farklı süt ürünleri, buğday ve arpa gibi tahıl ürünleri veya armut, elma gibi benzeri meyveler yoluyla anneye yedirmek, bu yolla ceninin beslenme ve gelişmesine yardımcı olmak mümkündür.”
Aziz İslam dini de, hamilelik döneminde annenin sağlığını korumak, ceninin akıl ve bedeninin gelişimini sağlamak ve çocuğun anne rahminden güzel bir şekilde oluşumunu temin etmek için annenin ve doğduktan sonra çocuğun beslenmesi için özel bir takım emirler vermiştir. Onları ilgili kitaplarda mütalaa ediniz.
Elbise türü, elbise rengi, ayakkabı, annenin geliş gidişi, kadının hamilelik döneminde eve mahrem ve namahrem kimselerin geliş gidişi ve o dönemde dikkat edilmesi gereken hususlar, Hakkın temiz kültüründe ona oranla kılavuzluklar vardır.
Hamilelik döneminde anne eğer Allah’ı zikretmekten, ilahi toplantılara katılmaktan, Kur’an okumaktan, farzlara teveccüh etmekten ve huzurunu sağlamaktan gaflet göstermezse, bunların çocuğun ruh ve beyni, ruhsal ve manevi gelişimi üzerinde çok olumlu etkileri olacaktır.
Hamileliğin bizzat kendisi de ilahi dinde bir tür ibadettir ve bu ibadetin çok büyük bir sevabı vardır.
Allah Resulü (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Evet kadın hamile olunca oruç tutan, geceyi ibadetle geçiren ve Allah yolunda canıyla ve malıyla cihad eden kimse gibidir.”
Elbette kadın ve erkek kendi aralarında rızayet göstererek kendilerini çocuk sahibi olmaktan muaf tutabilirler. Ama bu iş sebebiyle çok faydalı bir ticareti kaybetmiş olacaklardır. Elbette çocuk sahibi olma hususunda da kayıtsız şartsız yaşamak doğru değildir. Aksine bedensel ve ruhsal güç, sabır, çocuk terbiyesi ve çocuğa bakmak hususunda azim sahibi olmak ve giderlerini karşılamak gibi konular da göz önünde bulundurulmalıdır. Çocukların sayısı anne ve babanın bakamayacakları bir seviyeye gelmemelidir. Allah korusun böylece insanların anne ve babalarına beddua ettiği kimseler haline gelirler.
Doğum
Çocuğun doğum anları, ilk aşamada anne daha sonra baba ve daha sonra da akrabaları için oldukça tatlı anlardır. Ama kadının en zor anları sayılmaktadır. Çünkü ağrıları, sıkıntıları artmıştır ve bu çocuğu doğurmak için fevkalade zorluklara katlanmak zorundadır.
Onun bu tahammülü büyük bir ibadettir. Masumların buyurduğu üzere sevab ve mükâfatı oldukça çoktur.
Allah Resulü (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Kadın çocuk doğurunca, onun için azamet ve büyüklüğü derk edilemeyecek kadar bir sevap vardır.”
İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Doğum yaparken ölen kadınlar için kıyamette hiçbir hesap yoktur. Zira çocuğunu dünyaya getirme hüznü içinde ölmüştür.”
Allah Resulü (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Kadın doğum yapınca ona hurma veriniz. Zira Allah, Meryem-i Kübra’ya doğum yaptığında hurma yemesini emretmiştir. Eğer varsa Medine hurmasından yoksa kendi şehirlerinizdeki hurmalardan yedi tane hurmayı kadına yediriniz.”
Nitekim bir kudsî hadiste Allah-u Teala şöyle buyurmuştur: “İzzet, celal, azamet ve yüceliğime andolsun ki, eğer kadın çocuk doğurduğu gün hurma yiyecek olursa, doğurduğu çocuk erkek olduğu takdirde sabırlı, kız olduğu takdirde ise yine sabırlı olacaktır.”
Doğum meselesi, doğum odası, doğurtan ebe ve orada toplanan kimseler, İslam'ın büyük ilgi gösterdiği bir husustur. İslam anne ve çocuğun ruh ve beden sağlığına tümüyle riayet edilmesini istemiştir.